2020 Cilt 46 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18589
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Item Apelinerjik sistem ve miyokardiyal kontraktilite(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-17) Şahintürk, Serdar; İşbil, Naciye; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıApelinerjik sistem APJ (apelin reseptörü), apelin ve elabeladan oluşmaktadır. APJ, G protein kenetli bir reseptördür. Apelin ve elabela APJ’nin endojen ligandlarıdır. APJ, apelin ve elabela kardiyovasküler dokularda yaygın olarak eksprese edilmektedir. Vazodilatatör, kardiyoprotektif ve anjiyogenik etkilere aracılık eden apelin ve elabelanın pozitif inotropik etkisi oldukça güçlüdür. Apelinin pozitif inotropik etkisinde fosfolipaz C aktivasyonu sonrası kalsiyum bağımlı ve kalsiyum bağımsız mekanizmaların rol oynadığı ileri sürülmektedir. Elabelanın ise mitojenle aktiflenen protein kinaz 1/2-ekstraselüler sinyalle düzenlenen kinaz 1/2 yolağını aktive ederek pozitif inotropik etki gösterdiği düşünülmektedir. Apelin, elabela, bunların analogları ve APJ agonistleri güçlü pozitif inotropik etkileri nedeni ile kalp yetmezliği tedavisinde önemli bir tedavi alternatifi oluşturabilir. Bu derlemede apelinerjik sistemin miyokard fonksiyonuna etkileri ve etki mekanizmaları üzerinde durulmaktadır.Item Deliryumun değerlendirilmesinde sık kullanılan ölçüm araçlarının incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-04) Erbay, Öznur; Girgin, Nermin Kelebek; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıDeliryum; akut başlangıçlı, mental durumda dalgalanmalar gösteren ve geri dönüşü olan bir sendromdur. Hastaneye başvuran hastaların %10-30'unda deliryum geliştiği tahmin edilmektedir. Deliryum; yaşlı, operasyon sonrası ve yoğun bakım hasta popülasyonların da sıklıkla görülmektedir. Deliryum sonucunda gelişen, uzamış hastane yatış süresi, artmış morbidite, hastane maliyeti ve mortalitenin önüne geçilmesi için ve deliryum semptomlarının erken dönem kontrol altına alınabilmesi için deliryumun erken tanısı önem kazanmaktadır. Bu durum deliryuma özel tasarlanmış veya tanılanmasına yardımcı araçlardan yararlanmak, bu araçların amaç ve işlevini bilmek konusunu gündeme getirmektedir. Deliryumu önlemek, tespit etmek, etkili stratejiler belirlemek ve uygulamak adına ilk adım, uygun değerlendirme aracı ile hastaları izlemektir. Sağlık profesyonellerinin çoğu deliryumu göz ardı edebilmekte veya yönetmede zorlanabilmektedir. Bu derleme makalesinde deliryum değerlendirilmesinde sık kullanılan ölçme araçlarının amaç, işlevi ve uygunluğu özetlenerek sağlık profesyonellerine yol göstermesi ve literatürde konu ile ilgili eksikliğin giderilerek farkındalık oluşturması amaçlanmaktadır.Item Diabetes mellitusun donuk omuz tedavisinde uygulanan interskalen blok altında rehabilitasyon başarısına etkisi - retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-30) Atıcı, Teoman; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıDonuk omuz, omuzun hareket kısıtlılığı ile seyreden ve ağrıya yol açan bir hastalığıdır. Kas iskelet sistemi patolojileri içinde ilk sıralarda yer alır.Çalışmanın amacı bir risk faktörü olan diabetesmellitusun (DM) donuk omuz tedavisinde uygulanan interskalenkateter altında egzersize etkisini incelemektir. 