Browsing by Author "Ersoy, Canan Özyardımcı"
Now showing 1 - 20 of 23
- Results Per Page
- Sort Options
Item Adrenal insidentalomalı hastaların klinik, laboratuvar ve radyolojik özelliklerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Peynirci, Hande; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı.Adrenal hastalığa bağlı olmayan klinik durumların tetkik veya tedavisi sırasında tesadüfen saptanan adrenal kitleler insidentaloma olarak tanımlanmaktadır. Malign hastalık evrelendirmesi veya takibi esnasında saptanan adrenal kitleler bu tanımın içine dahil edilmemektedir. Yaşla birlikte adrenal insidentaloma saptanma insidansı arttığı ve radyolojik tetkiklerin farklı nedenlerle kullanımı yaygınlaştığı için bu konuya olan ilgi gittikçe artmaktadır. Adrenal insidentalomaların prevelansı verilerin kaynağına (otopsi veya radyolojik seriler) ve seçilen hasta grubuna (genel popülasyon veya özel hasta kategorileri) göre değişmektedir. Prevalansı otopsilerde %1-8.7 ve radyolojik serilerde %0.5-4.4 olarak bildirilmiştir. Çalışmalardaki heterojenite, rölatif olarak az sayıyı kapsaması, uzun dönemli takiplerin eksikliği adrenal insidentalomaların tanı ve tedavisinde belirsizliklere yol açmaktadır. Biz de bu çalışmada 3 yıllık dönemde adrenal insidentaloma ile başvuran veya takipte olan 523 hastanın klinik özelliklerini, hormonal durumunu, görüntüleme yöntemlerindeki özelliklerini, tedavilerini ve histolojik tanılarını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Olguların 354'ü (%67.7) kadın, 169'u (%32.3) erkek ve yaşlarının ortalama değeri 55.70 yıl (±11.29) idi. Hastalarımız hormonal aktivite açısından değerlendirildiğinde, %77.2'sinin (n:404) hormonal açıdan nonfonksiyonel, %13.0'ünün (n:68) Cushing sendromu, %6.1'inin (n:32) feokromositoma ve %3.6'sının (n:19) primer hiperaldosteronizm olduğu saptandı. Adrenal insidentalomaların temel görüntüleme yöntemi olan bilgisayarlı tomografi verileri değerlendirildiğinde kitlelerin %40.9'u (n:178)sağ tarafta ve %43.7'si (n:190) sol tarafta idi. Taraflar açısından anlamlı farklılık yoktu. Ortalama kitle boyutu 30 mm olarak saptandı. Dört grup birbiri ile karşılaştırıldığında, feokromositomada kitlelerin boyutunun diğer gruplardan daha büyük, primer hiperaldosteronizmde ise diğer gruplara kıyasla daha küçük olduğu bulundu. Kitlelerin çoğunluğu (%79.7) adenomatöz karakterde idi ve ortalama Hounsfield Ünitesi -1.50 (±17.72) bulundu. Çalışmaya alınan 523 hastadan 358'inin (%68.4) takip edildiği, 141'inin (%27) opere edildiği, 3'ünün (%0.6) medikal tedavi ile izlendiği ve 21'inin (%4) takipsiz kaldığı belirlendi. Opere olan 141 hastanın 45'inin nonfonksiyonel adenom, 50'sinin Cushing sendromu, 31'inin feokromositoma ve 15'inin primer hiperaldosteronizm olduğu belirlendi. Opere olan hastaların patolojik preperatları değerlendirildinde 78'inin patolojik tanısının benign adenom olarak raporlandığı tespit edildi. Hastaların %1.7'sinin (n:9) adrenokortikal karsinom olduğu saptandı. Hastaların takiplerinde 351 hastanın (%67.1) stabil seyrettiği, 117 hastanın (%22.4) remisyona girdiği, 44 hastanın (%8.4) takipsiz kaldığı, 11 hastada (%2.1) hastalığın nüks ettiği belirlendi. Sonuç olarak çalışmamız göstermiştir ki, adrenal kitlelerin malignite olasılığı göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, adrenal insidentalomalı hastaların endokrinolojik değerlendirmesi azımsanmayacak sayıda hormonal aktif lezyonların tanımlanmasına ve tedavi edilebilmesine yol açmaktadır.Item Bursa ilinde obezite sıklığı ve ilişkili faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2012) Durgun, Ayla Gökmen; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Obezite fiziksel aktiviteyi azaltan, sosyal ve psikolojik sorunlara yol açan ve giderek kişilerin toplumdan soyutlanmasına neden olan kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Obeziteyi etkileyen faktörler değişik toplum çalışmalarında ortaya konulmuştur. Giderek artan bir toplum sorunu olan obeziteyle mücadelede obezite ve sıklığını etkileyen faktörlerin ortaya konması önemli bir basamaktır. Biz bu çalışmamızda Bursa ilinde ikamet eden ve rasgele seçilen gönüllülerde obezite sıklığını ve bu sıklığı etkileyen faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.Çalışmamızda Bursa ili ve ilçelerinde ikamet edenlere birebir ulaşılarak ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Polikliniklerine başvuran hasta ve hasta yakınlarına 40 sorudan oluşan bir anket formu uygulandı. Boy, kilo, bel, kalça, boyun ve her iki bilek çevresi ile rasgele parmak ucu kan şekeri ölçüldü.Çalışmamızda obezite sıklığı kadınlarda %25.8, erkeklerde %14.9, genelde %23.5, VKİ ortalaması kadınlarda 26.6 ± 6.1 kg/m², erkeklerde 26.5 ± 3.8 kg/m² saptandı.Obezite prevalansının kadınlarda yaş arttıkça arttığı, eğitim düzeyi ve gelir seviyesi arttıkça azaldığı saptandı. Obezite sıklığı evli, çalışmayan, öğle yemeğini evde yiyen kadınlarda daha yüksek saptandı. Egzersiz ve spor yapma ile obezite arasında ilişki saptanmadı. Kadınlarda obezite ile diyabet arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Obez kadınlarda hipotiroidi ve multinodüler guatr tanısına daha sık rastlandığı görüldü.