Browsing by Author "Tokullugil, H. Asuman"
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akciğer kanserlerinde dokudaki VEGFR-1 ve TRAILR-1 ekspresyonları ile serum solubl VEGFR-1 düzeylerinin tedaviye yanıtla ilişkilerinin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2004) Yılmaztepe, Arzu; Tokullugil, H. Asuman; Ulukaya, Engin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Artmış Vasküler Endotelyal Growth Faktör (VEGF) ekspresyonu akciğer kanseri dahil çeşitli kanserlerde gözlenmiştir. Vasküler Endotelyal Growth Faktör-Reseptör 1 (VEGF-R1) de bu etkilerine aracılık eden reseptörlerden biridir. Solubl Vasküler Endotelyal Growth Faktör-Reseptör 1 (sVEGF-R1) tümör anjiyogenezinde önemli endotelyal regülatörlerden biridir. VEGF'nin başlattığı sinyal iletimi yolunda tamamen zıt etki gösterir. Yani VEGF'nin etkisini inhibe eder. Tümör nekrozis Faktör (TNF) aracılı apoptozis indükleyici ligand (TRAIL), reseptörleri olan TRAIL-R1 ve TRAIL-R2 aracılığıyla selektif olarak kanser hücrelerini apoptozise götürerek metastazların önlenmesi ile ilişkili olabilir. Biz çalışmamızda malign akciğer kanserli hastaların serum sVEGF-R1 düzeyleri ile benign akciğer hastalıklı ve sağlıklı bireylerin sVEGF-R1 düzeylerini karşılaştırdık. sVEGF-RVin tedavi ve survi ile olası ilişkisini saptamaya çalıştık. Ayrıca çalışmamızda akciğer kanser dokusunda VEGF-R1 ve TRAIL-R1 ekspresyon düzeylerini inceleyerek tedavi ve survi ile ilişkisini saptamaya çalıştık. Malign olgular 42 kişiden oluşurken benign ve sağlıklı kontrol grubumuz toplam 55 kişiden oluşmaktaydı. Serum sVEGF-RI düzeyleri ELISA metodu ile ölçüldü. Doku VEGF-R1 ve TRAIL-R1 ekspresyon düzeyleri ise immunohistokimyasal olarak değerlendirildi.Serum sVEGF-RI düzeyleri bakımından malign ve nonmalign olgular arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0.05). Tedavi öncesi ve sonrası sVEGF-RI düzeyleri karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Fakat sVEGF-R1 düzeylerinin progresyon gösteren grupta anlamlı olarak daha az olduğu saptandı. Ayrıca tedavi yanıtı ile sVEGF-R1 düzeyleri karşılaştırıldığında, sVEGF-R1 düzeylerinin hastalığın progresif veya stabil olması durumu ile anlamlı bir korelasyon gösterdiği bulundu (p<0.05). Doku VEGF-R1 ekspresyon seviyeleri açısından progresif hastalar ile stabil hastalar arasında anlamlı bir fark saptandı. Doku sVEGF-R1 düzeyleri progresif grupta artmış olarak bulundu. Sonuç olarak serum sVEGF-RI düzeylerinin, tedaviye yanıtı tahmin etmede klinisyenlere yardımcı bir parametre olabileceği kanısına varıldı.Item Hiperlipidemik olgularda plazma antitrombin III, protein C ve plazminojen aktiviteleri(Uludağ Üniversitesi, 1998) Cangül, Hakan; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Biyokimya Anabilim Dalı.Bu çalışma, hiperlipideminin ateroskleroz gelişimindeki primer rolünün yamsıra, sekonder olarak koagülasyona eğilimi arttırarak da aterogeneze katkıda bulunup bulunmadığını araştırmak amacıyla planlandı. Fibrinojen, trombinin etkisiyle fibrin ipliklerini oluşturarak pıhtılaşmada merkezi rol oynayan bir glikoproteindir. Antitrombin III, trombin ve aktif pıhtılaşma faktörleriyle (faktör IXa, Xa, XIa, XIIa) inaktif kompleksler oluşturan doğal bir antikoagülandır. Protein C de faktör Va ve Villa' yi inhibe ederek antikoagülan etki gösterir. Plazminojen ise, pıhtı eritilmesini sağlayan fibrinolitik sistemin başlıca elemanıdır. Çalışma