2014-2019 yılları arasında donuk omuz şikayetiyle başvuran ve interskalen blok altında egzersiz tedavisi alan 21 hasta (16 kadın 5 erkek) fizik muayene değerlerive klinik bulguları ile retrospektif olarak değerlendirildi. İşlem sonrası minimum değerlendirme süresi 6 aydı. Hastalar risk faktörü olan DM tanılı olanlar ve olmayanlar olarak 2 gruba ayrıldı. (13 diabetsiz-8 diabetli) Ortalama yaş 59,4 (min42 -max 86) idi. İki hasta grubunun blok öncesi ve son izlemdeki omuz hareket açıklıkları ve fonksiyonel durumları goniometrik ölçüm ve UCLA (University of California Los Angeles) anketi kullanılarak ölçüldü. Sonuçlar istatistiki olarak analiz edildi. Yapılan istatistik sonucunda her iki grubunda interskalen blok uygulamasından anlamlı yarar gördüğü gözlendi. Diabetin eşlik etmediği donuk omuz tanılı hastaların EHA (Eklem Hareket Açıklığı) ve UCLA skorlarındaki iyileşmenin diabetli hastalarınkinden anlamlı olarak fazla olduğu görüldü (p<0,05). Donuk omuzun en sık görüldüğü yaş, aktif orta yaştır. Sosyo-ekonomik kayıpları en aza indirmek için hastaların erken dönemde çalışma ve sosyal yaşantılarına dönmesi önemlidir. Tedavide anestezi altında manipülasyon kullanılabilmektedir fakat anestezinin etkisi geçtikten sonra manipülasyondaki kazanımın ciddi bir kısmı kaybedilmektedir. Bunu engellemek için interskalen blok kateteri (kontrollü aneljezi) altında rehabilitasyon hedeflenmektedir. DM’lu donuk omuzun prognozu daha kötüdür. İnterskalen blok altında rehabilitasyon donuk omuzun etyolojisinden bağımsız olarak hareket açıklığında ve fonksiyonda anlamlı iyileşme sağlamaktadır. DM’lu hastaların son kontrollerindeki gerek hareket açıklıkları, gerekse fonksiyonel skorları DMlu olmayanlardan istatistiksel olarak daha kötüdür.Item Ekstramedüller hematopoez odakları içeren uterin leiomyoma: olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-10) Atalay, Mehmet Aral; Akyol, Sevda; Atalay, Fatma Öz; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim DalıEkstramedüller hematopoez, hematopoetik dokunun kemik iliği ve periferik kan dışındaki neoplastik olmayan proliferasyonudur. Ekstramedüller hematopoeze pek çok organ ve tümör içerisinde rastlanılabilmektedir. Dismenore ve metroraji şikayetleri ile hastanemize başvuran 37 yaşındaki hastaya radyolojik görüntülemelerde izlenen submukozal myom nedeniyle myomektomi uygulanmıştır. Materyalin mikroskobik incelemesinde, tümör hücrelerinin birbirini çaprazlayan demetler şeklinde düzenlenmiş iğsi hücrelerden oluştuğu görülmüştür. Morfolojik olarak leiomyoma benzeyen bu tümör, büyük büyütmede incelendiğinde, stromasında küçük odaklar halinde yerleşim gösteren, hiperkromatik nükleuslu, nükleus /sitoplazma oranları yüksek, değişik büyüklüklerde birkaç farklı hücre grubundan oluşan hücre topluluklarına rastlanmıştır. Uygulanan immünohistokimyasal çalışmalar sonucunda odaklardaki hücrelerden bazılarının glikoforin A, bazılarının ise myeloperoksidaz ile immünreaktivite gösterdiği görülmüştür. Morfolojik ve immünohistokimyasal boyamalar sonucunda bu hücre gruplarının eritroid ve myeloid seri öncülleri içeren ekstramedüller hematopoez alanları olduğu ortaya konmuş, olgu ekstramedüller hematopoez alanları içeren leiomyoma olarak raporlanmıştır. Leiomyoma, üreme çağındaki kadınlarda sık rastlanılan benign düz kas tümörü olmakla birlikte, literatür incelendiğinde, ekstramedüller hematopoez alanları içeren leiomyom olgusunun az sayıda olduğu görülmüştür.Item Endonazal endoskopik inverted papillom cerrahisinde uludağ deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-01) Demir, Uygar Levent; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışmada sinonazal bölgenin en sık opere edilen benign tümörü olan invertedpapillom(İP) tanısı ile endonazal endoskopik cerrahi uygulanan hastalarda klinik sonuçların ve rekürrens ile tümör evresi arasında ilişki olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu retrospektif çalışmada üçüncü basamak hizmet veren bir üniversite hastanesinin KBB anabilim dalında 2005 ile 2019 yılları arasında İP tanısı ile endoskopik cerrahi uygulanmış ve çalışma kriterlerine uyan 75 hastanın tıbbi verileri değerlendirilmiştir. Hastaların demografik verileri, primer semptomları, ameliyat öncesi görüntülemeleri, ameliyat notları, tümör evreleri ile takipte gelişen rekürrens ve malign transformasyon oranları tespit edildi. Tümör evresi ile nüks arasında ilişki olup olmadığı istatistiksel olarak hesaplandı. 