Browsing by Author "Okan, Mehmet Sait"
Now showing 1 - 20 of 36
- Results Per Page
- Sort Options
Item 2010-2015 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalında takip edilen, serebrovasküler hastalık geçiren çocukların klinik, radyolojik ve laboratuvar bulguları(Uludağ Üniversitesi, 2016) Ünlügedik, Özlem; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Bu çalışmada U.Ü. Tıp Fakültesi'nde Ocak 2010-Aralık 2015 tarihleri arasındaki 6 yıllık süreçte iskemik inme, hemorajik inme ve sinovenöz tromboz tanıları ile Çocuk Nöroloji polikliniklerinde ayaktan takip edilen veya serviste yatırılarak tedavi edilen 62 olgu; inme alt tipi, yaş, cinsiyet, başvuru yakınmaları, protrombotik faktörler, altta yatan hastalık, ekokardiyografi ve elektroensefalografide patolojik bulgu, görüntülemede tercih edilen yöntemler, nörolojik kayıp ve laboratuvar bulguları incelenmiştir. Çocuklarda inme nadir görülür fakat çocukluk çağı ölümleri arasında ilk 10 neden içerisinde yer alır ve yaşayanlarda morbidite yüksektir. Çalışmamızda inme alt tipi sinovenöz tromboz olan olguların yaşları, inme alt tipi arteriyel iskemik olan olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p=0,049; p<0,05). Arteriyel iskemik inme grubu olgularda ilk başvuru şikayetinin hemipleji olması oranı, sinovenöz tromboz grubu olgulara göre anlamlı düzeyde yüksekti (p=0,013; p<0,05). Olguların %62,9'unda (n=39) ek hastalık olduğu gözlendi. Arteriel İskemik İnme grubu olguların %56,4'ünde (n=22) ek hastalık görülürken, SinovenözTromboz İnme grubu olguların %72,7'sinde (n=16) ve Hemorajik İnme grubu olguların %100'ünde (n=1) ek hastalık görülmekteydi. En sık nedenler; %19,3 (n=12) sıklıkta saptanan edinilmiş veya konjenital kalp hastalığı idi. İnme alt tiplerine göre olgularda Lipoprotein A sonuçlarının dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştı (p=0,037; p<0,05). Arteriyel iskemik inme grubu olgularda lipoprotein A sonucu normal olması oranı, sinovenöztromboz grubu olgulara göre anlamlı düzeyde yüksekti (p=0,037; p<0,05). Olguların %45,9'unun (n=28) antikoagülan almadığı gözlenirken, %6,6'sının (n=4) asetil salisilik asit, %34,4'ünün (n=21) clexan, %3,3'ünün (n=2) coumadin, %3,3'ünün (n=2) coumadin – clexan, %4,9'unun (n=3) heparin ve %1,6'sının (n=1) heparin – clexan – coumadin kullandığı gözlendi. Çalışma grubumuzda hiçbir hastada tedaviye bağlı ciddi kanama saptanmadı. İnme; çocuklarda erişkinlere oranla daha az sıklıkta görülmesine karşın kalıcı beyin hasarına bağlı epilepsi, hemipleji, işitme ve konuşma bozukluklarına yol açabilmesi nedeniyle tanısı ve tedavisi önemlidir.Publication A rare case of juvenile amyotrophic lateral sclerosis(Türk Pediatri Dergisi, 2021-05-01) Bodur, Muhittin; Toker, Rabia Tütüncü; Başak, Ayşe Nazlı; Okan, Mehmet Sait; BODUR, MUHİTTİN; TÜTÜNCÜ TOKER, RABİA; OKAN, MEHMET SAİT; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Anabilim Dalı; 0000-0002-2588-8195; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-9303-5768; JAN-9435-2023; AAH-2684-2021; IZP-6290-2023; DKC-6496-2022Background. Amyotrophic lateral sclerosis (ALS) is a chronic motor neuron disease characterised by progressive weakness in striated muscles resulting from the destruction of neuronal cells. The term juvenile ALS (JALS) is used for patients whose symptoms start before 25 years of age. JALS may be sporadic or familial.Case. Here, we present a sporadic case of JALS because of its rarity in children. The heterozygous p.Pro525Leu (c.1574C>T) variation was identified in the fused in sarcoma (FUS) gene.Conclusion. The p.Pro525Leu mutation in the FUS gene has been detected in patients with ALS, characterised by early onset and a severely progressive course.Publication Awareness of sleep and narcolepsy in children(Galenos, 2020-06-01) Demir, Aylin Bican; Okan, Mehmet Sait; Tütüncü, Rabia Toker; TÜTÜNCÜ TOKER, RABİA; Demir, Aylin Bican; BİCAN DEMİR, AYLİN; Okan, Mehmet Sait; OKAN, MEHMET SAİT; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0002-3129-334X; 0000-0001-6739-8605; 0000-0002-9303-5768; IZP-6290-2023; V-7170-2017; JCE-6657-2023Objective: This study aimed to increase the awareness of narcolepsy in children and emphasize the reduction of the socioeconomic burden caused by the delayed or incorrect diagnosis.Materials and Methods: Demographic characteristics, clinical features, and electrophysiological studies of children diagnosed with narcolepsy in the Bursa Uludag University, Health Practice and Research Hospital, Clinic of Pediatric Neurology, were obtained from medical records.Results: Six children were included in the study. The average age at which the initial symptoms were observed was 11.5 years, whereas the average age of diagnosis was 13.5 years. Daytime sleep was accompanied by cataplexy in five cases