Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 590
- Results Per Page
- Sort Options
Item İmmun yetmezlikli hastalarda intravenöz immünglobulin tedavisi(Uludağ Üniversitesi, 2003) Kılıç, Sara Şebnem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Standart intravenöz immunglobulin (IVIG) preparatları yaklaşık olarak 5000-10000 donör plazmasından elde edilmektedir. Çok sayıda donörden hazırlanması nedeniyle donörlerin doğal enfeksiyon ve immunizasyon ile oluşmuş çok çeşitli tipteki antikorlarını içerirler. Kullanımda olan IVIG preparatları, IgA ve IgG subgrupları yönünden aralarında minör farklılıklar içerirler. Ticari bir IVIG preparatı %95 ve üzeri IgG, %2.5’den az IgA ve IgM içerir. IgG subgrupları ise donör havuzunun içeriğine göre; IgG1 %55-70, Ig G2 %30-38, Ig G3 %0-6, Ig G4 %0.7- 2.6 şeklinde değişen oranlarda bulunur. Pürifiye immunglobulin glukoz, maltoz, glisin, sukroz, mannitol veya albumin ile stabilize edilir. IVIG’in ortalama yarı ömrü üç haftadır. IgG molekülü, dört polipeptid zincirden (iki hafif, iki ağır) oluşmaktadır. Hem hafif hem de ağır zincirlerin değişken (V) ve sabit (C) olarak belirtilen bölümleri mevcuttur. Bir hafif ve bir ağır zincir disülfit bağla kovalent olarak bağlanır. Hafif ve ağır zincirin değişken kısımları non-kovalent olarak bağlanmıştır ve antijen bağlayan kısmı oluşturmaktadır. IgG nin hücrelerle bağ- lantısını Ig G'nin Fc kısmı sağlamakta ve Fc reseptörleri aracılığıyla fagositlerde, B hücre ve diğer antijen sunan hücrelerle karşılıklı iletişim meydana gelmektedir. ‹ntravenöz immunglobulin (IVIG) tedavisi Amerika Birleşik Devletlerinde ilk kez 1981 yılında FDA onayı almış ve öncelikle hipogamaglobulinemi ile seyreden immün yetmezliklerin tedavisinde önerilmiştir. IVIG tedavisi başlangıçta aylık 200 mg/kg dozunda uygulanırken; günümüzde kişinin sık enfeksiyon geçirmesini engelleyecek en düşük doz önerilmektedir. Ancak otoimmün hastalıklarda ise yüksek doz immünglobulin tedavisi kullanılmaktadır (örne- ğin idiopatik trombositopenik purpura tedavisinde 1-2 g/kg doz) (1,2).Item Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonları(Uludağ Üniversitesi, 2003) Dönmez, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Çocuklarda İdrar yolu enfeksiyonu (İYE), sık karşı- laşılan ve nefroloji alanındaki önemli konulardan biridir. İYE deyimi üriner sistemin çeşitli yerlerini ilgilendiren, bakteriüri ile karakterize klinik ve patolojik durumları yansıtır. Bu enfeksiyonlar semptomatik olabildiği gibi asemptomatik olarak ta karşımıza çı- kabilmektedir. İYE’ları özellikle tekrarlayıcı nitelikte ise, obstrüktif malformasyon ve vezikoüreteral reşü (VUR) gibi anatomik bozukluklar varsa, ciddi komplikasyon gelişme riski bulunmaktadır (1,2). Böbrek sintigrafisi ile akut pyelonefrit tanısı (APN) doğrulanmış çocukların %25-40’ında VUR saptandığı ve daha sonra bu hastaların %10-15’de renal skar geliştiği bildirilmiştir. Skarlı böbrekte hipertansiyon gelişme riski, zedelenmenin boyutu ile korelasyon gösterir. Bilateral skarlı çocukların %15-30’unda 10 yıl içinde hipertansiyon geliştiği bildirilmiştir (1,2). Gelişmiş ülkelerde kronik pyelonefrite bağlı son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) azalırken (3), ülkemizde halen SDBY’nin en sık nedenini kronik pyelonefritler oluşturmaktadır (4,5). Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonunun ve komplikasyonlarının tedavisinde başarılı olabilmek için erken dönemde tanının konması ve patogeneze yönelik tedavinin başlatılması önemlidir.Item Kanserli çocuklarda anemi(Uludağ Üniversitesi, 2003) Sevinir, Betül B.; Durmaz, Oğuzhan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Günümüzde gelişmiş ülkelerde çocukluk çağı kanserlerinde 5 yıllık ortalama yaşam hızları %75- 80’e ulaşmıştır (1). Sağkalım oranlarının iyileşmesinde birçok faktör etkilidir. Tanı ve evreye göre farklı sonuçlar söz konusu olduğundan hastadaki bireysel riske uygun tedavi yaklaşımı esastır. Yüksek riskli hastalarda daha yoğun kemoterapi protokolleri verilmektedir. Zaman zaman kemoterapi ve radyoterapinin akut yan etkileri, birincil hastalığa bağlı yakınmalardan daha ağır olmaktadır. Kemik iliği baskılanması, mukozit, kusma, enfeksiyonlara yatkınlık, beslenmenin bozulması, ağrı gibi sorunlardan en az birkaçı onkolojik tedavide her hastanın yaşadığı sorunlardır. Hiç kuşkusuz bu problemlerin aşılmasını sağlayan destek tedaviler, elde edilen başarıda büyük paya sahiptir. Ancak, destek tedaviler sağkalım hızını olduğu kadar kanser tedavisinin ekonomik maliyetini de yükseltmektedir. Çocukluk çağı kanserlerinde tam iyileşme oranlarının artması ve çocuklarda beklenen yaşam süresinin uzunluğu gözetildiğinde destek tedavilerden en çok yarar görecek grup, çocuk hastalardır. Pediatrik onkoloji hastalarının bazı sorunlarında, onkoloji merkezi dışındaki birinci ve ikinci basamak hekimlerinin yardımı gerekmektedir. Bu nedenle destek tedavi kapsamındaki çeşitli konulara bu dergide yer verilecektir.Item Çocuklarda baş ağrısı(Uludağ Üniversitesi, 2003) Okan, Mehmet; Özdemir, Hakan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.İnsanların sık karşılaştığı yakınmalardan birisi olan baş ağrısı kafatası içinde veya dışında yer alan ağrıya duyarlı oluşumların değişik nedenlerle etkilenmesi sonucu ortaya çıkar. Bu yakınma merkezi sinir sistemindeki (MSS) patolojilerden kaynaklanabildiği gibi vücudun diğer bölümlerinin rahatsızlıklarının bir belirtisi olarak da karşımıza çıkabilir. Baş ağrıları bazen hayatı tehdit edici bir patolojinin habercisi olabildiği gibi, bazen de bir enfeksiyona, ailevi olarak geçebilen vasküler patolojilere veya psikojenik kökenli nedenlere bağlı olabilir. Yetişkinler arasında baş ağrısı yakınması ile karşı- laşmayan hemen hemen yok gibidir. Ancak yaş küçüldükçe bu yakınma ile başvuran hasta sayısı da azalmaktadır. Bu da küçük yaştaki çocukların muhtemelen ağrıyı ve niteliğini ifade edememelerinden kaynaklanmaktadır. Çocuklarda baş ağrısı prevalansı yaş ile birlikte artış göstermektedir. Polonya’da yapılan retrospektif çalışmada bir yıl içerisinde okul çağı çocuklarının % 75’inin baş ağrısı geçirdiği tespit edilmiştir (1). iskandinavya’da yapılan bir çalışmada ise, 7 yaş civarındaki çocukların % 1,4’ünde gerçek migren, % 2,5’inde non migrenöz baş ağrısı, % 35,0’inde de diğer nedenlere bağlı baş ağrısı tanımlanmıştır (2). On beş yaş civarında ise, migren sıklığı % 5,3 olarak verilirken, non migrenöz baş ağrıları % 15,7, diğer nedenlere bağlı baş ağrıları da % 54,0 oranında bildirilmiştir (3). Ülkemizde bu konuda geniş kapsamlı çalışmalar sınırlı olup 6-15 yaş arasındaki çocuklarda baş ağrısı oranı % 37,3 olarak bildirilmiştir (4). Altı yıllık periyodu kapsayan bir çalışmada ise çocukların % 80,0’inin baş ağrısı yakınması ile karşılaştığı bildirilmektedir (3). Sonuç olarak yapılan epidemiyolojik çalışmalar adölesan öncesi dönemde baş ağrısı insidansının % 20,0 ile % 54,0 arasında değiştiğini göstermektedir (2,3).Item Astımlı çocuğun tedavisinde astım kamplarının yeri(Uludağ Üniversitesi, 2003) Öneş, Ülker; Sapan, Nihat; Canıtez, Yakup; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Allerji