2016 Sayı 26
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13102
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item 1930 öncesi bakhtin çevresi estetiğinde form ve içerik(Uludağ Üniversitesi, 2016) İlim, FıratBu çalışmanın amacı, Bakhtin Çevresi düşünürlerinin Rus Formalistleri sonrası form ve içerik unsurlarını tekrar ele alış biçiminin ana hatlarını serimlemektir. Formalistler herhangi bir estetik kuram ortaya koymamış ve özel bir metodoloji geliştirmek için çabalamamışlardır. Onlar edebiyat alanını genel estetikten soyutlayarak başlı başına “edebilik” konusu ile ilgilenmişlerdir. Bakhtin, Voloşinov ve Medvedev’in özel olarak ilgilendiği form sorunsalı ise, Formalistlerin aksine, felsefi estetikle ilişkilendirilen bir içerik estetiği üzerinden yeniden ele alınır. Bakhtin Çevresi’ne göre form, bireysel bir girişimin ürünü olmaktan büsbütün uzak bir biçimde, belirli sosyolojik amaç ve yönelimler ışığında belirlenen toplumsal-tarihsel bir üründür. Bu yaklaşım, estetik form sorunsalını bilgi sosyolojisinin bir konusu haline getirirken, aynı zamanda edebiyat, estetik ve kültür alanlarını tarihsel ve toplumsal pratikle yeniden ilişkilendirecek bütünlüklü bir estetik kuram fikrinin çekirdeğini oluşturur. Biz bu çalışmada Bakhtin tarafından 1930 sonrasında geliştirilecek olan bu kuramın erken uğraklarını ve bu uğraklar içerisinde form ve içerik unsurlarının ilişkisini ele alacağız.Item Çağdaş mantıkçı anlam kuramında dil-dünya ilişkisi ve metafiziğin yadsınması(Uludağ Üniversitesi, 2016) Çelebi, VedatMantıkçı anlam kuramının temel amacı gündelik dilden kaynaklanan belirsizlikleri, çok anlamlılığı ortadan kaldırmak ve biçimsel bir dil oluşturmaktır. Mantıkçı anlam kuramının dil-dünya uygunluğunu esas alan mantıksal atomcu yaklaşımı, dildeki tek tek bütün anlam birimlerinin dünyadaki şeylere karşılık geldiğini, dildeki her sözcüğün bir şeye, her önermeninse belli bir olgu bağlamına gönderme yaptığını savunan anlam görüşüdür. Bu noktada mantıkçı anlam kuramı çerçevesinde değerlendireceğimiz kendilerine Viyana Çevresi filozofları da denen mantıkçı pozitivistler, önermeler arasında ayrım yaparak; metafizik önerme ve kavramların anlamdan yoksun olduğunu iddia ederler. Çünkü onlara göre, yalnızca kesin olarak doğrulanabilen önermeler anlamlı olabilir. Buradan hareketle anlam sorununun gerçekte bir doğruluk sorunu olduğu sonucuna varmışlardır. Sonuç olarak bu makalede, mantıkçı anlam kuramının dil-dünya ilişkisi ve metafizik eleştirisi mantıksal atomcu ve mantıkçı pozitivist yaklaşımlarından hareketle değerlendirilecektir.Item Deneyimin içkin süreci: Jean-Luc Nancy ve dünya düşüncesi(Uludağ Üniversitesi, 2016) Demirtaş, Mustafa; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüBu çalışmada, Nancy’nin felsefesinin “dünyanın anlamı” hakkında nasıl bir düşünüm geliştirdiği üzerinde durulacaktır. Nancy’nin mutlak bir içkinlik olarak gördüğü dünya düşüncesinin “ortak-varoluş”la ve “ile-olmak” fikriyle nasıl bir temas içinde olduğu gösterilecektir. Nancy için varoluşun ortak olgusu bir dünyanın paylaşımıdır. Dünya varoluşa dışsal olmaktan ziyade, kendimizi içinde bulduğumuz, paylaşılmış bir varoluşu deneyimlediğimiz bir yerdir. İkamet etme yeri olarak dünya, yani varoluş, bugün bizim en temel sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluğu yoğun bir teknolojik, ekonomik ve kültürel eşitsizlikle dünyayı yıkıma uğratmakta olan küreselleşme olayına karşı