50 hastaya primer cerrahi ve 25 hastaya ise rekürren cerrahi uygulandığı görüldü. Hastaların tümör evreleri; T1 (n:11, %14), T2 (n:39, %52), T3 (n:16, %21) ve T4 (n:9, %12) olarak bulundu. Tümörün en sık yerleştiği bölgeler, 52 hastada lateral nazal duvar-maksillersinüs medial duvarı ve 28 hastada etmoid hücrelerdi. Takip süresinde 4 hastada (%5) skuamöz hücreli kansere dönüşüm izlendi. Nüks gelişmesi oranları ile tümör evresi arasında anlamlı (p<0.001) ilişki saptandı; T1: 1/11 (%0,9), T2: 7/39 (%18), T3: 9/16 (%56) ve T4:8/9 (%88). Endoskopik endonazal cerrahi ile İP tedavisinde son yıllarda çok başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Ancak effektif cerrahilere rağmen bu tümörlerde rekürrens veya malign transformasyon riski halen yüksektir. Bu nedenle cerrahi sonrası endoskopik ve görüntüleme yöntemleri ile düzenli takipler yapılması mutlak gerekliliktir.Item Farklı histolojik boyama yöntemlerinin kıkırdak dokusunda karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-02) Sırmalı, Şahin A.; Şen, Esra; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim DalıGünümüzde kıkırdak doku bileşenlerini göstermek için kullanılan bazı temel boyama yöntemleri vardır ve istenilen amaç doğrultusunda iyi sonuç vermektedirler. Ancak, bu yöntemlerin her biri kullanışlılık açısından bir takım dezavantajlara da sahiptir. Bu nedenle %10’luk formalinde fikse edilen dokulardan alınan kesitler, rutin sitolojik vaginal smear boyamasında kullanılan Shorr boyası ve bununla birlikte on farklı teknikle boyandı. Böylece gerek bu yöntemlerin ve gerekse Shorr boyama yönteminin avantaj ve dezavantajları kıyaslanabildi. Sonuç olarak, dezavantajları en aza indirecek ve araştırmacıların istediği boyama süresi, girilen farklı solüsyon sayısı ve maliyet açısından daha ekonomik olan Shorr boyasının kıkırdak doku bileşenlerini ışık mikroskobik düzeyde oldukça iyi gösteren bir boyama yöntemi olacağı kanısındayız.Item Küçük hücreli dışı akciğer kanserli kranial metastaz gelişen olgularda metastazektomi yapılan ve sistemik tedavi alan hastaların retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-20) Deligönül, Adem; Bekar, Ahmet; Melek, Hüseyin; Çubukçu, Erdem; Sarıhan, Süreyya; Şahin, Ahmet Bilgehan; Evrensel, Türkkan; Tıp Fakültesi; Göğüs Cerrahisi Ana Bilim DalıKüçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK)’nin en sık metastaz yaptığı organlardan biri beyindir. Beyin metastazı olan hastalar tedavi edilmediğinde ortalama yaşam süresi aylarla sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı beyin metastazı yapmış evre 4 KHDAK hastalarda beyin metastazı için cerrahi tedavi uygulamasının onkolojik sonuçlarını göstermektir. Kliniğimizde 2004-2012 yılları arasında KHDAK tanısı konan ve BM nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 59 hastanın verileri prospektif olarak kaydedildi ve retrospektif olarak incelendi. Hastaların cerrahi ve onkolojik sonuçları irdelendi. Sağ kalım süresi beyin metastazı tanısı konulduğu tarih ile ölüm tarihi veya mevcut en son takip arasındaki zaman olarak hesaplandı. Hastaların 51’i erkek, 8’i kadın, ortalama yaş 56.92 (37-81) yıl idi. Cerrahi olarak 55 hastaya total eksizyon, 4 hastaya subtotal eksizyon yapıldı. Ameliyat sonrası mortalite saptanmadı. Patolojik inceleme sonucunda 55 hastada cerrahi sınırlar tümörsüz, 4 hastada ise cerrahi sınır mikroskobik pozitif olarak bildirildi. Ameliyat sonrasında tüm hastalara palyatif kranial radyoterapi ve sistemik kemoterapi verildi. 