Bilim Dalı.Astım dünyada çocuklar arasındaki en sık görülen kronik hastalıktır. Hastalığın prevalansında son yıllarda tüm dünyada artış görülmekte olup, giderek daha fazla sayıda çocuğu etkilemektedir. Genel olarak çocuklar arasında görülme sıklığı çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda ortalama olarak % 5 ile 15 arasında değişmektedir. ilkokul çağı çocuklar arasında yapılan çalışmalarda Bursa'da % 7.9 (1), İstanbul'da % 9.8 (2) olarak bulunmuştur. Astımlı çocukların günlük yaşamı, zaman zaman ortaya çıkan öksürük ve nefes darlığı gibi bulgular nedeniyle olumsuz şekilde etkilenmektedir. Örneğin bu çocuklar sportif aktivitelere daha az katılırlar, genellikle aileleri tarafından aşırı korunan ve kollanan çocuklardır, koşup oynamalarına, spor yapmalarına izin verilmez, okulda beden eğitimi derslerine girmemeleri istenir. Hastalığın bulgularının artması nedeniyle özellikle kış aylarında okul devamsızlığı olabilir. Ayrıca hastaneye yatma ve okul devamsızlığı nedeniyle öğrenim kapasitelerinin, özellikle kötü sosyoekonomik durumda bulunan astımlı çocuklarda akranlarına göre azaldığı bildirilmektedir (3).Item Prematüre ve yenidoğan beslenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2003) Köksal, Nilgün; Akpınar, Reyhan; Köse, Hülya; Sayrım, Kadriye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Anne sütü tüm bebekler için özellikle prematüreler ve hasta yenidoğanlar için ideal bir besindir. Anneler emzirme konusunda desteklenmelidir (1). Çoğu pediatristin anne sütü ile beslenme hakkında yeterli bilgisi yoktur. Laktasyon yönetimi için çeşitli eğitim organizasyonları düzenlenmektedir (2). Term bebekler ve bazı preterm bebekler doğumdan sonra emebilecek düzeydedir. Çoğu yüksek riskli, çok düşük doğum ağırlıklı (ÇDDA) bebek anne sütü alamaz. Bebek oral alabilecek düzeye gelene kadar anne sütünü sağmalıdır. Desteklenmiş anne sütü ile beslenme genellikle iyi tolere edilir (1).Item Aşılamanın dünü, bugünü, yarını(Uludağ Üniversitesi, 2003) Ildırım, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.İnsanlar eski çağlarda da hastalıklardan korunmaya çalışmışlardır. Aşıların keşfinden önce insanlar doğal yolla hastalıklardan korunmak istemişler, bu nedenle bazı aileler suçiçeği veya kızamık hastalığı geçiren çocuklarının yanına, diğer kardeşlerini de yatırarak, onların da küçük yaşta bu hastalığı geçirmelerini, bir defada bu hastalıkları atlatmalarını düşünmüşlerdir. Buna hastalığı geçirerek kazanılmış bağışıklık diyoruz.Item İmmun trombositopenik purpura tanı ve tedavisine güncel yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2003) Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Idiopatik trombositopenik purpura (ITP) veya diğer adı ile primer immun trombositopenik purpura trombositlere karşı gelişen otoantikorların trombositleri retiküloendotelyal sistemde parçalaması ile karakterize hematolojik bir hastalıktır. Çocukluk ça- ğında %80 olguda spontan düzelmesine karşın bazı olgularda ciddi kanamalara yol açabilir. Özellikle hekimi trombosit sayısının düşük olduğu (<20 000/mm3 ) durumlarda, ciddi kanama bulguları olmasa bile hastaya uygulayacağı yaklaşım ve tedaviye karar verme açısından güç durumda bırakabilir. ITP’nin tanı ve tedavisindeki belirsizlikler, 1994 yılında Amerikan Hematoloji Birliğinin yayınladığı rehberde giderilmeye çalışılmıştır (1). Ancak pratik uygulamada hala güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu yazıda, ITP’nin tanı ve tedavisine yaklaşımdaki genel prensipler son literatür bilgileri ışığı altında değerlendirilmiştir. Böylece klinik uygulamalarda yaşanılan sorunlara yanıt aranmaya çalışılmıştır.Item İnflamatuar barsak hastalıkları(Uludağ Üniversitesi, 2003) Özkan, Tanju Başarır; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.