and hypnogogic hallucinations in one case. Notably, the seizure was primarily considered in the differential diagnosis before diagnosing narcolepsy.Conclusion: It is crucial to increase the awareness of narcolepsy by physicians. Although families and children cannot express sleep disorders, we believe that questioning of sleep patterns during anamnesis in routine neurology practice could prevent delayed diagnosis.Item Celiac disease presenting with biotinidase deficiency and paraplegia(Springer, 2015-11-27) Erdöl, Şahin; Sağlam, Halil; Başarır, Tanju Özkan; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Metabolizma Bilim Dalı.; 0000-0003-0710-5422; 0000-0003-4402-9609; C-7392-2019; 54419947800; 35612700100; 57189460699; 6701707256Item Changing epidemiological features of subacute sclerosing panencephalitis(Springer Heidelberg, 2001-08) Anlar, Banu; Köse, Gaye; Gürer, Yavuz; Altunbaşak, Şakir; Haspolat, Şenay; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi.Background: Subacute sclerosing panencephalitis (SSPE) is a chronic central nervous (CNS) system infection caused by measles virus. Because changing immunization practices affect the epidemiology of measles and consequently SSPE, we examined the epidemiological data of our SSPE registry. Materials and Methods: Age of onset, age at onset of measles, duration of Latent period and immunization status were examined in cases recorded at the SSPE Registry Center in Turkey between 1975 and 1999. Results: Age of onset diminished from 13 years before 1994 to 7.6 years after 1995; age at onset of measles declined from 29 months to 20 months and the Latent interval from 9.9 years to 5.9 years. Age at onset of measles and immunization status did not directly affect the duration of the Latent period. Conclusion: Although its incidence has decreased in Turkey, SSPE has been seen at younger ages in recent years. This change cannot be attributed solely to younger age at onset of measles. Factors affecting the duration of the Latent period should be investigated further.Item Chronic inflammatory demyelinating polyneuropathy in common variable immunodeficiency(Elsevier, 2012-04) Özdemir, Özlem; Okan, Mehmet Sait; Kılıç, Sara Şebnem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Pediatri Anabilim Dalı.; 0000-0001-8571-2581; AAH-1658-2021; 26647804400; 6701707256; 34975059200Common variable immunodeficiency comprises a heterogeneous group of primary antibody deficiencies with complex clinical and immunologic phenotypes. Immune dysregulation leads to the generation of multiple autoantibodies against various antigenic targets in patients with common variable immunodeficiency. Chronic inflammatory demyelinating polyneuropathy is a heterogeneous disorder that indicates an autoimmune response against peripheral nerve myelin. We describe a 7-year-old girl with common variable immunodeficiency who developed chronic inflammatory polyneuropathy. A 5-day course of intravenous immunoglobulin (500 mg/kg/day) improved her neurologic disorder. Chronic inflammatory demyelinating polyneuropathy should be added to the broadening spectrum of neurologic complications in common variable immunodeficiency. Early detection and consequent treatment may reverse the neurologic sequelae.Item Çocuk nöroloji polikliniğinde 2009-2012 yılları arasında dirençli epilepsi tanısı alan hastaların etiyolojik değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Çetinkaya, Fatma; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Epilepsi tekrarlayan nöbet eğilimi ile karakterize tüm dünyada yaygın olarak görülen önemli bir sağlık problemi olup aynı zamanda çocuklarda en sık görülen ciddi nörolojik bozukluklardan biridir. Dirençli epilepsi kavramının tanımlanması hala tartışma konusudur. En az iki yıl epilepsi nedeni ile takip edilen, üç ve daha fazla antiepileptik ilacı tek tek veya kombinasyonlar halinde ve etkin serum seviyesinde almasına rağmen, son üç ay içinde ortalama her ay nöbet geçiren hastalar dirençli epilepsili hastalar olarak kabul edildi. Bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nöroloji polikliniğine Ocak 2009 ve Aralık 2012 taihleri arasında başvuran dirençli epilepsili hastaların muhtemel risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlandı. Veriler Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı Polikliniğinde epilepsi tanısı almış, en az iki yıldır izlemde olan 01.01.2009–31.12.2012 tarihleri arasında takip edilen hastaların dosyaları incelenerek elde edildi. Çalışmaya dirençli grup ve iyi kontrollü grup olmak üzere 2 hasta grubu dahil edildi. Dirençli grupta 125 ve iyi kontrollü grupta 120 tane olmak üzere toplam 245 hasta çalışmaya dahil edildi. Vakaların 120'si (%49) kız, 125'i (%51) erkek çocuktan oluşmaktaydı. Değerlendirilen epilepsi