Browsing by Author "Özkalemkaş, Fahir"
Now showing 1 - 20 of 126
- Results Per Page
- Sort Options
Item 13 Yaşında bir erkek çocukta otoeritrosit duyarlılığı sendromu(Uludağ Üniversitesi, 1993-09-22) Tunalı, Ahmet; Manavoğlu, Osman; Tunalı, Şükran; Yavuz, Mahmut; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Dermatoloji Anabilim Dalı.Otoeritrosit Duyarlılığı Sendromu saptanan 13 yaşında bir erkek çocuğu takdim edilmiştir. Çok üzüldüğü bir olaydan sonra vücudunda tekrarlayan ağrılı ekimozlar çıkması nedeniyle kliniğimize başvuran hastanın fizik muayenesinde gövde ve bacaklarda etrafı eritemli, değişik irilikle ağrılı ekimozlar saptandı. Yapılan tüm hemostaz testleri normal bulundu. Otolog eritrosit süspansiyonu ile yapılan deri testi pozitif idi.Item 2010-2015 yılları arasında izlenen akut lenfoblastik lösemi tanılı hastaların klinik analizi(Uludağ Üniversitesi, 2016) Coşkun, Fatih; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Akut lenfoblastik lösemi (ALL) hasta grupları arasında farklı seyreden biyolojik ve klinik olarak heterojen hastalıklar grubudur. Erişkin ALL hastalarında son tedavi rejimleri ile tam remisyon oranları %70-90 iken; uzun süreli sağkalım oranı %25-50 olarak bulunmuştur. Minimal toksisite ile yüksek kür oranlarının sağlanabilmesi için hasta gruplarına uygun tedavinin belirlenmesinde prognostik faktörlerin tanımlanması önemlidir. Klinik parametreler, immunfenotip, sitogenetik, tedavi yanıtı ve minimal rezidüel hastalık günümüzde akut lenfoblastik lösemi hastalarında risk sınıflamasında kullanılan temel göstergelerdir. Bu biyolojik ve klinik özellikleri hedef alan risk uyumlu tedavi stratejileri uzun süreli sağ kalım sonuçlarını olumlu yönde etkilemektedir. Çalışmamıza Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı'nda takip edilen hiper CVAD (siklofosfamid, vinkristin, adriamisin, deksametazon) kemoterapi rejimi içeren tedavi protokolleri uygulanan akut lenfoblastik lösemi tanılı hastalar dahil edildi. Bu hastaların retrospektif olarak demografik verilerini, klinik ve prognostik faktör özelliklerini ortaya koymak; verilen farklı tedavi seçeneklerine yanıtı değerlendirmek; değişen tedavi seçimleri ile oluşan yan etkileri ortaya koymak ve genel sağkalım oranlarını değerlendirmek amaçlandı. Hastaların tanı ve tedavi esnasındaki özelliklerine merkezimizde kullanılan bilgisayar otomasyon sistemi taranarak ulaşılmıştır. Çalışmada değerlendirmeye alınan 44 hastanın yaş ortalaması 34 olup; %72,2'si erkek, %27,7'si kadın idi. Hastaların %61'inin B hücre immunfenotipinde olduğu görüldü. 44 hastanın 6'sında (%13,6) Ph(+)'liği saptandı; yüksek riskli hasta grubu oranı %81,8 olarak bulundu. Komplet remisyon oranı %72,7; toplam sağ kalım oranı %43,1 olarak saptandı. Çalışmamızda hiper CVAD kombine tedavi rejimine L-asparaginaz eklenen hasta gruplarında tedaviye bağlı sepsis ve tedaviye bağlı ölüm oranlarının arttığı saptanmış; komplet remisyon oranlarının düştüğü; total sağ kalım süresinin ise azaldığı görülmüştür. Sonuç olarak; çalışmamızda saptanan sonuçların, diğer çalışmalarla benzer olduğu görülmüş; lakin total sağ kalım oranı %27'lere kadar düşen erişkin ALL hastaları için mevcut tedavi seçeneklerinin yeterli olmadığı ve yeni tedavi protokollerinin gerekli olduğu kanatine varılmıştır.Publication A case of an antithrombin deficiency with mesenteric thromboses and cerebral infarct(Elsevier, 2016-05-01) Alp, Kırkızlar, Tuğcan; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Şanlı, Cihat; Gözden, Hilmi Erdem; Yeğen, Zafer Serenli; Ali, Ridvan; Alp, Kırkızlar, Tuğcan; ÖZKOCAMAN, VİLDAN; ÖZKALEMKAŞ, FAHİR; Şanlı, Cihat; Gözden, Hilmi Erdem; Yeğen, Zafer Serenli; ALİ, RIDVAN; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bölümü; 0000-0002-1361-6213; AAI-5246-2020; AAG-8495-2021; HMD-4249-2023; AAH-1854-2021; DQF-8966-2022; JMQ-2372-2023; EFO-5712-2022; GXD-8209-2022Item Acute myeloblastic leukaemia (AML-M1) presenting with prominent gingival hypertrophy(Wiley, 2007-06) Özkan, Atilla; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özçelik, Tülay; Özkocaman, Vildan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; AAH-1854-2021; AAG-8495-2021; 9250698600; 7201813027; 7005424333; 6603145040Item Agresif B hücreli hodgkin dışı ve hodgkin lenfomada ilk basamak tedavi yanıtının FDG-PET/BT ile değerlendirilmesinde rezidüel SUVmax(Uludağ Üniversitesi, 2018-11-28) Acar, Celal; Özkocaman, Vildan; Akpınar, Ali Tayyar; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.Bu çalışmada; lenfomada ilk basamak tedavi sonrasında Flor-18 fluorodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografisinin (FDG-PET/BT) rezidüel SUVmax değerine göre duyarlılık ve özgünlüğünün geriye dönük olarak klinik takip veya biyopsi sonuçları doğrultusunda belirlenmesi amaçlandı. Çalışmaya Ocak 2004-Mayıs 2012 tarihleri arasında takip edilen, 18 yaş üzeri, agresif B hücreli Hodgkin dışı lenfoma (Yüksek dereceli sınıflandırılamamış B hücreli lenfoma, diffüz büyük B hücreli lenfoma [DBBHL], mantle hücreli lenfoma, Burkitt lenfoma) ve Hodgkin lenfoma (klasik ve nodüler predominant) tanılı 69 hasta dahil edildi. Tedavi sonu FDG-PET/BT’leri değerlendirilen hastaların ortanca takip süresi 40 ay olup ortalama yaş 49,7 ± 15,5 yıl olarak hesaplandı. Klinik takipte standart tedavi sonrası 23 Hodgkin lenfoma olgusunun sadece birinde, 46 Hodgkin dışı lenfoma olgusunun 10’unda (%21) relaps gözlendi. Hodgkin dışı lenfomalı 7 olgu (%15) ise tedaviye dirençli idi. Hastaların ortanca relaps süresi 20 ay idi. Rezidü SUVmax > 3,5 kabul edildiğinde duyarlılık, özgüllük, olumlu öngörü, olumsuz öngörü, doğruluk oranları sırası ile %66,6, %94,1, %80, %88,9, %87 olarak hesaplandı. Sonuç olarak; Gallamini kriterleri ile benzer şekilde tedavi sonu FDG-PET/BT’deki en yüksek doğruluğa sahip rezidüel SUVmax sınır değerinin >3,5 olduğu saptandı. ROC analizlerinde ise SUVmax >4 değerinin %96 özgüllüğe sahip olduğu ve görsel değerlendirmenin şüpheli olduğu lenfomalarda bu sınır değerin anlamlı olabileceği düşünüldü.Item Akut lenfoblastik lösemili bir olguda gelişen nöroaspergillozun başarılı tedavisi: Cerrahi, sistemik antifungal tedavi ve intrakaviter tedavinin rolleri(Ankara Mikrobioloji Derneği, 2009-07) Özçelik, Tülay; Özkalemkaş, Fahir; Kocaeli, Hasan; Altundal, Yıldız; Ener, Beyza; Ali, Rıdvan; Özkocaman, Vildan; Hakyemez, Bahattin; Tunalı, Ahmet Semih; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-4803-8206; 0000-0002-3425-0740; AAG-8523-2021; X-3647-2018; AAI-2318-2021; AAH-1854-2021; AAG-8495-2021; 7005424333; 6601912387; 6603500567; 15080726300; 15053025300; 7201813027; 6603145040; 6602527239; 6602797853Serebral aspergilloz nadir bir durum olup konvansiyonel antifungal tedavilere genellikle kötü yanıt vermektedir. Bu raporda, 34 yaşında akut lenfoblastik lösemi tanısı olan bir erkek hastada agresif nörocerrahi, intrakaviter amfoterisin B tedavisi ve vorikonazol kombinasyonu ile başarıyla tedavi olan bir serebral aspergilloz olgusu sunulmuş ve nöroaspergillozun tedavisinde cerrahi tedavi, intrakaviter tedavi ve antifungal tedavinin rolleri tartışılmıştır. Amfoterisin B tedavisi altında dizartri ve sağ hemiparazi gelişen olgumuzda beyin manyetik rezonans görüntülemede sol paryeto-oksipital bölgede 7 cm çapında lezyon saptanmıştır. Tanı amaçlı yapılan cerrahi girişim aşırı kanama nedeniyle başarıyla gerçekleştirilememiştir. Lezyondan alınan aspirat örneğinin kültüründe Aspergillus flavus üremesi saptanmıştır. Tedavi kaspofungin ve vorikonazol kombinasyonu olarak değiştirilmiştir. Tedavi altında enfeksiyonun ilerleme göstermesi üzerine hastaya ikinci cerrahi girişim uygulanmış ve lezyonun boyutunda gerileme tespit edilmiştir. Cerrahi tedaviyi takiben vorikonazol ve kaspofungin kombinasyon tedavisine ek olarak intrakaviter amfoterisin B uygulaması yapılmıştır (0.3 mg/gün 15 gün). Kaspofungin tedavisine 42 gün devam edildikten sonra kesilmiştir. Vorikonazol tedavisine ise 100 gün devam edilmiştir. Bu dönemde beyindeki lezyon tama yakın düzelme göstermiştir. Ancak, hastanın takibi sırasında lösemi relapsı görülmüş ve kemoterapi sırasında aplazik dönemde gelişen nötropenik tiflitis tablosu ile hasta kaybedilmiştir. Serebral aspergillozlu olgularda erken dönemde radikal cerrahi uygulanması sonucunda daha iyi sonuçlar elde edildiği belirtilmektedir. Antifungal tedavide kullanılan ilaçların vorikonazolde olduğu gibi kan-beyin bariyerini geçebilme özelliğine sahip olması gerekmektedir. Tüm lezyonlar düzelinceye ve altta yatan predispozan faktörler geri dönünceye kadar tedaviye devam edilmelidir. Sonuç olarak, serebral aspergillozlu olgularda cerrahi girişim ve vorikonazol tedavisinin güvenilir ve etkin tedavi yaklaşımları olduğu düşünülmüştür.Item Akut lösemi hastalarında alopesinin beden imajı ve benlik saygısına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-30) Doğan, Dilek; Kahraman, Beyza Nur; Pehlivan, Seda; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/Hemşirelik Bölümü/İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.