Çalışmamıza katılan erkek olgular obezite açısından incelendiğinde öğle yemeğini evde yiyen erkeklerde obezite sıklığı artmış saptandı. Diğer parametreler ile obezite arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Çalışmamıza katılan erkeklerin sayıca az olmasının istatistiksel verilerin anlamlılığını etkilediği düşünüldü.Sonuç olarak, obezite prevalansının Türk kadınlarında yüksek ve iki cinsiyette de artıyor olması bu hastalığın toplumumuzdaki önemini vurgulamaktadır. Eğitimin vücut ağırlığını kontrol altına almada önemli bir faktör olduğu görülmektedir. Kilo almayı genç yetişkinlik döneminden itibaren önleyerek, fiziksel aktiviteyi arttırarak, beslenme alışkanlıkları açısından kişileri bilinçlendirerek obezite ile morbiditenin önemli bir bölümünü ve mortaliteyi engellemek mümkün olacaktır.Item Comparison of efficacy and safety of once- versus twice-daily insulin detemir added on to oral antidiabetics in insulin-naive type 2 diabetes patients: 24-Week, crossover, treat to target trial in a single center(Elsevier, 2014-01-18) Cander, Soner; Dizdar, Oğuzhan Sıtkı; Öz Gül, Özen; Güçlü, Metin; Ünal, Oǧuz Kaan; Tuncel, Ercan; Ertürk, Erdinç; İmamoğlu, Şazi; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0001-5082-9894; AAJ-6536-2021; AAH-8861-2021; AAI-1005-2021; ABI-4847-2020; 25027068600; 55202193000; 26040787100; 15073842600; 55042241400; 7006929833; 7005488796; 6602297533; 6701485882Aim: To compare once- versus twice-daily insulin detemir added on OADS therapy in insulin-naive type 2 diabetes patients in terms of efficacy and safety. Methods: An open-label study performed at a single center, comprised a randomized, crossover 24 week with insulin-naive type 2 diabetes patients. Insulin detemir was initiated with mean 0.12 U/kg in all patients (Group I once-daily, Group II twice-daily) and titrated for 24 week. Results: A total of 50 patients completed the study (Group I n:25, Group II n:25). With use of once- and twice-daily insulin, HbA1c values were decreased by 1.8% (+/- 2.0) and 1.5% (+/- 1.4) within the first 12 weeks (p<0.01), whereas increased by 0.21% (+/- 0.7) and 0.14% (+/- 0.8) in the second 12 weeks (p>0.05). The increases in the insulin doses were found as 0.22 U/kg and 0.35 U/kg with once- and twice-daily insulin use, respectively (p:0.04). Although minor hypoglycemic events were similar in both groups in the first 12 weeks, 2-fold increase was found in the patients shifting from once- to twice-daily dose. Within the first and second periods, the body weight of the patients was observed an increase of 0.4 and 1.6 kg with once-daily dose, whereas a decrease of 0.1 and 2.1 kg in the twice-daily dose, in the same period. Conclusion: Once-daily use of insulin detemir up to 0.4 U/kg was found to have similar efficacy and safety as twice-daily use. Twice dose use of insulin did not provide a prominent glycemic control advantage on 1.5-fold higher use of insulin.Item Control of refractory hypercalcemia with denosumab in a case of metastatic parathyroid carcinoma(College of Physicians and Surgeons Pakistan, 2019-07-21) Çalapkulu, Murat; Gül, Özen Öz; Cander, Soner; Ersoy, Canan Özyardımcı; Ertürk, Erdinç; Sağıroğlu, Muhammed Fatih; Saraydaroğlu, Özlem; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; AAJ-6536-2021; AAH-8861-2021; AAH-9701-2021; AAI-1005-2021; CJH-1319-2022; DPC-0292-2022; 26040787100; 25027068600; 6701485882; 7005488796; 57218578082; 15074395500Parathyroid carcinoma is a rare cause of hyperparathyroidism and leads to severe hypercalcemia. The etiology is not fully known. Parathyroid cancer should be considered in the differential diagnosis, if serum calcium and parathyroid hormone levels increase, and parathyroid gland is palpable. Severe hypercalcemia is the most common cause of death in patients diagnosed with parathyroid carcinoma. Fluid replacement, diuretic therapy, bisphosphonates, and calcimimetic agents are the main treatment steps in the control of life-threatening hypercalcemia. Surgery is the primary treatment option, while denosumab is a treatment option for refractory hypercalcemia caused by parathyroid carcinoma, or for patients who are not eligible for surgery. There are few case reports in literature about denosumab treatment for parathyroid carcinoma. Herein, we report a case of a patient who presented with the complaint of leg pain and was diagnosed with parathyroid carcinoma. The elevated calcium level of the patient was controlled with denosumab.Item Corrigendum to "Effect of cyclin D1 (CCND1) gene polymorphism on tumor formation and behavior in patients with prolactinoma" [Gene 509 (2012) 158-163](Elsevier, 2014-04-15) Cander, Soner; Ertürk, Erdinç; Karkucak, Mutlu; Öz Gül, Özen; Görükmez, Orhan; Yakut, Tahsin; Ünal, Oǧuz Kaan; Ersoy, Canan Özyardımcı; Tuncel, Ercan; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.; AAI-1005-2021; AAJ-6536-2021; AAH-8861-2021; AFZ-0764-2022; ABI-5648-2022; 25027068600; 7005488796; 35388323500; 26040787100; 56681045900; 6602802424; 55042241400; 6701485882; 7006929833; 6602297533Item Diabetes mellitusun tanı, tedavi ve izlemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12) Güçlü, Metin; Ünal, Oğuz Kaan; Şişman, Pınar; Peynirci, Hande; Kocaeli, Ayşen Akkurt; Çalapkulu, Murat; İmamoğlu, Şazi; Ersoy, Canan Özyardımcı; Tuncel, Ercan; Ertürk, Erdinç; Ersoy, Alparslan; Gül, Özen Öz; Cander, Soner; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı/Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Diabetes mellitus toplumda çok yaygın görülen, akut ve kronik komplikasyonları ile toplum sağlığını yakından ilgilendiren kronik metabolik bir hastalıktır. Ülkemizde ve dünyada görülme sıklığının yıllar içinde giderek artıyor olması, farklı organ sistemlerini etkileyen komplikasyonlara yol açması, diabetes mellitusu tüm branşlardaki hekimleri ilgilendiren bir hastalık haline getirmektedir. Diabetes mellitus hastalığını erken tanımak, doğru şekilde tiplendirmesini yapmak ve gerekli tedavileri gecikmeden etkin şekilde uygulamak hastanın daha sağlıklı bir yaşam sürmesi için çok önemlidir. Diyabetin en iyi şekilde tedavi ve takibi için çalışmalar sürekli devam etmekte ve konu güncelliğini her zaman korumaktadır. Bu kitapta hekimlerin diabetes mellitusun tanı, tedavi ve izleminde yeterli ve güncel bilgi düzeyine sahip olmaları ve bu halk sağlığı sorununun çözümüne katkıda bulunmaları hedeflenmiştir.Item Dislipidemide güncel tanı ve tedavi yaklaşımları(Uludağ Üniversitesi, 2013-12-24) Ersoy, Canan Özyardımcı; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Endokrinoloji ve Metabolizma.