hastalarının yaş aralığı 1 ile 18 yıl arasında değişmekte olup median değer 8,3 (1-18) yıl olarak bulundu. Dirençli grubun yaş ortalaması 7,8 yıl (±4,7), iyi kontrollü grubun yaş ortalaması 9 yıl (±4,8) olarak değerlendirildi. Hastaların izlem sürelerine bakıldığında 3,5-14,8 yıl (ortalama 7,4±2,1) arasındaydı. Çalışmamızda dirençli epilepsi için risk faktörlerini ilk nöbetin bir yaş altında görülmesi, nöromotor gelişm geriliğinin olması, başvuru anında sık nöbet geçirmesi (her gün), nöbet tipinin üçten fazla olması, mikrosefali, hidrosefali, mental retardasyon ve serebral palsi varlığı, birden fazla status epileptikus öyküsünün olması veya geçirmesi olarak belirledik. Dirençli gruptaki hastalar uzun süre nöbet geçirmeye devam ettiklerinden ve çok sayıda ilaç kullandıklarından, bunların sonucunda tıbbi, sosyal ve ekonomik boyutlarının ağır olduğu görülmektedir. Ayrıca ilaç yan etkilerinin ve sık nöbet geçirmeye bağlı davranış ve psikolojik problemlerin görülme riski yüksektir. Bu nedenle hangi hasta grubunun tıbbi tedaviye iyi yanıt vermeyeceği hastalığın erken dönemde tahmin edilebilirse diğer hastalardan farklı olarak bu hasta grubuna erken yeni kuşak antiepileptik kullanımı, vagal sinir uyarımı, ketojenik diyet, uygun vakalara epilepsi cerrahisi gibi değişik tedavi yöntemleri daha erken uygulanabilir.Item Çocuklarda tekrarlayan başağrılarının sıklığının ve eşlik eden hastalıkların belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2010) Özdemir, Özlem; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.Baş ağrısı çocuklarda ve ergenlerde sık olarak karşılaşılan bir yakınmadır. Tekrarlayan baş ağrılarının en sık nedeni migrendir. Yaş ilerledikçe gerilim tipi baş ağrısı sıklığı da artış göstermektedir. Migren veya ciddi baş ağrısı yakınması olan çocuklarda tahmin edilenden daha fazla oranda diğer medikal problemler de eşlik etmektedir. Çocuklarda tekrarlayan baş ağrıları ve özellikle eşlik eden hastalıkların incelendiği çalışmalar oldukça sınırlıdır. Çalışmamızda tekrarlayan baş ağrısı yakınması ile başvuran hastaların baş ağrılarının özelliklerinin, tetikleyen faktörlerin, eşlik edebilen diğer hastalıkların belirlenmesi ve elde edilen verilerin literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.Haziran 2009 ile Aralık 2009 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genel polikliniğine tekrarlayan baş ağrısı yakınması ile başvuran 102 hasta çalışmaya alındı. Hastalarla yüz yüze görüşme yapıldı. Bu görüşmeler sırasında hastaların demografik ve yaşam özellikleri, beslenme alışkanlıkları, baş ağrısı özellikleri, tetikleyici faktörler ve eşlik eden hastalıklar sorgulandı. Baş ağrısının tanısı için Uluslararası Baş Ağrısı Birliği'nin (ICHD-II) kriterleri kullanıldı. Hastalar yaş gruplarına göre 2-5, 6-11, 12-15 ve 16-18 yaş olmak üzere 5 gruba ayrıldı.Çalışmada 61 kız, 41 erkek hasta yer aldı. Hastaların ortalama yaşları 153,55 ± 37,25 idi. Baş ağrısı en çok 12-15 yaş grubunda gözlendi. 6-11 yaş ve 12-15 yaş grubunda kızlar ve erkeklerin sayısı benzer iken 15 yaşından itibaren kızların sayısında anlamlı olarak artış saptandı (p=0,037). En sık baş ağrısı nedeni migrendi (%52). Bunu sırasıyla gerilim tipi baş ağrısı (%32,4), sinüzit (%7,8) ve diğer nedenler (kitle, hipertansiyon gibi) (%7,8) izledi. Stres, uykusuzluk, yorgunluk ve gürültü sık ifade edilen tetikleyici faktörlerdi. Stres ve ışık migren, açlık ise gerilim tipi baş ağrısı için spesifikti. Hastaların yaşam özellikleri ve beslenme alışkanlıkları tanılara göre farklılık göstermedi. Psikiyatrik komorbiditenin ve uykuya geçişte zorluğun gerilim tipi baş ağrısına daha fazla eşlik ettiği görüldü (p=0,006, p=0,035). Ağrını süresinin kilo artışı ile birlikte anlamlı olarak arttığı saptandı (p=0,015). Kranial magnetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, elektroensefalografi ve sinüs grafisinde baş ağrısı ile ilişkili bulguların oranı sırasıyla %11,2, %8,3, %8,8 ve %13,3 idi.Sonuç olarak, en sık baş ağrısı nedeninin migren, ardından sırasıyla gerilim tipi baş ağrısı, sinüzitin ve diğer sekonder nedenlerin olduğunu saptadık. Tetikleyici faktörlerin ve eşlik eden hastalıklarının tespitin hem önlem hem de tedavi açısından oldukça faydalı olabileceği düşünülebilir. Baş ağrısının tanısında en önemli nokta ayrıntılı anamnez ve eksiksiz fizik ve nörolojik muayenedir.Item Çocukluk çağında multipl skleroz: Tek merkez deneyimi(Galenos Yayıncılık, 2021-03-24) Bodur, Muhittin; Toker, Rabia Tütüncü; Okan, Mehmet Sait; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/ Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.; 0000-0002-2588-8195; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-7155-6634Giriş: Bu çalışmada tek bir merkezde 10 yıllık süre boyunca çocukluk çağı multipl skleroz (MS) tanısı alan olguların klinik