Browsing by Author "Özkocaman, Vildan"
Now showing 1 - 20 of 112
- Results Per Page
- Sort Options
Publication A case of an antithrombin deficiency with mesenteric thromboses and cerebral infarct(Elsevier, 2016-05-01) Alp, Kırkızlar, Tuğcan; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Şanlı, Cihat; Gözden, Hilmi Erdem; Yeğen, Zafer Serenli; Ali, Ridvan; Alp, Kırkızlar, Tuğcan; ÖZKOCAMAN, VİLDAN; ÖZKALEMKAŞ, FAHİR; Şanlı, Cihat; Gözden, Hilmi Erdem; Yeğen, Zafer Serenli; ALİ, RIDVAN; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bölümü; 0000-0002-1361-6213; AAI-5246-2020; AAG-8495-2021; HMD-4249-2023; AAH-1854-2021; DQF-8966-2022; JMQ-2372-2023; EFO-5712-2022; GXD-8209-2022Item Acute myeloblastic leukaemia (AML-M1) presenting with prominent gingival hypertrophy(Wiley, 2007-06) Özkan, Atilla; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özçelik, Tülay; Özkocaman, Vildan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; AAH-1854-2021; AAG-8495-2021; 9250698600; 7201813027; 7005424333; 6603145040Item Agresif B hücreli hodgkin dışı ve hodgkin lenfomada ilk basamak tedavi yanıtının FDG-PET/BT ile değerlendirilmesinde rezidüel SUVmax(Uludağ Üniversitesi, 2018-11-28) Acar, Celal; Özkocaman, Vildan; Akpınar, Ali Tayyar; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.Bu çalışmada; lenfomada ilk basamak tedavi sonrasında Flor-18 fluorodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografisinin (FDG-PET/BT) rezidüel SUVmax değerine göre duyarlılık ve özgünlüğünün geriye dönük olarak klinik takip veya biyopsi sonuçları doğrultusunda belirlenmesi amaçlandı. Çalışmaya Ocak 2004-Mayıs 2012 tarihleri arasında takip edilen, 18 yaş üzeri, agresif B hücreli Hodgkin dışı lenfoma (Yüksek dereceli sınıflandırılamamış B hücreli lenfoma, diffüz büyük B hücreli lenfoma [DBBHL], mantle hücreli lenfoma, Burkitt lenfoma) ve Hodgkin lenfoma (klasik ve nodüler predominant) tanılı 69 hasta dahil edildi. Tedavi sonu FDG-PET/BT’leri değerlendirilen hastaların ortanca takip süresi 40 ay olup ortalama yaş 49,7 ± 15,5 yıl olarak hesaplandı. Klinik takipte standart tedavi sonrası 23 Hodgkin lenfoma olgusunun sadece birinde, 46 Hodgkin dışı lenfoma olgusunun 10’unda (%21) relaps gözlendi. Hodgkin dışı lenfomalı 7 olgu (%15) ise tedaviye dirençli idi. Hastaların ortanca relaps süresi 20 ay idi. Rezidü SUVmax > 3,5 kabul edildiğinde duyarlılık, özgüllük, olumlu öngörü, olumsuz öngörü, doğruluk oranları sırası ile %66,6, %94,1, %80, %88,9, %87 olarak hesaplandı. Sonuç olarak; Gallamini kriterleri ile benzer şekilde tedavi sonu FDG-PET/BT’deki en yüksek doğruluğa sahip rezidüel SUVmax sınır değerinin >3,5 olduğu saptandı. ROC analizlerinde ise SUVmax >4 değerinin %96 özgüllüğe sahip olduğu ve görsel değerlendirmenin şüpheli olduğu lenfomalarda bu sınır değerin anlamlı olabileceği düşünüldü.Item Akut lenfoblastik lösemili bir olguda gelişen nöroaspergillozun başarılı tedavisi: Cerrahi, sistemik antifungal tedavi ve intrakaviter tedavinin rolleri(Ankara Mikrobioloji Derneği, 2009-07) Özçelik, Tülay; Özkalemkaş, Fahir; Kocaeli, Hasan; Altundal, Yıldız; Ener, Beyza; Ali, Rıdvan; Özkocaman, Vildan; Hakyemez, Bahattin; Tunalı, Ahmet Semih; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-4803-8206; 0000-0002-3425-0740; AAG-8523-2021; X-3647-2018; AAI-2318-2021; AAH-1854-2021; AAG-8495-2021; 7005424333; 6601912387; 6603500567; 15080726300; 15053025300; 7201813027; 6603145040; 6602527239; 6602797853Serebral aspergilloz nadir bir durum olup konvansiyonel antifungal tedavilere genellikle kötü yanıt vermektedir. Bu raporda, 34 yaşında akut lenfoblastik lösemi tanısı olan bir erkek hastada agresif nörocerrahi, intrakaviter amfoterisin B tedavisi ve vorikonazol kombinasyonu ile başarıyla tedavi olan bir serebral aspergilloz olgusu sunulmuş ve nöroaspergillozun tedavisinde cerrahi tedavi, intrakaviter tedavi ve antifungal tedavinin rolleri tartışılmıştır. Amfoterisin B tedavisi altında dizartri ve sağ hemiparazi gelişen olgumuzda beyin manyetik rezonans görüntülemede sol paryeto-oksipital bölgede 7 cm çapında lezyon saptanmıştır. Tanı amaçlı yapılan cerrahi girişim aşırı kanama nedeniyle başarıyla gerçekleştirilememiştir. Lezyondan alınan aspirat örneğinin kültüründe Aspergillus flavus üremesi saptanmıştır. Tedavi kaspofungin ve vorikonazol kombinasyonu olarak değiştirilmiştir. Tedavi altında enfeksiyonun ilerleme göstermesi üzerine hastaya ikinci cerrahi girişim uygulanmış ve lezyonun boyutunda gerileme tespit edilmiştir. Cerrahi tedaviyi takiben vorikonazol ve kaspofungin kombinasyon tedavisine ek olarak intrakaviter amfoterisin B uygulaması yapılmıştır (0.3 mg/gün 15 gün). Kaspofungin tedavisine 42 gün devam edildikten sonra kesilmiştir. Vorikonazol tedavisine ise 100 gün devam edilmiştir. Bu dönemde beyindeki lezyon tama yakın düzelme