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Ateroskleroza bağlı kardiyovasküler hastalıklar dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Tüm global ölümlerin %30’u kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkilidir. Dislipidemi ateroskleroz için bilinen önemli risk faktörlerinden bir tanesidir. Literatürde farklı yaş gruplarında dislipidemi ateroskleroz ilişkisini ortaya koyan pek çok çalışma bulunmaktadır. Dislipidemi tanı ve tedavisinde hastaya yakla şımda lipoprotein düzeylerinin, koroner arter hastalığı ve eşdeğeri durumların, düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol yüksekliği dışın daki major koroner arter hastalığı risk faktörlerinin belirlenmesi gereklidir. Hastanın risk kategorisine göre LDL kolesterol düzeyi hedef değerin üstünde ise tedavi amaçlı yaşam tarzı değişikliklerinin ve gerekli hallerde geciktirilmeden ilaç tedavisinin başlatılması önemlidir.Item Diyabetik ayak gelişmiş olgularda amputasyon gerekliliğini belirleyen faktörlerin retrospektif olarak incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-02-24) Durgun, Onur; Durgun, Ayla Gökmen; Ersoy, Canan Özyardımcı; Almacıoğlu, Serdar; Karadayı, Derya; Özkaya, Güven; Aydın, Taner; Özakın, Cüneyt; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.Diyabetik ayak enfeksiyonu diyabetin kronik fakat önlenebilir komplikasyonlarından biridir. Kontrol altına alınamayan enfeksiyonlar ekstremite amputasyonuyla sonuçlanabildiği için çok önemli sosyoekonomik sorunlara yol açmaktadır. Bu çalışmada diyabetik ayak gelişen diabetes mellituslu hastalarda mikro ve makrovasküler komplikasyonlar, A1C düzeyi, osteomiyelit varlığı, üreyen mikroorganizma sayısı ve verilen antibiyoterapi gibi parametrelerle amputasyona gidiş arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. 2008-2011 tarihleri arasında diyabetik ayak enfeksiyonu nedeniyle tedavi gören ve yara kültürlerinde üreme olan 45 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Oluşturulan hasta değerlendirme formuna bilgiler kaydedildi. Hastalarda amputasyona gidiş ile diyabet yaşı, A1C düzeyleri, cinsiyet, oral antidiyabetik ilaç ya da insülin kullanımı, mikrovasküler komplikasyonların varlığı, diyabetik ayak öyküsü, amputasyon öyküsü, üreyen mikroorganizma sayısı gibi parametreler arasında anlamlı istatistiksel fark görülmedi ancak ileri hasta yaşı, makrovasküler komplikasyon varlığı ve osteomiyelit varlığı ile anlamlı istatistiksel ilişki tespit edildi. İleri hasta yaşı, makrovasküler komplikasyon ve osteomiyelit varlığı diyabetik ayak ülserli hastalarda amputasyona gidiş için önemli risk faktörleri olarak gözükmektedir. Diyabetiklerde, ayak ülserlerine enfeksiyon eklenmeden ve osteomiyelit gelişmeden erken tanı konulup tedavisi gerçekleştirilmelidir. Klinisyenlerin diyabetik ayaklı hastalarda bu parametreleri değerlendirerek, erken ve agresif tedaviye başlamalarının amputasyon oranlarında azalma sağlayacağı düşünülmektedir.Item Farklı obezite evrelerinde hipotalamo-hipofizer-adrenal ve tiroid hormon akslarının obezite parametreleri ve insülin direnci ile ilişkisinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Yağbasan, Ahmet; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Amaç: Obezite çağımızın önemli bir sağlık sorunu olup birçok bilimsel çalışmada çeşitli yönleri ile araştırma konusu olmuştur. Biz de bu çalışmamız kapsamında, farklı obezite evrelerinde hipotalamo-pituiter-adrenal (ACTH, kortizol) ve tiroid (TSH, serbest T3, serbest T4) akslarını karşılaştırmayı, obezite parametreleri ve insülin direnci ile ilişkilerini değerlendirmeyi amaçladık.Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamında Eylül 2000 ve Mart 2007 tarihleri arasında, obezite nedeniyle, UÜTF İç Hastalıkları AD Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları BD'ı Polikliniğine obezite nedeni ile başvuran 470 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Bu hastalardan sekonder obezite nedeni olabilecek yandaş hastalıkları olanlar ve HOMA-IR (Homeostasis Model Assessment of lnsulin Resistance) değeri dosyasında bulunmayanlar çalışmaya alınmadı. Çalışmaya alınan 201 hasta için yaş, sigara, alkol ve varsa ilaç kullanımı, diğer yandaş hastalıklar, vücut kitle indeksi, bel çevresi, kalça çevresi, bel-kalça oranı, obezite evresi, vücut yağ oranı, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, açlık kan şekeri, lipid profili, serum insülin, c-peptid, TSH, serbest T3, serbest T4, ACTH, kortizol düzeyleri ile hesaplanmış olan HOMA-IR değerleri hazırlanmış olan hasta değerlendirme formuna kayıt edildi. Olgularımız Dünya Sağlık Örgütü' nün önerdiği şekilde vücut kitle indeksine göre üç obezite evresine ayrıldı. Daha sonra tüm veriler uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 34 tanesi evre I, 68 tanesi evre II ve 99 tanesi evre III grubundaydı. Evre I'de 5 erkek 29 kadın, evre II'de 5 erkek 63 kadın, evre III' te 13 erkek ve 86 kadın vardı. Kan basıncı düzeyi açısından