ve demografik özellikleri sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma çocuk nöroloji polikliniğine Ocak 2006-2016 tarihleri arasında başvuran ve multipl skleroz tanısı alan ve tedavi başlanan toplam 23 olgunun dosyaları restrospektif olarak değerlendirilerek yapılmıştır. Bu olgulardan izlemde iki yıldan uzun süre kontrollere gelmeyen üç olgu ve trafik kazasında kaybedilen bir olgu dışındaki 19 olgunun verileri değerlendirilmiştir. Hastaların cinsiyet, şimdiki yaş, aile öyküsü, şikayetlerin başlangıç yaşı, tanı yaşı, hastalık izlem süreleri, başlangıç semptomları, manyetik rezonans (MR) bulguları, beyin omurilik sıvısı (BOS) oligoklonal bant pozitifliği, görsel uyarılmış potansiyel (VEP) bulguları, somatosensöriyel uyarılmış potansiyel (SEP) bulguları, kullanılan tedavileri, atak sayıları açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Multipl skleroz tanısı alan ve tedavi başlanan 19 olgunun 13’ü kız(%68,4), 6’sı erkek( %31,5) olarak saptanmıştır, kız/erkek oranı 2,16 olarak saptanmıştır. Olgularda semptomların başlangıç yaşı ortalama 14,09 yıl olarak saptanmıştır. Hastaların ortalama tanı yaşı 15,2 yıl, hastaların çocuk nöroloji polikliniğinde median izlem süresi 2,17 yıl olarak saptandı. Ailede multipl skleroz öyküsü üç olguda (%15,7) pozitif olarak saptandı. Hastalarımızın başlangıç semptomlarına bakıldığında 11 olgunun (%57,8) motor bulgularla, dokuz olgunun (%47,3) duyusal bulgularla, yedi olgunun (%36,8) beyin sapı bulguları, iki olgunun (%10,5) serebellar bulgularla, altı olgunun (%31,5) görme bozukluğuyla ilk başvuru yaptıkları görüldü. BOS’ta bakılan oligoklonal bant olguların 17’sinde (%89,4) pozitif olarak saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada kliniğimizde, yakınmaları 18 yaş altında başlayan ve çocukluk çağı MS tanısı alan olgularının cinsiyet, yaş, aile öyküsü, şikayetlerin başlangıç yaşı, başlangıç semptomları, MR bulguları, BOS bulguları, VEP, SEP bulguları, kullanılan tedavileri, atak sayıları açısından değerlendirilmiştir. Pediatrik dönemde başlayan multipl sklerozu anlamak için daha büyük çalışma popülasyonlarını kapsayan, çok merkezli, prospektif ve longitudinal çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Distoni tanısı ile değerlendirilen çocuk hastaların retrospektif olarak incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-30) Uslu, Pınar Uzun; Özbek, Sevda Çiğdem Erer; Toker, Rabia Tütüncü; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Nörolojisi Anabilim Dalı.Distoni devamlı ya da aralıklı kas kasılmalarının yol açtığı tekrarlayıcı, anormal istemsiz hareketler ve postür bozukluğudur. Distoniler başlangıç yaşına, yayılımına, etyolojisine göre sınıflandırılırlar. Distonide etyolojinin belirlenmesi tedaviye yaklaşımı değiştirmektedir. Çalışmamızda distonisi olan çocuk hastaların demografik özellikleri, sınıflandırması ve tedavi yaklaşımı gözden geçirilmek istenmiştir. Çalışmamıza 2010 ve 2016 yılları arasında başvuran 18 yaş altı hastalar dahil edildi. Bu hastalardan distoni kelimesini içeren ön tanılar (tanımlanmamış distoni, ilaca bağlı distoni, orofasiyal distoni gibi) girilmiş olan hastalar seçilerek dosyaları retrospektif olarak incelendi. Distoni tanısı olan 29 hasta tespit edildi. Yaş ortalamaları 10 olup (1 yaş-17 yaş arası) 13’ü kız, 16’sı erkek hastaydı. En sık saptanan sekonder distoni ve özellikle ilaca bağlı distonilerdi. Distonilerinin yayılım paternine bakıldığında ise en sık fokal distoni gözlendi. Primer distonilerde ilk tedavi olarak L-Dopa seçilirken, sekonder distonilerde tedavinin etyolojiye göre belirlendiği görüldü. Çocuk hastalarda distoniyi doğru tanıyabilmek ve sınıflandırmasını yapmak oldukça önemlidir. Çocuklarda sekonder distoni primer distonilerden daha fazla görülmektedir. Sekonder distonileri belirleyebilmek için hastalardan medikal öykülerini mutlaka içeren iyi bir anamnez alınmalı, ayrıca nörolojik muayenede distoniye eşlik eden tremor, kore, spastisite varlığı değerlendirilmelidir. Primer distonilerde ise L-Dopa tedavisi, Segawa Sendromu (Dopa yanıtlı distoni) olasılığı nedeni ile ilk seçenek olmalıdır.Publication Etiology, clinic and prognosis of seizures in preterm and term neonates: A retrospective study(Bursa Uludag Üniversitesi, 2021-08-01) Cakir, Salih Cagri; ÇAKIR, SALİH ÇAĞRI; Toker, Rabia Tutuncu; TÜTÜNCÜ TOKER, RABİA; Koksal, Nilgun; Ozkan, Hilal; ÖZKAN, HİLAL; Okan, Mehmet Sait; OKAN, MEHMET SAİT; Kocael, Fatma; KOCAEL, FATMA; Yoruk, Gulce; YÖRÜK, GÜLCE; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dali; 0000-0001-5761-4757; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-9303-5768; 0000-0002-1787-6872; IZP-6290-2023; HJZ-4508-2023Introduction: The seizure is one of the most common neurological problems in neonatal intensive care units (NICU). Its frequency and