2008 Cilt 34 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18314
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item İleri yaş ayrılmış femur boyun kırıklarında unipolar ve bipolar protez uygulamaları(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-14) Bölük, Kemal; Bilgen, M. Sadık; Durak, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim dalı’nda 1996 -2002 yılları arasında hemiartroplasti ile tedavi edilen ayrılmış femur boyun kırıklı 80 hastada uygulanan unipolar veya bipolar protezlerin sonuçları karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Unipolar protez uygulanan 40 olgu grup I, bipolar protez uygulanan 40 olgu ise grup II olarak ayrıldı. Grup I’de olguların 24’ü kadın, 16’sı erkek ve ortalama yaş 71 (45-97), grup II de hastaların 29’u kadın, 11’i erkek olup ortalama yaş 67 (47-87) idi. Her iki gruptaki olgular Garden sınıflandırmasına göre tiplendirildi. Hastaların sonuçları Harris kriterleri ve radyolojik incelemelere göre değerlendirildi. Sonuçta grup II’deki olgularda, grup I’e göre daha iyi fonksiyonel sonuçların elde edildiği ve aralarındaki farkın istatiksel olarak anlamlı olduğu saptandı ( p<0.001). Buna göre bipolar protezlerin unipolar tipe oranla komplikasyonlarının daha az ve fonksiyonel sonuçlarının ise daha iyi olduğu görüşüne varıldı.Item İntertrokanterik femur kırıklarında kalkarlı parsiyel protez i̇le dinamik kalça vidası uygulamalarının karşılaştırmalı sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-14) Mutlu, Müren; Bilgen, M. Sadık; Durak, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı’nda, haziran 2001 - eylül 2005 tarihleri arasında intertrokanterik femur kırığı nedeniyle kalkarlı parsiyel protez uygulanan veya kırık tespiti için dinamik kalça vidası (DHS) kullanılan 71 hasta çalışmaya dahil edildi. DHS uygulanan 34 hasta grup I, kalkarlı parsiyel protez uygulanan 37 hasta grup II olarak ayrıldı. Grup I’deki hastalardan 9’u, grup II’dekilerin ise 12’si takip sırasında ölmeleri nedeniyle her iki grupta da 25 hastanın sonuçları değerlendirildi. Grup I ve II’deki olguların yaş ve cinsiyeti, yaralanma nedenleri, kırık tipleri, osteoporoz derecesi, ameliyata alınma zamanı, ameliyat süresi ve kanama miktarı, erken ve geç dönem komplikasyonları, hastanede kalış süresi, mortalite oranları ve fonksiyonel sonuçları karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Sonuçta; kullanılan her iki yöntemin, komplikasyon ve mortalite oranları ile fonksiyonel sonuçlar bakımından birbirine üstünlüklerinin olmadığı, ameliyata kadar geçen sürenin ölüm oranını etkilemediği, DHS uygulamasının kalkarlı parsiyel protez uygulamasına göre kanamayı azalttığı görüşüne varıldı.Item İzole renal kist hidatik, karaciğer kist hidatiği görüntüsü verebilir(Uludağ Üniversitesi, 2008-03-17) Paksoy, Ela; Öztürk, Ersin; Kılıçturgay, Sadık; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.Renal kist hidatik, karaciğer veya akciğer kist hidatiğine göre daha nadir görülür. Böbrek tutulumu tüm vakaların %2-4’üdür. Renal kist hidatik yıllarca asemptomatik olarak kalabilir ve insidental olarak tanı konabilir. Ultrason kist hidatiğin tiplendirilmesi için primer görüntüleme yöntemidir. Bilgisayarlı tomografi (BT), komplike kist varlığında ve intraabdominal organlar ile ilişkisini göstermesi açısından ultrasona göre daha iyi bir görüntüleme yöntemidir. Bizim vakamızda olduğu gibi, BT ile lezyonun kaynağı net olarak belirlenemeyebilir ve tanı kargaşasına sebep olabilir. İzole renal kist hidatiğin tedavisi cerrahidir.Item Kalp yetmezliğinde kromogranin