üstlenmemiz gerekmektedir. Nancy, dünyanın giderek kendisini yok edecek bir yola sürüklendiği bir süreçte, hemen, ertelemeksizin ve bir dünya olasılığını açabilmek amacıyla her türlü mücadeleye girişmemiz gerektiğinin önemini vurgular. Bu çalışmada da, Nancy’nin felsefi düşüncesinden hareketle, bu mücadelelerin gerçekleşeceği yer olan ortaklık içinde deneyimlediğimiz bir dünyanın kendini yaratma kapasitesini nasıl açığa çıkarabileceği tartışılacaktır. Bununla birlikte, dünyayı yaratmanın en temel yolunun nasıl bir varoluş biçimiyle, yani nasıl bir mevcudiyetle yaşama geçirilebileceği incelenecektir.Item Galileo’nun iki büyük dünya sistemi hakkındaki diyalogları ve bilime etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2016) Küçükali, Rıdvan; Koç, MustafaYüzyıllar boyunca devam eden Dünya merkezli evren anlayışı yerine Güneş merkezli evren anlayışının önerilmesi, bilimde köklü değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Bu değişiklik, matematiğin bilim dili olarak kullanılmasını sağlamıştır. Böylece evreni anlamanın yolu mantıksal ifadelerle değil, matematiksel denklemlerle açıklığa kavuşmuştur. Bilimsel araç ve gereçlerin niceliksel ifadelere vurgu yapması, bilimin ölçülebilir niteliğini ortaya koymuştur. Galileo’nun teleskopla göksel cisimlere ilişkin elde ettiği bilgiler Dünya merkezli evren anlayışının yıkılışı olarak yorumlanır. Bu durum aynı zamanda skolastik düşünceye en önemli karşı koyuş olarak kabul görmüştür. Bu karşı koyuş bilimsel devrim olarak adlandırılır. Bu çalışmada gökyüzüne dair ilk geometrik modellerin tarihsel gelişimine yer verilmiştir. Bu sistemin temel dayanak noktalarını ve birbirinden hangi noktalarda farklılık gösterdikleri belirtilmiştir. Galileo’nun katkısıyla şekillenen Güneş merkezli evren anlayışının yol açtığı gelişmeler bilimin ışığında incelenmiştir. Kısaca evrenin yapısı hakkındaki düşüncelerin nasıl geliştikleri gösterilmiştir. Galileo evrenin yapısına dair iki konuyu tartışacaktır. İlki evrene tanınacak merkezin neresi olduğudur. İkincisi Dünya’nın hareket edip etmediği görüşüdür. Hareket problemine bağlı olarak Dünya’nın hareketinin neden gözlenemediği ve üzerindeki nesnelerin neden uzaya fırlamadığı problemi açıklığa kavuşturulacaktır.Item Herkes biraz Macbeth biraz da Hamlet’tir(Uludağ Üniversitesi, 2016) Özüaydın, Bergen Coşkunİnsanoğlu, kendini ve dünyayı anlamak ve açıklamak için daima çaba sarf etmiştir. Felsefe, tarihin başlangıcından beri, onun bu çabasındaki en temel araç olmuştur. Fakat felsefenin yanı sıra, genel olarak sanat ve özel olarak tiyatro eserleri de insanoğlunun bu çabası boyunca, en önemli yardımcıları olmuştur. Tiyatro eserleri, Macbeth ve Hamlet gibi trajedi karakterleri aracılığıyla, kendimiz ve yaşam hakkındaki bilgimizi genişletir ve aynı zamanda bizi, kendi öz benliğimizle yüzleştirirler. Yüzyıllardır doğruların peşinde koşan filozofların kelimeleri ve düşünceleri, tragedyalarda canlanmaktadır. Bu makalede, felsefe ve tiyatro eserleri arasındaki bağlantıyı göstermek için William Shakespeare’in çok önemli iki trajedisi, Macbeth ve Hamlet trajedileri seçilmiştir. Tiyatro eserlerinin, insan ve insan dünyası hakkındaki felsefi bilgiyle sıkı bir şekilde bağlantılı olduğunu iddia eden bu yazıda, bazı filozofların çalışmalarının rehberliğinde ve Macbeth ve Hamlet trajik kişiliklerinin ışığında, “arzu” ve “hayat” kavramları tartışılacaktır.Item İdeoloji üzerine felsefi bir değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 2016) Macit, M. Hanifiİdeoloji, kötü anlamda kullanılma olanağı olan, yani pejoratif bir yapıya sahip özel kavramlardan biridir. Özellikle çeşitli otoriter projelerle neredeyse benzer anlam örüntüsünde kullanılması, Marksist terminolojide yanlış bilinç, hakikatin karşıtı olarak tanımlanması bu olumsuz imajı iyice güçlendirmiş, pekiştirmiştir. Acaba ideoloji üzerine söylenebilecek olan her şey onun bir yanılgı, yanlış bir bilinç ve modası geçmiş bir kavram olduğuyla sınırlı mıdır? Bu çalışmada; “ideolojinin olumsuz içeriğini saklı tutarak” onu aşan anlamının ortaya konulabileceğine yönelik bir değerlendirme yapılacaktır.Item Johannes Climacus ya da her şeyden şüphe edilmelidir(Uludağ Üniversitesi, 2016) Kierkegaard, Soren; Yıldırımer, ŞenizDanimarkalı filozof Soren Aabye Kierkegaard’ın gençlik eserlerinden olan Johannes Climacus ya da De omnibus dubitandum est, “Her şeyden şüphe edilmelidir.” ilkesinin eleştirisini konu edinir. Modern felsefede Descartes’ın felsefenin temel ilkesi olarak belirlediği bu yaklaşım, filozofun yaşadığı dönemde hakim felsefî görüşün sahibi olan Hegel tarafından devam ettirilmiştir. Kierkegaard, felsefenin şüphe ile başlamasını eleştirirken, şüphe, şuur, tefekkür kavramlarına özgün yorumlar geliştirir. Bu çalışmada söz konusu eserin bazı bölümleri tercüme edilmiştir.Item Kopula üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2016) Çiçekdağı, CanerDilbilgisinde “kopula” veya “koşaç” olarak adlandırılan ögenin özellikle mantıkta önermesel yapıları oluşturmada ve yargı bildirmede önemli bir işlevi vardır. Ancak kopulanın varoluşsal/varlıksal işlevinin mi, yoksa dilsel bir bağlama işlevinin mi olduğu tartışma konusudur. Aristoteles her iki işlevinin de olduğunu düşünürken Abelard gibi mantıkçılar sadece dilsel bir işlevi olduğunu savunmaktadır. Bu makalede kopulanın ne olduğu ve işlevleri her iki mantıkçıya göre ele alınacak ve yorumlanacaktır.Item Plotınus’un hayatı, kişiliği ve felsefî üslûbu üzerine kısa bir deneme(Uludağ Üniversitesi, 2016) Salıya, Derya Aybakan; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüÜnlü filozof Plotinus’u hayatı, kişiliği, felsefî üslûbu ve felsefî düşünceleriyle beraber değerlendirmeye çalıştığımız bu yazı içerisinde bir yandan filozofun düşünce dünyası, istinat ettiği kaynaklarla beraber irdelenirken diğer yandan ise felsefesinin kendisinden sonrakiler üzerinde bıraktığı etki değerlendirme konusu yapılmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, Plotinus’un düşüncesinin temel yapı taşlarının, kendisinden önceki filozoflarda ve düşünce akımlarında bulunduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Zira o, Stoacı ve Epikürcü okullar gibi yeni Pythagorascılar, Kinikler ile Aristotelesçi bilim (Collins 2000: 126) gibi hemen hemen ortadan kaybolmak üzere olan, deyim yerindeyse ölüm kalım savaşı veren felsefeleri bir sentez halinde bir araya getiren ve aşkın olana yaptığı yeni bir vurgu ile düşünce dünyasında kendine has bir konum elde eden önemli filozoflardan biri olarak anılmaktadır. Yukarıda adı geçen filozofları materyalist unsurlarından arındırarak kendisine mal eden Plotinus, felsefî öğretisi içerisinde Aristotelesçi kategorileri kullandığı gibi evrensel doğa sevgisi gibi stoacı unsurlardan da faydalanır. Makale boyunca savunmaya çalıştığımız temel iddia ise Plotinus’un kendisinden önceki felsefelerden ciddi bir biçimde