etiology differ between preteen and term babies. This study aimed to investigate the properties, causes, response to treatment, and prognostic factors of neonatal seizures in term and preterm babies.Materials and Methods: The files of patients with a diagnosis of neonatal seizure in the NICU between 01/01/2014 and 01/09/2019 were analyzed retrospectively. Gross motor function classification, hearing test results and epilepsy rates were examined for neurological outcomes.Results: A total of 86 patients (43 preterm and 43 term infants) were included in this study. The most common etiological factors were hypoxic-ischemic encephalopathy (HIE) (35%) in term infants and intraventricular hemorrhage (IVH) in preterm infants (54%). The most common seizure type was subtle seizures in preterm babies and clonic seizures in term babies. The first seizure day was more on the first day and between the 4-7 days in term babies and after seventh days in preterm babies (p <0.05). The onset time of seizures in preterm babies was more after seven days at IVH, and on the first day at HIE (p<0.05). Status epilepticus frequency is higher in preterm (30%) than term (9.3%) (p = 0.015). The response rate to phenobarbital treatment was 71% in term infants and 50% in preterm infants (p = 0.06). According to the criteria (death, epilepsy, hearing loss, autism and gross motor function scale> 2) in our study, the poor prognosis rates were (52%) in term infants and (75%) in preterm infants (p = 0.051).Conclusion: In the etiology of neonatal seizures, IVH in preterm infants and HIE in term infants were the first. The neurological outcomes of patients who had convulsions in the neonatal period should be followed closely.Publication Evaluation of magnetic resonance (MR) findings in patients with refractory epilepsy(Kare, 2020-01-01) Çat, Fatma Çetinkaya; Okan, Mehmet Sait; OKAN, MEHMET SAİT; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Nörolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-7155-6634; DKC-6496-2022Objectives: Epilepsy is characterized as a tendency towards recurrent seizures and it is a significant health problem in the world and one of the most common severe neurologic disorders among children. This study aims to evaluate the outcome of magnetic resonance imaging in determining the etiology in patients with refractory epilepsy and to reveal pathologies that may have the potential to be treated with methods, such as epileptic surgery.Methods: Data were obtained from the patient files of the patients diagnosed with epilepsy and monitored for at least two years between 01.01.2009-12.31.2012 in the Uludag Faculty of Medicine, the Division of the Pediatric Neurology. File records of the patients, age, sex and MRI findings of the patients were recorded.Results: One hundred twenty were girls (49%) and 125 were male (51%) of the cases. The age range ranged from 1 to 18 years and the median value was 8.3 (1-18) years. One hundred twenty of the 245 patients who met the diagnostic criteria for resistant epilepsy was found as well controlled. In patients with resistant epilepsy, the findings of these two groups of patients were compared concerning MR findings. Among all patients, 154 (62.8%) patients were found to have MR pathology. Of these patients, 83 (53.9%) were in the resistant group and 71 (46.1%) were in the well-controlled group. There was no significant difference in the presence of MR findings between the two groups (p=0.354). The highest incidence (24.8%) of the encephalomalacia in patients in the resistant group may explain the association of perinatal hypoxia with resistance development.Conclusion: If patients with epilepsy can be predicted early in the disease, which group of the patients will not respond well to medical treatment; unlike other patients, different treatment modalities, such as antiepileptic use, vagal nerve stimulation, ketogenic diet and epilepsy surgery, can be applied to this group of the patients. We think that clinicians can guide the planning of treatment of the MR findings.Publication Evaluation of patients admitted to pediatric emergency outpatient clinic with non-traumatic neurological complaint(Bursa Uludag Univ, 2020-12-01) Toker, Rabia Tutuncu; TÜTÜNCÜ TOKER, RABİA; Bodur, Muhittin; BODUR, MUHİTTİN; Özmen, Abdullah Hakan; ÖZMEN, ABDULLAH HAKAN; Okan, Mehmet Sait; OKAN, MEHMET SAİT; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-2588-8195; 0000-0002-9303-5768; JAN-9435-2023; AAH-2684-2021; AAE-2163-2022; IZP-6290-2023; AAF-8981-2020INTRODUCTION: Pediatric Emergency Outpatient Clinic are the units where treated the entire range of emergent and urgent medical conditions. Patients present with a wide range of complaints. Determining the general distribution, frequency and density