11 hastaya(%18,6) akciğerdeki primer kitleye kemoradyoterapi verildi. 8 hastaya akciğere yönelik cerrahi lobektomi, 7 hastaya pnömonektomi uygulandı. Medyan genel sağkalım süresi 12,00 (1,0-159,0) aydı. Hastaların 12, 24 ve 60 aylık sağkalım oranları sırasıyla %47.5, %28.8 ve %13.5 olarak bulundu. Üç olguda ise 10 yılın üzerinde genel sağ kalım elde edildi. Beyin metastazı yapmış KHDAK’lu hastalarda kranial metastazektomi hastaların sağkalımına olumlu katkı sağlayabilir.Item Laparaskopik nefrektomide ağrı kontrolünde transvers abdominis plane (TAP) blok etkinliğinin retrospektif olarak incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-30) Altın, Suat; Akesen, Selcan; Yavaşcaoğlu, Belgin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıLaparoskopik cerrahilerde, postoperatif ağrı yönetiminde uygulanan multimodal yaklaşımda rejyonal tekniklerin önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada, laparoskopik nefrektomilerde Transvers Abdominis Plane (TAP) bloğun postoperatif ağrı yönetiminde etkinliğini retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Laparoskopik nefrektomi cerrahisi geçirmiş, postoperatif analjezi için hasta kontrollü analjezi (HKA) ile iv morfin verilen 50 olgunun anestezi kayıtları incelendi. Operasyon odasında anestezi indüksiyonu öncesi TAP blok uygulanan (Grup TAP, n=25) ve uygulanmayan (Grup Kontrol, n=25) hastalar iki gruba ayrıldı. İntraoperatif desfluran MAK (minimum alveolar konsantrasyon) değerlerinin ve fentanil tüketiminin Grup TAP’de anlamlı olarak düşük olduğu bulundu (p<0,001). Postoperatif ağrı skorlarının (VAS 0-10) (0. dk, 30. dk, 2.sa, 4.sa, 8.sa ve 12. sa) ve postoperatif HKA yöntemi ile morfin tüketiminin Grup TAP’de anlamlı olarak düşük olduğu saptandı (p<0,001). HKA ile ilk morfin kullanma zamanının Grup kontrol’de daha kısa olduğu bulundu. (p<0,001). Bulantı-kusma ve hipertansiyon gibi opioidlerle ilişkili yan etkilere kontrol grubunda, TAP grubuna göre daha sık rastlandığı saptandı (p<0,001). Grup TAP’de hasta memnuniyetinin daha yüksek olduğu saptandı (p<0,001). Sonuç olarak, laparoskopik nefrektomi cerrahisi geçirecek olgularda preoperatif dönemde genel anesteziye ilave TAP bloğun uygulanması, intraoperatif anestezik ve analjezik tüketimini azaltarak daha kaliteli bir postoperatif ağrı yönetimi sağlamaktadır.Item Malign peritoneal mezotelyoma hastalarının retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-24) Ocak, Birol; Şahin, Ahmet Bilgehan; Dakiki, Bahar; Odman, Hikmet Utku; Deligönül, Adem; Çubukçu, Erdem; Evrensel, Türkkan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıMezotelyoma plevra, periton, perikard ve tunica vaginalisin serozal yüzeylerinden gelişen malignitedir. Özellikle asbest maruziyeti ile ilişkilendirilmiştir. Malign peritoneal mezotelyoma (MPM) plevral tutulumdan sonra ikinci sıklıkta görülür. Çalışmamızda MPM tanısı alan hastalarda demografik özelliklerin, kullanılan tedavi seçeneklerinin incelenmesi amaçlandı. Çalışmamızda 12 erkek, 4 kadın toplamda 16 hastanın medyan yaşı 66 (46-93) yıldı. 15 hasta epiteolid, 1 hasta bifazik histopatolojiye sahipti. 