2004 Cilt 2 Sayı 4
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/5481
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda akut skrotum patolojileri(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kılıç, Nizamettin; Balkan, Emin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı/Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı.İnguinoskrotal bölge çocuklarda birçok cerrahi sorunun görüldüğü bir alandır. Skrotumda ani gelişen kızarıklık, şişlik ve ağrı ile ortaya çıkan bir grup hastalık akut skrotum patolojilerini oluşturmaktadır. Bu grup içinde yer alan hastalıklar testis torsiyonu, testis ve epididim eklerinin torsiyonları, epididimitis / orşiepididimitis, boğulmuş kasık fıtığı, travmatik hidro / hematosel, idiopatik skrotal ödem ve skrotumun yağ nekrozudur. Bunlar dışında seyrek olarak rastlanılan bazı hastalıklarda benzer tabloları oluştururlar. Bu hastalıkların başlangıç ve gelişim hızları, lokal bulguları ve ağrı şiddeti açısından farklılıkları bulunabilmektedir.Item Çocuklarda eklem şikayetlerine yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2004) Bostan, Özlem M.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.Item Çocuklarda renal glukozüri(Uludağ Üniversitesi, 2004) Dönmez, Osman; Köse, Hülya; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Renal glukozüri ya da renal diyabet adı verilen primer renal glukozüri, kan glukoz seviyesi normal sınırlarda iken idrarda glukozun anlamlı miktarda bulunmasıdır. Benign bir bozukluktur. Tip A , Tip B ve Tip O olmak üzere 3 tipi vardır ve genellikle prognoz iyidir. Normal koşullarda glukozun tamama yakını proksimal tubülden geri emilir. Filtre edilen glukozun %90’ı proksimal tubül kıvrımlı kısmından, geri kalanı düz kısmından, Henle kulbundan ve kollektör kanallardan emilir. Filtre edilen glukoz yükü artarsa geri emilen glukoz, maksimum emilim kapasitesine ulaşılana kadar artar. Eşik değerin üstüne çıkıldığında ve taşıyıcılar satüre oldu- ğunda, geri emilen glukoz miktarı artmaz ve idrarla atılır.Item Hemofagositik Lenfohistiyositozis(Uludağ Üniversitesi, 2004) Bör, ÖzcanHemofagositik lenfohistiyositozis (HLH) nadir görülen fatal seyirli bir fenomendir. Hemofagositozla karakterize malign olmayan immün regülasyon bozukluğudur. T lenfositler ve makrofajların kontrol edilemeyen aktivasyonu ve inşamatuar sitokinlerin (İnterferon gama, interlökin-1, interlökin-6, tümör nekrozis faktör gibi) aşırı üretimi vardır. Primer (ailesel) ve sekonder HLH olmak üzere iki tipi olmakla beraber klinik bulgular aynıdır. Ateş, hepatosplenomegali, pansitopeni, lenfadenopati en sık görülen bulgulardır. Ailesel HLH otosomal resesif kalıtım göstermekte ve genellikle süt çocukluğu döneminde görülmektedir. Sekonder HLH ise daha çok viral infeksiyonlar sonucu oluşmaktadır. Bu nedenle “virus assosiye hemofagositik sendrom” olarak tanımlanmıştır. Bakteriyal, fungal veya protozoal infeksiyonların da HLH’ye neden olduğu görülünce “infeksiyon assosiye hemofagositik sendrom” olarak isimlendirilmiştir. Sistemik lupus eritamatozus, romatoid artrit gibi kollajen doku hastalıklarına bağlı gelişen makrofaj aktivasyon sendromu, sekonder HLH içinde yer almaktadır. Bazı immün yetmezlikler ve malignansiler de HLH’ye neden olmaktadır.Item Nekrotizan enterokolit(Uludağ Üniversitesi, 2004) Çetinkaya, Merih; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Nekrotizan enterokolit (NEK), bağırsakların