of Pediatric Emergency Outpatient Clinic applications is of great importance in order to make appropriate future plans. In this study, it was aimed to evaluate the clinical features of patients presenting with non-traumatic neurological complaints.MATERIALS and METHODS: The files of the patients who applied to the Pediatric Emergency Outpatient Clinic within one year were evaluated retrospectively. Patients with a known neurological disease who presented to the Pediatric Emergency Outpatient clinic with non neurological complaints, those in the neonatal and trauma patients were not included in the study.RESULTS: It was found that the main complaint of 628 of the patients who applied to the Pediatric Emergency Outpatient Clinic within a year was neurological symptoms. % 50,3 of the patients were found as girls and %49,7 as boys. Seizure was the most common neurological complaint. It was found that %83,1 of the patients who presented with seizures for the first time presented with a febrile seizures and %16,9 with febrile seizures. Status epilepticus rate was found to be %4,5 in patients presenting with seizuresCONCLUSIONS: Seizure was the most common non-traumatic neurological presentation to Pediatric Emergency Outpatient Clinic. We believe that updating knowledge and skills on emergency approach to seizures in Pediatric Emergency Outpatient Clinic will increase the quality of healthcare services to be provided.Publication Facial colliculus syndrome due to a Herpes simplex virus infection following Herpes labialis(Turkish J Pediatrics, 2021-07-01) Bodur, Muhittin; Toker, Rabia Tütüncü; Özmen, Abdullah Hakan; Okan, Mehmet Sait; BODUR, MUHİTTİN; TÜTÜNCÜ TOKER, RABİA; ÖZMEN, ABDULLAH HAKAN; OKAN, MEHMET SAİT; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.; 0000-0002-2588-8195; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-9303-5768; IZP-6290-2023; AAF-8981-2020; AAH-2684-2021; AAE-2163-2022; JAN-9435-2023; DKC-6496-2022Background. The facial colliculus is an elevated area that is formed by fibers from the motor nucleus of the 7'th cranial nerve as they loop over the abducens nucleus. Clinical signs and symptoms of facial colliculus lesions occur primarily due to injury to the abducens nerve nucleus, the facial nerve fibers around the abducens nucleus, paramedian pontine reticular formation, and the medial longitudinal fasciculus. The etiology of facial colliculus lesions varies by age. While tumors, demyelinating lesions, and viral infections can be involved in young individuals' etiology, vascular ischemia is a common causative factor in older people. Case. In this paper, we present a case of facial colliculus syndrome due to its rare occurrence in a young patient; who developed the signs and symptoms after a herpes infection. Conclusion. Facial colliculus syndrome is rare and the treatment is based on etiology.Item Impact of psychiatric comorbidity on quality of life in adolescents with epileptic disorder(Elsevier, 2009-09) Beyoğlu, E.; Taneli, Yeşim; Özdemir, Özlem; Okan, Mehmet Sait; Taneli, Suna; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Nörolojisi.Item Involuntary movements during vitamin B12 treatment(Sage Publications, 2010-02-10) Özdemir, Özlem; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 26647804400; 6506622162; 24072843300; 6701707256It has been known for many years that vitamin B12 deficiency can cause neurologic problems. One of these problems is involuntary movements that can appear both before and after the initiation of vitamin B12 treatment. Here, we report 3 infants who developed movement disorder during vitamin B12 administration. The movement disorder consisted of a combination of tremor and myoclonus affecting face, tongue, and limbs. Because of the severity of the symptoms, they all needed symptomatic treatment. In 2 of them, the involuntary movements resolved with clonazepam. The involuntary movements in the other patient were successfully treated with piracetam.Item İstemsiz hareketlerle başvuran hastaların etyolojik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2011) Uzun, Meltem; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.Hareket bozuklukları (HB) istemsiz ve amaçsız yapılan hareketler olup, genellikle ekstrapiramidal sistem ve/veya serebellumun etkilenmesi sonucu oluşur. Kore, ballismus, distoni, atetoz, miyoklonus, tik, tremor, stereotipik hareketler gibi yaygın görülenler ve diskinezi, shuddering, haz fenomeni, jitteriness, spasm nutans, istemsiz göz hareketleri gibi daha nadir görülen tipleri vardır. Çocuklarda hareket bozuklukları genellikle altta yatan başka bir hastalığın (perinatal dönemde hipoksi, kafa travması, İntrakranial kanama, inme, kitle, ensefalit, Wilson hastalığı, romatizmal hastalıklar, metabolik