göstermiştir. Ancak, hastanın takibi sırasında lösemi relapsı görülmüş ve kemoterapi sırasında aplazik dönemde gelişen nötropenik tiflitis tablosu ile hasta kaybedilmiştir. Serebral aspergillozlu olgularda erken dönemde radikal cerrahi uygulanması sonucunda daha iyi sonuçlar elde edildiği belirtilmektedir. Antifungal tedavide kullanılan ilaçların vorikonazolde olduğu gibi kan-beyin bariyerini geçebilme özelliğine sahip olması gerekmektedir. Tüm lezyonlar düzelinceye ve altta yatan predispozan faktörler geri dönünceye kadar tedaviye devam edilmelidir. Sonuç olarak, serebral aspergillozlu olgularda cerrahi girişim ve vorikonazol tedavisinin güvenilir ve etkin tedavi yaklaşımları olduğu düşünülmüştür.Item Akut lösemilerde minimal residüel hastalığın akım sitometrisi yöntemiyle araştırılması ve relaps ile korelasyonu(Uludağ Üniversitesi, 2004-11-19) Ozan, Ülkü; Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Budak, Ferah; Göral, Güher; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tülay; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı.Morfolojik olarak tam remisyonda kabul edilen akut lösemi olgularında kemik iliğindeki rezidüel lösemik hücrelerin relapsa yol açtığı bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, minimal residüel hastalık (MRD) tesbitinde akım sitometrisinin kullanımını ve MRD ile hastalıksız yaşam arasındaki korelasyonu değerlendirmektir. Biz önce 89 akut lösemi olgusunda tanıdaki immünfenotip sonuçlarını değerlendirdik ve %73’ünde nadir görülen koekspresyonlar saptadık. Daha sonra, halen hayatta olan 16 olgunun başlangıçta ve komplet remisyondaki (KR) koekspresyon düzeyleri karşılaştırıldı ve 28-40 haftalık takip süresince KR’da kalan 8 olguda anlamlı azalma gözlendi. Buna karşın, olguların 3’ünde, remisyondaki koekspresyon düzeylerinin tanıda belirlenene yakın olduğu dikkati çekti ve bunlardan 2’si 19 ve 30 hafta sonrasında nüksettiler. Bu veriler, rezidüel hastalığın relapsın habercisi olduğunu ve bunu belirlemede akım sitometrisi yönteminin kullanılabileceğini desteklemektedir.Item Akut lösemili hastalarda anjiogenezisin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2003-06-30) Özçelik, Tülay; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özkocaman, Vildan; Ozan, Ülkü; Öztürk, Hülya; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.Anjiogenezisin solid tümörlerdeki önemi iyi bilinmektedir. Fakat, hematolojik neoplazmlar için az sayıda veri bulunmaktadır. Çalışmamızda tedavi edilmemiş akut lösemili hastaların kemik iliklerinde anjiogenezisin rolünü araştırmayı amaçladık. Tedavi edilmemiş hastaların kemik iliğindeki mikrodamar sayıları, kontrol olgularının ve komplet remisyon dönemindeki olguların mikrodamar sayıları ile karşılaştırıldı. Çalışmaya on üç hasta alındı. Kemik iliği örnekleri immunohistokimyasal olarak von Willebrand faktör ile boyandı. Her kemik iliği örneğinde damar yoğunluğunun en fazla olduğu alanlardan iki tanesinde mikrodamar sayımı yapıldı. Anjiogenezis, 400’lük büyütmedeki damarların sayısı olarak ifade edildi. Kemik iliği mikrodamar sayısı akut lösemili hastalarda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında önemli oranda artmış bulundu (p<0.01). İlaveten ilk tanıdaki mikrodamar sayısı komplet remisyon döneminde değerlendirilen damar sayısına göre önemli oranda artmış bulundu (p<0,01). Sonuç olarak; akut lösemili hastalarda kemik iliğinde anjiogenezisin artmış olduğu gösterilerek, akut lösemilerin patogenezinde anjiogenezisin rolü olabileceği kanaatine varıldıItem Akut lösemili hastalarda kantitatif in situ hibridizasyon yapılarak akım sitometri ile telomer uzunluğu ölçümü ve prognozla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2004-11-19) Demirel, Gülderen Yanıkkaya; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Budak, Ferah; Ali, Rıdvan; Oral, H.Barbaros; Özçelik, Tülay; Ozan, Ülkü; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı.Akut lösemili hastalarda telomer uzunluğunu inceleyerek, tanıda ve remisyon peryodunda rölatif telomer uzunluklarını karşılaştırarak prognostik bir değeri olup olmadığını araştırdık. Bu çalışma 13’ü kadın 8’i erkek, ortanca yaşı 37 ve yaş aralığı 17-66 ve 15’i AML 6’sı ALL olan 21 akut lösemili hastayı içerdi. Rölatif telomer uzunluğu düzeyi flow-floresan in situ hibridizasyon (FISH) metodu ile kemik iliği kan mononükleer hücrelerinde saptandı. Tanı anında 3 hastada kısa telomer 18 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Remisyonda ise 11 hastada kısa 10 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Telomer uzunluğu ile laboratuvar parametreleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunamadı. Yaşam süresi ve remisyon süresi bakıldığında uzamış ve kısalmış rölatif telomer uzunluklu gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç olarak bulgularımız rölatif telomer uzunluğu parametresinin analizi hakkında bizim popülasyonumuzun heterojen olduğunu düşündürdü. Bu nedenlerden dolayı akut lösemili hastalarda telomeraz aktivitesi ve telomer uzunluğunun birlikte değerlendirilmesinin kritik önemi vardır.Item Akut lösemili hastalarda kantitatif in situ hibridizasyon yapılarak flow cytometry ile telomer uzunluğu ölçümü ve prognozla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2002) Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.