ardışık gruplar arasında belirgin fark bulunmazken, evre Ill' de evre I' e göre anlamlı yüksekti. Açlık kan şekeri ve c-peptid açısından evre lll' de yüksek olmak üzere evre I-III arasında anlamlı fark bulundu. İnsülin direnci açısından evre grupları değerlendirildiğinde, serum insülin ve HOMA-IR değerleri açısından evreler arasında anlamlı fark bulunmadı. HOMA-IR değeri, serum ACTH ve kortizol ile pozitif korelasyon gösteriyordu. Bütün olgular karşılaştırıldığında ACTH ile vücut kitle indeksi, bel çevresi, insülin, c-peptid ve HOMA-IR değeri arasında pozitif korelasyon saptandı. Kortizol ile sadece HOMA-IR değeri arasında pozitif korelasyon vardı. Bütün evre grupları arasında normal sınırlar içindeki serum TSH, serbest T3 ve serbest T4 düzeyleri arasında anlamlı fark ve diğer parametrelerle herhangi bir korelasyon saptanmadı.Sonuç: Çalışmamızda obezlerde hipotalamo-pituiter-adrenal aks ile obezite ve insülin direnci parametreleri arasında anlamlı bir pozitif korelasyon bulduk. Bu ilişkinin daha açık ortaya konulabilmesi için daha geniş ve prospektif çalışmaların yapılması gerekmektedir.Item Feokromositoma ve paraganglioma: Tanı, tedavi ve i̇zlem(Uludağ Üniversitesi, 2016-01-14) Ersoy, Canan Özyardımcı; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.Adrenal medulladaki katekolamin sekrete eden kromafin hücrelerden köken alan tümörlere feokromositoma, sempatik ve parasempatik ganglialardaki kromafin hücrelerden köken alanlara ise paraganglioma adı verilmektedir. Bu tümörler tüm hipertansif hastaların %0.2- 0.6’sında görülen nadir neoplazilerdir. Tümörlerin %10’u malign, %25’i asemptomatik, %24’ü aileseldir. Bu yazıda feokromositoma ve paragangliomanın tanı, tedavi ve izleminde önemli noktalar güncel literatür bilgilerinin ışığında tartışılmıştır.Item Hipertansif obez tip 2 diabetes mellitus'lu hastalarda kalsiyum kanal blokeri amlodipin tedavisinin arteriyel kan basıncı, insülin direnci, glukoz ve lipid metabolizması, serum tümör nekrozis faktör-alfa ve leptin düzeylerine etksi(Uludağ Üniversitesi, 2002) Ersoy, Canan Özyardımcı; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Endokrinoloji Bilim Dalı.; YokBu çalışmada, hipertansif obez Tip 2 diabetes mellitus (DM)'lu hastalarda bir kalsiyum kanal blokeri olan amlodipinin insülin direnci, glukoz ve lipid metabolizması, arteriyel kan basıncı, serum tümör nekrozis faktör-alfa (TNF-α) ve leptin düzeyleri üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 10'u erkek, 14'ü kadın toplam 24 hipertansif Tip 2 DM'lu obez hasta (amlodipin grubu) ve 7'si erkek 13'ü kadın toplam 20 normotansif nondiyabetik obez birey (kontrol grubu) alındı. Daha önceden antihipertansif ilaç kullanmakta olan 11 hastanın ilaçları 4 hafta süreyle temizlenme periyodu için kesildi. Amlodipin grubundaki hastalara 12 hafta süreyle oral 5 mg/gün amlodipin tedavisi başlandı. Kontrol grubundaki olgularda sadece çalışma öncesi, amlodipin grubundaki hastalarda ise tedavi öncesi, tedavinin 6. ve 12. haftalarında sistolik (SKB) ve diyastolik (DKB) kan basınçları ve nabız dakika sayıları (NDS) ölçüldü. Beden kitle indeksleri (BKİ), bel ve kalça oranları (BKO) hesaplandı. Kontrol grubundaki olgularda sadece çalışma öncesi, amlodipin grubundaki hastalarda ise hemen tedavi öncesi ve sonrası HOMA yöntemiyle insülin direnci ve ß hücre rezervi hesaplandı. Kontrol grubundaki olgularda sadece çalışma öncesi, amlodipin grubundaki hastaların tümünde, tedavi öncesi ve tedavi sonrası serum glukoz, total kolesterol, trigliserid (TG), low density lipoprotein (LDL), high density lipoprotein (HDL), very low density lipoprotein (VLDL)-kolesterol, lipoprotein (a) (Lp(a)), apolipoprotein A1(Apo A1) ve apolipoprotein B (Apo B), HbA1c, serum insülin, TNF-α ve leptin düzeyleri değerlendirildi, istatistiksel analiz; Wilcoxon signed rank test, Mann Whitney-U test, Fischer exact test ve Pearson korelasyon testi ile yapıldı. Ortalama yaşları 53.8 ± 8.5 yıl olan çalışmayı tamamlayan 12'si kadın, 8'i erkek 20 hastanın ve ortalama yaşları 49.0 ± 7.6 yıl olan 13'ü kadın, 7'si erkek 20 kontrol olgusunun sonuçları değerlendirildi. 15 olgu kan şekeri regülasyonu için diyabetik diyetle birlikte ortalama 98 ± 39 mg/gün gliklazid tedavisi aldı. 5 olgunun kan şekeri regülasyonunda yalnızca diyabetik diyet yeterli oldu. Her iki grubun cinsiyet oranları, yaş ve BKİ'leri arasında anlamlı fark yoktu. BKO arasındaki fark anlamlıydı (Amlodipin grubunda 0.91 ± 0.03'e karşılık kontrol grubunda 0.87 ± 0.07, p<0.05). Amlodipin grubundaki hastaların serum bazal leptin düzeyleri ile BKİ'leri arasında (r: 0.749, p<0.01) ve serum açlık glukoz düzeyleri ile insülin dirençleri arasında pozitif (r: 0.533, p<0.05), serum açlık glukoz düzeyleri ile ß hücre rezervleri arasında negatif (r: -0.524, p<0.05) korelasyon saptandı. Tedavi öncesi kan basınçları kontrol grubuna göre anlamlı yüksek olan amlodipin grubunun tedaviyle ortalama SKB'ları 151.0 ± 10.7 mm Hg'dan 139.7 ± 15.9 mm Hg'ya, DKB'ları 89.7 ±7.1 mm Hg'dan 84.3 ± 8.4 mm Hg'ya (sırasıyla p<0.01, p<0.05) anlamlı azaldı. NDS'ndaki değişiklikler anlamlı değildi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, amlodipin grubunda tedavi öncesi ortalama insülin direnci (p<0.001) ve açlık serum glukoz (p<0.0001) düzeyleri anlamlı yüksek, p hücre rezervi (p<0.001) değerleri ise düşüktü. İki grubun serum açlık insülin ve HbA1c değerleri arasında ise anlamlı fark yoktu. Amlodipin tedavisi sonrası ortalama insülin direnci 5.59 ± 4.5'dan 3.61 ± 2.4'e ve açlık serum glukozu 136.8 ± 44.4 mg/dl'den 115.1 ± 33.6 mg/dl'ye (sırasıyla, p<0.05 ve p<0.01) anlamlı