Çalışma, akut lösemi hastalarında alopesinin beden imajı ve benlik saygısına etkisini belirlemek ve sağlıklı bireylerle karşılaştırmak amacıyla planlandı. Tanımlayıcı nitelikte olan çalışmaya, 6 aylık sürede hematoloji polikliniği, kliniği ve ayaktan kemoterapi ünitesinde tedavi gören 91 akut lösemi hastası ile 94 sağlıklı birey dahil edildi. Çalışmanın verileri, Hasta/Sağlıklı Bilgi Formu, Kemoterapiye Bağlı Alopeside Yaşam Kalitesi Ölçeği (KBAYKÖ), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Beden İmajı Ölçeği ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde; SPSS kullanılarak, yüzdelik, ki-kare, student t testi, ANOVA ve Pearson korelasyon analizleri yapıldı. Alopesi görülme oranı akut lösemi hastalarında %63.7, sağlıklı bireylerde ise %57.4 olarak bulundu (p>0.05). Ancak alopesi düzeyinin hastaların %84.5’inde gözle açıkça görülebilir, sağlıklı bireylerde ise %75’inde gözle belli belirsiz görülebilir şeklinde olduğu saptandı (p=0.000). Hastaların genel sağlık puanı ile benlik saygısı (p=0.000) ve beden imajı (p=0.000) arasında pozitif ilişki olduğu belirlendi. Alopesinin akut lösemi hastalarında benlik saygısını olumsuz etkilediği, beden imajını etkilemediği saptandı. Akut lösemi hastalarında genel sağlık ile ilişkisi göz önüne alındığında, alopesinin hastalar üzerindeki etkisi, benlik saygısı ve beden imajının değerlendirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.Item Akut lösemilerde minimal residüel hastalığın akım sitometrisi yöntemiyle araştırılması ve relaps ile korelasyonu(Uludağ Üniversitesi, 2004-11-19) Ozan, Ülkü; Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Budak, Ferah; Göral, Güher; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tülay; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı.Morfolojik olarak tam remisyonda kabul edilen akut lösemi olgularında kemik iliğindeki rezidüel lösemik hücrelerin relapsa yol açtığı bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, minimal residüel hastalık (MRD) tesbitinde akım sitometrisinin kullanımını ve MRD ile hastalıksız yaşam arasındaki korelasyonu değerlendirmektir. Biz önce 89 akut lösemi olgusunda tanıdaki immünfenotip sonuçlarını değerlendirdik ve %73’ünde nadir görülen koekspresyonlar saptadık. Daha sonra, halen hayatta olan 16 olgunun başlangıçta ve komplet remisyondaki (KR) koekspresyon düzeyleri karşılaştırıldı ve 28-40 haftalık takip süresince KR’da kalan 8 olguda anlamlı azalma gözlendi. Buna karşın, olguların 3’ünde, remisyondaki koekspresyon düzeylerinin tanıda belirlenene yakın olduğu dikkati çekti ve bunlardan 2’si 19 ve 30 hafta sonrasında nüksettiler. Bu veriler, rezidüel hastalığın relapsın habercisi olduğunu ve bunu belirlemede akım sitometrisi yönteminin kullanılabileceğini desteklemektedir.Item Akut lösemilerde minimal rezidüel hastalığın 'Flow cytometry' yöntemiyle araştırılması ve relaps ile korelasyonu(Uludağ Üniversitesi, 1999) Ozan, Ülkü; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Morfolojik olarak tam remisyonda kabul edilen akut lösemi olgularında kemik iliğindeki rezidüel lösemik hücrelerin relapsa yol açtığı bilinmektedir. Söz konusu blastlar ancak sensitivitesi yüksek olan ve 105-106 hücrede 1 lösemik hücreyi saptayabilen FC, PCR, in situ hibridizasyon, sitogenetik, manyetik rezonans görüntülemesi gibi ileri yöntemlerle kantitatif olarak ölçülebilir.Bunların içinde, geniş bir hasta grubuna uygulanabilen, araştırma laboratuvarlan dışında da kullanılabilen, aym zamanda hızlı, spesifik ve ekonomik olan FC yöntemi MRD tespitinde en ümit verici test gibi görünmektedir. FC ile rezidüel hastalığı belirlemek için; asenkronize,51 lenfoid-miyeloid veya B ve T-lenfoid antijenik koekspresyonlar, herhangi bir antijenin aşın ekspresyonu ya da aberran ışık saçılım özellikleri araştırılmıştır. Bu çalışmada; 1995-1998 yıllan arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıklan ABD, Hematoloji BD'na başvuran ve AML ya da ALL tanısı almış toplam 89 hastadaki multiparametrik FC sonuçlan değerlendirildi. Asenkronize koekspresyonlar ile