İnşamatuar barsak hastalıkları (‹BH), gastrointestinal kanalın kronik, idyopatik inşamasyonu ile karakterize hastalıklardır; Crohn hastalığı (CH) ve ülseratif kolit (ÜK) olmak üzere iki major klinik formdan oluşur. Ayırıcı tanının klinik, radyolojik, endoskopik ve histolojik özellikleri bazında yapılması, uygun kritik tedavi yaklaşımlarının farklı olduğu durumlarda özellikle önemlidir. Makroskopik ve mikroskopik olarak her iki hastalığa ait özellikleri de taşıdığı için net olarak sınışandırılamayan, olguların % 10-15’ini oluşturan klinik durum “indeterminate kolit” olarak nitelenmektedir. ‹BH, hastaların % 20’sinde çocukluk ve adolesan çağda başlamaktadır. Ancak hastalığın doğal öyküsü, ciddiyeti, tedaviye verdiği yanıt ve seyri değişkenlik göstermekte ve tutulum yeri, inşamasyonun ağırlığı ile ancak kısmen bir korelasyonu gözlenmektedir. Ülseratif kolit, kolonu rektumdan proksimale doğru sağlam kısım bırakmadan tutan, remisyon ve eksaserbasyonlarla seyreden; kronik, inşamatuar bir hastalıktır. Crohn hastalığı ise ağızdan anüse dek sindirim kanalını segmenter tarzda, arada sağlam bölgeler bırakarak tutan, transmural tutulum özelliği gösteren, remisyon ve eksaserbasyonlarla seyreden kronik, inşamatuar bir hastalıktır. Her iki hastalığın ortak özelliği sindirim sistemi dışında bir çok organ ve organ sistemlerinde bulgularla seyredebilen sistemik hastalık olmalarıdır (1).Item Çocuklarda akut otitis media(Uludağ Üniversitesi, 2003) Hacımustafaoğlu, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Otitis media (OM) orta kulak inşamasyonu olup, çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra en sık görülen enfeksiyonlardır. Gerçek insidans aşırı tanı konulmasına veya aksine tanının gözden kaçırılması gibi nedenlerle sıklıkla her zaman doğru olarak saptanamaz. Akut inşamasyon (Akut otitis media) sonrasında uygun tedavi almış çocuklarda bile orta kulak efüzyonu belirli bir süre devam eder, bu nedenle bir süre izlem gerekir.Item Çocukluk çağında "telekardiyografik değerlendirme"(Uludağ Üniversitesi, 2003) Çil, Ergün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.Doğumsal ve edinsel kalp hastalıklarının tanısında kalbin büyüklüğü, şekli, büyük damarların durumu ve akciğer damarlanması hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Bu nedenle fizik muayeneden sonra genellikle elektrokardiyografi ve telekardiyografi gereklidir. Röntgen tüpü göğüse 180 cm uzakta iken postero-anterior çekilen filmlere telekardiyografi (tele) denir. Telekardiyografi çekilirken aşağıda belirtilen kurallara uyulmaması halinde yanlış değerlendirmelere yol açar (1-4). Ayrıca yenidoğan ve süt çocuklarında, özellikle erkek çocuklarda timus hiperplazisi sık görüldüğünden, yanlışlıkla kardiyomegali şeklinde yorumlanabilir. Timus ilk yaş içinde büyük olup ön mediasteni ve kalbin önünü kapatarak, kalbi büyük gösterir veya kalp konturlarında anormal görünümlere yol açar (5,6). Süt çocuklarında üst mediastenin geniş oluşu, bu genişliğin kalp gölgesi gibi aşağıya devam etmesi, kalbin sağında veya solunda bir çentik görülmesi (yelken timus veya pelerin timus) timusu akla getirmelidir (fiekil 1,2). Klinik ve EKG bulguları kardiyomegali ile uyumsuz hastalarda sol yan grafi çekilerek, sadece ön mediasteni dolduran timusun