üçü farklı tip hiperlipidemik (hipertrigliseridemik, hiperkolesterolemik, karışık tip hiperlipidemik) ve biri kontrol grubu olmak üzere dört grupta gerçekleştirildi. Her grupta 15 erkek ve 15 kadından oluşan 30 olgu vardı. Tüm gruplarda serum ürik asit, glukoz, üre, kreatinin, trigliserid, total kolesterol miktar belirtimi enzimatik yöntemlerle yapıldı. Lipoprotein elektroforezi fraksiyonları, sellüloz asetat kullanılarak belirlendi. Apo Al ve B, nefelometrik olarak, Lp (a) ise, ELISA yöntemiyle ölçüldü. Plazmada fibrinojen düzeyi Clauss yöntemiyle, antitrombin III, protein C ve plazminojen aktiviteleri ise, kromojenik substrat kullanılarak spektrofotometrik olarak saptandı.Fibrinogen düzeyi, hiçbir deney grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark göstermedi. Plazminojen aktivitesi (%), kontrol grubuna (99.8+12) göre, hipertrigliseridemik grupta (103+16.1) ve kanşık tip hiperlipidemi grubunda (106+11.9) daha yüksek bulunurken, hiperkolesterolemik grupta (98.4±12.2) kontrol grubuna oldukça yakın bir değer elde edildi. Protein C aktivitesi (%), tüm deney gruplarında kontrol grubuna (100+14.8) göre daha yüksekti ve en yüksek değer, kanşık tip hiperlipidemi grubunda (121+12.6) saptandı. Antitrombin III aktivitesi (%), tüm hiperlipidemik gruplarda normolipidemik gruba göre daha düşüktü. Kontrol grubu ortalama değeri 100+12.5 iken, en düşük değer (90.2+16.8) kanşık tip hiperlipidemi grubunda bulundu. Çalışmanın sonunda hiperlipideminin koagülasyon sistemi üzerinde etkili olduğu düşünüldü. Deney gruplannda görülen protein C aktivitesi yüksekliğinin, hiperlipideminin indüklediği hiperkoagülasyon durumuna kompansatuar olarak geliştiği sonucuna vanldı. Antikoagülan aktivitede majör rol oynayan antitrombin IH'ün deney gruplannda düşük bulunması, bu gruplarda koagülan aktivitenin daha da artmış olabileceğini düşündürdü. Buradan hiperlipidemilerde antitrombin III aktivitesi düşüklüğünün, ateroskleroz riskini arttıran bir faktör olabileceği kanısına vanldı. Bu açıdan çalışmamızda ateroskleroz gelişiminde en fazla risk altında bulunan olgu grubunun kanşık tip hiperlipidemi grubu olduğu sonucuna vanldı. Elde edilen bilgiler ışığında; ateroskleroz riski taşıyan hiperlipidemik olgulann izlenmesinde antikoagülan parametrelerin de değerlendirilmesi ve gerekli görülen olgularda erken dönemde antikoagülan tedaviye başlanması, yararlı olabilir kanısına varıldı.Item Hiperlipidemik ve normolipidemik kişilerde beta-karoten düzeyi ile serum lipidleri arasandaki ilişkilerin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1998) Ulukaya, Engin; Dirican, Melahat; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Bu çalışma hiperlipidemi ve normolipidemic beta-karotenle serum lipidlerinin ilişkisinin incelenmesi amacıyla üç değişik tip hiperlipidemik ve bir normoipidemik kontrol grubu olmak üzere dört grupta gerçekleştirildi. Bu amaçla tüm olgularda serum beta-karoten. eşitli lipid parametreleri total kolesterol, trigliserid. yüksek dansiteli lipoprotein cholesterol HDL-K). düşük dansiteli lipoprotein-cholesterol LDL-K)j. apolipoprotein B ve A-1 düzeyleri tayin edildi. Çalışmaya 25-50 yaş grubundaki sağlıklı erkekler dahil edildi. Serum beta-karoten düzeyinin hiperkolesterolemik grupta kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek olduğu bulundu rp<0.05). Normolipidemic kontrol grubunda beta-korotenin HDL-K ile negatif =-0.626). total kolesterol HDL-K oranı ile ise pozitif (r = 0. 