hastalıklar, antiepileptik ilaçlar, tirotoksikoz..vb) belirtisi olarak sekonder ortaya çıkar. Çocuklarda daha az sıklıkla da primer hareket bozuklukları şeklinde de görülmektedirler.Bu çalışmada Mayıs 2010- Mayıs 2011 tarihleri arasında, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Çocuk Nöroloji Bilim Dalı polikliniğinde hareket bozukluğu tanısı konan, yaşları 5 ay-18 yaş arasındaki değişen 52 kız, 77 erkek çocuktan oluşan 129 hasta incelenmiş ve ailelerinden izin alınarak hastalıkları ile ilintili video kamera çekimleri yapılmıştır.Tüm hastalara bakıldığı zaman kız/erkek oranı 0.67 (52 / 77) ve yaş ortalaması 9.10 ± 5.47 yıl olarak bulundu. Başvuru yakınmalarına bakıldığında en sık tremor 31 (%24), ikinci sırada distoni 26 (%20.1) ve üçüncü sırada kore 20 (%15.5) vakada görülmüştür. Tremor saptanan hastaların %58'inde tremor posturaldir. Altta yatan en sık sebep ilaca bağlı olup (%32.2), bunu esansiyel tremor (%22.8) izlemiştir. Etiyolojideki diğer tanılar, menenjit-ensefalit, HİE, intrakranial kitle, vasküler patolojiler (hipertansiyon, anjiom), psikojenik hastalık (depresyon, anksiyete), nöropati ve travmadır. Bu hastalarda yapılan kranial MRG vakaların 21'inde (%67.7) normalken, 10'unda (%32.3) anormal bulunmuştu. Tremorla başvuran vakalarda tedavi olarak en sık propranolol kullanılmıştır. Distoni hastalarımızda en sık fokaldir (%34.6). Altta yatan sebepler sıklık sırasıyla; HİE, sarılık, menenjit-ensefalitdir. Ayrıca bu grupta yer alan 21 hastada hafiften ağıra kadar değişen derecede serebral paralizi (SP) bulguları vardı. Bu gruptan bir erkek hastamıza nadir görülen ve ilaca bağlı gelişen fokal distonilerden biri olan oramandibulolingual distoni, bir kız hastaya Wilson hastalığı, bir erkek hastaya da sporadik distoni tanısı konmuştur. MRG görüntüleme vakaların hastaların 10'unda (%38.4) normalken 13'ünde (% 50) anormal bulgular izlenmiştir. Anormal bulgu saptanan 3 vakada (%11.5) bazal ganglion tutulumu saptanmıştır. En çok kullanılan ilaçlar baklofen, L-dopa, pimozid, klonezepamdır. Korea yakınması ile başvuran 20 vakanın altta yatan sebepler sıklık sırası ile 6 hastada akut romatizmal ateş, 4 hastada hipoksik-iskemik ensefalopati (HİE), birinde kernikterus, 3 hastada psikojenik kore hareketleri, 2 hastada geçirilmiş menenjit/ ensefalit, birinde anti-fosfolipid antikor sendromu, bir hasta idiopatik olarak düşünülmüştür. Bir hastada neden bulunamamıştır. 17 yaşındaki bir kız hastamızın 13 yaşında kore başlamış ve syndenham kore tanısı almış, 2 yıl sonra tekrar kore sebebiyle araştırıldığında daha önce negatif olan anti kardiyolipin antikorları pozitif saptanmış. Sydenham koresi tüm hareket bozukluklarının % 4.6'sını, kore bozukluğu olanların ise % 30'unu oluşturmuştur. Kardiyak tutulum sadece 1 hastada mitral yetmezlik olarak saptandı. Tedavide bütün hastalar VA kullandı, 2 hastaya ayrıca haloperidol eklendi.Çalışmamızda saptanan diğer hareket bozuklukları, atetoz, koreatetoz-distoni, stereotipik hareketler, tik, diskinezi, shuddering, haz fenomeni, jitteriness, spasm nutans, istemsiz göz hareketleridir. Bunların birçoğu nöbet veya paroksismal hastalıklarla karışabilmektedir. Bu nedenle hastaları iyi gözlemek ve gerekirse video kamera çekimi yapmak gerekir.Hareket bozuklukları çocuklarda aktiviteyi kısıtlayan, ciddi özürlere yol açabilen bir hastalık grubudur. Etiyolojiye bakıldığında HİE, sarılık, SK, ilaçlar, psikojenik gibi önlenebilir sebepler olması nedeniyle koruyucu önlemler alınması durumunda prevelansı azalacaktır. Bu bozuklukların tedavisi zor ve bazen tedaviye dirençlidir. Tanınması bazen zor olan ve pek çok nörolojik hastalıklarla karışabilen bu hastalıklar daha çok vurgulanması gereken ve çözüm bekleyen geniş bir konudur.Item Katılma nöbetlerinde epidemiyoloji, patofizyoloji ve tedavi yaklaşımları(Uludağ Üniversitesi, 2006) Çalışkan, Serpil Can; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Katılma nöbetleri birinci basamak hastanelerde çalışan hekimlerce ve çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarınca sıkça karşılaşılabilecek bir sorundur. Olumsuz uyarılarla tetiklenen apne, bilinç kaybı, cilt rengi ve postural tonusta değişiklerle karakterize nonepileptik paroksismal bir olaydır.Bu çalışmada katılma nöbeti ile başvuran 70 hasta incelendi. Tanı en az 3defa; tipik klinik akışı takip eden atak öyküsü ile veya nöbetin gözlemlenmesi ile konuldu. Nöbet tipleri siyanotik, soluk, mikst tip şeklinde sınıflandırılarak, ayrıntılı anamnez ve fizik muayene ile değerlendirme yapıldı. Tüm olgulara başvuruda tam kan sayımı, serum demir düzeyi, demir bağlama kapasitesi, serum elektrolit düzeyleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, tele kardiyogram, EKG,psiko elementer değerlendirme, EEG tetkikleri yapıldı. Olgularımızın bir kısmında kardiyak yapısal anomaliler