Ökaryotik hücrelerde kromozom uçlarında yer alan protein DNA tabiatındaki yapılara "telomer" adı verilmektedir. Telomerler kromozomların organizasyonunda yer alarak onları degradasyona karşı korurlar. Her bir hücre bölünmesi ile telomerik yapı giderek kısalmaktadır. Yani telomerlerin uzunluğu hücre bölünmesi açısından sınırlı bir kapasitesi bulunan somatik hücreler için biyolojik bir saat görevi görmektedir. Biz akut lösemili hastalarda telomer uzunluğunu inceledik; tanıda ve remisyon peryodunda rölatif telomer uzunluklarını karşılaştırarak prognostik bir değeri olup olmadığını araştırdık. Bu çalışma 13'ü kadın 8'i erkek, ortanca yaşı 37 ve yaş aralığı 17-66 ve 15'i AML 6'sı ALL olan akut lösemili hastaları içerdi. Tanı, klinik, morfolojik, sitokimyasal ve immünfenotipik özelliklerle konuldu. Rölatif telomer uzunluğu düzeyi flow-floresan in situ hibridizasyon (FISH) metodu ile kemik iliği kan mononükleer hücrelerinde saptandı. Tanı anında 3 hastada kısa telomer 18 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Remisyonda ise 11 hastada kısa 10 hastada uzun telomer boyu gözlendi. Telomer uzunluğu ile lökosit sayısı, hemoglobin düzeyi, trombosit sayısı, kemik iliği lösemik blast yüzdesi ve CD34 pozitif hücre yüzdesi dahil labaratuvar parametreleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunamadı. Yaşam süresi ve remisyon süresi bakıldığında uzamış ve kısalmış rölatif telomer uzunluklu gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç olarak bulgularımız rölatif telomer uzunluğu parametresinin analizi hakkında bizim popülasyonumuzun heterojen olduğunu düşündürdü. Bu nedenlerden dolayı akut lösemili hastalarda telomeraz aktivitesi ve telomer uzunluğunun birlikte değerlendirilmesinin kritik önemi vardır.Item Akut lösemili kandidemi olgularının klinik özelliklerinin rektospektif analizi: Tek merkezli 8 yıllık deneyim(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-01-11) Demirayak, Dilay; Özkalemkaş, Fahir; Ener, Beyza; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9710-134X; 0000-0002-4803-8206; 0000-0003-0014-7398Candida türleri hastanede yatan hastalarda özellikle hematolojik maligniteli hastalarda önde gelen invazif fungal enfeksiyon etkenidir. Bu çalışma, hematolojik maligniteli hastalarda kandidemi prevalansını, mortalite ile ilişkili kontrol edilebilir risk faktörlerini ve antifungal direnci belirlemeyi, ampirik antifungal tedaviye rehberlik edecek ve enfeksiyon kontrol stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunacak bilgiler elde etmeyi amaçlamaktadır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Kliniğinde 2009-2016 yılları arasında Candida kan kültürü pozitif saptanan hematolojik maligniteli hastaların demografik verileri, laboratuvar sonuçları, antifungal duyarlılıkları ve tedavi sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Hematolojik maligniteleri olan 2489 hastanın 45’inde 45 kandidemi atağı saptandı. Bu hastaların büyük çoğunluğu akut lösemi hastalarıydı (%75.5). Çalışmamızda hematolojik malignitesi olan hastalarda kandidemi insidansını %1.8 bulduk; akut lösemili hastalarda ise bu oran %2.3 idi. Hastaların tür dağılımında C. albicans dışı türler hakimdi (38/45, %84,4). Genel olarak yatan hastalara kıyasla hematolojik malignitesi olan hastalarda C. krusei ve C. tropicalis daha yaygındı. C. parapsilosis her iki grupta da kandidemi için yaygın bir etkendi. Antifungal direnç, flukonazole karşı sadece iki C. parapsilosis izolatında antifungal direnç gözlendi. Toplam 30 günlük ölüm oranı %55,5 idi. Mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri hipoalbuminemi, aktif hastalık, septik şok ve monoterapi almaktı. Sonuç olarak, tedavisindeki gelişmelere rağmen, kandida ilişkili mortalitede önemli bir azalma sağlanamamıştır. Kandidemi tedavisinde lokal epidemiyolojik çalışmalar hala önemini korumaktadır. C. parapsilosis, kötü kateter yönetiminin bir göstergesi olarak kabul edilir. Çalışmamızda C. parapsilosis yüksek oranda tespit edilmiş ve antifungale direnç gösteren tek tür olmuştur. Bu, kandidemi ile mücadelede iyi kateter yönetiminin öneminin yanı sıra ampirik antifungal tedavi stratejilerinde epidemiyolojik çalışmaların önemini vurgulamaktadır.Item Akut miyeloid lösemi remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklinlerin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2010-04-30) Yorulmaz, Hakan; Özkalemkaş, Fahir; Özçelik, Tülay; Özkocaman, Vildan; Acar, Celal; Veyseloğlu, Latif; Pekgöz, Murat; Cangür, Şengül; Ali, Rıdvan; Tunalı, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Akut miyeloid lösemi (AML), hemopoetik kök hücresinin neoplastik hastalığıdır. AML insidansı yaş ile birlikte artış gösterir ve erkeklerde kadınlara göre daha fazla oranda tespit edilmektedir. Remisyon indüksiyon kemoterapisi, AML tedavisinin birinci basamağıdır. Standart indüksiyon tedavisinde sitarabin ve antrasiklin kombinasyonu kullanılır. Bu çalışmada amacımız, AML remisyon indüksiyon kemoterapisinde farklı antrasiklin tiplerinin remisyon elde etmede ve destek tedavi gereksiniminde fark yaratıp yaratmadığını belirlemektir. Bunun için Ocak 2004–Aralık 2009 arasında toplam 6 yıllık sürede Uludağ Üniversitesi Hastanesi Hematoloji Kliniği’nde yatarak tedavi gören, AML tanısıyla 3+7 remisyon indüksiyon kemoterapisi alan 123 olgudan tam remisyona giren 96 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Alınan 96 hastanın 44’ü (%45,8) kadın, 52’si (%54,2) erkekti. En sık FAB alt tipleri: M2 (%29,3), M3 (%15,4) ve M4 (%13,0) idi. Hasta sayıları ve aldıkları antrasiklin tipleri: idarubisin (72 hasta, %75), doksorubisin (12 hasta, %12,5), daunorubisin (9 hasta, %9,4) veya mitoksantron (3 hasta, %3,1) idi. Nötropeni süresi en kısa doksorubisin alan grupta idi (ortanca 16,5 gün; aralık 5-23). Antibiyotik kullanılan gün sayısı en uzun idarubisin alan grupta (ortanca 27 gün; aralık 10-45) idi. Hastalarımızın ortalama izlem süresi 25,7 ay, ortanca 15 ay (2-70 ay) idi. Bu hastaların 33’ünün (%34,4) takiplerinde nüks ettiği görüldü. 21 hastada erken nüks (%21,9) (<12 ay) ve 12 hastada geç nüks (%12,5) (>12 ay) bulundu. Hastalarımızın 54’ü (%56,2) hayatta olup, 42’si (%43,8) hayatını kaybetmişti. Sonuç olarak, farklı antrasiklin içeren indüksiyon kemoterapileri tedavi başarıları açısından benzer özellikler gösterirken destek tedavi ihtiyacı açısından farklılıklar gösterebilmektedir.Item Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli yapılan hematolojik maligniteli olgularda CMV reaktivasyonunun retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020) Erdem, Muhammet; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Human Herpesvirus 5 ya da daha sık bilinen adıyla cytomegalovirus (CMV) allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrasında hastaların önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrası CMV enfeksiyon sıklığı, CMV enfeksiyon gelişimini etkileyen risk faktörleri, CMV enfeksiyon gelişimine kadar geçen süreyi etkileyen faktörler, CMV enfeksiyon tedavisi ve ilişkili yan etkileri, CMV enfeksiyon ile relaps ve sağkalım ilişkisini saptamak amaçlanmıştır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı Kök Hücre Nakli Ünitesinde 2011 Haziran - 2019 Kasım tarihleri arasında allojeneik hematopoetik kök hücre nakli yapılan 110 hematolojik maligniteli hasta retrospektif olarak incelenmiştir. 110 hastadan 4 tanesinin CMV ilişkili verilerine ulaşılamadığından hariç bırakılmış olup, istatistiksel analizler 106 hasta üzerinden gerçekleştirilmiştir. CMV enfeksiyon sıklığı %63.2 saptanırken toplam 67 hastada 95 CMV enfeksiyon atağı izlendi. CMV enfeksiyon gelişimine ilişkili faktörlerden sadece steroid kullanımı istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.01). Tedavi ilişkili yan etkiler incelendiğinde en sık yan etki %47.7 ile nötropeni olurken, takiben %26.8 trombositopeni, %16.4 serum kreatinin artışı ve %8.9 anemi izlendi. Medyan relapssız sağkalım 26 ay, toplam sağkalım 36 ay olarak bulundu. CMV enfeksiyonu ile medyan relapssız sağkalım arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0.59). CMV enfeksiyonu ile toplam sağkalım arasında ilişkide CMV enfeksiyonu gelişen hastalarda mortalite oranı daha yüksek olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p=0.67). Sonuç olarak allojeneik hematopoetik kök hücre nakli yapılan hastalarda CMV enfeksiyonu önemli morbidite ve mortaliteye yol açan bir komplikasyondur. Hastalarda daha iyi sonuçlara ulaşmak için daha geniş ve prospektif randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Allojeneik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılan hematolojik maligniteli hastalarda kronik kutanöz graft-versus-host hastalığı gelişenlerin retrospektif incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019) İpek, Fatma Doğan; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Allojeneik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılan hematopoetik maligniteli hastalar retrospektif olarak incelenerek kronik kutanöz graft-versus-host hastalığı gelişenlerin sıklığı, zamanları, eşlik eden faktörler, klinik tutulumu, verilen tedaviler ve yanıt oranları, mortalite