lenfoid-miyeloid veya B ve T-lenfoid antijenik koekspresyonlar sayısal olarak belirlendi. Daha sonra, morfolojik olarak tam remisyonda kabul edilen olgularda ikici bir kemik iliği aspirasyonu yapılarak, ilk tamda saptanmış olan kombinasyonlardaki değişiklikler ve bunların prognoz ile ilişkisi irdelendi. Çalışmamızda; AML olgulannın (n=61) % 80'inde aberran antijenik kombinasyonların bulunduğu gözlendi. Asenkronize koekspresyon % 68, lenfoid antijen koekspresyonu % 32 olguda tespit edildi. T-lenfoid antijen pozitifliği yaklaşık % 19, B-lenfoid antijen pozitifliği % 16 oranında saptandı. En sık görülen atipik antijenik kombinasyonlar; CD33-/CD13+ (% 37.7), CD34+/CD33-/CD13+ (% 29.5), CD34-/CD33+/CD13- (% 21.5), CD7+/CD33+ (% 11.8), CD7+/CD13+ (% 11.8), CD19+/CD33+ (% 8.4) ve CD19+/CD13+ (% 8.1) idi. ALL olgularının (n=28) % 57'sinde atipik fenotipler mevcuttu. Bunlann sadece 2' sinde T ve B-lenfoid antijen koekspresyonu saptanırken, diğer bütün hastalarda miyeloid antijen koekspresyonu bulundu. Miyeloid antijen koekspresyonlanndan en sık; CD7+/CD13+ (%35), CD5+/CD13+ (%25), CD3+/CD13+ (% 17.5) ve CD10+/CD13+ (% 10.5) gözlendi. Bu genel değerlendirmeden sonra, halen tam remisyonda ve takibimizde olan 9'u AML ve 7' si ALL toplam 16 olgunun kemik iliği örnekleri FC ile ikinci kez incelendi. Her hasta için tamda saptanmış olan koekspresyonlar esas alınarak, başlangıçtaki ve remisyondaki düzeyleri karşılaştınldı. Olgulann 8 'inde,52 koekspresyonun görüldüğü blast yüzdesinde tanıdaki değerlere göre belirgin düşme gözlendi. Bu olgular halen tam remisyonda olarak izlenmektedir ve ortalama takip süreleri 32.25+5.18 haftadır (28-40 hafta). Buna karşın, AML olgularının 3'ünde, remisyondaki koekspresyon düzeylerinin tanıda belirlenene yakın olduğu dikkati çekti. Söz konusu 3 olgudan nüks eden ikisinin, ikinci kemik iliği analizinden sonraki takip süreleri 19 ve 30 hafta, halen tam remisyonda olan üçüncü olgunun ise 40 haftadır. Olguların 5 'i düzenli kontrollerine gelmedikleri için çalışma dışı bırakıldılar. Bu veriler literatürle uyumlu olup, rezidüel hastalığın relapsın habercisi olduğunu ve bunu belirlemede flow sitometrik yöntemin kullanılabileceğini desteklemektedir.Item Akut lösemili hastalarda anjiogenezisin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2003-06-30) Özçelik, Tülay; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özkocaman, Vildan; Ozan, Ülkü; Öztürk, Hülya; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.Anjiogenezisin solid tümörlerdeki önemi iyi bilinmektedir. Fakat, hematolojik neoplazmlar için az sayıda veri bulunmaktadır. Çalışmamızda tedavi edilmemiş akut lösemili hastaların kemik iliklerinde anjiogenezisin rolünü araştırmayı amaçladık. Tedavi edilmemiş hastaların kemik iliğindeki mikrodamar sayıları, kontrol olgularının ve komplet remisyon dönemindeki olguların mikrodamar sayıları ile karşılaştırıldı. Çalışmaya on üç hasta alındı. Kemik iliği örnekleri immunohistokimyasal olarak von Willebrand faktör ile boyandı. Her kemik iliği örneğinde damar yoğunluğunun en fazla olduğu alanlardan iki tanesinde mikrodamar sayımı yapıldı. Anjiogenezis, 400’lük büyütmedeki damarların sayısı olarak ifade edildi. Kemik iliği mikrodamar sayısı akut lösemili hastalarda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında önemli oranda artmış bulundu (p<0.01). İlaveten ilk tanıdaki mikrodamar sayısı komplet remisyon döneminde değerlendirilen damar sayısına göre önemli oranda artmış bulundu (p<0,01). Sonuç olarak; akut lösemili hastalarda kemik iliğinde anjiogenezisin artmış olduğu gösterilerek, akut lösemilerin patogenezinde anjiogenezisin rolü olabileceği kanaatine varıldıItem Akut lösemili hastalarda kantitatif in situ hibridizasyon yapılarak akım sitometri ile telomer uzunluğu ölçümü ve prognozla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2004-11-19) Demirel, Gülderen Yanıkkaya; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Budak, Ferah; Ali, Rıdvan; Oral, H.Barbaros; Özçelik, Tülay; Ozan, Ülkü; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı.Akut lösemili hastalarda telomer uzunluğunu inceleyerek, tanıda ve remisyon peryodunda rölatif telomer uzunluklarını karşılaştırarak prognostik bir değeri olup olmadığını araştırdık. Bu çalışma 13’ü kadın 8’i erkek, ortanca yaşı 37 ve yaş aralığı 17-66 ve 15’i AML 6’sı ALL olan 21 akut lösemili