kısmi veya tam iskemisi ile karakterli önemli bir gastrointestinal hastalıktır. İlk olarak 19. yüzyılda tanımlanmıştır. Tutulum bölgesi sıklıkla terminal ileumdur. İntestinal iskeminin başlamasında tetiği çeken faktörlerin neler olduğu henüz tam açıklık kazanmamıştır; ancak faktörlerin ulaştığı ortak yol intestinal iskemidir. NEK yenidoğan periyodunda en sık görülen gastrointestinal problemdir . İnsidansı ülkeden ülkeye, hastaneden hastaneye değişmektedir. Çok merkezli çalışmalarda 100 canlı doğumda 0.3 ile 2.4 arasında değişen oranlarda bildirilmektedir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde izlenen bebeklerin yaklaşık %1-10’unda gelişmektedir. Esas olarak prematüre bebeklerde görülmekle birlikte, NEK gelişen bebeklerin %10’unu zamanında doğan bebekler oluşturmaktadır. NEK insidansı azalan doğum ağırlığı ve azalan gestasyon yaş ile orantılı olarak artmaktadır. Wilson ve arkadaşları 148 NEK’li hastayı değerlendirmişler ve en yüksek oranların 1000 gramın altındaki bebeklerde olduğunu görmüşlerdir (%42). Do- ğum ağırlığı 1000-1500 gram arasındaki bebeklerde %39.0, 1501- 2000 arasındaki grupta %3.8, 2500 gramın üstündeki bebeklerde ise % 0.11 oranında NEK saptamışlardır. Hastalığın başlama zamanı bir gün ile üç ay arasında değişmekte olup sıklıkla ikinci haftadadır. Ayrıca hastalığın ortaya çı- kışı, gebelik yaşı ve doğum ağırlığı ile ters orantılıdır; prematürelerde daha matür bebeklere kıyasla, daha geç görülmektedir. Stoll ve arkadaşları çalışmalarında hastalığın başlangıç zamanını, 30 hafta veya daha küçük bebeklerde ortalama 20.2 gün olarak saptarken, 31-33 gestasyon haftasında 13.8 gün, 34 gestasyon haftasında veya daha büyük bebeklerde 5.4 gün olarak tespit etmişlerdir. Otuzaltı gestasyon haftası veya daha büyük bütün bebeklerde ise 7 gün olarak bulunmuştur. Cinsiyet ile NEK insidansı arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Her iki cinste de eşit oranda görülmektedir. Bazı çalışmalarda siyah ırkta beyazlara göre daha fazla oranda görüldüğü bildirilmekle birlikte, ırksal farklılık olmadığını gösteren çalışmalar da vardır. Sosyoekonomik durum ve mevsimlerle de arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Mortalitesi %10-50 arasında değişmekle birlikte son yıllarda erken tanı, ciddi takip ve tedavi ile bu rakamın %28’lere indirilebildiğini belirten merkezler de vardır. Gebelik yaşı küçüldükçe mortalitenin arttığı bildirilmektedir.Item Prebiyotik ve probiyotikler(Uludağ Üniversitesi, 2004) Yılmaz, MustafaGastrointestinal sistem (GİS) doğum sırasında steril iken saatler içerisinde mikroorganizmalar ile kolonize olur. GİS’in kolonizasyonu, çeşitli etmenlerin dinamik bir etkileşimiyle oluşan karmaşık bir olaydır. İntestinal şora yaklaşık 1012 hücre/gm kuru ağırlık oranında ve 400-500 türden bakteri içermektedir. Bunun total vücut hücrelerinin yaklaşık %95’ini oluşturduğu göz önüne alınırsa kalın bağırsakların oldukça özelleşmiş ve aktif bir organ olduğu anlaşılmaktadır. Mukozal yüzeyler sürekli olarak mikroorganizmalar, süperantijenler, toksinler, mitojenler, allerjenler, mikroşora ve bunların komponentleri ile temas halindedir. İntestinal mikroşora patojenik mikroorganizmaların kolonizasyonunu ve çoğalması- nı önleyerek konağın savunmasındaki olumlu etkilerinin yanı sıra bir çok intestinal metabolik olaylarda ve immün modülasyonda görev almaktadır. İntestinal mikroşora yapı elemanları immün sistemde önemli