2 hastaya hipertermik intraperitoneal kemoterapi (HİPEK) yapılmıştı. Birinci seçim kemoterapi alan 16 hasta, ikinci seçim kemoterapi alan 13 hasta, üçüncü seçim kemoterapi alan 4 hasta, dördüncü seçim kemoterapi alan 1 hasta mevcuttu. Birinci seçim kemoterapi alan hastaların medyan progresyonsuz sağkalımı 14,4 ay (CI %95 7,4:21,4) saptandı. Hastaların medyan toplam sağkalımı 22,0 aydı (CI %95 16:27,9). Standart tedavi seçenekleri arasında olan sitoredüksiyon cerrahisi + HİPEK, sistemik kemoterapi ve immünoterapinin optimal kullanımı ve bu tedavilere uygun hasta seçimi için prospektif, multidispliner, daha fazla hasta sayısı içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Nedeni açıklanamayan infertilite olgularında sperm dna bütünlüğünün fertilizasyon başarısı ve erken embriyoner gelişime etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-14) Tezcan, Elçin; Kasapoğlu, Işıl; Uncu, Gürkan; Avcı, Berrin; Tıp Fakültesi; Tıp Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalıİnfertilite olgularının yaklaşık %15’inde infertilite sebebi olabilecek bir patoloji saptanmayıp, açıklanamayan sebeplerle konvansiyonel gebelik gerçekleşmemektedir. Araştırmalar, sperm DNA hasarının üremeye yardımcı tekniklerin (ÜYT) sonucunu olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur. Çekirdek bütünlüğü korunmuş olan spermleri seçmeye yönelik non-invaziv yöntemler geliştirilmekle birlikte, bu yöntemlerin açıklanamayan infertilite olgularında ÜYT başarısı üzerindeki etkisi henüz tartışmalıdır. Bu çalışmada DNA hasarlı spermlerin dansite gradient santrifüjü (DG) yöntemi ile tek başına ve non-invaziv manyetik aktivasyonla hücre ayırma (MACS) yöntemiyle birlikte eliminasyonu sonrası kullanılan spermlerin fertilizasyon ve erken embriyoner gelişime etkisi karşılaştırılarak uygun semen hazırlama yönteminin saptanması hedeflenmiştir. Açıklanamayan infertilite tanısıyla ÜYT programına alınan çiftlerde, DG yönteminin tek başına ve MACS yöntemiyle birlikte kullanımının, kaliteli sperm elde etmedeki başarısı, her iki yıkama metoduyla elde edilmiş spermlerde TUNEL yöntemi ile DNA bütünlüğü açısından ve Hematoksilen Eosin boyamasıyla morfolojik açıdan değerlendirildi. Klinik parametrelere etkisini değerlendirmek amacıyla, her iki yıkama yöntemiyle elde edilen spermlerin ICSI sonrası fertilizasyon ve embriyo gelişimsel potansiyeline bakıldı. MACS+DG yöntemiyle yıkanan sperm örneklerinde sperm DNA fragmantasyon oranının ve vakuol (+) sperm oranının DG yöntemiyle elde edilen spermlere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azaldığı görüldü. DG veya MACS+DG ile yıkanan spermlerle mikroenjeksiyonu gerçekleştirilen oositler arasında fertilizasyon ve embriyo gelişimsel potansiyelinde bir farklılık oluşmaması intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu uygulamalarında spermin doğal seçiliminin söz konusu olmamasının bir sonucu olduğu düşünülerek, MACS tekniğinin ICSI protokollerinde gerekli olmadığı, spermin doğal seçiliminin gerçekleştiği intrauterin inseminasyon (IUI) ve IVF uygulamalarında daha etkin olacağı sonucuna varıldı.Item Plevral glukoz ve adenozin deaminaz: intraplevral streptokinaz sonrası cerrahi gereksinimini öngören belirteçler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-03) Demirdöğen, Ezgi; Dilektaşlı, Aslı Görek; Melek, Hüseyin; Coşkun, Funda; Ursavaş, Ahmet; Karadağ, Mehmet; Ege, Ercüment; Tıp Fakültesi; Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalıİntraplevral streptokinaz etkinliğinin incelenmesi amacıyla, enfekte plevral sıvıda intraplevral streptokinaz tedavi (İPST) takiben cerrahi ihtiyacı, opere olan ve olmayan olgularda plevral sıvı parametrelerinin bu ihtiyacı öngörmedeki etkisinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Kliniğimizde beş yıllık periyotta İPST uygulanan olgular retrospektif olarak incelenmiştir. Tüberküloz plörezi olguları çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya dahil edilen İPST uygulanmış 72 hastanın 58’i parapnömonik efüzyon (PPE), 10’u komplike parapnömonik efüzyon (KPE) ve 4’ü ampiyem idi. İPST sonrası 72.saat, 24saat öncesi ile karşılaştırıldığında plevral sıvı drenajının anlamlı düzeyde arttığı gözlenmiştir [0 