oranlarının ve nedenlerinin saptanması amaçlanmıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi'nde Haziran 2011-Haziran 2018 tarihleri arasında allojeneik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılmış hematolojik maligniteli 81 hasta retrospektif olarak incelenmiş olup, cinsiyet, primer hastalık, transplantasyon yaşı, doku uyumu, alıcı-verici arasındaki cinsiyet uyumu, CD34(+) kök hücre kaynağı ve miktarı, akut ve kronik graft-versus-host hastalığı oranları, kronik graft-versus-host hastalığı gelişme zamanları, kutanöz kronik graft-versus-host hastalığında eşlik eden faktörler, skoru, tutulumu, tedavileri, tedavi süreleri, yanıt oranları, nüks, mortalite oranları, nedenleri değerlendirilmiştir. Hastaların %44'ünde akut graft-versus-host hastalığı, %39'unda kronik graft-versus-host hastalığı, %22'sinde her ikisinin geliştiği, kronik graft-versus-host hastalığı gelişenlerin %40,6'sında kutanöz kronik graft-versus-host hastalığı geliştiği, ortalama gelişme süresi 5,6 ay olduğu saptandı. Akut graft-versus-host hastalığı, kutanöz kronik graft-versus-host hastalığı gelişmesinde risk faktörü olarak bulundu (p<0,05); cinsiyet, yaş, primer hastalık, donör-alıcı cinsiyet uyumu, verilen CD34(+) kök hücre miktarı kutanöz kronik graft-versus-host hastalığı gelişiminde risk faktörü olarak saptanmadı (p>0,05). Hastaların %92,3'ünde birden fazla organ tutulumu olduğu, klinik olarak %92,3 oranında likenoid tutulum geliştiği görüldü. Birinci basamak tedavi kortikosteroid tedavisi, üst basamak tedavilerde fototerapi, ekstrakorporeal fotoferez, mikofenolat mofetil, metotreksat, topikal takrolimus tedavileri seçildi. Tam yanıt %38, kısmi yanıt %61,5 oranındaydı. Nüks %15,3, eksitus %76,9 hastada meydana geldi. Kronik graft-versus-host hastalarında nüks açısından anlamlı azalma saptanmadı (p>0,05). Ölüm nedeni %60 sepsisti. Sonuç olarak kutanöz kronik graft-versus host hastalığı ile ilgili veriler yapılan çalışmalarla benzer bulunmakla birlikte, çalışmanın retrospektif olması, tedavinin çeşitliliği ve hasta sayısının azlığı; hastalık oranını, klinik özelliklerini, çalışma sonuçlarını etkileyebilmektedir. Tedavi algoritması tanımlamak için prospektif büyük ölçekli çalışmalar gereklidir.Item Allojeneik kemik iliği nakil hastalarında post-transplant dönemde hemorajik sistit vakalarının dağılımı ve tedavi şeklinin retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020) Anaç, İsmail; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Hemorajik sistit genellikle allojeneik hematopoetik kök hücre naklinden sonra ortaya çıkar. Hematopoetik kök hücre nakli hastalarında önemli bir morbidite ve nadiren mortalite nedenidir. Allojeneik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılan hematolojik maligniteli hastalar retrospektif olarak incelenerek hemorajik sistit sıklığı, risk faktörleri, verilen tedaviler, tedaviye yanıt oranları ve hastalıksız sağkalım üzerine etkisinin saptanması amaçlanmıştır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi’nde 2011 ile 2019 yılları arasında allojeneik hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılmış hematolojik maligniteli 110 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hemorajik sistit 110 hastanın 34’ünde (%30.9) gelişti. Hemorajik sistit gelişen hastaların 14’ünde (%41.2) erken dönem hemorajik sistit, 20’sinde (%58.8) geç dönem hemorajik sistit saptandı. Ortalama hemorajik sistit gelişme zamanı 32.50 (-2-226) gündü. Hastaların 24’ünde (%70.6) yönetilebilir (grade 1 veya 2) toksisite, 10’unda (%29.4) ciddi (grade 3 veya 4) toksisite gelişmişti. Risk faktörleri açısından yapılan tek değişkenli analizde transplant yaşı, cinsiyet, akut graft versus host hastalığı, uygulanan nakil rejimi, donör-alıcı cinsiyet uyumluluğu, sitomegalovirüs geçirme öyküsü, steroid kullanımı, primer hastalık değerlendirildi. Hiçbiri anlamlı risk faktörü olarak saptanmadı. Hemorajik sistit geçiren tüm hastalara intravenöz hidrasyon tedavisi verildi. Hastaların 9’una (%26.5) mesane içi foley sonda ile irrigasyon uygulandı. BKV saptanan 10 hastanın 8’ine cidofovir tedavisi verildi. CMV saptanan 8 hastaya valgansiklovir veya gansiklovir tedavisi verildi. Grade 4 hemorajik sistit gelişen 4 hastada hematüri ancak sistoskopik olarak mesaneden koagülum boşaltımı ve koteterizasyon yapılarak durdurulabildi. Hastalara ortalama 28 gün (3-190 gün) tedavi verildi. Hastaların 2’sinde (%5.9) tedavilere cevap alınamadı. Mortalite üzerine yapılan değerlendirmede hemorajik sistit varlığının genel sağ kalım süresi üzerinde bir risk faktörü olduğu belirlenirken hemorajik sistit gözlenmesi durumunda mortalite riskinin hemorajik sistit gözlenmemesi durumuna göre 1.82 kat daha fazla olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak allojeneik hematopoetik nakil hastalarında gelişen hemorajik sistitin