711) yönde anlamlı korelasyonlar gösterdiği saptandı. Hipertrigliseridemik ve karışık tip hiperlipidemik gruplarda beta-karoten ile HDL-K arasındaki pozitif korelasyonlar istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulundu. Beta-karoten kontrol grubunda total kolesterol: hiperlipidemik gruplarda ise trigliserid ile ilişkinin göreceli olarak daha yüksek olduğu görüldü.Item Lokal, ileri ve metastatik meme kanseri olan hastalarda bir apoptozis göstergesi olan serum kırılmış sitokeratin 18 düzeylerinin, tedaviye yanıta ilişkisinin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2006) Karaağaç, Esra; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Sitokeratin 18, basit epitel hücreleri, intermediate filamanlarının major kompenentidir ve basit epitelin tümörlerinden kaynaklanır. CK-18, en fazla meme, prostat, akciğer, kolon ve over kanserlerinden eksprese edilir. CK 18 apoptozis esnasında kaspazlarla kırılarak, proteolitik parçalarına ayrılır. Bir monoklonal antikor olan, M30, CK18’in Asp396’da kırılan parçalarını tanır. Bu çalışmada malign meme kanserli hastalarda (n:37) serum M30 düzeyleri incelendi. Bu düzeyler ile benign meme hastalıklı (n:35) ve sağlıklı bireylerin (n:34) serum M 30 düzeyleri karşılaştırıldı. Malign meme kanserli hastalardan yalnızca 11’i neoadjuvan kemoterapi almıştı. Kemoterapi tedavisinin öncesinde ve sonrasında saptanan serum M30 düzeyleri karşılaştırılarak kemoterapinin olası etkileri değerlendirildi. Malign olgular 37 kişiden oluşurken benign ve sağlıklı kontrol grubu toplam 69 kişiden oluşmaktaydı. Serum M30 düzeyleri ELISA metodu ile ölçüldü. Kemoterapinin apoptozis indüksiyonundaki etkisini değerlendirmek için serum M30 düzeyleri ilk kemoterapiden önce ve 24 ve 48 saat sonra ölçüldü. Hem 24 hemde 48.saatlerde elde edilen M30 düzeylerinin, tedavi öncesi düzeylerden daha yüksek bulunmasına rağmen, sadece 24.saatte elde edilen M30 düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmışdı (p:0,05). Metastatik meme kanserli hastaların serum M30 düzeyleri, sağlıklı, benign meme hastalığı olan ve primer meme kanserli hastalarınkinden anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). Bununla birlikte primer meme kanserli hastalar ile benign meme hastalığı olanlar ve sağlıklı kişiler arasında serum M30 düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Östrojen reseptörü (ER) ve progesteron (PgR) reseptörü (-) malign meme kanserli hastaların serum M30 düzeyleri ER ve PgR (+) hastalarla karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha yüksekti (p:0,03, p:0,01). Kemoterapetik ajanlarla tedavi, apoptozise neden olur. M 30 bir apoptozis markırıdır ve tedavinin başlangıcından sonra düzeyleri hasta serumunda artar. Bu çalışma sonucunda M30 düzeylerinin, tedavinin izlenmesinde , tümör progresyonunun ve rekürrens belirtilerinin erken saptanmasında, klinisyenlere yardımcı olacağı kanısına varıldı.Item Multifonksiyonel hormon: Leptin(Uludağ Üniversitesi, 2004-06-22) Aslan, Kemal; Serdar, Zehra; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Başlıca yağ dokusu tarafından sentezlenen ve salgılanan leptin, hipotalamus’daki spesifik reseptörlerine etki ederek enerji alımı ve enerji harcanması arasındaki dengeyi düzenleyerek bir tür antiobezite faktörü olarak fonksiyon görür. Üreme, hematopoez, gastrointestinal fonksiyonların