düştü, p hücre rezervi ve HbA1c değerlerindeki değişiklikler anlamlı değildi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, amlodipin grubunda tedavi öncesi ortalama HDL-kolesterol ve Apo A 1 değerleri sirasıyla, 42.1 ± 10.5 mg/dl'ye karşılık 54.2 ± 12.7 mg/dl ve 130.1±21.2 mg/dl'ye karşılık 159.5 ± 22.5 mg/dl anlamlı düşük bulundu (Sirasıyla, p<0.01 ve p<0.0001). lki grubun total kolesterol, TG, VLOL- ve LDL-kolesterol, Lp (a), Apo A1 ve B değerleri arasında ise anlamlı fark yoktu. Amlodipin tedavisi sonrası ortalama Apo A1 değerleri 130.1 ± 21.2 mg/dl'den 143.8 ± 32.2 mg/dl'ye anlamlı yükseldi (p<0.05). Diğer lipid parametrelerindeki değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı değildi. Amlodipin tedavisi sonrası anlamlı değişiklik olan TNF-α, insülin direnci, açlık serum glükoz, SKB ve DKB değerlerindeki ortalama yüzde değişiklikler arasında korelasyon olup olmadığı değerlendirildi. TNF-α ile diğerleri arasında anlamlı korelasyon bulunmadı. Sadece, insülin direnci ile açlık serum glükozu değerlerindeki değişiklikler (r: 0.799, p<0.0001) ve SKB ve DKB değerlerindeki değişiklikler arasında (r: 0.524, p<0.05), pozitif korelasyon gözlendi. Sonuç olarak, amlodipinin hipertansif obez Tip 2 diyabetli hastalarda antihipertansif etkisinin yanısıra insülin direncini ve lipid metabolizmasını olumlu yönde etkilediği, TNF-α düzeyini düşürdüğü saptandı. Amlodipinin özellikle hipertansif obez diyabetik hastalarda, antihipertansif tedavinin ötesinde yararlar sağlayabilecek bir ajan olduğu kanaatine varıldı.Item Hipertansif tip 2 diyabetik hastalarda trandolaprilin insülin direnci, lipid metabolizması ve arteriyel kan basıncı üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Ersoy, Canan Özyardımcı; Tuncel, Ercan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Tip 2 diyabetes mellitus patogenezinde insülin direnci, hipertansiyon ve obezite arasındaki ilişkiler önemli rol oynamaktadır. Başta insülin direnci olmak üzere ACE inhibitörlerinin bu metabolik bozuklukları düzeltebileceği bildirilmektedir. Yeni bir ACE inhibitörü olan trandolaprilin insülin direnci üzerine etkisi hayvan çalışmalarında gösterilmesine karşın, bu konu ile ilgili insanlarda yapılmış klinik çalışmalar bulunmamaktadır. Bu nedenle, trandolaprilin hipertansif tip 2 diyabetes mellituslu hastalarda insülin direnci, lipid metabolizması ve arteriyel kan basıncı üzerindeki etkisini araştırmayı amaçladık. Bu çalışmaya yaş ortalamaları 52.6 ± 8.9 yıl olan, 8' i erkek, 20' si kadm toplam 28 hipertansif tip 2 diyabetes mellituslu olgu alındı. Daha önceden antihipertansif ilaç kullanmakta olan 6 hastanın ilaçlan kesildi. Tüm olgular 4 hafta süreyle yalnızca diyetle izlendi. Bu dönemin sonunda olgulara oral 2 mg/gün trandolapril tedavisi başlandı. Olguların tedavi öncesi, tedavinin 1,5. ve 3. aylarında sistolik ve diyastolik kan basınçları ve nabız dakika sayılan kaydedildi. Trandolapril öncesi ve tedavinin 3 ayında HOMA yöntemiyle insülin direnci ve P hücre rezervi hesaplandı. Olguların tümünde, trandolapril öncesinde ve tedavinin 3. ayında serum glukoz, total kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol ve alt gruplan, lipoprotein (a), apolipoprotein Al, apolipoprotein B ve kan HbAlc düzeyleri çalışıldı. VLDL ve LDL kolesterol düzeyleri ise Friedewald formülüne göre hesaplandı. İstatistiksel analiz, eşleştirilmiş serilerde Student' s-t testi, Wilcoxon signed rank testi, Mann Whitney-U testi ve Pearson korelasyon testi ile yapıldı. Tedavinin üçüncü ayında trandolapril, sistolik kan basıncım 158.8 ± 11.8 mmHg' dan 142.2 ± 15.0 mmHg' ya ve diyastolik kan basmcım ise 100.0 ± 5.5 rnmHg' dan 84.8 ± 5.9 mmHg' ya anlamlı düşürdü. Üçüncü ay sonunda olguların BKİ' leri 30.6 ± 4.1 kg/m2' den 30.0 ± 4.0 kg/m2' ye anlamlı azaldı. Üç aylık trandolapril tedavisi sonunda insülin direnci değerleri anlamlı düşük bulundu (8.79 ± 5.81 ve 6.16 ± 3.88). (3 hücre rezervi değerlerindeki değişiklikler anlamlı değildi. İnsülin direnci ve BKİ' nde anlamlı azalma olması nedeniyle, kilolu 12 olgu ile obez 15 olgunun insülin direnci, P hücre rezervi ve BKİ' lerindeki değişiklikler ayrıca değerlendirildi. Obez olguların insülin dirençlerinin anlamlı derecede azaldığı saptandı. İnsülin direncinde trandolapril ile oluşan değişiklikler ile olguların BKİ' lerindeki değişiklikler, yaş, cinsiyet, diyabet ve hipertansiyon yaşlan, LDL, VLDL ve HDL kolesterol düzeyleri arasında korelasyon saptanmadı. Ortalama açlık serum glukoz ve kan HbAlc düzeylerinde tedavi öncesi ile karşılaştırıldığında anlamlı derecede azalma olduğu görüldü (Sırasıyla 135.9 ± 462 mg/dl - 119.5 ± 30.6 mg/dl ve %7.49 + 1.85 - %6.63 ± 1.08). Üç aylık trandolapril tedavisi sonrası serum HDL kolesterol düzeyleri, 32.0 ± 4.74' den 34.4 ± 4.84 mg/dl' ye, HDL2 kolesterol düzeyleri 12.3 ± 4.52' den 14.5 ± 4.69 mg/dl' ye ve apolipoprotein Al düzeyleri 148.3 ± 26.3' den 164.9 ± 27.5 mg/dl' ye yükseldi. Fakat serum total, LDL, VLDL, HDL3 kolesterol, trigliserid ve apolipoprotein B düzeylerindeki değişiklikler anlamlı değildi. Trandolapril tedavisi sonrası senim lipoprotein (a) düzeyinin 29.1 ± 20.6' den 17.8 ± 10.8 mg/dl' ye anlamlı azaldığı saptandı. Sonuç olarak trandolaprilin, hipertansif tip 2 diyabetes mellituslu hastalarda sistemik kan basmcmı etkili bir şekilde düşürdüğü, glisemi kontrolünü iyileştirdiği ve insülin duyarlılığını arttırdığı ve aterojenik lipid profilini olumlu yönde etkilediği kanaatine varıldı.Item Investigation of genotoxicity in acromegaly from peripheral blood lymphocyte cultures using a micronucleus assay(Endocrine Society, 