hastayı içerdi. Rölatif telomer uzunluğu düzeyi flow-floresan in situ hibridizasyon (FISH) metodu ile kemik iliği kan mononükleer hücrelerinde saptandı. Tanı anında 3 hastada kısa telomer 18 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Remisyonda ise 11 hastada kısa 10 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Telomer uzunluğu ile laboratuvar parametreleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunamadı. Yaşam süresi ve remisyon süresi bakıldığında uzamış ve kısalmış rölatif telomer uzunluklu gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç olarak bulgularımız rölatif telomer uzunluğu parametresinin analizi hakkında bizim popülasyonumuzun heterojen olduğunu düşündürdü. Bu nedenlerden dolayı akut lösemili hastalarda telomeraz aktivitesi ve telomer uzunluğunun birlikte değerlendirilmesinin kritik önemi vardır.Item Akut lösemili hastalarda kantitatif in situ hibridizasyon yapılarak flow cytometry ile telomer uzunluğu ölçümü ve prognozla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2002) Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.Ökaryotik hücrelerde kromozom uçlarında yer alan protein DNA tabiatındaki yapılara "telomer" adı verilmektedir. Telomerler kromozomların organizasyonunda yer alarak onları degradasyona karşı korurlar. Her bir hücre bölünmesi ile telomerik yapı giderek kısalmaktadır. Yani telomerlerin uzunluğu hücre bölünmesi açısından sınırlı bir kapasitesi bulunan somatik hücreler için biyolojik bir saat görevi görmektedir. Biz akut lösemili hastalarda telomer uzunluğunu inceledik; tanıda ve remisyon peryodunda rölatif telomer uzunluklarını karşılaştırarak prognostik bir değeri olup olmadığını araştırdık. Bu çalışma 13'ü kadın 8'i erkek, ortanca yaşı 37 ve yaş aralığı 17-66 ve 15'i AML 6'sı ALL olan akut lösemili hastaları içerdi. Tanı, klinik, morfolojik, sitokimyasal ve immünfenotipik özelliklerle konuldu. Rölatif telomer uzunluğu düzeyi flow-floresan in situ hibridizasyon (FISH) metodu ile kemik iliği kan mononükleer hücrelerinde saptandı. Tanı anında 3 hastada kısa telomer 18 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Remisyonda ise 11 hastada kısa 10 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Telomer uzunluğu ile lökosit sayısı, hemoglobin düzeyi, trombosit sayısı, kemik iliği lösemik blast yüzdesi ve CD34 pozitif hücre yüzdesi dahil labaratuvar parametreleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunamadı. Yaşam süresi ve remisyon süresi bakıldığında uzamış ve kısalmış rölatif telomer uzunluklu gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç olarak bulgularımız rölatif telomer uzunluğu parametresinin analizi hakkında bizim popülasyonumuzun heterojen olduğunu düşündürdü. Bu nedenlerden dolayı akut lösemili hastalarda telomeraz aktivitesi ve telomer uzunluğunun birlikte değerlendirilmesinin kritik önemi vardır.Item Akut lösemili kandidemi olgularının klinik özelliklerinin rektospektif analizi(Uludağ Üniversitesi, 2017) Demirayak, Dilay; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Candida türleri hastanede yatan hastalarda özellikle hematolojik maligniteli hastalarda önde gelen invazif fungal enfeksiyon etkenidir. Mortalitesi yüksek olmasına rağmen ülkemizde hematolojik maligniteli hastalarda invazif Candida enfeksiyonları ilgili çalışma çok azdır. Bu çalışmada, sekiz yıllık sürede merkezimizdeki hematolojik malignitesi olan hastalarda kandidemi sıklığı, mortaliteye etki eden modifiye edilebilir risk faktörlerin belirlenmesi, antifungal direnci, bu bilgiler ışığında ampirik antifungal tedaviye yol gösterici bilgiler elde edilmesi ve enfeksiyon kontrol stratejilerinin oluşturulmasına katkı sağlanması amaçlanmıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Kliniği'nde 2009-2016 tarihleri arasında kan kültüründe Candida üremesi saptanan hematolojik maligniteli hastaların demografik verileri, laboratuvar bulguları, antifungal duyarlılıkları ve tedavi sonucu retrospektif olarak analiz edildi. Çalışma süresince 45 hastada, 45 kandidemi atağı saptandı. Hastaların büyük çoğunluğunu akut lösemi hastaları oluşturmaktaydı (%75,5). Çalışmamızda hematolojik maligniteli hastalarda kandidemi indisansı %1,8, akut lösemili hastalarda indisans %2,3 olarak saptandı. C. krusei (%28,8) en sık görülen türdü. Bunu sırasıyla C. tropicalis (%24,4), C. parapsilosis (%17,7) C. albicans (%15,5) izledi. Diğer türler nadir görüldü. C. krusei ve C. tropicalis hematolojik maligniteli hastalarda hastane geneline göre daha sıktı. C. parapsilosis her iki grupta kandideminin sık görülen etkeni idi. Antifungal direnci sadece iki C. parapsilosis izolatında, flukozanole karşı görüldü. Genel 30 günlük mortalite oranı %55,5 idi. Mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri hipoalbuminemi, aktif hastalık, septik şok ve monoterapi almış olmak idi. İnvazif kandidozun yaygın formu olan kandidemi, sağlık bakımı alanlarda önemli bir morbidite ve mortalite sebebidir. Tedavi alanında görülen gelişmelere rağmen mortalitede anlamlı düşüş sağlanamamıştır. Kandidemi tedavisinde lokal epidemiyolojik çalışmalar önemini halen korumaktadır. C. parapsilosis kötü kateter bakımının göstergesi kabul edilmektedir. Çalışmamızda C. parapsilosis'in yüksek oranda saptanması ve antifungal dirençli tek tür olması; kandidemi ile mücadelede iyi kateter bakımına aynı zamanda ampirik antifungal tedavi stratejilerinde epidemiyolojik çalışmaların önemine dikkati çekmektedir.Item Akut lösemili kandidemi olgularının klinik özelliklerinin rektospektif analizi: Tek merkezli 8 yıllık deneyim(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-01-11) Demirayak, Dilay; Özkalemkaş, Fahir; Ener, Beyza; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9710-134X; 0000-0002-4803-8206; 0000-0003-0014-7398Candida türleri hastanede yatan hastalarda özellikle hematolojik maligniteli hastalarda önde gelen invazif fungal enfeksiyon etkenidir. Bu çalışma, hematolojik maligniteli hastalarda kandidemi prevalansını, mortalite ile ilişkili kontrol edilebilir risk faktörlerini ve antifungal direnci belirlemeyi, ampirik antifungal tedaviye rehberlik edecek ve enfeksiyon kontrol stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunacak bilgiler elde etmeyi amaçlamaktadır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Kliniğinde 2009-2016 yılları arasında Candida kan kültürü pozitif saptanan hematolojik maligniteli hastaların demografik verileri, laboratuvar sonuçları, antifungal duyarlılıkları ve tedavi sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Hematolojik maligniteleri olan 2489 hastanın 45’inde 45 kandidemi atağı saptandı. Bu hastaların büyük çoğunluğu akut lösemi hastalarıydı (%75.5). Çalışmamızda hematolojik malignitesi olan hastalarda kandidemi insidansını %1.8 bulduk; akut lösemili hastalarda ise bu oran %2.3 idi. Hastaların tür dağılımında C. albicans dışı türler hakimdi (38/45, %84,4). Genel olarak yatan hastalara kıyasla hematolojik malignitesi olan hastalarda C. krusei ve C. tropicalis daha yaygındı. C. parapsilosis her iki grupta da kandidemi için yaygın bir etkendi. Antifungal direnç, flukonazole karşı sadece iki C. parapsilosis izolatında antifungal direnç gözlendi. Toplam 30 günlük ölüm oranı %55,5 idi. Mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri hipoalbuminemi, aktif hastalık, septik şok ve monoterapi almaktı. Sonuç olarak, tedavisindeki gelişmelere rağmen, kandida ilişkili mortalitede önemli bir azalma sağlanamamıştır. Kandidemi tedavisinde lokal epidemiyolojik çalışmalar hala önemini korumaktadır. C. parapsilosis, kötü kateter yönetiminin bir göstergesi olarak kabul edilir. Çalışmamızda C. parapsilosis yüksek oranda tespit edilmiş ve antifungale direnç gösteren tek tür olmuştur. Bu, kandidemi ile mücadelede iyi kateter yönetiminin öneminin yanı sıra ampirik antifungal tedavi stratejilerinde epidemiyolojik çalışmaların önemini vurgulamaktadır.Item Akut miyeloid lösemi remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklinlerin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2010-04-30) Yorulmaz, Hakan; Özkalemkaş, Fahir; Özçelik, Tülay; Özkocaman, Vildan; Acar, Celal; Veyseloğlu, Latif; Pekgöz, Murat; Cangür, Şengül; Ali, Rıdvan; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Akut miyeloid lösemi (AML), hemopoetik kök hücresinin neoplastik hastalığıdır. AML insidansı yaş ile birlikte artış gösterir ve erkeklerde kadınlara göre daha fazla oranda tespit edilmektedir. Remisyon indüksiyon kemoterapisi, AML tedavisinin birinci basamağıdır. Standart indüksiyon tedavisinde sitarabin ve antrasiklin kombinasyonu kullanılır. Bu çalışmada amacımız, AML remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklin tiplerinin remisyon elde etmede ve destek tedavi gereksiniminde fark yaratıp yaratmadığını belirlemektir. Bunun için Ocak 2004–Aralık 2009 arasında toplam 6 yıllık sürede Uludağ Üniversitesi Hastanesi Hematoloji Kliniği’nde yatarak tedavi gören, AML tanısıyla 3+7 remisyon indüksiyon kemoterapisi alan 123 olgudan tam remisyona giren 96 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Alınan 96 hastanın 44’ü (%45,8) kadın, 52’si (%54,2) erkekti. En sık FAB alt tipleri: M2 (%29,3), M3 (%15,4) ve M4 (%13,0) idi. Hasta sayıları ve aldıkları antrasiklin tipleri: idarubisin (72 hasta, %75), doksorubisin (12 hasta, %12,5), daunorubisin (9 hasta, %9,4) veya mitoksantron (3 hasta, %3,1) idi. Nötropeni süresi en kısa doksorubisin alan grupta idi (ortanca 16,5 gün; aralık 5-23). Antibiyotik kullanılan gün sayısı en uzun idarubisin alan grupta (ortanca 27 gün; aralık 10-45) idi. Hastalarımızın ortalama izlem süresi 25,7 ay, ortanca 15 ay (2-70 ay) idi. Bu hastaların 33’ünün (%34,4) takiplerinde nüks ettiği görüldü. 21 hastada erken nüks (%21,9) (<12 ay) ve 12 hastada geç nüks (%12,5) (>12 ay) bulundu. Hastalarımızın 54’ü (%56,2) hayatta olup, 42’si (%43,8) hayatını kaybetmişti. Sonuç olarak, farklı antrasiklin içeren indüksiyon kemoterapileri tedavi başarıları açısından benzer özellikler gösterirken destek tedavi ihtiyacı açısından farklılıklar gösterebilmektedir.Item Atipik bir klinik tablo ile kendini belli eden bir alfa ağır zincir hastalığı olgusu(Uludağ Üniversitesi, 1992-11-16) Tunalı, Ahmet; Manavoğlu, Osman; Yurtkuran, Mustafa; Yavuz, Mahmut; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Akdiş, Cezmi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilimi.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilimi.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Anabilim Dalı.Alfa Ağır Zincir Hastalığı en sık görülen Ağır Zincir Hastalığı şeklidir. Genellikle tipik olarak enterik ve respiratuvar olmak üzere iki klinik şekli vardır. Nadiren klinik tablo atipik olabilir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen ve enterik ve respiratuar tutulum bulguları olmayan, buna karşılık renal amiloidoz ve buna nefrotik sendrom klinik tablosu ile kendini belli eden bir atipik Alfa ağır Zincir hastalığı olgusu takdim edilerek literatür gözden geçirilmiştir.Item Basedow graves ve otoimmün trombositopenik purpurah bir olguda hipertiroidinin glukokortikoid tedavi ile giderilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1997) Ertürk, Erdinç; Özkalemkaş, Fahir; Tuncel, Ercan; İmamoğlu, Şazi; Tunalı, Ahmet; Arınık, Ayhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Basedow - Graves hastalığı (BGH) ile otoimmün trombositopenik purpura (ITP) birlikteliği nadir ancak tesadüfi birliktelikten daha sıktır. Bu makalede BGH ve ITP bir arada görülen bir olguda glukokortikoid - prednizolon - tedavisi ile tirotoksikoz tablosundaki hızlı düzelmeyi sunduk.Item The bone marrow aspirate and biopsy in the diagnosis of unsuspected nonhematologic malignancy: A clinical study of 19 cases(BMC, 2005-11-01) Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tulay; Ozan, Ülkü; Tunali, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-9732-5340; AAG-8495-2021; AAH-1854-2021; AAJ-1027-2021Background: Although bone marrow metastases can be found commonly in some malignant tumors, diagnosing a nonhematologic malignancy from marrow is not a usual event. Methods: To underscore the value of bone marrow aspiration and biopsy as a short cut in establishing a diagnosis for disseminated tumors, we reviewed 19 patients with nonhematologic malignancies who initially had diagnosis from bone marrow. Results: The main indications for bone marrow examination were microangiopathic hemolytic anemia (MAHA), leukoerythroblastosis (LEB) and unexplained cytopenias. Bone marrow aspiration was not diagnostic due to dry tap or inadequate material in 6 cases. Biopsy results were parallel to the cytological ones in all cases except one; however a meticulous second examination of the biopsy confirmed the cytologic diagnosis in this patient too. The most common histologic subtype was adenocarcinoma, and after all the clinical and laboratory evaluations, the primary focus was disclosed definitively in ten patients ( 5 stomach, 3 prostate, 1 lung, 1 muscle) and probably in four patients ( 3 gastrointestinal tract, 1 lung). All work