düzenlenmesi, anjiyogenez, sempatik sinir sistemi aktivasyonunun düzenlenmesi, kemik yoğunluğunun belirlenmesi, termogenez ve beyin gelişimi gibi birçok fonksiyonunun da olduğu saptanan leptinin, sentez ve salgılanmasında birçok faktör rol oynar. Bu derlemede, literatür bilgisi ışığında leptinin genel özellikleri ve fonksiyonları tartışılacaktır.Item Osteopontin, aktive lökosit hücre adezyon molekülü ve prominin plazma düzeylerinin meme kanserinin tanısı, kemoterapiye yanıtı ve prognozuyla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Aykuş, Mehmet; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı.Meme kanseri önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Günümüzde dünya genelinde deri kanserleri hariç tutulursa kadınlarda en sık görülen kanserdir ve mortaliteye en çok yol açan ikinci kanser konumundadır. Tüm kanserlerde olduğu gibi meme kanserinde de erken tanı önemlidir ve bu amaçla çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Laboratuarlarda meme kanserinin tespiti için çeşitli tümör belirteçleri kullanılmaktadır ancak meme kanseri taramasında henüz kullanıma giren bir biyobelirteç olmadığı gibi, tedavi etkinliğinin izlenmesi, prognozun değerlendirilmesi gibi durumlar için de laboratuarda kullanılan belirteçler yetersiz kalmaktadır. Bu araştırmada plazma osteopontin (OPN), aktive lökosit hücre adezyon molekülü (ALCAM) ve prominin düzeyleri sağlıklı kontrol grubu ve meme kanserli hasta gruplarında araştırılarak, klinikte kullanılabilirlikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmaya Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Onkoloji Bölümü polikliniklerine başvuran ve polikliniğe başvurduğu anda meme kanseri tanısı almış olup neoadjuvan kemoterapi planlanan 21 kadın olgu ile sağlıklı kontrol grubu olarak belirlenmiş 22 kadın olgu dahil edilmiştir. Plazma OPN, ALCAM ve prominin düzeyleri ELISA yöntemi ile belirlenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda OPN ve ALCAM düzeyleri meme kanserli hastalarda tanı anında sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunurken (p<0,05), prominin düzeyleri farklılık göstermemiştir (p>0,05). Meme kanserli hastalarda OPN düzeylerinin kemoterapi sonrası anlamlı olarak azaldığı (p<0,05) görülmüş, ALCAM ve prominin düzeyleri bu açıdan anlamlı bir farklılık göstermemişlerdir (p>0,05). Bu parametreler meme kanseri için prognoz göstergesi olan belirteçlerle kıyaslandığında, belirteçlerle aralarında anlamlılık görülmemiş (p>0,05) ve yine Miller Payne Kemoterapi Yanıtı ile de anlamlı bir ilişki göstermemişlerdir (p>0,05). Bu araştırma sonucunda OPN, ALCAM ve prominin parametrelerinden OPN ve ALCAM'ün plazma seviyelerinin meme kanserinin tanısı amacıyla kullanılabileceği yargısına varılmıştır. Kemoterapi yanıtını öngörmede ise bu parametrelerin plazma seviyelerinin belirlenmesinin yetersiz olacağı düşünülmektedir.Item Serbest testosteron ve insülin hormonları ile trigliserit, total kolesterol, HDL-kolesterol ve lipoprotein elektroforezi fraksiyonları arasındaki ilişkiler(Uludağ Üniversitesi, 1995-11-29) Ulukaya, Engin; Tokullugil, H. Asuman; Dirican, Melahat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Bu araştırma üç değişik hiperlipidemik olgu grubu (Grup 1: trigliserit (TG) > 200 mg/dl, total kolesterol (TK) < 220 mg/dl; grup 2: TG > 200, TK > 220; grup 3: TG < 200, TK > 220) ve bir normolipidemik kontrol grubunda (Grup 4: TG < 200, TK< 220) gerçekleştirildi. Olguların tümü erkekti. Tüm olgularda serum TG, TK, yüksek dansiteli lipoprotein-kolesterol (HDL-K), lipoprotein elektroforez fraksiyonları, insülin ve serbest testosteron düzeyleri ölçüldü. Hipertrigliseridemik grupta (grup 1) serbest testosleronun pre-beta lipoprotein fraksiyonu ile aniamir pozitif (r= 0. 