A(Uludağ Üniversitesi, 2008-05-16) Altın, Aysun; Serdar, Zehra; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Kronik kalp yetmezliğinin (KKY) tanı ve prognozundan çeşitli hormonal sistemlerin aktivasyonu sorumludur. KKY katekolaminlerin, natriüretik peptidlerin ve renin-anjiotensin sistem kompanentlerinin artışının olduğu nöroendokrin aktivasyonla karakterize kompleks bir sendromdur. Nöroendokrin hücrelerin sekretuar granüllerinde 49 kDa ağırlığında asit bir protein olarak bulunan kromogranin A’nın (CgA), KKY’de serum düzeyleri artmaktadır. Cg A artmış düzeyleri kalp yetmezliğinin klinik şiddetiyle ilişkili olup, mortalite için de prediktif faktördür.Item Klamidya enfeksiyonlarında azitromisin(Uludağ Üniversitesi, 2008-03-20) Ozan, Hakan; Özerkan, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Bu çalışmada klamidya servisiti bulunan olgularda azitromisinin direkt antimikrobiyal etkisinin yanı sıra, makrofajların fagositik aktivitesini de arttırıp artırmadığı retrospektif olarak araştırıldı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı polikliniğine tekrarlayan vajinal akıntı şikayeti ile başvuran, pelvik muayene, fresh preparat, gram boyama, ve klamidya antijen tetkikleri sonucunda klamidya enfeksiyonu düşünülerek kendisine ve partnerine eş zamanlı 1 gram tek doz p.o. azitromisin tedavisi uygulanmış olan 54 olgu çalışma kapsamına alındı. Olguların tedavi öncesi ve on gün sonrasına ait fagositik index, partikül sayısı ve kan lökosit sayımı incelendi ve anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Tedaviden bir ay sonraki kontrol sırasında pelvik muayene, fresh preparat, gram boyama, ve klamidya antijen tetkikleri negatifti. Azitromisinin klamidya enfeksiyonu olgularında başarılı sonuç verdiği, tek doz kullanım kolaylığının hasta açısından bir avantaj oluşturduğu, ancak fagositoz üzerine uyarıcı bir etkisinin olmadığı görüldü.Item Preterm erken membran rüptürü olan gebelerde kliniğimizin perinatal sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2008-06-25) Kimya, Yalçın; Uysal, Nebahat; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Bu çalışmanın amacı kliniğimizde preterm erken membran rüptürü nedeniyle takip edilen gebelerde perinatal sonuçların incelenmesidir. Çalışma; Aralık 2004 – Aralık 2007 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı kliniğine preterm erken membran rüptürü tanısı ile yatırılan ve burada doğum yapan 90 olgunun dosya kayıtları incelenerek retrospektif olarak yapıldı. Çalışmaya dahil edilen olgular gebelik haftalarına göre iki gruba ayrıldı. Birinci grubu, 27-34. gebelik haftasında olan olgular ikinci grubu ise 26. gestasyonel hafta ve daha küçük gebelik haftasında olan olgular oluşturuyordu. Bu olgulardaki komplikasyonlar, koryoamnionit sıklığı, yenidoğanlardaki morbidite ve mortalite insidansı incelendi. Olguların 69’u (%76,7) 1. grupta, 21’i (%23,3) 2. grupta yer alıyordu. İncelenen tüm olgulara antibiyoterapi uygulanmış olduğu görüldü. Toplam 48 (%53,3) olguya tokoliz verilmiş, 42 (%46,7) olguya da tokoliz verilmemişti; ayrıca 61 (%67,8) olguya antenatal kortikosteroid uygulanmış, 29 (%32,2) olguya ise uygulanmamıştı. Yenidoğanların 33’üne (%36,6) sürfaktan tedavisi uygulanmıştı. Bunlardan 17’si (%24,6) birinci grupta, 16’sı (%76,2) ikinci grupta yer alıyordu. Birinci gruptaki olguların gebelik yaşı 31,86 hafta, ikinci grupta ise 24,88 idi. Bebek doğum tartıları da sırayla 1 804 (± 663,4) gr ve 805 (± 55,84) gr idi. Yenidoğanların oksijene ihtiyaç duydukları gün sayısı 1. grupta 21,49 gün (± 0,91), 2. grupta ise 71,60 (± 14,81) güdü. Birinci gruptaki olguların hastanede yatış süresi 35,77 gün (± 3.57), ikinci gruptaki olguları ise 93,65 (± 15.38) gündü. Birinci grupta yer alan olgulardan 6’sında (%8.7), ikinci grupta ise 5’inde (%23,8) nekrotizan enterokolit (NEK) gelişmişti. Birinci gruptan 10 olguda (%14,4) bronkopulmoner displazi (BPD) gelişirken 2. grupta bu oran %19,04 idi. Patent duktus arteriozus (PDA) ise birici grupta %4,3 oranında görülürken ikinci grupta %14,3 oranında idi. Grade III-IV intraventriküler kanama (IVK) sıklığı da ikinci grupta birinci gruba göre artmış olup sırasıyla birinci grupta % 4,3, ikinci grupta %14,3 oranında idi. Sonuç olarak preterm erken membran rüptürünün perinatal sonuçları olumsuz etkileyen en önemli obstetrik sorunlardan birisi olduğu düşünüldü.Item Propofol ve deksmedetomidin sedasyonunun göz i̇çi basıncı üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2008-05-14) Kalyoncu, Ayhan; Korfalı, Gülsen; Yavaşcaoğlu, Belgin; Baykara, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.Rejyonal anestezi ile oftalmik cerrahi dışı operasyon geçirecek olgularda propofol ve deksmedetomidin sedasyonunun göz içi basıncına etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Aksiller pleksus bloğu ile birlikte sedasyon uygulaması planlanan, 60 elektif el cerrahisi olgusu randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup P (n=30)’de propofol, 1mg kg-1 iv 10 dakikada yükleme dozu sonrası, Ramsay Sedasyon Skor’u (RSS) 3-4 olacak şekilde 50-100 μg kg-1dk-1 iv infüzyonuna devam edildi. Grup D (n=30)’deki olgulara deksmedetomidin, 1 μg kg-1sa-1 iv 10 dakika yükleme dozu sonrası RSS’u 3-4 olacak şekilde 0.2-0.7 μg kg-1sa-1 infüzyonuna devam edildi. Göz içi basınçları, çalışma ilacı yükleme dozu öncesi (kontrol değer) ve sonrası, operasyonun 15. ve 30. dakikalarında, operasyon sonunda "Tonopen XL aplanasyon tonometresi ile ölçüldü. Propofol göz içi basıncını yükleme dozu sonrası ortalama %18.6, 15.dakikada %17.8, 30.dakikada %21.7, operasyon sonunda %13.3 düşürdü. Deksmedetomidin ise göz içi basıncını yükleme dozu sonrası %34.1, 15.dakikada %36.4, 30.dakikada %42.1 operasyon sonunda ise %40.1 düşürdü. Gruplar birbirleriyle karşılaştırıldığında kontrol değere göre göz içi basıncını düşürme oranlarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0.05). Olgularda bulantı, kusma, alerji, hipotansiyon, bradikardi ve apne gözlenmedi. Propofol ve deksmedetomidin oftalmik cerrahide güvenle kullanılabilecek sedatif ajanlardır. Sedasyon düzeylerinin hemodinamik etkilerinin benzer olmasının yanı sıra, göz içi basıncını daha fazla düşürmesi nedeniyle deksmedetomidin öncelikle tercih edilebilir.Item Sıçanlarda pilocarpin ile oluşturulan epilepsi modelinde topiramat’ın antikonvulsan etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2008-03-05) Noyan, Behzat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.Bu çalışmada, topiramat (TPM) tedavisinin antikonvulsan ve hipokampüste çinko translokasyonu üzerine olan etkisinin araştırılması amaçlandı. Bu yolla TPM’ın hipokampusdeki çinko iyonları üzerinden etki ederek antiepileptik etki göstermesinde bir rolünün olup olmadığı araştırıldı. Deneylerde 300-350g. arasında erkek, erişkin Spraque-Dawley sıçanlar kullanıldı. Sıçanlardan elektrokortikografik (ECoG) kayıtların alınabilmesi için deneyler öncesinde tüm sıçanlara anestezi altında (thiopental sodium, 40 mg/kg, i.v.) 5 adet çelik paslanmaz vida elektrod epidural olarak yerleştirildi ve i.c.v. enjeksiyon için sol lateral ventriküllerine kanül yerleştirildi. Pilokarpin HCl enjeksiyonu (380 mg/kg i.p.) ile nöbet oluşturuldu. Pilokarpin HCl enjeksiyonunundan 10 dk. önce 20, 60 ve 100 mg/kg topiramat (i.p.), CaEDTA (100 mM i.c.v.) ve ZnCl2 (35 mg/kg i.p.) enjeksiyonları yapıldı. Aynı zamanda bu hayvanların davranışsal değişiklikleri gözlemlendi. Pilokarpin enjeksiyonundan iki saat sonra diazepam enjeksiyonu ile nöbetler sonlandırıldı. Sıçanlar 24 saat sonunda anestezi altında dekapite edilerek hızla beyinleri çıkarıldı. Hipokampal boyama (TSQ) ile çinko iyonlarının postsinaptik nöronlara geçip geçmediği incelendi. Status epileptikus (SE) insidansı, 24 saatlik yaşam şansı ve nöbet skorları değerlendirildiğinde, TPM’ın antikonvulsan etkileri saptandı. Tüm TPM gruplarında ECoG kayıtlarda sivri dalgaların amplitüd ve frekanslarının daha düşük olduğu gözlendi. 100 mg/kg dozda uygulandığında TPM’ın hipokampüste çinko translokasyonu üzerine etkili olduğu yani çinko iyonlarının yosunsu liflerin presinaptik terminallerinden postsinaptik nöronlara geçişini engellediği görüldü.Item Sıçanların bazı dokularında glukoz 6-fosfat dehidrogenaz ve malat dehidrogenaz aktiviteleri üzerine dinitro-o-krezol’ün etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-29) Dere, Egemen; Özdikicioğlu, Ferda; Tosunoğlu, Hakan; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Biyoloji Bölümü.Çalışmanın amacı sıçanların bazı dokularında malat dehidrogenaz (MDH) ve glukoz 6-fosfat dehidrogenaz (G6PD) aktiviteleri üzerine 4,6 dinitro-o-krezol’ün (DNOC) etkisini araştırmaktır. G6PD pentoz fosfat metabolik yolunun kontrol enzimiyken, MDH birçok metabolik yolun önemli enzimidir. Çalışmamızda, yaygın bir şekilde böcek kontrolünde ve ürün korunmasında kullanılan ve toksik bir ajan olan DNOC’un 2.8 mg kg-1’lık dozu, sıçanlara (Rattus norvegicus) intraperitonal yolla enjekte edildi. Enjeksiyondan 0, 2, 4, 8, 16, 32, 64 ve 72 saat sonra G6PD aktivitesi için sıçanların karaciğer, böbrek, beyin ve incebağırsak dokuları, MDH aktivitesi için ise sadece karaciğer ve böbrek dokuları deneye alındı. Enzim aktiviteleri spektrofotometrik yolla ölçüldü. DNOC, hem karaciğer hem de böbrek dokusunda G6PD aktivitesinde önemli bir değişiklik meydana getirmemiştir (p>0.05). Beyin ve incebağırsak dokusunda ise anlamlı değişikliklere neden olmuştur. İlave olarak, MDH aktivitesinde hem karaciğerde hem de böbrek dokusunda bazı saatlerde azalmalara sebep olmuştur (p<0.05).Item Vajinal akıntıya hastaların yaklaşımı(Uludağ Üniversitesi, 2008-02-29) Ozan, Hakan; Özerkan, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Bu çalışmada amaç vajinal akıntı konusuna hastaların verdiği önemi ve tedavilerini değerlendirmektir. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı polikliniğine vajinal akıntı nedeniyle başvuran 417 olgunun bilgileri retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların %16’sının 1ay, %11’inin 3 ay, %14’ünün 6 ay, %26’sının 1 yıl, %11’inin 3 yıl ve %22’sinin 3 yıldan uzun bir süredir vajinal akıntı şikayeti mevcuttu. Bu şikayetle başvuran olguların %35’i ilk defa tedavi için doktora başvururken, %18’i daha önce bir pratisyen doktora, %45’i de bir jinekoloğa tedavi için başvurmuştu. Hastaların %63’üne medikal tedavi verilirken sadece %28 olguda eş tedavisi uygulanmıştı. Vajinal akıntı şikayetiyle polikliniğimize başvuran olguların yapılan pelvik muayeneleri ve laboratuar değerlendirmeleri sonucunda %43 olguda kanıta dayalı enfeksiyon saptanmış ve tedavi verilmişti. Vajinal akıntının, gerek hasta gerekse doktor açısından daha çok önem verilmesi gereken genel bir sağlık sorunu olduğu sonucuna varıldı.