görüntülenmesi ve kalbin büyük olmadığının gösterilmesi tanıyı koydurur.Item Çocukluk çağı astımında ilaç tedavisi(Uludağ Üniversitesi, 2003) Canıtez, Yakup; Gider, Cahide; Gök, Fatih; Sapan, Nihat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Epidemiyolojik çalışmalar son yıllarda astım ve di- ğer atopik hastalıkların gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmak üzere tüm dünyada arttığını göstermektedir (1-3). Atopik hastalıklardaki bu artış oldukça dramatiktir ve dünyada bir allerji pandemisinin yaşandığını düşündürmektedir (4). Günümüzde astım çocukluk çağının en sık görülen kronik hastalıkları arasında başta gelmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalar astım prevalansındaki artışın özellikle çocuklar arasında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalardan bir çoğu astım prevalansındaki artışın özellikle son 10 – 20 yılda çok belirgin olduğunu ortaya koymaktadır (3).Item Toksoplazmozis(Uludağ Üniversitesi, 2004) Çelebi, Solmaz; Öcal, Murat; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Item Yaygın damar içi pıhtılaşması(Uludağ Üniversitesi, 2004) Bör, Özcan; Günay, Ünsal; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Hematoloji Bilim Dalı.Yaygın damar içi pıhtılaşması (YDP); Sepsis, şok, şiddetli dehidratasyon gibi çeşitli olayların seyri sırasında koagülasyon mekanizmasının sistemik olarak aktive edilmesi sonucu damar içinde yaygın fibrin depolanması, hemostatik elemanların parçalanması ve tüketimi ile karakterize bir sendromdur. Bu sendrom ‘’Disssemine İntravasküler Koagulasyon (DİK)’’ olarak da isimlendirilmektedir. Pıhtılaşma sisteminin aktive edilmesi sonucunda koagülasyon faktörleri ile trombositler harcanır, proteaz inhibitörleri azalır. Bunun sonucunda tromboz ile kanamanın birlikte görüldüğü klinik durum ortaya çıkar.Item Çocuklarda nokturnal enürezis(Uludağ Üniversitesi, 2004) Dönmez, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nefroloji Bilim Dalı.Item Sık rastlanan pediatrik deri hastalıkları(Uludağ Üniversitesi, 2004) Başkan, Emel Bülbül; Tunalı, Şükran; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Dermatoloji Anabilim Dalı.Yetişkinlere benzer şekilde pediatrik yaş grubunda da deri hastalıklarına sıklıkla rastlanmaktadır. Bu hastalıkların doğru tanı ve tedavisi için deri hastalıklarının yaş grubuna özgü klinik özelliklerini ve tedavi prensiplerini anlamak esastır. Bu makalede pediatrik hastalarda sık karşılaşılan belirli deri hastalıklarından olan pigmentasyon bozuklukları, kutanöz papül ve tümörler, eritemli-skuamlı hastalıklar, vasküler malformasyonlar ve bakteriyel, viral ve paraziter hastalıkların klinik özellikleri ve tanı yaklaşımları özetlenmiştir. Hangi yaş grubunda olursa olsun dermatolojik hastalıkların tanısı anamnez, dermatolojik muayene ve laboratuvar testlerine dayanmaktadır. Anamnezde döküntünün veya lezyonun başlangıcı, süresi, seyri, eşlik eden bulgu ve semptomlar ve uygulanan tedavilere cevabı sorgulanmalıdır. Dermatolojik muayene derinin inspeksiyonu ve palpasyonunu kapsar. Deri dışında mukozalar, tırnak ve saçta muayene edilmelidir. Laboratuvar yöntemlerinden en çok yararlanılanları ise deri sürüntülerinin mikroskopik incelenmesi, vezikül ve büllerle seyreden deri hastalıklarında sitolojik incelemeler ve deri biyopsisi olup tanıya yönelik serolojik tetkiklerden ve radyolojik araştırmalardan da yararlanılmaktadır. Bu makalede sık görülen deri hastalıklarının klinik özellikleri ve tanı yaklaşımlarından bahsedilmektedir.Item DiGeorge