2013 Cilt 39 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18394
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item Böbrek nakli alıcı adaylarında diyaliz tipinin tüberkülin deri testi üzerine etkisinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-25) Ersoy, Alparslan; Yıldız, Abdülmecit; Yılmaz, Nihal; Gül, Bülent; Pesen, Ercan; Aktaş, Nimet; Koç, Ayşegül; Işıktaş, Emel; Tıp Fakültesi; Nefroloji Bilim DalıTüberkülin deri testi (PPD), tüberküloz (TB) insidensinin belirlenmesinde değerli bir yöntemdir. Ancak, diyaliz hastalarında hücresel immü nitenin bozulması PPD’nin tanısal değerini azaltmaktadır. Bu retrospektif çalışmada böbrek nakli adayı prediyaliz veya diyaliz hastalarında nakil öncesi PPD yanıtının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Toplam 116 ardışık alıcı adayı çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara nakil öncesi PPD testi Mantoux yöntemi ile yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 35 idi. Kadın/erkek dağılımı 72/44 idi. 25 (%22) hasta prediyaliz iken, 62 (%53) hastaya hemodiyaliz (HD) ve 29 (%25) hastaya periton diyalizi (PD) uygulanmaktaydı. 33 (%53) HD, 12 (%40) PD ve 14 (%36) prediyaliz olmak üzere 59 (%50) hastada PPD anerjikti. Endürasyon çapı tüm gruplarda ortalama 6 mm olarak bulundu. Farklı diyaliz moda liteleri kullanan hastalar ve preemptif grup arasında anerji ve endurasyon oranları arasında bir fark saptanmadı. Sonuç olarak çalışmamızın bulgularına göre diyaliz tipi PPD yanıtını etkilememektedir. Bu hastalarda yüksek insidense sahip TB, nakil öncesi daha duyarlı ve özgül testlerle araştırılmalıdır.Item Borderline over tümörlü olgulara klinik yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-02) Korkmazer, Neşe Solak; Özmen, Turan; Ozan, Hakan; Tıp Fakültesi; Jinekolojik Onkoloji Bilim DalıÇalışmada 2008-2012 yılları arasında, kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen borderline over tümörü tanılı olguların verileri retrospektif taranarak; klinik özellikleriyle birlikte uygulanan tedavi prosedürlerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmaya 31 olgu dahil edildi. Olguların, medyan yaşı 40 (18-86) yıl idi ve %74,2’si premenopozaldi (n=23). Medyan tümör çapı 10,5 (3-40) cm’di. En sık postoperatif histolojik tanı; %70,9 (n=22) seröz tip tümörlerdi. Seröz tümorlerin medyan çapı 9 (3-30) cm ve müsinözlerde tümör çapı 20 (4-40) cm’di. Cerrahi öncesinde tümör belirteçleri % 46,4 (n=13) hastada yüksek saptandı. Yirmi yedi hastada frozen kesit uygulandı (%87), frozen uygu lanan olguların % 80,7’inde (21/26), frozen kesitlerinde borderline tümör tanısı konuldu. Operasyon şekli açısından olguların analizinde, hastaların % 54,8’inde (n=17) histerektomi ve bilateral salpingooferektomi uygulanmıştı ve bu olguların % 77,8’i (n=13) 40 yaş ve üzeriydi. Bu bulgular, genç ve fertilite isteği olan olgularda daha sık görülmesi ve Ca 125 değerlerinin genelde normal olması nedeniyle, şüphelenildi ğinde, bu tümörlerde operasyon esnasında frozen kesit alınması ve fertilite koruyucu cerrahi prosedürlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini göstermektedir.Item Bursa Tıp Fakültesi'nden Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne: Kuruluş öyküsü(Uludağ Üniversitesi, 2013-03-26) Atıcı, Teoman; Atıcı, Elif; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim DalıTıp fakülteleri, sağlık hizmetlerinin yapılandırılması ve uygulanmasında, toplumun sağlık ihtiyaçlarına uygun nitelik ve nicelikte hekim yetiştirilmesinde rol alan bilimsel kurumlardır. Ülkemizde tıp fakültesi sayısı 1945 yılına kadar 1 iken günümüzde 74’e ulaşmıştır. Bugün ülkemizin önde gelen tıp fakülteleri arasında yer alan ve Güney Marmara Bölgesi’nin sağlık alanında referans noktası olan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1970 yılında kurulmuş olup Uludağ Üniversitesinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Makalede, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kuruluşunu