Intentionality and givenness in french phenomenology: M. Henry and M. Merleau Ponty
Date
2017-09-18
Authors
Şan, Emre
Journal Title
Journal ISSN
Volume Title
Publisher
Uludağ Üniversitesi
Abstract
My guiding research hypothesis is as follows: the significant progress made by the phenomenology of immanence (according to which no worldly hetero-givenness would be possible without subjectif self-givenness) and by the phenomenology of transcendence (which states that no subjectif self-givenness would be possible without worldly hetero-givenness) are not distinguished so much by the positing of new problems as by the reformulation of “the question of the ground of intentionality” that fueled the entire phenomenological tradition. It is striking that despite the different solutions they offer, these two approaches have the same critical orientation regarding phenomenology (they characterize intentionality by its failure to ensure its own foundation), and they have the task of testing phenomenology in a confrontation with its various outsides such as “Invisible”, “Totality”, “Affectivity” or “Le visage” which escape the Husserlian concept of experience determined by the consciousness and its correlative noetic-noematic structure. This pathos of thought which is proper to the French phenomenology wants to go further than what remains unquestioned in Husserl (presence determined in the solid figures of intuition and objectness), and in Heidegger (presence determined as phenomenon of being). This new phenomenological movement reorganize and revise the method of classic phenomenology and deal with a certain experience of “hyper-phenomenon” or “counter-phenomenon” which is an event of appearing that establishes itself by itself.
Fransız fenomenolojisinin temel figürleri Husserl’in eserinin şu iki merkezi fikrini başlangıç noktası olarak alırlar: Transandantal bilincin içkinliği fikri ve aşkınlık ve açıklık olarak yönelimsellik fikri. Husserl bütün yaşamı boyunca bu iki yaklaşımı birbirlerinden ayırmayarak onları kırılgan bir dengede tutmaya çalıştı. Fakat, kendisinden sonra gelen düşünürler bu dengeyi bir kenara bırakıp söz konusu iki yaklaşım arasındaki karşıtlıktan beslenip kendi fenomenolojik yorumlarını ortaya koydular. Böylece içkinlik fenomenolojileri ve aşkınlık fenomenolojileri, her biri kendi tarzında olmak üzere, kartezyen biçimde işlenmiş ve içkinliğin aşkınlığa önceliğini esas alan “aşkınlıktaki içkinlik” görüşüne alternatif çözümler önermişlerdir. Aşkınlıktaki içkinlik görüşü bir yandan aşkınlık ve nesnellik arasındaki çakışmaya diğer yandan da varoluş ve (yaşantıların) içkinliği arasındaki çakışmaya dayanır ve bu iki çakışma da bizi beliren ile belirmenin kendisi yani tezahür arasındaki çakışmaya gönderir. Husserl’in ardından gelen Fransız fenomenologlar -her biri kendi özel tarzında- “yönelimselliğin kökeni sorusu” ile ilgilenir. Önerdikleri farklı çözümlere rağmen hemen hemen hepsi fenomenlojiye karşı aynı eleştirel yaklaşımla (yönelimselliğin kendi öz temelini oluşturmaktan yoksun olmasıyla) hareket ederler ve yönelimsel olmayana (bir anlamda ontolojik, etik ve metafizik olana) merkezi bir konum atfederek fenomenolojiyi kendisinin dışıyla ilişkiye sokmaya çalışırlar. Hemen hemen hepsinin ortak eğilimi, yönelimsel bilinç ve onun noetik-noematik yapısı tarafından belirlenen anlam verilişlerine indirgenemeyecek istisnâi fenomenleri, (“görünmez”, “ten”, “vahşi veya spontane anlam”, “sembol”, “duygulanım”, “yüz”) mercek altına almaktır. Sınırdaki fenomenlere yöneliş, fenomenolojinin Alman kurucularıyla yeni bir tartışmanın fitilini ateşler. Fransız fenomenologlar Husserl ve Heidegger’in eserlerine eleştirel bir mesafe alıp hem onlarla birlikte hem de onların eserlerindeki düşünülmemiş boyutlar içinden düşünerek fenomenolojiye yeni bir kimlik kazandırırlar. Bu yeni fenomenoloji hareketi klasik fenomenolojinin yöntemini yeniden düzenleyerek belli bir “aşırı-fenomen” ya da “karşı-fenomen” deneyimiyle ilgilenir.
Fransız fenomenolojisinin temel figürleri Husserl’in eserinin şu iki merkezi fikrini başlangıç noktası olarak alırlar: Transandantal bilincin içkinliği fikri ve aşkınlık ve açıklık olarak yönelimsellik fikri. Husserl bütün yaşamı boyunca bu iki yaklaşımı birbirlerinden ayırmayarak onları kırılgan bir dengede tutmaya çalıştı. Fakat, kendisinden sonra gelen düşünürler bu dengeyi bir kenara bırakıp söz konusu iki yaklaşım arasındaki karşıtlıktan beslenip kendi fenomenolojik yorumlarını ortaya koydular. Böylece içkinlik fenomenolojileri ve aşkınlık fenomenolojileri, her biri kendi tarzında olmak üzere, kartezyen biçimde işlenmiş ve içkinliğin aşkınlığa önceliğini esas alan “aşkınlıktaki içkinlik” görüşüne alternatif çözümler önermişlerdir. Aşkınlıktaki içkinlik görüşü bir yandan aşkınlık ve nesnellik arasındaki çakışmaya diğer yandan da varoluş ve (yaşantıların) içkinliği arasındaki çakışmaya dayanır ve bu iki çakışma da bizi beliren ile belirmenin kendisi yani tezahür arasındaki çakışmaya gönderir. Husserl’in ardından gelen Fransız fenomenologlar -her biri kendi özel tarzında- “yönelimselliğin kökeni sorusu” ile ilgilenir. Önerdikleri farklı çözümlere rağmen hemen hemen hepsi fenomenlojiye karşı aynı eleştirel yaklaşımla (yönelimselliğin kendi öz temelini oluşturmaktan yoksun olmasıyla) hareket ederler ve yönelimsel olmayana (bir anlamda ontolojik, etik ve metafizik olana) merkezi bir konum atfederek fenomenolojiyi kendisinin dışıyla ilişkiye sokmaya çalışırlar. Hemen hemen hepsinin ortak eğilimi, yönelimsel bilinç ve onun noetik-noematik yapısı tarafından belirlenen anlam verilişlerine indirgenemeyecek istisnâi fenomenleri, (“görünmez”, “ten”, “vahşi veya spontane anlam”, “sembol”, “duygulanım”, “yüz”) mercek altına almaktır. Sınırdaki fenomenlere yöneliş, fenomenolojinin Alman kurucularıyla yeni bir tartışmanın fitilini ateşler. Fransız fenomenologlar Husserl ve Heidegger’in eserlerine eleştirel bir mesafe alıp hem onlarla birlikte hem de onların eserlerindeki düşünülmemiş boyutlar içinden düşünerek fenomenolojiye yeni bir kimlik kazandırırlar. Bu yeni fenomenoloji hareketi klasik fenomenolojinin yöntemini yeniden düzenleyerek belli bir “aşırı-fenomen” ya da “karşı-fenomen” deneyimiyle ilgilenir.
Description
Keywords
Intentionality, Givenness, Phenomenon, Michel Henry, Merleau-Ponty, Yönelimsellik, Verilmişlik, Fenomen
Citation
Şan, E. (2017). "Intentionality and givenness in french phenomenology: M. Henry and M. Merleau Ponty". Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 29, 65-81.