değişikliklerin olduğu doğumdan sonraki dönemde lokal ve sistemik immün yanıtın şekillenmesinde önemli roller oynamaktadır. Görüldüğü gibi insanın sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için sağlıklı ve fonksiyonel bir gastrointestinal sisteme sahip olması gerekmektedir. Bunların sağlanması da intestinal mikroşora ile olmaktadır. Bu nedenlerle mikroşoranın önemli komponentleri olan Bifidobacter ve Lactobacillus’ların çoğalmasını sağlayacak besin unsurlarının (prebiyotik), veya bu mikroorganizmaların verilmesi (probiyotik) veya her ikisinin bir arada verilmesinin (sinbiyotik) son yıllarda ilgi çekici bir tedavi şekli olmuştur.Item Sık rastlanan pediatrik deri hastalıkları(Uludağ Üniversitesi, 2004) Başkan, Emel Bülbül; Tunalı, Şükran; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Dermatoloji Anabilim Dalı.Yetişkinlere benzer şekilde pediatrik yaş grubunda da deri hastalıklarına sıklıkla rastlanmaktadır. Bu hastalıkların doğru tanı ve tedavisi için deri hastalıklarının yaş grubuna özgü klinik özelliklerini ve tedavi prensiplerini anlamak esastır. Bu makalede pediatrik hastalarda sık karşılaşılan belirli deri hastalıklarından olan pigmentasyon bozuklukları, kutanöz papül ve tümörler, eritemli-skuamlı hastalıklar, vasküler malformasyonlar ve bakteriyel, viral ve paraziter hastalıkların klinik özellikleri ve tanı yaklaşımları özetlenmiştir. Hangi yaş grubunda olursa olsun dermatolojik hastalıkların tanısı anamnez, dermatolojik muayene ve laboratuvar testlerine dayanmaktadır. Anamnezde döküntünün veya lezyonun başlangıcı, süresi, seyri, eşlik eden bulgu ve semptomlar ve uygulanan tedavilere cevabı sorgulanmalıdır. Dermatolojik muayene derinin inspeksiyonu ve palpasyonunu kapsar. Deri dışında mukozalar, tırnak ve saçta muayene edilmelidir. Laboratuvar yöntemlerinden en çok yararlanılanları ise deri sürüntülerinin mikroskopik incelenmesi, vezikül ve büllerle seyreden deri hastalıklarında sitolojik incelemeler ve deri biyopsisi olup tanıya yönelik serolojik tetkiklerden ve radyolojik araştırmalardan da yararlanılmaktadır. Bu makalede sık görülen deri hastalıklarının klinik özellikleri ve tanı yaklaşımlarından bahsedilmektedir.Item Solunum ve endokrinoloji(Uludağ Üniversitesi, 2004) Tarım, Ömer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı.Hormonlar fetüsün akciğer gelişiminde ve doğumdan sonraki yaşamda akciğer yapısında ve işlevinde önemli görevler yapar. Bu nedenle iç salgı sisteminin hastalıkları solunum sisteminde önemli değişikliklere yol açar.Item Toksoplazmozis(Uludağ Üniversitesi, 2004) Çelebi, Solmaz; Öcal, Murat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Item Yaygın damar içi pıhtılaşması(Uludağ Üniversitesi, 2004) Bör, Özcan; Günay, Ünsal; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Hematoloji Bilim Dalı.Yaygın damar içi pıhtılaşması (YDP); Sepsis, şok, şiddetli dehidratasyon gibi çeşitli olayların seyri sırasında koagülasyon mekanizmasının sistemik olarak aktive edilmesi sonucu damar içinde yaygın fibrin depolanması, hemostatik elemanların parçalanması ve tüketimi ile karakterize bir sendromdur. Bu sendrom ‘’Disssemine İntravasküler Koagulasyon (DİK)’’ olarak da isimlendirilmektedir. Pıhtılaşma sisteminin aktive edilmesi sonucunda koagülasyon faktörleri ile trombositler harcanır, proteaz inhibitörleri azalır. Bunun sonucunda tromboz ile kanamanın birlikte görüldüğü klinik durum ortaya çıkar.