hazırlayan etkenler dönemin sağlık politikası ve sağlık hizmeti gereksinimleri doğrultusunda değerlendirilmekte ve kuruluş süreci kronolojik olarak ele alınmaktadır.Item Bursa’da otopsisi yapılan fethi kabir olgularının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-02-19) Baduroğlu, Erol; Aliustaoğlu, Fatma Süheyla; Gök, Ertuğrul; Çetin, Selçuk; Fedakar, Recep; Tıp Fakültesi; Adli Tıp Ana Bilim DalıDefnedilmiş olan cesedin postmortem muayene için mezardan çıkarılması işlemine “fethi kabir” denir. Bu işlem ülkemizde mahkeme veya savcılık kararları sonucunda yapılmaktadır. Bu çalışmada Bursa'da otopsisi yapılmış olan fethi kabir olgularının adli tıbbi yönlerini değerlen dirmek amaçlanmıştır. 2003-2009 yılları arasında Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi’nce otopsileri yapılan 72 fethi kabir olgusunun ölü muayene ve mezar açma tutanakları ile otopsi raporları ve varsa toksikoloji ve histopatoloji raporları incelenmiştir. Otopsileri yapılan 72 olgunun yarısı erkek, yarısı kadındır. Olguların yaşları 0-95 arasında değişmektedir. Mezar açılma nedenleri sıklık sırasına göre %40.28’i (n=29) izinsiz gömülme, %33.33’ü (n=24) iddia ve şikâyetler, %26.39’u (n=19) ise devam eden soruşturma nedeniyle savcılık talebi olarak saptanmıştır. Mezarda geçen en kısa süre 1 gün, en uzun süre 2083 gündür. Bursa ve çevresinde bu olgular için temel problemin izinsiz gömülme olduğu görülmekte olup bu konuda toplumumuzun bilgilendirilmesi gerekmektedir.Item Genomik, proteomik kavramlarına genel bakış ve uygulama alanları(Uludağ Üniversitesi, 2013) Bal, Salih Haldun; Budak, Ferah; Tıp Fakültesi; Dr. Raşit DURUSOY Kan Merkezi; İmmünoloji Bilim DalıGenomik, genom ve genlerle ilgili bilginin açıklanmasına yönelik yapılan çalışmalardır. Genomik çalışmalarda, bir hücre veya dokunun tüm genleri, topluca değerlendirilmekte ve yorumlanmaktadır. Bunun için güçlü bir biyoinformatif desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Genomik çalışmalar, yapısal ve fonksiyonel olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Yapısal genomik, organizmanın genetik bilgilerinin ortaya çıkar tılmasını sağlamaktadır. Ama genlerin fonksiyonları ile ilgili bilgi vermez. Fonksiyonel genomik, genlerin fonksiyonlarının öğrenilmesinin yanı sıra, organizma açısından önemlerinin anlaşılmasına aracılık eder. Ancak, genomik bilgi proteinlerle ilgili bilgi ile desteklenmelidir. Proteinler ile ilgiliyi bilgiyi topluca sağlamayı amaçlayan disipline ise proteomik denmektedir. Proteomik, proteomun yapı, yerleşim, miktar, diğer moleküllerle olan etkileşim vb özelliklerinin incelenmesini sağlar ve biyoinformatif desteğe ihtiyaç duyar. Proteinler çeşitli özelliklerinden dolayı genler kadar kolay çalışılmasa da, genomik ve proteomik, tıp ve tıp dışı birçok alanda, çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Bu derleme ile genomik ve proteomik çalışmalar hakkında farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Aynı zamanda geleneksel biyokimyasal-genetik yöntemler ile farklılıkları da vurgulanmak istenmiştir.Item Göz polikliniğine başvuran ve ilaç reçetesi verilmiş hastaların tedavi uyumlarının incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-11-14) Gelişken, Öner; Budak, Berna Akova; Toka, Fatih; Baykara, Mehmet; Tıp Fakültesi; Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalıİlaç uyumu tedavinin en önemli basamaklarındandır. Biz bu çalışmada göz polikliniğine başvuran hastalarda ilaç uyumunu ve uyumu etkileyebilecek faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Nisan 2010-Temmuz 2010 tarihleri arasında çalışmaya dahil edilen 80 hastaya demografik ve sosyoekonomik özelliklerini ortaya koymak için anket uygulandı. Hastaların demografik ve sosyoekonmik özelliklerinin ilaç uyumuna etkisi belirlenmeye çalışıldı. Hastalarımızın 42'si kadın 38'i erkekti. Hastaların ilaç uyumu %84 olarak