açısından eko kardiyografik inceleme yapıldı ve eventrecorder kayıtlarıyla atak anında aritmi varlığı incelendi. yapıldı. Aile içi iletişim kusurları sorgulanarak gereğinde çocuk psikiyatri konsultasyonu istendi. Tetkikler sonucunda demir eksikliği anemisi olan gruba (grup 1) 4 mg/kg/gün, demir eksikliği saptananlara (grup 2) 2 mg/kg/gün demir tedavisi verildi. Normal hematolojik parametrelerin saptandığı grup 3'te ilaç tedavisi uygulanmadı.Tüm gruplara demirden zengin gıdalardan oluşan bir diet listesi verildi, aileler katılma nöbetleri hakkında bilgilendirildi. Başvuruda demir tedavisi verilen olguların iki aylık tedavi sürecini takiben kontrol hematolojik değerlendirmeleri yapıldı. Grupların kontrollerdeki nöbet sıklıkları, nöbet sonlanma yaşları ve sonlanma oranları karşılaştırıldı. Günümüze kadar yapılan çalışmalar ışığında katılma nöbetlerinin otonom disfonksiyon, genetik predispozisyon, demir eksikliği ve anemisi ile ilişkili olduğu öne sürülmüştür. Çalışmamızda da soluk ve mikst tip nöbetli olgularda sinüzal aritmi görülme oranının daha fazla olması, yüksek oranda aile öyküsü pozitifliği, demir eksikliği ve anemisinin yüksek oranda olması, verilen demir tedavisiyle elde edilen olumlu yanıtlar doğrultusunda diğer çalışmalar ile benzer bulgular saptandı.Çalışmamızda anemi derinleştikçe tablonun ağırlaştığı ve verilen tedaviye o oranda hızlı yanıt alınarak nöbet sayısının azaldığı görüldü. Bununla beraber henüz anemi gelişmeden erken dönemde daha düşük dozlarda demir desteği ile olguların yaklaşık % 92'sine yakın bir oranında nöbetlerin sonlandığı gözlendi. Demir eksikliğine kadar erken fark edilir ve müdahale edilirse nöbetlerin o kadar erken son bulduğu ifade edilebilir. Yaptığımız çalışmada annelerin eğitim düzeyi ne kadar yüksek ise demir eksikliği ve anemisinin görülme oranının o doğrultuda azaldığı saptandı. Olgularımızın bir kısmında epileptik nöbet ve nonepileptik paroksismal bir olay olan katılma nöbetlerinin birlikte olduğu görüldü. 70 olgumuzun 5'inde tekrarlayan EEG'lerde patoloji saptanmasından dolayı antikonvülzan ilaç kullanım endikasyonu saptandı. Bununla beraber başvuru öncesinde antikonvülzan ilaç kullanım öyküsü olan 9 olgumuzdan ise sadece birinde yapılan değerlendirmeler sonucunda ilacın devamı kararlaştırıldı. Katılma nöbetleri pediatrik nöroloji alanında paroksismalnonepileptik olaylar olarak değerlendirilen ve antikonvülzan tedavi etkinliğinin tartışılırolduğu tablolardır. Fakat paroksismal nonepileptik olaylarda yaklaşık % 30 oranında epilepsi birlikteliği olduğu unutulmamalıdır.Item Lymphoma of the cavernous sinus mimicking Tolosa-Hunt Syndrome in a child(Elsevier, 2010-05) Demirkaya, Metin; Sevinir, Betül Berrin; Özdemir, Özlem; Öztürk, Hülya; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.; AAH-1570-2021; 24331130000; 6603199915; 26647804400; 57197115377; 6701707256Some children with malignancies initially present with neurologic signs. Cavernous sinus syndrome is a rare manifestation of lymphomas, more commonly reported in adults. A patient presenting with third and fourth cranial nerve palsies was initially thought to manifest Tolosa-Hunt syndrome, but during follow-up a diagnosis of lymphoma without systemic involvement was established. This patient is the youngest, to our knowledge, to be diagnosed with primary cavernous sinus lymphoma. He remains in remission 5 years after chemotherapy. Malignancies (especially non-Hodgkin's lymphoma) should be considered in young children with cavernous sinus syndrome, even without systemic involvement.Item Meropenem decreases serum level of valproic acid(Elsevier Science, 2004-09) Nacarküçük, Ergün; Sağlam, Halil; Okan, Mehmet Sait; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-0710-5422; C-7392-2019; 6602924559; 35612700100; 6701707256Concomitant administration of meropenem has been reported to decrease serum level of valproic acid both in humans and in animals. This report describes three children who required simultaneous administration of valproic acid and meropenem. Meropenem rapidly decreased serum valproic acid concentration to sub-therapeutic levels in all three children, and serum valproic acid levels were returned to therapeutic levels in a short time after discontinuing simultaneous meropenem therapy. Valproic acid was not changed to another antiepileptic agent, because no seizure activity was observed. To our knowledge, this is the first case report on the simultaneous administration of meropenem and valproic acid in childhood. In conclusion, it is clear that concomitant meropenem administration decreases serum valproic acid concentration, and we believe that there may be no need to change the antiepileptic drug during this period, provided that the patient has no seizure. More detailed studies are required.