2014-07-17) Ünal, Oǧuz Kaan; Cinkılıç, Nilüfer; Gül, Özen Öz; Cander, Soner; Vatan, Özgür; Ersoy, Canan Özyardımcı; Yılmaz, Dilek; Tuncel, Ercan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Biyoloji Bölümü.; 0000-0002-3595-6286; 0000-0002-7687-3284; AAI-1005-2021; AAH-5296-2021; O-7508-2015; AAH-8861-2021; 55042241400; 26533892300; 26040787100; 25027068600; 16235098100; 6701485882; 6701369462; 7006929833Context: Although patients with acromegaly may have an increased risk of developing several types of cancers, the degree of risk for malignancy in these patients is unresolved. Objective: The present study aimed to investigate the potential genotoxic effects of acromegaly on the cell cycle in peripheral blood lymphocyte cultures. Design: This was a single center, crossover, case-control study conducted on the acromegalic patients in Turkey. Setting: The study was conducted in the outpatient clinic of a university hospital. Patients: Seventy-one consecutively screened acromegalic patients and 56 controls participated in the study. Intervention: Patients were included, regardless of the disease activity status and their treatment duration before the study. Main Outcome Measures: The primary end point was the frequency of micronucleus (MN) in the peripheral blood lymphocyte cultures, and the secondary end point was its clinical correlations. Results: The MN level was 3.82 +/- 1.49 in the control group and 18.00 +/- 6.13 in the acromegalic group (P < .01), whereas the nuclear division index (NDI) was 1.79 +/- 0.12 in the control group and 1.68 +/- 0.07 in the acromegalic group (P < .01). Neither MN nor NDI was correlated with age, GH, IGF-I, initial GH, initial IGF-I, duration of the remission period, and initial tumor size. Only the MN level was positively correlated with the duration of disease (r = 0.323, P = .014). Conclusion: Our results indicated that acromegalic patients had genotoxic damage at a substantial level, and there was a positive correlation between the duration of disease and genotoxicity level.Item Obez hastalarda vücut kitle indekslerine göre framingham risk skorlarının ve skoru etkileyen faktörlerin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2016) Ateş, Coşkun; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Obezitenin kardiyovasküler hastalık riskini arttırdığı birçok çalışmada ortaya konmuştur. Biz bu çalışmamızda obezitenin belirleyicisi olan Vücut Kitle İndeksi'nin (VKİ) kardiyovasküler hastalık riski göstergesi olan Framingham risk skorlaması ile ilişkisini ve farklı obezite derecesine sahip kişilerde Framingham risk skorlamasını ve bunu etkileyen faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Polikliniği'ne Ocak 2010-Ocak 2015 arasında obezite nedeniyle başvuran 55 kadın hastanın dosya verisi çalışmaya dahil edildi. VKİ 40-50 kg/m2 olanlar bir grubu (grup 1, n:25) VKİ >50 olanlar (grup 2, n:30) diğer grubu oluşturdu. Her 2 grup kardiyak risk skoru, bunu oluşturan faktörler ve metabolik sendrom kriterleri yönünden karşılaştırıldı. Total kolesterol, HDL kolesterol, trigliserit, açlık kan şekeri değerleri yönünden iki grup arasında farklılık saptanmadı. Ortalama Sistolik Kan Basıncı (SKB) 1. grupta 2. gruba göre anlamlı düşüktü (p<0.05). Ortalama Diyastolik Kan Basıncı (DKB) değerlerinde, iki grup arasında istatiksel bir fark saptanmadı. Her 2 grup Framingham risk skoru yönünden karşılaştırıldığında 1. grupta skor 2. gruba göre anlamlı düşük bulundu (p<0.05). Framingham risk skoru ile ilişkili parametrelerin korelasyon analizi yapıldığında Framingham risk skoru ile yaş (p<0.001), sigara içiciliği (p<0.001), total kolesterol (p<0.001), SKB (p<0.01) arasında pozitif korelasyon olduğu saptandı, HDL kolesterol ile korelasyon saptanmadı (p>0.05). Framingham risk skoru ile metabolik sendrom komponentlerinin sayısı arasında pozitif korelasyon mevcuttu (p<0.05). Sonuç olarak çalışmamızda VKİ artışının kardiyak hastalık riskini arttırdığını, metabolik sendromun artmış kardiyak riske katkı sağladığını gösterdik. Kilo vermek obezite ve metabolik sendroma sekonder oluşan kardiyak olay riskini azaltabilir, kişinin yaşam kalite ve süresini arttırabilir.Item Prolactin levels and gender are associated with tumour behaviour in prolactinomas but Ki-67 index is not(VIA Medica, 2014) Cander, Soner; Öz Gül, Özen; Ertürk, Erdinç; Tuncel, Ercan; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; AAI-1005-2021; AAH-8861-2021; AAJ-6536-2021; 25027068600; 26040787100; 7005488796; 7006929833; 6701485882Introduction: The objective of this study was to investigate the effects of some clinical and pathological features of prolactinomas on tumour behaviour. Material and methods: The study included 113 patients with prolactinoma (27 male, 86 female), with a mean age at diagnosis of 34.4 +/- +/- 10.0 years (40.3 +/- 12.6 in males, 32.6 +/- 8.3 in females). Patients were grouped as invasive or non-invasive according to radiological imaging findings. Ki-67 levels were evaluated if possible. Results: The mean adenoma size (longest dimension) was 38.6 +/- 21.6 mm and 10.8 +/- 9.4 mm in male and female patients. Pre-treatment serum levels of prolactin were defined as mean 1,926 +/- 6,662 ng/mL in all, 124.8 +/- 63.4 and 4,675 +/- 10,049ng/mL in the noninvasive and invasive groups (p < 0.05). A positive correlation was found between the serum levels of prolactin and tumour size. The rate of patients with Ki-67 >= 0.03 was 37.5% and 47.8% in the noninvasive and invasive groups. The reduction rates were 60.8% and 80.4% in tumour sizes and 81.1% and 93.8% in