ml (0–1000) karşı 650 ml (0-2935), p<0.001]. Hastaların %76’sı cerrahi ihtiyacı olmadan başarılı bir şekilde tedavi edilmiş iken, %24’ünde intraplevral tedaviye rağmen cerrahi yapılmıştır. İki grupta İPST öncesi başlangıç plevral sıvı analizleri karşılaştırıldığında, opere olmayan grupta glukoz düzeylerinin daha düşük, plevral adenozin deaminaz (ADA) seviyesinin ise daha yüksek olduğu saptanmıştır [10 mg/dl (0-161) karşı 69 (5-148), 35 U/L (0-234) karşı 19 (3-82), p=0.026, p=0.003, sırasıyla ]. İPST plevral drenajı arttırıp, operasyon ihtiyacını azaltabilir. Bu çalışmada bulgular, İPST öncesinde plevral sıvı glukoz ve ADA düzeylerinin cerrahi gereksinimini, dolayısıyla İPST etkinliği ve başarısını tahmin etmek için kullanılabileceğini düşündürmektedir.Item Sıçan ovaryum dokusunda doksorubisin ile indüklenmiş folliküler apoptotik aktivasyonda dialil disülfit’in koruyucu etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-30) Önal, Aysun; Şen, Esra; Saygı, Seda Sarıbal; Akbaş, Ayşe; Avcı, Berrin; Kahveci, Zeynep; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada önemli bir kemoterapötik ajan olan doksorubisinin ovaryum üzerindeki toksisitesini belirlemek ve ovaryan toksisite üzerine yüksek antioksidan kapasiteye sahip olan dialil disülfitin etkinliğini değerlendirmek amaçlandı. Çalışma kapsamında 35 adet Wistar albino cinsi dişi sıçan 5 alt gruba ayrıldı: Grup I: Kontrol-Doksorubisin Grubu, Grup II: Kontrol-Dialil disülfit Grubu, Grup III: Doksorubisin Uygulanan Grup, Grup IV: Dialil disülfit Uygulanan Grup, Grup V: Doksorubisin + Dialil disülfit Uygulanan Grup. Morfolojik değerlendirme hematoksilen eozin boyaması ile gerçekleştirildi. Apoptotik aktivasyon TUNEL yöntemi ile değerlendirildi. Doksorubisin uygulamasının primordiyal, sekonder ve graaf follikül sayılarında azalmaya sebep olduğu gözlemlenirken, atretik follikül sayılarını ise arttırdığı saptandı. Dialil disülfit tedavisinin doksorubisin ile indüklenmiş ovaryan toksisiteyi azaltabileceği ve ovaryan follikül rezervinin korunmasında etkili olabileceği sonucuna varıldı.Item Spiküle meme kanserlerinin histopatolojik moleküler biyobelirteçler ve manyetik rezonans görüntüleme arasındaki korelasyonu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-17) Gökalp, Gökhan; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı spiküle ve spiküle olmayan meme kanserinin MRG ve histopatolojik bulguları arasındaki ilişkiyi karşılaştırmaktır. Ocak 2014 ile Ocak 2018 arasında, mamografide BI-RADS kriterlerine göre 50 spiküle ve 40 spiküle olmayan kitle olarak ultrasonografi kılavuzluğunda biyopsi veya lumpektomi/mastektomi yapılan 90 kadın çalışmaya alındı. Meme kanserinin moleküler biyobelirteçlerini tanımlamak için östrojen reseptörü (ÖR), progesteron reseptörü (PR), HER2 ekspresyonu ve Ki67 indeksi kullanıldı. Korelasyonların istatistiksel önemini ölçmek için Pearson ki-kare testi yapıldı. İki grup arasında yaş açısından fark yoktu (p=0.331). Kitlelerin büyüklüğü iki grup arasında farklı değildi (p=0.244). Spiküle kitlelerde T2A görüntülerde (T2AG) daha fazla hipointens sinyal özelliği tespit edildi (p=0.004). MRG'de multifokal veya multisentrik tutulum, kitlesiz boyanma, periferik halkasal boyanma ve aksiller lenf nodu tutulumu açısından iki grup arasında fark yoktu (sırasıyla p=0.237, p=0.622, p=0.096, p=0.295 ve p=0.764). ÖR ve PR pozitifliği spiküle kitlelerde daha yüksekti (sırasıyla p=0.027 ve p=0.03). HER2 pozitifliği ve Ki67 indeksi için iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (sırasıyla p=0.571 ve p=0.596).ÖR ve PR pozitifliği spiküle kitlelerde daha fazla olma eğilimindedir. Bu, hastalığın seyrini ve tedavinin etkinliğini tahmin etmede yardımcı olabilir.