1992 Cilt 4 Sayı 4
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13608
Browse
Browsing by BUU Author "Özcan, Zeki"
Now showing 1 - 3 of 3
- Results Per Page
- Sort Options
Item Augustinus doktrini üzerine bazı mülahazalar(Uludağ Üniversitesi, 1992) Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Patristik felsefenin son ve en önemli temsilcilerinden biri olan Augustinus, Greklerin içkin hikmetinin yerine, Hristiyanlığın aşkın. Hikmeti'ni yani Tanrı’yı koymuştur. O, bütün makrokozmik ve varoluşsal problemleri Tann’dan kalkarak çözmeye çalışır. Ona göre Tanrı ve insan, asıl ve aynı derecede önemli iki sorundur. Ebedi mutluluğu için insan, ezeli, Tanrı’nın bildirdiği gerçeklerin gerekliliğini ve kurtuluşunun sadece Hikmet’le mümkün olabileceğini bilmek zorundadır. Dedüktif gerçekliklere gelince, şüphesiz onlar, insan hayatı için gaye değil; vasıtadır. Vahyedilmiş bilgiden aşağı olmasına rahnen, bize yaşadığımız dünyayı tanıttığı, için, rasyonel bilgiden vazgeçmemiz imkansızdır. Hem zaten Kutsal Metinler’in iyi bir okunması, yani anlaşılması ve yorumlanması akılla olur. Dünyadaki bütün varlıklarda, Tanrısal gücün eseri olan hiyerarşi vardır ve onları Tanrısal düzen yönetmektedir. Oysa her şeyi düzenleyen Tann düzenin üstündedir. Tann’nın, O’nu tanımamızı sağlayan pozitif sıfatları vardır. Bununla birlikte, Tanrı halikındaki bu bilgimiz eksik ve antropomofiktir; çünkü O, maddi dünyadan alınmış kavramlarla belirlenemez olarak kalır. O halde Tanrı’nın gerçek mahiyetini bilemeyiz. Augustinusçu doktrinde, ezeli ger çekliklere yükselirken gerekli ise de, Tanrısal otorite fikri, akla sadece rehberlik eder. Augustinus, içsel yaşantılara dayanarak, Descartes’ten önce, Septiklere karşı etkili bir yöntem sayesinde, güvenilir ve kesin bilginin imkanını kanıtlar.Item Din fenomenolojisi I(Uludağ Üniversitesi, 1992) Isambert, F. A.; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Din fenomenolojisinden söz etmeden önce, fenomenolojinin kendi mantığına göre, genel bir tanımını yapmak gerekir. Oysa ileride göreceğimiz gibi "fenomenoloji'' terimi tek anlamlı olmaktan uzaktır. Husserl fenomonolojiye en kesin biçimini verdiyse de, fenomenoloji uygulaması, husserlci gelenekle sınırlı değildir. İşe, fenomenolojinin genel bir tanımıyla başlayacak olursak, bu terime, ya çok kapalı, hatta görünenin bilimi anlamına alınırsa, bundan dolayı kullanışlı olmayan bir anlam vermeye; ya da Husserl’in yaptığı daha sınırlı anlamı kabule mecbur oluruz. Ama sonuncuyu kabul ettiğimiz takdirde, sonradan onu terketmek zorunda kalabiliriz. ersine, önce bir objeler grubunu, dinî olguları ele almak ve onlara kesin olarak nasıl nüfuz edebileceğimizi göstermek, sonradan husserlci prensiplerle karşılaştırabileceğimiz fenomenolojik bir bakış açısı kazanmamızı sağlar. Husserl’in prensiplerine çok az uyulması, bize çeşitli, doğrudan doğruya uygulanmış fenomenolojilerin bulunduğunu gösterir. Bunlara, "Jourdain’in fenomenolojisi" de diğimiz" sınırlan da pek iyi çizilmemiş olan ortak fenomenoloji de (phenomenologie commune) dahildir.Item Din fenomenolojisi II(Uludağ Üniversitesi, 1992) Isambert, F. A.; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Felsefesi Bölümü.Van der Leeuw haklı olarak, sadece Husserl’in değil; bunun yanında, Brentano, Spranger ve Jaspers’in genel fenomenolojik düşüncelerinden yararla nıp, Chantepie de La Saussaye’ın projesini bütünüyle gerçekleştiren din fenomenologu olarak kabul edilebilir. Fakat din fenomenolojisi, R. Otto, C.J. Bleeker, K. Kerenyi, G. Dumezil, R. Caillois gibi şahısların, paralel veya birbirini izleyen çalışmalarıyla gelişip önem kazandı. Oysa, ileride göreceğimiz gibi, bu yazarlar arasında, birtakım farklar vardır; ama onların ortak görüşlerinin bulunduğunu da kolay kolay inkâr edemeyiz. Bu yazarların eserlerini okuyan kişi, onlarda feno menolojik yönelmenin ortak olduğunu; bu yönelişin ne bir epistemolojik düşün ceye ne de özgün bir metodolojiye dayanmadığını kolayca farkeder; bununla bir likte kendini, açıkça fenomenolojinin alanına girmeyen dinî olgulara belli bir yaklaşma tarzı karşısında bulur; Jourdain’in yaptığı gibi fenomenolojiyi bir üslûp meselesine dönüştürür.