prolactin level in the noninvasive and invasive groups, respectively, (p < 0.05). Conclusions: We found a strong correlation between prolactin levels and invasiveness in male patients compared to females. Ki-67 index was not found to have a place in defining the prognosis.Item Prostate cancer metastasis to thyroid gland(Sage Publications, 2007-05) Selimoǧlu, Hadi; Duran, Cevdet; Saraydaroǧlu, Özlem; Güçlü, Metin; Kıyıcı, Sinem Küçüksaraç; Ersoy, Canan Özyardımcı; Eren, Ali Mehmet; Tuncel, Ercan; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; AAH-8861-2021; ABI-4847-2020; ABH-7279-2020; AAB-6174-2020; 15074185600; 12754039000; 15074395500; 15073842600; 12753880400; 6701485882; 57192111728; 7006929833; 6602297533Metastases to the thyroid gland are rarely encountered in clinical practice. They may originate from various primary sites, mainly kidney, lung, breast, esophagus and uterus. Prostate cancer is one of the most frequent malignancies in men. It generally has a favorable course, and autopsy series have shown occult prostate cancer in many subjects, especially in aged males. However, prostate cancer sometimes exhibits an aggressive behavior and cases with a poor prognosis have been reported. Occasional reports of metastasis from prostate cancer to the thyroid gland have been documented. We describe the case of a 73-year-old patient presenting with thyroid metastasis from long-standing prostate cancer.Item Relationship between glycemic control, microalbuminuria and cognitive functions in elderly type 2 diabetic patients(Taylor & Francis Ltd, 2014-06-23) Gül, Bülent Cuma; Öz Gül, Özen; Cander, Soner; Eroğlu, Ayça; Hartavi, Mustafa; Keni, Nermin; Bayındır, Ayşenur; Ersoy, Canan Özyardımcı; Ertürk, Erdinç; Tuncel, Ercan; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-2467-9356; A-7063-2018; AAI-1005-2021; AAH-8861-2021; AAJ-6536-2021; 23988796000; 26040787100; 25027068600; 24437934700; 55370753300; 56341244400; 56340081700; 6701485882; 7005488796; 7006929833; 6602297533Aim: The prevalence of diabetes is increasing in elderly populations, and is thought to be an important risk factor for cognitive dysfunction in this age group. Methods: The study included 104 patients aged over 60 years who were followed-up for type 2 diabetes for at least 6 months, in addition to 44 controls. Glycemic parameters, microangiopathic complications, microalbumin elimination, and the Standardized Mini Mental State Examination (SMMSE) scores were used as indicators of cognitive function. Results: The SMMSE scores of diabetic patients were significantly lower than the control group (p<0.05). The average SMMSE score for normoalbuminuric diabetic patients was 22.36 +/- 4.66, compared with 22.61 +/- 4.90 for the microalbuminuria patients (p = 0.84). A positive correlation was found between SMMSE scores and patients' hemoglobin values and education levels, whereas a negative correlation was noted between SMMSE scores and systolic and diastolic blood pressures and hemoglobin A1c levels (p<0.05). Patients with diabetic neuropathy, a microvascular complication of diabetes, were found to have significantly lower SMMSE scores (p = 0.011). Conclusion: Elderly diabetic patients showed decreased cognitive function compared to volunteers. No relationship was established between microalbuminuria and cognitive functions, although diabetic neuropathy was found to be related to decreased cognitive function.Item Tip 1 ve tip 2 diyabetik hastaların, diyabet hakkındaki genel bilgilerinin, tedavi ve komplikasyon hakkındaki bilgilerinin ve hastalığın sosyal yönünün değerlendirilmesi ve karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çolpan, Gökhan; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Diabetes Mellitus (DM) giderek artan sıklığı, kontrolsüz kaldığında mortalite ve morbiditeyi arttırıcı komplikasyonlara yol açması ve böylelikle hem bireye hem de topluma ekonomik yük getirmesi nedeniyle önemli bir kronik hastalıktır. Günümüzde epidemi boyutlarına varan diyabet önümüzdeki yüzyılda da ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaya devam edecektir. Diyabet tedavisinde optimal glisemik kontrolü sağlamak için farmakolojik tedavi zorunludur. Mevcut tedavilere rağmen hastaların bir kısmında glisemik hedeflere ulaşılamamaktadır. Hastaların yaşam kalitelerini arttırmak için komplikasyonların gelişmesi önlenmelidir. Komplikasyonların gelişmesini önlemede hastaların diyabet hakkındaki genel bilgi düzeyi, tedavi bilgi düzeyi, komplikasyon hakkındaki bilgi düzeyi eksiksiz olmalıdır. Diyabet hastalarının sosyal ihtiyaçları, toplumsal problemleri ise çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Literatüre bakıldığında; ülkemizde ve dünyada tip 1 ve tip 2 diyabet hastalarını genel bilgi, hastalık tedavi ve komplikasyon bilgisi ve diyabetin sosyal yönü açısından değerlendiren çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle çalışmamızda tip 1 ve tip 2 diyabetik hastalarda diyabet hakkındaki genel bilgilerin, tedavi, komplikasyon hakkındaki bilgilerin ve diyabetin sosyal yönünün değerlendirilmesi ve karşılaştırılmasını amaçladık.Çalışmamıza tip 1 diyabetik 60 kişi ve tip 2 diyabetik 60 kişi olmak üzere toplamda 120 kişi dahil edildi. Genel bilgi, tedavi bilgisi, komplikasyon bilgisi ve sosyal yönü değerlendirmek üzere 40 sorudan oluşan anket çalışması yapıldı. Katılımcıların adı, soyadı, telefonu, adresi, mesleği, yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, eğitim düzeyi, çalışma durumu, gelir düzeyi kaydedildi. Sorulara verilen cevaplar diyabet hakkındaki genel bilgi, tedavi bilgisi, komplikasyon bilgisi ve diyabetin sosyal yönü olmak üzere ayrı ayrı ve toplam ölçek puanı olmak üzere bir bütün halinde hesaplandı. Anket değişkenlere göre değerlendirildi. Tip 1 diyabetik grubun genel bilgi düzeyi, diyabet tedavisi ve toplam ölçek puanı kategorilerinde tip 2 diyabetik gruba göre daha yüksek puan aldığı, tip 2 diyabetik grubun ise diyabetin sosyal yönü ve diyabetik komplikasyonlar hakkındaki bilgi düzeyi kategorilerinde tip 1 diyabetik gruba göre daha yüksek puan aldığı saptandı. Yapılan istatiksel analizde tip 1 diyabetik grubun, diyabet tedavisi hakkındaki bilgi düzeyinin tip 2 diyabetik gruptan istatiksel olarak anlamlı yüksek olduğu sonucuna varıldı. Tip 1 ve tip 2 diyabetiklerin toplam ölçek puanları arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunamadı.Diyabet bir halk sağlığı sorunudur. Diyabet tedavisinde hedeflenen başarıya ulaşmak için diyabet eğitimi şarttır. Bu sebeble diyabet eğitimi, hastaların bilgi düzeyi değerlendirilip buna göre bireyselleştirilmelidir.Item Tip 2 diyabetli hastalarda diyabet hastalığı, tedavisi ve tedavi yan etkilerı hakkındakı bilgi düzeyinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Tatar, Banu Taşkıran; Ersoy, Canan Özyardımcı; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Dîabetes Mellitus (DM), dünyada ve ülkemizde hızla artış gösteren önemli bir sağlık problemidir. Türkiye'de 1997-1998 yıllarında, yapılan Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Çalışması (TURDEP) sonuçlarına göre ülkemizde tip 2 DM prevalansı yetişkinlerde %7,2 olarak açıklanmıştır. Mevcut tedavilere rağmen çoğu hastada yeterli glisemik ve metabolik kontrol sağlanamamaktadır. Hastaların, hastalık hakkındaki bilgi düzeyleri hastalık kontrolü ve komplikasyonlarının önlenmesinde büyük öneme sahiptir. Dünyada ve ülkemizde bu yönde yapılmış anket çalışmaları sınırlı olduğundan, hastanemize başvuran tip 2 diyabet hastalarının diyabet hastalığı, tedavisi ve tedavi yan etkileri hakkındaki bilgi düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamızda, tip 2 diyabetli yetişkin 300 hastayla diyabet hastalığı, tedavisi ve tedavi yan etkileri hakkında anket yapıldı. Katılımcıların adı, soyadı, telefonu, adresi, mesleği, yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, eğitim düzeyi, gelir düzeyi, diyabet yaşı, kullandığı ilaçlar kaydedildi. Boy, kilo, bel— kalça çevresi ve kan basıncı ölçümleri yapıldı. Glisemik (açlık kan şekeri, tokluk kan şekeri, HbA1c) ve lipid parametreleri (total kolesterol, HDL-K, LDL-K, trigliserid) hasta dosyalarından hazırladığımız formlara kaydedildi. Sorulara verilen cevaplarla toplam ölçek puanı (TÖP) hesaplandı ve tüm kategorik ve sürekli değişkenlere göre değerlendirildi. Hastaların, hastalık, tedavi ve tedavi yan etkilerine ait bilgi düzeyini gösteren TÖP'nın kadınlarda ve çalışmayanlarda anlamlı yüksek olduğunu bulduk. İlaç kullanım durumu açısından, TÖP insülin kullananlarda, yalnızca OAD (oral antidiyabetik) kullananlara göre, antihipertansif ve lipid düşürücü ilaç kullananlarda, kullanmayanlara göre anlamlı yüksekti. TÖP'nın sürekli değişkenlerle korelasyonu incelendiğinde BKİ (beden kitle indeksi), kalça çevresi ve diyabet yaşı ile pozitif, diyastolik kan basıncı ile negatif korelasyon gösterdiğini saptadık.Item Uludağ İç Hastalıkları kitabı, cilt 1: Tanıda temel bilgi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10) Ersoy, Alparslan; Özkalemkaş, Fahir; Evrensel, Türkkan; Ersoy, Canan Özyardımcı; Özkocaman, Vildan; Kıyıcı, Murat; Dalkılıç, Ediz; Gül, Özen Öz; Cander, Soner; Pehlivan, Yavuz; Çubukçu, Erdem; Yıldız, Abdülmecit; Deligönül, Adem; Coşkun, Belkıs Nihan; Çelikçi, Sedat; Şahin, Ahmet Bilgehan; Ünsal, Yasemin Aydoğan; Aydın, Mehmet Fethullah; Coşkun, Nurettin; Orhan, Sibel Oyucu; Pınar, İbrahim Ethem; Aydemir, Ensar; Bozkurt, Zeynep Yılmaz; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Lermi, Nihal; Candar, Ömer; Ateş, Coşkun; Sali, Seda; Teker, Tufan; Sezen, Mehmet; Ocak, Tuğba; Sakar, Orkun; Güçlü, Özge Aydın; Karadağ, Mehmet; Sarandöl, Emre; Sağ, Şebnem Özemri; Parlak, Müfit; Hakyemez, Bahattin; Topal, Naile Bolca; Nas, Ömer Fatih; Gürsel, Başak Erdemli; İnecikli, Mehmet Fatih; Kaya, Hasan Emin; Özpar, Rifat; Öngen, Gökhan; Akpınar, Ali Tayyar; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.İç Hastalıkları, hekim adayının kliniğe ilk adım attığı ve hastayla karşılaştığı bölümlerden birisidir ve tıp eğitiminin temel taşlarından birisidir. İyi bir iç hastalıkları bilgisine sahip olan bir hekim, gerek aile hekimi gerekse uzman hekim olarak herhangi bir branşta çalışırken hastalarına daha fazla yardımcı olacaktır. Tıpta, hastalıklara doğru bir teşhis koymak için hekim öncelikle iyi bir anamnez almalıdır. Hasta ile iyi bir iletişim kurulmalıdır. Anamnez teşhisin yarısı olarak kabul edilir. Tıbbi öyküde sadece hastanın yakınmaları ve kronolojik olarak hikayesi değerlendirilmez aynı zamanda ayırt edici tanı yapılmaya çalışılır. Sistem sorgulaması hastanın söyleyemediği ya da unuttuğu şikayetleri saptamamızı sağlar. Sonra sistemik bir fizik muayene yapılarak değerlendirme aşamasına geçilir. İyi bir hekim, daima hastanın klinik yakınma ve bulgularını bir hastalık ile açıklayabilmelidir. Böylece hastaya doğru bir tanı koyarak tedaviye başlayabilir, bazen de tanı için ileri incelemelere ihtiyaç duyar. Laboratuvar ve/veya görüntüleme yöntemlerine başvurur. Bu kitapta iyi bir hekimlik sanatı uygulayabilmeniz için yukarıdaki konularda yeterli düzeyde bilgiye sahip olmanız ve hastalara sistematik olarak yaklaşmanız hedeflenmiştir.