mortalite riskini artırdığı saptanmıştır. Bu nedenle mortaliteyi azaltmak için hemorajik sistitin nedenlerinin belirlenmesi ve standart bir tedavi protokolünün oluşturulması gerekmektedir. Bunun için prospektif büyük ölçekli çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Allojeneik kemik iliği nakli yapılan hematolojik maligniteli hastalarda nakil sonrası erken dönemde siklosporin düzeyleri ile akut graft versus host hastalığı ilişkisinin retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Saydam, Neslihan Hazel; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Akut graft versus host hastalığı (aGVHH); AHKHT’nin en önemli ölümcül komplikasyonudur. Siklosporinin (CsA) metotreksat (MTX) ile kombinasyonu GVHH profilaksisinde standart rejim olarak sıklıkla kullanılan bir immünsupresif rejimdir. Önceki çalışmalar düşük kan CsA düzeylerinin aGVHH ie ilişkili olduğunu göstermektedir. Çalışmamız, kan CsA düzeylerinin ilk 100 gün içindeki 4 ayrı zaman aralığında (0-14 gün, 1. ay, 1-2. ay, 2-3. ay) aGVHH gelişimini önlemeyi öngörecek kan CsA düzeyini belirlemeyi amaçlamıştır. Merkezimizde Haziran 2011 - Mart 2021 tarihleri arasında AHKHT yapılan 120 akut lösemili hasta (% 64 AML, %36 ALL) retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tümünde GVHH profilaksisi CsA+MTX kombinasyonu şeklinde başlanmıştı. AHKHT uygulanan 120 hastadan 34‘ünde (%28) aGVHH gelişmiştir. Ortanca aGVHH gelişme günü 48. gündü. aGVHH gelişen hastaların 13’ü (%38) ileri evre (grade III-IV) aGVHH’ye sahipti. aGVHH gelişimi; 0-14. günde kan CsA seviyesi 100-200 µg/L aralığında olan hastalarda, diğer zamanlar aralıklarında ise 200-300 µg/L aralığında olan hastalarda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Kan CsA düzeyinin 1-2. ayda ≤274 µg/L olmasının aGVHH gelişimini p=0,002 anlamlılık değerinde %77,3 sensitivite, %63 spesifite ile öngördüğü belirlenmiştir. aGVHH dereceleri ile kan CsA düzeyleri arasında ilişki bulunmamıştır (p>0,05). aGVHH gelişen hastalarda 2-3. ayda artan kan CsA düzeyleriyle hipomagnezemi arasında (r=0,650 korelasyon katsayısı ve p=0,009) pozitif korelasyon görülmüştür. CsA’dan başka profilaksi rejimine geçişe en sık neden olan yan etki %53 oranında akut renal hasardır. Kan CsA düzeyleri ile CsA toksisiteleri ve toksisite gradeleri arasında bir ilişki bulunmamıştır. Literatürde aGVHH gelişimini engelleyebilecek fikir birliğine varılmış kan CsA düzeyi cut-off değeri henüz belirlenmemiştir. Çalışmamız tek merkez deneyimi olması ve aGVHH gelişimini öngörecek kan CsA değerini saptayabilmesi yönüyle literatüre katkı sağlamaktadır.Item Allojenik kemik iliği nakli yapılan hematolojik maligniteli hastalarda, nakil sonrası erken dönemde gelişen febril nötropeni ataklarının klinik ve mikrobiyolojik olarak retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022) Pala, Fatma; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) sonrası enfeksiyonlar morbidite ve mortalite için büyük bir risk faktörü olup, erken evrelerde yaygın bir komplikasyondur. Çalışmamız, allojeneik HKHN sonrası erken dönemde gelişen febril nötropeni ataklarının klinik ve mikrobiyolojik olarak incelenmesi, enfeksiyonların epidemiyolojik özelliklerinin ve risk faktörlerinin araştırılması, böylece enfeksiyon bulguları ortaya çıkmadan önce olabildiğince erken tanı ve tedaviye yön vermek için temel sağlamayı amaçlamaktadır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Kök Hücre Nakli Ünitesinde 2011 Haziran-2021 Mart tarihleri arasında allojeneik HKHN yapılan 133 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların 115'inde (%86,5) febril nötropeni (FEN) izlendi. FEN gelişme riski cinsiyet, yaş ve komorbid hastalık durumuna göre farklılık göstermezken, primer hastalık tanısına göre farklılık göstermekteydi (p=0,040). Özellikle ALL tanılı hastalarda aplastik anemi hastalarına göre daha yüksek oranda FEN gelişimi gözlendi. Bununla birlikte grade III-IV mukoziti olanlarda, akut GVHD gelişimi ve buna bağlı steroid kullanılan hastalarda FEN gelişim oranları anlamlı olarak yüksekti. FEN ataklarının %33'ü MTİ (mikrobiyolojik olarak kanıtlanmış enfeksiyon), %46,2'si KTİ (klinik olarak kanıtlanmış enfeksiyon) ve %20,8'i FUO (nedeni bilinmeyen ateş) kategorisinde değerlendirildi. Hastaların nakil değişkenleri ile kültürlerinde üreme ilişkisi incelendiğinde, kadınlarda periferik kan kültüründe gram negatif bakteri üreme oranının erkeklere göre daha yüksek olduğu görüldü. Bununla birlikte hipertansiyon öyküsü bulunan hastalarda kan ve katater kültürlerinde gram negatif bakteri üreme oranı daha yüksekti. Periferden ve kataterden alınan kan kültürlerinde üreme görülme oranı sırasıyla %23,4 ve %16,5 olup yine sırasıyla %59,4-%70 gram pozitif (GP), %40,5-%30 gram negatif (GN) üreme saptandı. En sık GP bakteriyel etken Koagulaz negatif staphyolococcus (KNS) üremesi olup sırasıyla %59,4 ve %66,6 oranında görüldü. GN etkenlerden ise en sık Escherichia coli (E.coli) olup sırasıyla %73,3 ve %66,6 oranında görüldü. İdrar kültürlerinin %8,6'sında üreme tespit edildi ve tümü gram negatif bakteri ve en sık E.coli üremesi saptandı. Bilinenin aksine uzamış nötropeninin (≥21 gün) ve nötropeni derinliğinin FEN gelişimi ve kültür üremesi ile ilişkisi gösterilemedi. Sonuç olarak FEN ataklarında hasta yönetiminin, mortalite ve morbiditeye kritik etkilerinden dolayı, hasta özelliklerinin ve risk faktörlerin iyi bilinmesi, merkezlerin kendi mikroorganizma profilini yakından takip etmesi ve tedavi protokolü oluşturması büyük öneme sahiptir.Item The bone marrow aspirate and biopsy in the diagnosis of unsuspected nonhematologic malignancy: A clinical study of 19 cases(BMC, 2005-11-01) Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tulay; Ozan, Ülkü; Tunali, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-9732-5340; AAG-8495-2021; AAH-1854-2021; AAJ-1027-2021Background: Although bone marrow metastases can be found commonly in some malignant tumors, diagnosing a nonhematologic malignancy from marrow is not a usual event. Methods: To underscore the value of bone marrow aspiration and biopsy as a short cut in establishing a diagnosis for disseminated tumors, we reviewed 19 patients with nonhematologic malignancies who initially had diagnosis from bone marrow. Results: The main indications for bone marrow examination were microangiopathic hemolytic anemia (MAHA), leukoerythroblastosis (LEB) and unexplained cytopenias. Bone marrow aspiration was not diagnostic due to dry tap or inadequate material in 6 cases. Biopsy results were parallel to the cytological ones in all cases except one; however a meticulous second examination of the biopsy confirmed the cytologic diagnosis in this patient too. The most common histologic subtype was adenocarcinoma, and after all the clinical and laboratory evaluations, the primary focus was disclosed definitively in ten patients ( 5 stomach, 3 prostate, 1 lung, 1 muscle) and probably in four patients ( 3 gastrointestinal tract, 1 lung). All work up failed in five patients and these cases were classified as tumor of unknown origin (TUO). Conclusion: Our series showed that anemia, thrombocytopenia, elevated red cell distribution width (RDW) and hypoproteinemia formed a uniform tetrad in patients with disseminated tumors that were diagnosed via bone marrow examination. The prognosis of patients was very poor and survivals were only a few days or weeks ( except for 4 patients whose survivals were longer). We concluded that MAHA, LEB and unexplained cytopenias are strong indicators of the necessity of bone marrow examination. Because of the very short survival of many patients, all investigational procedures should be judged in view of their rationality, and should be focused on treatable primary tumors.Item Bortezomib and extramedullary disease in multiple myeloma: The shine and dark side of the moon(Pergamon-Elsevier Science, 2007-08) Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Özkan, Atilla; Özkocaman, Vildan; Özçelik, Tülay; Ozan, Ülkü; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı.; AAG-8495-2021; AAH-1854-2021; 7201813027; 6601912387; 9250698600; 6603145040; 7005424333; 6507254632; 8843050600; 6602797853Item Bortezomib ve lenalidomid tedavilerini alan multipl miyelom olgularının retrospektif incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2016) Aksu, Çiğdem; Özkocaman, Vildan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Multipl Miyelom (MM) kemik iliğinde tek bir klondan köken alan malign plazma hücrelerinin kontrolsüz artışı sonucu gelişen hematolojik bir malignitedir. Tam şifa sağlayan herhangi bir tedavi seçeneği bulunmasada özellikle son 10 yılda gündeme gelen yeni ajan tedavileri ile güzel sonuçlar elde edilmektedir. Bu çalışmamızda Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Polikliniği'nde Nisan 2009-Haziran 2014 tarihleri arasında otolog kemik iliği nakil adayı genç veya 65 yaş üstü olgularda yeni tanı ve nüks hastalık durumunda uygulanan yeni ajanlardan bortezomib ve lenalidomid içeren tedavi protokollerini alan 72 erişkin hasta yer aldı. Hastaların ortanca yaşı 61 yıl (34-83) olup erkeklerin oranı kadınlardan bir miktar daha yüksekti (%54). Hastaların %46'sına Otolog Kemik İliği Transplantasyonu (OKİT) yapılmış idi. OKİT yapılan olguların %85'i 65 yaş ve altı olgular idi. Yeni ajan tedavilerini alan 65 yaş ve altı hastaların %21'i Lenalidomid/Len-Dex (Lenalidomid, Dexametazon), %47'si Bor-Dex (Bortezomib, Dexametazon), %32'si VRD (Bortezomib, Lenalidomid, Dexametazon) almış olup 65 yaş üstü hastaların %36'si Lenalidomid/Len-Dex, %48'i Bor-Dex, %16'sı VRD almıştı. Bor-Dex tedavisi alan 72 hastada tedavi sonunda %1'inde mükemmel tam yanıt, %32'sinde tam yanıt, %15'inde çok iyi kısmi yanıt, %11'inde kısmi yanıt, %31'inde stabil hastalık, %5'inde progresif hastalık saptandı. Lenalidomid/Len-Dex tedavisi alan 43 hastada ise %21'inde tam yanıt, %21'inde çok iyi kısmi yanıt, %5'inde kısmi yanıt, %16'sında stabil hastalık, %9'unda progresif hastalık görülürken VRD tedavisi alan 39 hastada ise tedavi sonunda %3'ünde mükemmel tam yanıt, %18'inde tam yanıt, %38'inde çok iyi kısmi yanıt, %18'inde stabil hastalık saptandı. Sonuç olarak; yeni ajan tedavileri gerek etkinlikleri gerek yan etkileri göz önüne alındığında transplanta uygun veya uygun olmayan hastalarda yeni tanı ve nüks hastalık durumunda uygulanabilen etkili ve güvenli tedavi seçenekleridir.Item Brentuximab vedotin for relapsed or refractory hodgkin lymphoma: Experience in Turkey(Springer, 2015-03) Salihoğlu, Ayşe; Elverdi, Tuğrul; Karadoğan, İhsan; Paydaş, Semra; Özdemir, Evren; Erdem, Gökhan; Karadurmuş, Nuri; Akyol, Gülşah; Kaynar, Leylagül; Yeğin, Zeynep Arzu; Şucak, Gülsan Türköz; Ferhanoğlu, Burhan; Topcuoğlu, Pervin; Özcan, Muhit; Birtaş, Elif; Göker, H.; Baslar, Zafer; Paydaş, Semra; Özkocaman, Vildan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0003-0014-7398; AAH-1854-2021; 6603145040Current treatment modalities can cure up to 70-80 % of patients with classical Hodgkin lymphoma. Approximately, 20-30 % of patients require further treatment options. Brentuximab vedotin has been approved for the treatment of relapsed and refractory Hodgkin lymphoma. In the present study, we report the experience with brentuximab vedotin as single agent in 58 patients with relapsed or refractory Hodgkin lymphoma. The objective response rate was 63.5 % with 13 complete responders (26.5 %) among 49 patients evaluated at the early phase of treatment (2-5 cycles). Upon treatment prolongation (a parts per thousand yen6 cycles), 37 patients achieved a final objective response rate of 32.4 % with 21.6 % of complete and 10.8 % of partial response. Overall survival at 12 months was 70.6 %, and progression-free survival at 12 months was 32.8 %. Median overall survival could not be reached and median progression-free survival was 7 months. While the median duration of response was 9 months in the whole cohort, it was 11.5 months in the complete responders. Complete response rates in patients treated with > 3 chemotherapy regimens before brentuximab vedotin were significantly lower (p = 0.016). Fourteen patients were subsequently transplanted. In conclusion, brentuximab vedotin provided a bridge to transplantation in approximately one quarter of the patients. The declining response rates during the course of treatment suggest that transplantation should be implemented early during brentuximab vedotin treatment.Item Brentuximab vedotin for relapsed or refractory Hodgkin lymphoma: Experience in Turkey(Springer, 2015-03) Salihoğlu, Ayşe; Elverdi, Tuğrul; Karadoğan, İhsan; Paydaş, Semra; Özdemir, Evren; Erdem, Gökhan; Karadurmuş, Nuri; Akyol, Gülşah; Kaynar, L.; Yeğin, Zeynep Arzu; Şucak, Gülsan Türköz; Topçuoğlu, Pervin; Özcan, Muhit; Birtaş, Elif; Göker, Hakan; Başlar, Zafer; Ferhanoğlu, Burhan; Özkocaman, Vildan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; AAH-1854-2021; 6603145040Current treatment modalities can cure up to 70-80 % of patients with classical Hodgkin lymphoma. Approximately, 20-30 % of patients require further treatment options. Brentuximab vedotin has been approved for the treatment of relapsed and refractory Hodgkin lymphoma. In the present study, we report the experience with brentuximab vedotin as single agent in 58 patients with relapsed or refractory Hodgkin lymphoma. The objective response rate was 63.5 % with 13 complete responders (26.5 %) among 49 patients evaluated at the early phase of treatment (2-5 cycles). Upon treatment prolongation (a parts per thousand yen6 cycles), 37 patients achieved a final objective response rate of 32.4 % with 21.6 % of complete and 10.8 % of partial response. Overall survival at 12 months was 70.6 %, and progression-free survival at 12 months was 32.8 %. Median overall survival could not be reached and median progression-free survival was 7 months. While the median duration of response was 9 months in the whole cohort, it was 11.5 months in the complete responders. Complete response rates in patients treated with > 3 chemotherapy regimens before brentuximab vedotin were significantly lower (p = 0.016). Fourteen patients were subsequently transplanted. In conclusion, brentuximab vedotin provided a bridge to transplantation in approximately one quarter of the patients. The declining response rates during the course of treatment suggest that transplantation should be implemented early during brentuximab vedotin treatment.