saptandı. İlaç uyumunu bozabilecek birçok faktör vardır. Hastalara gerekli bilgi verilirse, ilaçların yan etkileri anlatılıp önlemler alınırsa ilaç uyumu artabilir.Item Karbon monoksit zehirlenmesinde kalp tipi yağ asit bağlayıcı protein’in (H-Fabp) kardiyak hasarı erken tanımadaki yeri(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-02) Ahun, Erhan; Köksal, Özlem; Armağan, Erol; Yıldırım, Harun; Özdemir, Fatma; Aydın, Şule; Köse, Ataman; Durak, Vahide Aslıhan; Sığırlı, Deniz; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim DalıKarbon monoksit (CO) zehirlenmesi yaygın doku hipoksisi oluşturarak kardiyak hasara neden olur. Karbon monoksit zehirlenmesine bağlı oluşan kardiyak hasarda biyokimyasal belirteçler ve elektrokardiyografik değişiklikler bildirilmiştir. Bu çalışmada CO zehirlenmesine bağlı kardiyak hasarın gösterilmesinde erken dönemde insan yağ asit bağlayıcı proteinin (H-FABP) avantaj sağlayıp sağlamadığını göstermeyi amaçladık. Hastanemiz acil servisine başvuran ve CO zehirlenmesi tanısı alan 60 hastanın kan gazında karboksihemoglobin (COHb) düzeyleri, elektrokardiyografi (EKG) değişiklikleri, kreatinin kinaz, kreatinin kinaz miyoglobin, troponin I ve H-FABP düzeyleri incelenmiştir. Hastaların medyan COHb düzeyleri 21.8 (min-maks=7.3-42.7) olarak tespit edildi. 24 hastanın EKG’sinde T negatifliği ve bir hastanın EKG’sinde ST segment elevasyonu tespit edildi. ST segment elevasyonu olan hastanın kardiyak biyokimyasal belirteçleri ve H-FABP düzeyleri pozitif tespit edildi. Bu çalışmada ise CO zehirlenmesine bağlı kardiyak hasarın erken dönemde tespit edilmesinde H-FABP’nin avantaj sağlayıp sağlamadığını gösteren yeterli veriye ulaşılamamıştır.Item Multidedektör bilgisayarlı tomografi koroner kalsiyum skorlama ile karotis intima-media kalınlığı arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-21) Kır, Hilal İrteni; Eritmen, Ülkü; Topal, Naile Bolca; Gökalp, Gökhan; Sığırlı, Deniz; Alparslan, Burcu; Savcı, Gürsel; Erdemli, Başak; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıÇalışmamızın amacı, sistemik aterosklerozun erken dönem değişikliklerinin bir göstergesi olan karotis intima-media kalınlığı (KİMK) ile multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) ile belirlenen koroner kalsiyum skoru ve koroner arter hastalığının varlığı ve yaygınlığı arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Klinik endikasyonla MDBT koroner anjiografi yapılması planlanan 18-65 yaş arası 100 hasta çalışmaya katıldı. MDBT ile koroner kalsiyum skorları (KKS) belirlendi. Hastaların demografik özellikleri kaydedildi. B-mod ultrason ile her iki ana karotis arterde intima-media kalınlığı ölçüldü ve karotis plak varlığı araştırıldı. Koroner kalsiyum skorlaması ile KKS=0 ve KKS>0 olanlar belirlendi. KKS>0 olanlar da KKS= 0-10, 11-100, 101-400 ve >400 olarak gruplandırıldı. KKS değerlendirildiğinde 56 hastada KKS=0 ve 39 hastada KKS>0 bulundu. KKS grupları arasında KİMK bakımından anlamlı fark bulundu (p<0,001). KKS=0 ve >0 olanlar arasında karotis plak varlığı bakımından anlamlı fark bulundu (p<0,05). Sonuç olarak, ultrasonografi ile KİMK ölçümü, erken dönem aterosklerozun belirlenme sinde ve kardiyovasküler risk değerlendirmesinde kullanılabilecek, invaziv olmayan, kolay uygulanabilir ve ucuz bir tanı yöntemidItem Perkütan transhepatik bilier drenaj girişimlerinde ultrason eşliğinde yapılan torasik paravertebral bloğun ağrı kontrolündeki etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-21) Eygi, Elif; Erdoğan, Cüneyt; Sığırlı, Deniz; Hakyemez, Bahattin; Özkumit, Özlem; Türker, Gürkan; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıBu çalışma perkütan bilier drenaj işleminden önce ultrason eşliğinde uygulanan torakal paravertebral bloğun (UG-PVB) peroperatif ağrı kontrolüne olan etkisi ve güvenirliği analiz etmek amacıyla planlandı. Otuz hasta (ASA I-II), paravertebral blokla standart perkütan bilier drenaj (PBD) prosedürü (çalışma grubu, 15 hasta) ve UG-PVB olmaksızın standart PBD prosedürü (kontrol grubu, 15 hasta) uygulanmak üzere rasgele olarak ikiye ayrıldı. Ağrı skorları işlem sırasındaki 6 aşamada ve sonrasında Vizuel Analog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Bütün UG-PVB prosedürlerinde teknik başarı elde edilmiştir. Medyan VAS-skoru sürecin bütün aşamalarında çalışma grubunda kontrol grubuna göre daha düşüktü (p<0.001). Medyan midazolam miktarı çalışma grubunda [medyan(min-maks) = 1 (0,5-2,5) mg] kontrol grubuna [3 (3-5) mg] göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001). Çalışma grubunda 1 kişide (%6,7) peroperatif bulantı-kusma görülürken, kontrol grubunda 8 kişide (%53,3) bulantı-kusma görülmüştür. Kontrol grubunda bulantı kusma görülme oranı anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0,014). Her iki gruptaki hastaların hiçbirinde solunum depresyonu ya da pnömotorax gözlenmemiştir. Bu çalışma PBD işlemi ile UGPVB işleminin peroperatif ağrı kontrolü ve düşük morbidite açısından etkin bir yöntem olduğunu göstermektedir.Item Soliter enkondrom: Uzun tübüler kemik yerleşimli kıkırdak lezyonu olan 17 olgunun incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-25) Bilgen, Muhammet Sadık; Tosun, Murat; Yalçınkaya, Ulviye; Çetin, Elif; Salar, Necmettin; Burgucu, Fatih; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıUzun tübüler kemik yerleşimli enkondromların düşük evreli kondrosarkomlarla tanısal ayırımı zordur. Bu çalışmada uzun tübüler kemik yerleşimli kıkırdak lezyonu olup ameliyat öncesi enkondrom tanısı konulan 17 olgunun verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bu amaçla Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında 2005 ile 2012 yılları arasında uzun tübüler kemik yerleşimli enkondrom nedeniyle intralezyoner küretaj ve allogreft uygulanan 14 hasta, biyopsi tanısı enkondrom olan ancak intralezyonel küretaj sonra sı evre I kondrosarkom tanısı konulan 2 hasta ve evre II kondrosarkoma dönüşen 1 hastanın dosyaları değerlendirildi. Semptomu olmayan 4 hastada tümör tesadüfen saptandı. Tömörün lokalizasyonu 8 olguda distal femur, 6 olguda proksimal humerus ve 3 olguda proksimal tibia yerleşimliydi. İntralezyoner küretaj ve allogreft ile tedavi edilen enkondrom tanılı 14 olguda nüks veya malign transformasyon görülmedi. Sonuç olarak bu lezyonlarda doğru tanı ve tedavi, klinik, radyolojik ve patolojik verilerin birlikte değerlendirilmesi ile mümkündür.Item Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine yönlendirilen adli olguların sosyodemografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-02-11) Vural, Pınar; Uçar, Halit Necmi; Eray, Şafak; Çolpan, Merve; Kocael, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı polikliniğimize adli makamlarca rapor düzenlenmesi amacıyla yönlendirilen adli olguların incelenmesidir. Adli makamlarca Mayıs 2010-Kasım 2011 tarihleri arasında haklarında rapor düzenlenmesi amacıyla hastanemizin çocuk psikiyatrisi polikliniğine yönlendirilen 3–18 yaşları arasındaki 142 olgunun dosya bilgileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Cinsel istismara uğramış çocuklarda saptanan psikiyatrik tanılar travma sonrası stres bozukluğu (%40,8), anksiyete bozuklukları (%13,6), duygu durum bozuklukları(%10,4) olmuştur. Zekâ düzeyi %23,9 olguda normal, %20,5 olguda sınır olarak saptanmıştır. Hafif mental retardasyon %31,7 olguda saptanmıştır. Mahkeme tarafından adli rapor düzenleme isteğinin en sık nedeni, istismara maruz kalmanın ruhsal etkilerinin belirlenmesi olarak tespit edilmiştir. Çalışmamızda en sık travma sonrası stres bozukluğu saptanmıştır ve yazın bilgileriyle uyumludur. Cinsel istismar çocuğun duygusal ve davranışsal gelişimini bozan, ilerleyen dönemde bir grup psikiyatrik bozukluk için risk etmeni olan, sadece bireyin kendisini değil çevresini de olumsuz yönde etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunudur.