2018 Sayı 31
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13286
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 18 of 18
- Results Per Page
- Sort Options
Item Antonio Negri ve Michael Hardt düşüncesinde imparatorluk, çokluk ve biopolitik üretim kavramları üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Aykutalp, Aykut; Çelik, AdemBu çalışma son dönemin önemli düşünürlerinden Antonio Negri ve Michael Hardt’ın İmparatorluk, Çokluk ve Biopolitik üretim kavramlarına odaklanmaktadır. Çağdaş siyasal tartışmaların merkezindeki bu kavramlar yeni bir egemenlik biçimi olarak ele alınan İmparatorluk fikrinin düşünsel temellerini olduğu kadar çağdaş kapitalizmdeki ekonomik dönüşümü ve bu çağın yeni öznellik biçimini de tartışmaya açmaktadır. Negri ve Hardt’a göre İmparatorluk küresel uzamda işleyen bir ağ mantığı, egemenlik biçimi olarak ulus devletlerin siyasal sınırlarını aşan yeni bir egemenlik ve yönetimsel mantık olarak görülmektedir. Çokluk ise imparatorluğun iktidar ve komuta biçimlerine karşı kolektif ve müşterek bir toplumsal özne olarak ele alınmaktadır. Biopolitik üretim ise kapitalist üretimdeki maddi malların üretimini merkeze alan iş ve çalışma örgütlenmesini aşan duyguların, sembollerin, simgelerin, iletişimin ve işbirliğinin merkezinde olduğu hayatın üretimi olarak tarif edilmektedir. Bu üç kavram çağdaş dünyanın ekonomik, siyasal dönüşümünü anlamak açısından önemli bir çerçeve çizmektedir. Bu çalışma da üç kavramın sınırları dahilinde Negri ve Hardt düşüncesinin tartışmaya açtığı küresel değişimlerin doğasını anlamayı hedeflemektedir.Item Brecht’in epik tiyatro teorisi ve Arturo Ui’nin önlenebilir yükselişi oyununun felsefi bir yorumu(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Bal, MetinBu makale Brecht’in düşündürdüğü sorudan yola çıkar: Gerçekle ilişkiniz nedir? Brecht epik tiyatro teorisini gerçeği üretmek için bir alternatif olarak yaratır. Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi oyunu epik tiyatro teorisinin tüm özelliklerinin bir uygulamasının bulunabileceği bir sanat yapıtıdır. Makalenin başlangıcında epik tiyatro teorisinin sanat felsefesindeki yeri gösterilir. Bunun ardından Brecht’in Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi oyununun tarihsel ve teatral önemi anlatılır. Oyunda adı geçen ancak Brecht’in yazmadığı Yuva adlı bir şarkı yazılır. Son olarak Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi oyununun epik tiyatro teorisi bağlamında felsefi bir değerlendirmesi yapılır.Item Çağdaş nedir? Zamana aykırılık üzerine eleştirel yaklaşımlar(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Şiray, MehmetÇağdaşlık üzerine yapılan tartışmalara baktığımızda, çağdaşlık kavramı açısından en önemli sorunun, bu tanımlanan alana ilişkin uygun bir yer ve kuram, dolayısıyla eleştirel bir tavır bulma olduğunu görüyoruz. Bu çalışmada, gerçekten de böyle bir kuramda yeniliğin olup olmadığı, belirli bir ethos’un ifadesi olarak çağdaşın modernist ve post-modernist algılama ve kavranma kuramlarının deneyimlerinin ötesinde bir yaşantıya işaret edip etmediği ele alınacaktır. Bu amaçla, belki de, çağdaş dediğimiz durumun, olayın belirli bir siyaseti takip eden, bir yaşama alanını, yani belirli bir coğrafyaya ait zamanı ve mekânı tanımlayan bir adlandırma olup olmadığı tartışılacaktır. Bu makale‘de ilk kez Nietzsche’de belirgin bir biçimde karşımıza çıkan “şimdiki zamanın”, “zamana aykırılık” olarak formüle edilişi ile bu düşünceyi takip eden Giorgio Agamben, Michel Foucault, Gilles Deluze, Félix Guattari ve Jacques Rancière gibi filozofların konuya ilişkin düşüncelerine yer verilerek, kavramın radikal bir kopuş ve olay felsefesine doğru evrimi ele alınacaktır.Item Charles Taylor’da kimlik ve siyaset ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2018-08-01) Oralgül, Ezgi DemirCharles Taylor’a göre kimliklerin tanınması düşüncesi günümüz siyasetinde önemli bir yere sahiptir. Buna göre kimliğimiz tanınma ya da tanınmama yoluyla biçimlendirilmekte, yanlış tanınma ise zarar verici sonuçlar doğurmaktadır. Tanınma bu anlamda can alıcı önem taşıyan insani bir gereksinimdir. Ancak bu, hep böyle olagelmemiştir. Taylor kimlik ve tanınma kavramlarının modern insan için kaçınılmaz olmasına neden olan iki tarihsel dönüşümün bulunduğunu düşünür. Bunlardan ilki “şeref”in temelini oluşturan toplumsal hiyerarşilerin çökmesidir. Bu şeref kavramının karşısında bugün “evrenselci ve eşitlikçi” anlamda kullanılan, modern bir fikir olan onur kavramı bulunmaktadır. İkinci olarak, tanınma kavramı on sekizinci yüzyılın sonunda bireysellik idealinin yeni bir biçimde anlaşılmasıyla dönüşüme uğramış ve yoğunluk kazanmıştır. Taylor bu ideale “otantiklik ideali” adını vermektedir. Tanınma gereksinimi de kimlik de bu anlamda modern kavramlardır. Taylor hem bireysel kimliğin hem de çeşitli türden kolektif kimliklerin tanınması talebinin temelinde modernizmin idealleri olan eşitlikçi onur ve otantiklik fikirlerinin bulunduğunu düşünmektedir. Taylor’a göre tanınma günümüzde, birbirinden çok farklı iki siyaset biçimini ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri tüm yurttaşların eşit olduğunu vurgulayan evrenselcilik politikasıdır. Diğer siyaset biçimi ise herkesin kendine özgü olan kimliğiyle tanınmasını talep eden farklılık politikasıdır. Bu iki politik biçim ortak bir kökene dayansalar da çatışma halinde olmuşlardır. Taylor, bu iki görüşe karşın yeni bir evrensellik politikasını savunmaktadır. Bu makalede Charles Taylor’ın görüşlerinin çağımızın kimlik sorununa ne ölçüde katkı sağladığı değerlendirilecektir.Item Cinsiyet algısının mitsel kökeni(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Kef, EmineYunan mitolojisi, insanlığın altın çağının ateşin çalınmasıyla sona erdiğini anlatır. Tanrılarla dostluğu bozulan ve kovulan insan için düşünülmüş olan esas ceza ise kadındır. Güzel, naif, bir o kadar zehirli olan kadın. Mitolojide ilk ceza ve dinde ilk günah kadının yaratılmasıyla gerçekleşmiştir. Ya da bütün bu anlatılar, toplumsal dönüşümde altın çağından olan insanın hikayesidir. Cinsiyet algısının kendisi esasında bir çöküşün habercisidir. Varlığa gelişi zıtlık ilişkine bağlı olan doğada kültür ihdas edebilen tek canlı olan insanın özünden uzaklaşmasının alametleri, unuttuğu tarihine mevcut zihin yapısıyla yeniden kurguladığı hikayeler yerleştirmesinde görülmektedir. Doğadaki dengenin sürekliliğini sağlayan zıtlığa değer temellendirmesi üzerinden anlam yükleyerek tarafları üstün–aşağı olarak nitelendirmek, tarihsel süreçte bir cinsiyetin diğerine tahakkümünü meşrulaştırmıştır. Bu noktada, kadının her şeyin yaratıcısı Ana Tanrıçadan lanetli tanrıça Medusa’ya dönüşümü, cinsiyetçilik mevzuunda çok şey anlatmaktadır. Ancak Yunan mitolojisi bu dönüşümde zincirin son halkasıdır. Dolayısıyla, meseleyi tam manasıyla anlayıp çözebilmek için çok daha gerilere gidip Sümer ve Hint mitolojileri gibi Tanrıları ve insanı başka türlü tasvir eden anlatılara bakmak gerekmektedir.Item Çocuklar için felsefe / çocuklarla felsefe: Felsefi metotlar, uygulamalar ve amaçlar(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Boyacı, Nihal Petek; Karadağ, Filiz; Gülenç, KurtulÇocuklar için felsefe ya da çocuklarla felsefe etkinliği felsefi diyalog yoluyla çocuklarda eleştirel ve yaratıcı düşünmenin geliştirilmesini amaçlamaktadır. Bu amaç, işbirliğine dayalı bir ortamda bir grubun bakış açısının zenginleştirilmesiyle gerçekleşebilir. Özellikle 5-10 yaş arası çocukların eleştirel ve yaratıcı düşünme kapasitelerinin geliştirilme hedefi çerçevesinde organize olan bu ilginin merkezinde farklı türden felsefi perspektifler yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı son yıllarda oldukça yaygınlaşan çocuklar için felsefe/çocuklarla felsefe etkinliği içinde yer alan farklı pespektifleri felsefi ve tarihsel kökleri eşliğinde ele almak, bu perspektiflerin çocuklardaki farklı beceri alanlarına etkilerini göstermek ve bu etkiler bağlamında eğitim alanındaki öğretmenler/kolaylaştırıcılar için önemli olabilecek sonuçları ortaya koyarak birtakım önerilerde bulunmaktır.Item Descartes ve brentano: Ruhsal fenomenlerin tasnifi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Kovanlıkaya, Aliye KarabükDescartes düşünme tarzlarını genel olarak idrak etme ve murat etme olmak üzere tasnif eder. Arzulama ve kaçınma ile hüküm vermeyi murat etme başlığı altına yerleştirir ve idrak etmeden kesin olarak ayırır. Brentano kendi çağdaşlarının Descartes’ın tasnifinden ilham alarak geliştirdikleri görüşleri reddetmeye çalışır ve tasnifi yanlış anladıklarını öne sürer. Descartes’ın metinlerinde konuyla ilgili olarak yer alan ifadeleri, hükmetme ile murat etme arasındaki bağlantıyı zayıflatacak şekilde yorumlar. Bunu yapmasının nedeni doğruyu da tıpkı yanlış gibi hükümde bulması, hükmetmenin iradenin fiili olmadığını öne sürerek, doğru ile yanlışın iradeye bağlı olmasının önüne geçmeye çalışmasıdır. Bu yazıda Brentano’nun, Descartes’ın idrak ile hükmetmeyi karşı çıkılamayacak açıklıkta ayıran ifadelerini bir yana bırakıp, kendi konumunu Descartes’a mümkün olduğunca yaklaştırmak için, hükmetme ile diğer iradi faaliyetler arasındaki farkı nasıl yorumlamaya çalıştığını ve kendi yönelimsel bilinç anlayışından kaynaklanan bu yorumun Descartes’a tamamen aykırı olduğunu göstermeye çalışacağız.Item Heidegger’de düşünme biçimlerinin yazgıyla ilişkisi üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Gür, AysunHeidegger’de iki tür düşünme vardır: Teknik düşünme ve kökensel düşünme. Her ikisi de yazgının görünümlerindendir. Bununla birlikte teknik düşünme varolanları çerçeveleyerek ele alır. Bu düşünmede varolanlar hammadde olarak tasarlanır. Buradaki bakış örtücüdür; çünkü varolanlara kendisini dayatır. Kökensel düşünme ise Varlığın açıklığında ikamet eder. Böylece varolanlar kendileri olarak açığa çıkma imkânına kavuşurlar. Burada genel olarak dil, özel olarak da şiir öne çıkar. Dolayısıyla bu iki düşünme hakikatteki gizli ile açık ilişkisiyle/gizlilik ile açıklık bağıyla uyumlu olarak yazgıya yakın ile uzak olarak yorumlanabilirler. Böylece iki düşünmenin anlamları, yazgıyla bağında değişerek dönüşür. Burada teknik düşünme “bir şeyin olması gerektiği için olduğunu düşünme” olarak görünür. Kökensel düşünme de “bir şeyin olduğu için olduğunu düşünme” diye görülebilir.Item Herakleitos ve Whitehead’ın ontolojilerinde dinamik ve organik bir bütün olarak “Sınırsız evren”(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Aydoğdu, HüseyinBu çalışmamızda süreç felsefesinin önemli iki düşünürü olan Herakleitos ile Whitehead’ın ontolojilerinde “oluş”, “dinamizm” ve “organizm” gibi kavramlardan hareketle evren tasavvurlarını incelemeyi amaçladık. Onlar evren anlayışlarını varlık görüşleri üzerine temellendirmiştir. Her ikisi de varlığın temeline oluşu yerleştirerek, gerçekliği anlamaya çalışmışlardır. Herakleitos’a göre, evren sürekli bir oluş ve değişim içindedir. Her şey her zaman durmaksızın değişmektedir. Hiçbir şey aynı olarak kalmamaktadır. Değişme, ya gelişme ya da başka bir şeye dönüşme şeklinde gerçekleşmektedir. Evrendeki değişim, iyi-kötü, gece-gündüz, savaş-barış gibi karşıtların savaşı olarak bize gözükür ve gelişigüzel değildir. Evrendeki oluş ve değişimi, her şeyi düzenleyen Logos’tur. Whitehead da Herakleitos gibi statik evren anlayışına karşıdır. Ona göre de evrende sürekli bir oluş ve değişim vardır. Varlığı dolayısıyla evreni anlamak için doğaya yönelmek gerekir. Doğa mekanik, determinist, soyut ve yapma bir şey değil, dinamik ve organik bir bütündür. Oluştan dolayı doğada her şey birbiri ile ilişkilidir, birbirine bağımlıdır. Evrendeki oluş belli bir düzene tabidir. Oluş ve değişim sürekli olduğu için, gerçek dünya bir imkanlar dünyasıdır. Bu imkanı, yani oluş ve değişmeyi belirleyen ise herhangi bir töz değil, yaratıcılık ve süreklilik ilkeleridir. Bu iki ilke birbirini tamamlayan karşıt iki güçtür. Böylelikle, Whitehead ile Herakleitos faklı dönemlerde yaşamış olmalarına rağmen, ontolojilerinde dinamik ve organik bir yapıda gördükleri “sınırsız evren” düşüncesine ulaşmışlardır.Item İnsan haklarının aydınlatılmasında felsefi bilginin önemi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Yeşilçayır, Celalİnsan hakları belirgin, somut olanı değil, soyut ve düşünsel olanı ifade eden bir kavramdır. Soyut ve düşünsel içeriğinden dolayı insan haklarının özü itibariyle anlaşılabilmesi temel bir sorunsal olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu sorunsala istinaden bu çalışma insan haklarının aydınlatılmasında felsefi bilginin yeri ve önemini tartışmayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede temel olarak felsefenin etik, epistemoloji ve hukuk felsefesi gibi disiplinlerinin insan haklarının aydınlatılmasında hangi rolleri oynayabileceği analiz edilmektedir. Diğer taraftan felsefenin eleştirel, sorgulayıcı ve sorunların özüne nüfuz edici karakterinin insan hakları konusunda bilgisel aydınlanma sağlayıcı mahiyette olup olmadığı irdelenmektedir. Ayrıca felsefi bilginin insan hakları konusunda verilecek eğitimdeki rolü ve hakların bilincine varmak hususunda hangi argümanları sağlayabileceği üzerinde durulmaktadır. Araştırmamız çerçevesinde hakkın hukuka, doğal hukukun da pozitif hukuka göre önceliği ve yetkinliği insan haklarının felsefi bağlamda aydınlatılmasında başat rol oynamaktadır.Item Kişisel bütünlük ve sivil itaatsizlik arasındaki ilişki üzerine kısa bir değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 2018) Somuncuoğlu, Seda ÖzsoySiyasal düzenin işleyişinde meydana gelen aksaklıklara karşı bireyler; muhalefet etme, memnuniyetsizliğini gösterme ve haklarını koruma yönünde barışçıl yollara başvurarak çözüm arayışına girerler. Bunlardan en dikkat çekeni, direnmenin pasif biçimi olarak karşımıza çıkan sivil itaatsizlik eylemleridir. Sivil itaatsizlik, yasalara karşı gelen ve genellikle yasalarda veya yönetimin politikalarında bir değişiklik yapılması amacına yönelik kamusal, şiddet içermeyen, vicdani bir siyasi davranış olarak tanımlanabilir. Birey, böyle davranarak toplumda çoğunluğun adalet duygusuna hitap eder ve özgür ve eşit insanlar arasındaki toplumsal işbirliği ilkelerine saygı gösterilmediğini gündeme getirir. Bu durum, sadece toplumsal yaşama ilişkin unsurlar açısından değil aynı zamanda kişinin iç dünyasını, sahip olduğu değer ve ilkeleri kapsayan kişisel bütünlükle de yakından bağlantılıdır. Bu çalışmada kişisel bütünlük ve direnmenin pasif biçimi olan sivil itaatsizlik arasındaki bağlantının boyutları ve bunun eğitim ile olan ilişkisi irdelenecektir.Item Kurucu öğe olarak modern özne anlayışının teşekkülü(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Kahraman, YakupTüm varlığı kendisine ait bilgi nesnesi olarak gören ve anlam dünyasını bu varsayımdan hareket ederek oluşturan özne yaklaşımının felsefi temeli modern düşünce ile birlikte atılmıştır.Modern düşüncede özneyi tüm varlık koşullarından ayrı, bağımsız fakat bu varlığı belirleyen olarak değerlendiren en önemli düşünür Descartes’tır. Descartes’ın teorik zeminini oluşturduğu bu özne anlayışının kendisinden sonraki etik, sanat, siyaset, din, ekonomi vb. yapılanmalarda da etki ettiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın en önemli vasfı varlığı kendisi için meydana gelmiş, nicelleştirilebilen ve el altında tutulabilen alan olarak görmesidir. Bu bakış açısı tüm varlığı kategorilere indirgeyerek yorumlama çabasını da beraberinde getirmektedir. Böylece varlığın zamana ve mekana bağlı olan çok yönlü anlam yapısı kaybolmakta, soyut, kuru, mekanik bir anlam ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada günümüzde halen etkisini devam ettiren ve oldukça sorunlu bir bakış açısı geliştirdiğini düşündüğümüz Descartes’ın kurucu vasıflı özne yaklaşımı ve bu yaklaşımın temel sorunları ele alınmıştır.Item Mantıkçı empirizm Kuhn’u bitirdi mi?(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Öztürk, ÜmitÂbidevî Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabının 1962’de yayımlanmasından sonra, Thomas Kuhn, uzunca bir süre, paradigma mefhumunun yeniden işlenmesi ekseninde, bilimsel teorilerin rasyonel yapısı, teori seçimi ve bağdaştırılamazlık gibi problemlerle ilgilenmiştir. Ancak, 80’lerden başlayarak, Kuhn’un mezkûr meselelere dâir sürmekte olan analizleri, dilsel bir dönüşüm içeren yeni bir yönelimle birlikte gerçekleşmiştir. Bu yenilenme sürecinin bir sonucu olarak, bilim felsefesi literatüründe 90’larda doruk noktasına ulaşan, Kuhn’un mantıkçı empirizm için hakîki bir alternatif olup olmadığına yönelik bir tartışma doğmuştur. Bu çalışmada, hem Kuhn’un sözümona dönüşümünü hem de ilgili tartışmaları askıya alma minvalinde, onun bilim felsefesine olan katkısını daha iyi anlayabilmek için, Devrimler’deki aslî projesini tamamlayıp tamamlamadığı sorusunu yükselterek bir değerlendirme sunuyoruz.Item Nietzsche’nin platon eleştirisi: Platoncu değerlerin yeniden değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Öner, Ebru; Çevikbaş, SebahattinNietzsche Batı düşüncesinin ve ahlakının kaynağı olarak Platon’u ve Platoncu Hristiyanlığın ortaya koyduğu değerleri görmektedir. Nietzsche’ye göre bu dünyayı hiçe sayan, öte dünyayı üstün tutan, insanlığı nihilizm bataklığına sürükleyen bu değerler, kaynağını hakikat olarak gördükleri “duyu üstü” dünyadan, idealar dünyasından almaktadır. Nietzsche'ye göre bu dünyadaki eylemlerimizin sonsuz olan idealar dünyasındaki örneklerine uygun olduğu ölçüde iyi, aksi halde kötü olduğunu savunan ve yaşama karşı hınç duyan Platoncu değerler, “güç istenci”nden kaynaklanmaktır. Çünkü acımasız olan güçlülere karşı doğrudan savaşamayan zayıflar, acıma, dayanışma, iyilik gibi değerleri idealleştirerek gücü ele geçirebilmek, çileci ahlak yolu ile insanlara egemen olmak için, bu dünyayı aşağılayarak, içgüdülerin hadım edildiği, doğal olana karşı doğa-dışı bir öte dünya yaratmışlardır. Nietzsche, hastalıklı olarak adlandırdığı bu durumun düzeltilmesi için idealleştirilmiş değerlerin yıkılması gereken putlar olarak görülmesi, insanın gücünü kendinden alması, yaşama evet demek anlamına gelen “amor fati”den yana olması ve özünde “Dionyssos” ya da “Zerdüşt” olan “Üstün insan”a ulaşmak için çabalaması gerektiğini savunur. Bu çalışmanın amacı, Batı kültürü ve düşüncesi için çoktan değerini kaybetmiş olan Platon ve Platoncu Hristiyanlığın değerlerinin yeniden değerlendirilmesinin gerekliliğini Nietzscheci bir perspektif ile ortaya koymaktır.Item Ortak bir anlam zemini kurmaya yönelik bir çaba olarak Edmund Husserl’in fenomenolojik yöntemi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Çağlıyan, Çağdaş E.Felsefe tarihinde sıklıkla ortaya konulmuş olan ve karşımıza çıkan sorunların en önemlilerinden birinin “ben’in nesne’ye ilişkin bilgisinin olanaklı olup olmadığı” problemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda, çağların tini genellikle ben’in nesneye ilişkin bilgisinin kuruluş ve yıkılış aşamalarının birbirini izlemesi şeklinde ilerler. Bir dönem, bu olanaklar yapılandırılır, ardından onların dayanaksızlığı açığa çıkarılır, sonrasında yeniden bu olanağı kazanma çabası başgösterir. Bu kazanma çabasının yakın tarihli önemli bir örneği olarak Husserl’in fenomenolojisini anabiliriz. Husserl, kendi dizgesinde hem bilgiyi temellendiren bir öğreti kurgular, hem de bilinç nesnelerine nasıl yaklaşmamız gerektiğini ortaya koyan bir yöntem belirler. Çalışmamızda, bir yandan Husserl’in yönteminin bilginin olanağını nasıl güvenceye aldığı irdelenecek hem de bu güvencenin aynı zamanda hangi anlamlara gelebileceği tartışılacaktır. Bu amaçla Husserl’in epokhe, Saf Ben, yönelimsellik gibi terimleri, incelememizde bir yön belirlememize yardımcı olacaktır.Item Pratik Akıl’dan Tin’e geçişte Hegel’in eylem teorisi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Özcangiller, İhsan BerkBu makalenin amacı, bilincin deneyimlediği karşıtlıkların somut birliğini sağlayan Tin kavramının ortaya çıkışını Hegel’in ‘eylem’ teorisi temelinde açıklamaktır. Bu amaçla inceleyeceğimiz ana bölüm Tinin Fenomelojisi’nde Akıl’ın “Tinsel Hayvanlar Ülkesi ve Aldanma ya da Şeyin Kendisi” momentidir. Akıl, genel olarak bireyselliğin kendisini gerçekleştirmek adına karşıtı olan evrensellikle girdiği ilişkinin biçimlerini bize sunmaktadır. Akılsal bilinç kendisini ilkin teorik ve edilgin olarak dış dünyada keşfetmeye çalışır. Ancak karşıtlığın çözülememesi Akıl’ı pratik akıla dönüştürür ve bilinç şimdi kendisini kendi etkinliği aracılığıyla edimsel kılmaya çalışır. Bu süreçte Pratik Akıl’dan Tin’e geçişte bireysellik ile evrensellik karşıtlığının çözümü için Hegel’in eylem kavramı önem kazanır. Böylece eylem kavramı, bireysellik ve evrensellik arasındaki ilişkinin hakikatini ortaya koyacaktır. Bu hakikat ise onların varoluşları için birbirlerini dışlamamaları aksine bağımlı olmalarıdır. Şimdi bu çalışmada bireysel ve evrenselin diyalektiği ilk olarak eylem ve iş arasındaki ilişkide ve ikinci olarak da eylemin kendisi olarak şeyin kendisinde ele alınacaktır. Sonuç kısmında ise Pratik Akıl’dan Tin’e geçiş’te eylemin etkisine dair bir değerlendirme yapılacaktır.Item Yaygın platon okumasının bir eleştirisi(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Aygün, ÖmerBu makale, yaygın Platon okumasının Platon metinlerinin şeklini göz ardı etmesini eleştirmektedir. Platon metinlerinin şekli, Platon’un felsefi kariyerinin başından sonuna kullandığı diyalog şeklidir. Bu makale diyalog şeklini görmezden gelen hiçbir Platon okumasının geçerli olamayacağını savunmaktadır. Bunun için ilk bölümde yaygın Platon okuması diyalogları kronolojik olarak ayırdığı üç grup aracılığıyla özetlenmekte ve bu okumanın güçlü yanları vurgulanmaktadır. İkinci bölümde bu yaygın okuma, önce Platon metinlerinin iki yönlü yapısı ve bunun sonucu olarak Platon alımlama tarihindeki iki eğilim ışığında nitelendirilmekte ve yaygın okumanın “gelişimci dogmatik” bir okuma olduğu ileri sürülmektedir. Üçüncü bölüm bu niteliklere sahip bir okuma olarak yaygın okumanın varsayımlarını ortaya çıkarmakta ve eleştirmektedir; genel olarak yaygın okumanın bir saf rasyonalite varsayımıyla işe başladığı savunulmakta ve bu nedenle söylem düzeyleri, tarihlendirme ölçütleri ve tarihlendirme düzlemleri arasında silikleştirdiği ayrımların altı çizilmektedir. Makaledeki eleştirinin temelinde diyalog şekli olduğundan, Platon metinlerinde diyalog şeklinin göz ardı edilmemesi gerektiğine ilişkin ek göstergelere işaret edilmektedir. Son bölümde bu makaleyi tamamlayacak üç çalışma tanımlanmaktadır.Item Zamanda yolculuğun ve geleceği önceden görmenin mantıksal ve nomolojik engelleri(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-30) Sayan, Erdinç; Çağatay, HasanÖzel Rölativite Teorisi ve çağdaş zaman felsefesinde “Büyükanne Paradoksu” diye bilinen bir paradoks zamanda geriye yolculuk yapmanın, bugün için teknolojik imkânsızlığının ötesinde, mantıksal ve nomolojik sorunlar için ortam hazırlaması nedeniyle ilkece olanaksız olduğu sonucuna varır. Benzer sorunların zamanda ileriye atlayıp tekrar geri dönmede de ortaya çıktığını savunuyoruz. Ayrıca, aynı aileden sorunların geleceği zamanda yolculuk yapmadan önceden görmede ortaya çıktığını gösteriyoruz. Geleceği mükemmel bir şekilde görebilen ve bu gördüklerini insanlara yanlışsız aktaran bir varlığın, örneğin bir makinanın veya medyumun, ne gibi şaşırtıcı sonuçlara yol açacağına işaret ediyoruz. Bu şaşırtıcı durumların doğmasının sebebi, böyle makinaların veya medyumların zaman yolculuğu senaryolarında karşılaştıklarımızı hatırlatan mantıksal ve nomolojik sorunlara yol açmalarıdır. Bu yüzden de var olmaları olanaksızdır. Biz insanlar için geleceğin bilgisini elde etmenin ancak belli kısıtlar dahilinde ilkece mümkün olabileceğini ileri sürüyoruz.