62 7, p < 0. 05), beta lipoprotein fraksiyonu ile ise anlamlı negatif (r=-0. 725, p < 0. 05) korelasyon gösterdiği saptandı. Bu korelasyonlar androjenlerin; çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL) ve düşük densiteli lipoprotein (LDL) 'ler üzerine etkisini gösteren bir bulgu olarak değerlendirildi. Karışık tip hiperlipidemik grupta (grup 2) insülin ile alfa lipoprotein fraksiyonu arasında anlamlı pozitif bir korelasyon (r=0. 579, p < 0. 05) olduğu görüldü. Bu ilişki ise bize insülinin lipoprotein metabolizmasını etkilediği izlenimini verdi.Item Serum total kalsiyum tayininde üç değişik yöntemin kıyaslanması(Uludağ Üniversitesi, 1996-05-14) Serdar, Zehra; Ağaoğulları, A. Neşe; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Bu çalışmada, serum total kalsiyum ölçümünde kullanılan titrimetrik ve kolorimetrik yöntemlerin kıyaslanması amaçlandı. Titrimetrik yöntem olarak kompleksometri yöntemi, kolorimetri yöntem olarak ta methylthymol Blue (MTB) yöntemi hem manuel olarak, hem de otoanalizörde çalışıldı. Ölçümler aynı serum havuzundan ayrılan örneklerde yapıldı. Çalışmaları sonucunda deney içi değişkenlik katsayısı (%CV) kompleksometri yönetim için %1. 78, manuel çalışılan MTB yöntemi için %1.65 ve otoanalizörde çalışılan MTB yönetim için de %1.16 olarak saptandı. Deneyler arası %CV değerleri ise kompleksometri yöntemi için %3. 07, manuel çalışılan .'MTB yöntemi için %2.58 ve otoanalizörde çalışılan MTB yöntemi için de %1 66 bulundu. "Recovery" değerleri ise kompleksometri yöntemi için %96, manuel MTB yöntemi için %98, otoanalizörde çalışılan MTB yöntemi için ise %101 olarak bulundu. Sonuç olarak, manuel çalışılan kolorimetrik MTB yönteminin linearite sınırı ve "recovery" değerlerinin daha yüksek, % CV değerlerinin ise otoanalizör değerlerine daha yakın olması nedeniyle, titrimetrik kompleksometri yöntemine göre daha güvenilir olduğu kanısına varıldı.Item Serum ürik asit konsantrasyonu ile koroner arter hastalığı risk faktörlerinin ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 1997-01-02) Dirican, Melahat; Cangül, Hakan; Tokullugil, H. Asuman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.Serum ürik asit (ÜA) düzeyi ile koroner arter hastalığı (KAH) riski arasında bağlantı olduğunu ortaya koyan çalışmalar vardır. Bu çalışmada 98 kişide serum ÜA düzeyi ile KAH risk faktörü olan diğer bazı parametrelerin ilişkisi incelendi. Total kolesterol (TK), LDL-K ve ÜA ile vücut kitle indeksi (VKİ). TK. trigliserid (TG) VLDL-K, LDL-K, ve TK HDL-K arasında anlamlı pozitif korelasyon olduğu saptandı. Serum ÜA düzeyi ile HDL-K arasında ise negatif korelasyon olduğu bulundu. Kadınlarda yapılan korelasyon incelemesi sonucunda ÜA ile VKİ. TG. TK, VLDL-K, TK HDL-K arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyonlar bulundu. Erkeklerde ise ÜA ile aynı parametreler arasında bu korelasyonların azaldığı gözlendi. Serum ÜA düzeyinin TK, LDL-K, TG, VLDL-K. TK/HDL-K ve VKİ gibi risk faktörleri ile korelasyon göstermesi, ürik asitin de KAH için bir risk faktörü olduğunu düşündürmektedir.