etkilendiğidir. Fakat diğer taraftan o, Hıristiyan, Yahudi ve İslam düşüncesi ile Rönesans düşünürü Marsilio Ficino’ya, daha geç dönemlerde İngiliz romantizm hareketinin kurucularından Samuel Taylor Coleridge’ye, Emerson, Yeats ve daha niceleri üzerinde muazzam bir etki bırakmıştır (Corrigan 2005:3).Item Siyaset felsefesinde adalet, eşitlik, özgürlük(Uludağ Üniversitesi, 2016) Urhan, VeliDüşünce tarihine, Greklerden günümüze gelinceye kadar, bütünlüğü içerisinde bakıldığında, genel hatlarıyla birbirinden farklı iki adalet anlayışının oluşageldiğini söylemek mümkündür. İnsanların niteliksel eşitsizliği fikrine dayanan, etikle siyasetin birbirinden ayrı olarak düşünülmediği klasik etik ve siyaset felsefesinin adaleti. İnsanların niteliksel eşitliği fikrine dayanan, etikle siyasetin birbirinden tamamen ayrı olarak ele alındığı modern siyaset felsefesinin adaleti. Bu adalet artık söz konusu dört ana erdemden biri olarak düşünülmemektedir. Eşitlik kavramı, zaman zaman yanlış olarak, özdeşlik ya da aynılık anlamlarında da kullanılmakla birlikte, onun asıl anlamının her hangi bir şeyin bireyler arasında dengeli biçimde bölüştürülmesi olduğunun unutulmaması gerekir. Bireyler arasında neyin bölüştürüldüğüne bağlı olarak, birbirinden farklı eşitlik kavramlarından söz edilebilir. Eşitliğin en çok görülen üç şekli olarak, kurumsal eşitlik, biçimsel eşitlik ve fırsat eşitliği örneklerinden söz edilebilir. İnsanın var olduğu yerde varlıklarından söz edilebilecek olan ve birbiriyle bir karşıtlık ilişkisi içerisinde bulunan kavramlardan biri özgürlük diğeri otoritedir. Bu karşıtlık ilişkisi, toplum ya da bazı toplumsal sınıflar ile onları yöneten hükümet arasında var olduğu için, özgürlük otorite sahibi olan yöneticilerin despotik yönetimine karşı korunmayı ifade eden bir kavram olarak dikkati çeker. Özgürlük, en geniş anlamıyla, insan bireysel bir varlık olarak dikkate alındığında irade özgürlüğü, toplumsal bir varlık olarak dikkate alındığında siyasal özgürlük olarak gündeme gelir.Item Yüksek öğretimde ideal öğretim elemanı nasıl olmalıdır?(Uludağ Üniversitesi, 2016) Akgün, MehmetBu çalışmada, üniversitelerde yürütülen eğitim ve öğretimin bir çok unsuru arasında yer alan öğretici ve öğrenci unsurlarından biri olan öğretici durumundaki öğretim elemanın, ideal bir öğretim elemanı olabilmesi için hangi niteliklere sahip olması gerektiği üzerinde durulacaktır. Bilindiği üzere öğretim elemanı yüksek öğretimin vazgeçilmezlerinden biridir. Yüksek öğretimin nitelikli elemanlar yetiştirmesinin, nitelikli öğretim elemanlarına sahip olmasıyla mümkün olacağı şüphesizdir. İlk, orta ve lise eğitim ve öğretimlerinde, eğitim ve öğretimin temel unsurları olan öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili birçok çalışma yapılmasına rağmen, ne yazık ki, yüksek öğretimde aynı konunun çok az işlendiği görülmektedir. Bu nedenle yüksek öğretimde eğitim ve öğretimin iki önemli unsurundan biri olan öğretim elemanının hangi nitelikleri taşırsa, öğrencileri üzerinde kendisiyle ilgili olarak etkiler uyandırabileceği ve onların nitelikli birer insan ve vatandaş olmalarına katkılar sağlayabileceği önem arz ettiğinden, bahsi geçen konuda tecrübeye dayalı bilgiler verme gereği doğmuştur. Çalışmada sözü edilecek nitelikler, bir öğretim elemanı tarafından dikkate alınarak gereği yerine getirilirse, yüksek eğitim ve öğretiminin ana hedefi olan örnek insanın topluma kazandırılacağı düşünülmektedir.