up failed in five patients and these cases were classified as tumor of unknown origin (TUO). Conclusion: Our series showed that anemia, thrombocytopenia, elevated red cell distribution width (RDW) and hypoproteinemia formed a uniform tetrad in patients with disseminated tumors that were diagnosed via bone marrow examination. The prognosis of patients was very poor and survivals were only a few days or weeks ( except for 4 patients whose survivals were longer). We concluded that MAHA, LEB and unexplained cytopenias are strong indicators of the necessity of bone marrow examination. Because of the very short survival of many patients, all investigational procedures should be judged in view of their rationality, and should be focused on treatable primary tumors.Item Bortezomib and extramedullary disease in multiple myeloma: The shine and dark side of the moon(Pergamon-Elsevier Science, 2007-08) Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özkan, Atilla; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tülay; Ozan, Ülkü; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı.; AAG-8495-2021; AAH-1854-2021; 7201813027; 6601912387; 9250698600; 6603145040; 7005424333; 6507254632; 8843050600; 6602797853Item Bronkoskopik işlem yapılan hematolojik maligniteli olgularda trombositopeni yönetimi ve trombositopeniye bağlı komplikasyonların retrospektif incelemesi(Uludağ Üniversitesi, 2016) Yıldırım, Fatih; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Hematolojik malign hastalıkların takip ve tedavisinin yapıldığı kliniklerde görüntüleme yöntemleriyle saptanan akciğer infiltrasyonlarının değerlendirilmesinde tanısal katkıları olması dolayısı ile fiberoptik bronkoskopi (FOB) uygulamaları önemli yer tutmaktadır. Hematolojik maligniteli hastaların sıklıkla trombositopenik olmaları FOB uygulamaları öncesi kanama ile ilgili komplikasyonlar açısından klinisyenlerde çekince oluşturmaktadır. FOB uygulanan trombositopenik hastalarda kanama ile ilgili komplikasyonlar ve trombositopeni yönetimi üzerine yapılan çalışma sayısı ise çok azdır. Bu çalışmada, 01.01.2005 – 20.10.2015 tarihleri arasında erişkin hematoloji kliniğinde yatan ve bronkoskopik işlem yapılan 150 hematolojik maligniteli olguda trombositopeni yönetimi ve trombositopeniye bağlı gelişen komplikasyonlar retrospektif olarak incelendi. FOB yapılan 150 hastadan trombosit sayısı 100×109/L'nin altında olan 114 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tümü hematoloji kliniğinde yatan ve göğüs hastalıkları uzmanları tarafından FOB yapılan hematolojik malignite sebebi ile tedavi alan hastalardı. FOB endikasyonu 1 hastada izole hemoptizi iken diğer 113 hastada akciğerlerde gelişen infiltrasyonlar FOB endikasyonu nedeniydi. 114 hastanın 4'ünde (%3,5) bronkoskopik işlemle ilişkilendirilebilecek komplikasyon gelişti. Komplikasyonların 3'ü (%2,6) kanama ile ilgili iken 1'i (%0,08) aritmi (supraventriküler taşikardi) şeklindeydi. Kanama ile ilgili komplikasyon gelişen hastaların 1'i BTS (British Thoracic Society) sınıflamasına göre ''no bleeding'' (aspirasyon gerektirmeyen kendiliğinden duran kanama bulguları varlığı) grubu, 1'i ''mild bleeding'' (aspirasyon gerektiren fakat kendiliğinden duran kanama bulguları varlığı) grubu iken 1 hastada işlem sonrasında replasman gerektirmeyen kendiliğinden gerileyen hemoptizi gelişmişti. Trombosit değerleri 0-30×109/L arasında olan 32, 30-50×109/L arasında olan 47 ve 50-100×109/L arasında olan 35 hasta kanama ile ilgili komplikasyon gelişme oranları açısından birbiri ile karşılaştırıldığında bu gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışmaya dahil edilen trombosit değeri 50×109/L'nin altında olan hastaların çoğuna aplazik dönemde ve febril olmaları dolayısı ile proflaktik trombosit replasmanı yapılmıştı. FOB yapılan trombositopenik hastalarda trombositopeni derecesi ile kanama ile ilgili komplikasyon gelişme riski arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Bu çalışma, çalışmaya dahil edilen hastaların homojen bir grup oluşturması açısından özellikle önem arz etmekte ve diğer benzer çalışmalardan bu yönüyle ayrılmaktadır. Sonuç olarak deneyimli göğüs hastalıkları uzmanları tarafından yapılan FOB uygulamalarının yakın klinik takibin mümkün olduğu trombositopenik hastalarda kanama komplikasyonu gelişmesi açısından güvenli işlemler olduğu kanısına varıldı.