Sendromu(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kılıç, Sara Şebnem; Aydoğdu, Handan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk İmmunoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.DiGeorge Sendromu (DGS), timus ve paratiroid bezinin konjenital yokluk sendromu olarak 1959’da bildirilmiştir. A.M. DiGeorge (1) 1965 yılında immünitede timusun önemli bir rolü olduğunu göstererek, hipoparatiroidizm, timik hipoplazi ve tekrarlayan enfeksiyon geçiren olgularını bildirmiş, böylece timik aplazi ve konjenital hipoparatiroidizm birlikteliği ‘DiGeorge Sendromu’ olarak adlandırılmıştır. La Chapelle (2) 1981’de bir ailenin dört etkilenen bireyinde 22. kromozom translokasyonunu göstererek bu sendromun genetik orjini için ilk ipuçlarını sağlamıştır.Item Kseroderma pigmentozum(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kılıç, Sara Şebnem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı.Item İnvaziv H. influenzae tip b enfeksiyonları; klinik ve tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2004) Hacımustafaoğlu, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı.Menenjit, pnömoni, sepsis/bakteriyemi, epiglottit, selülit, septik artrit, osteomiyelit, perikardit gibi klinik tablolar invaziv enfeksiyon olarak nitelendirilir. Uygun tedavi yapılmadığı takdirde hayati tehlike doğurur, sekel bırakma oranı da yüksektir. ‹nvaziv hastalık tanısı, kan, BOS, sinovial sıvı gibi normalde steril olan vücut bölgelerinden Haemophilus inşuenzae (Hi) izolasyonu ile konulur. Kapsülsüz (non-tipabl; tiplendirilemeyen) H inşuenzae formları (nt-Hi) tipik olarak otitis media, bronşit, konjonktivit, sinusit gibi mukozal hastalık yapar. Ancak yaşlılarda, immunsuprese veya immun yetmezlikli hastalarda, malnutrisyonlu veya prematurelerde invaziv hastalığa da neden olabilir. İnvaziv hastalık özellikle kapsüllü olan H. inşuenzae tip b (Hib) ile oluşturulur. Dünyada farklı ülke ve bölgelere göre değişmekle birlikte Hib hastalık insidansı yılda yaklaşık 20-200/100.000 arasında değişir (1). Toplum çalışmaları, Hib’in bütün invaziv Hi enfeksiyonlarının yaklaşık % 95’inden sorumlu olduğunu göstermiştir (2, 3). Kalanların çoğu nt-Hi grubunda olup, çok az kısmı kapsüllü tip f dir. Hib konjuge aşısı yapılan çocuklarda Hib hastalığı geçirme riski anlamlı olarak düşer. Hib enfeksiyonlarının azalması ile non-tip b (non-hib) enfeksiyon hastalıkları rölatif olarak daha sık görülmektedir. Aslında konjuge aşıyla mutlak nt-b invaziv hastalık insidansında artma olmamıştır (1). Kapsülsüz veya tiplendirilemeyen H. inşuenzae (nt-Hi) aslında sinüsit ve otitis media gibi daha hafif seyirli üst solunum yolu enfeksiyonlarına yol açar, bazı durumlarda bakteriyemi, pnömoni, menenjit veya yenidoğan sepsisine yol açabilir. H. inşuenzae akut bakteriyel konjontivitin en sık nedenidir. Çoğu nt-Hi özellikle H. aegyptius neden olur. Nt-Hi ayrıca konjunktivit-akut otitis media sendromunun da en önemli etkenlerindendir. Hib konjonktivite nadiren yol açar ama Hib’e bağlı preseptal selülit gelişen olgularda öyküde konjonktivit varlığı %17 oranında bildirilmiştir (4, 5).Item İnvajinasyonlarda tedavi yaklaşımı(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kırıştıoğlu, İrfan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı.İnvajinasyon proksimal bir barsak segmentinin daha distaldeki bir barsak içine girmesidir. Sıklıkla (% 80-90) ileum kolonun içine girer. Sıklığı her 1000 canlı doğumda 1- 4 olgu olarak verilir. Erkeklerde 2 kat daha fazla görülür. İnvajinasyon 3 ay -24 ay arasındaki çocuklarda en sık intestinal obstrüksiyon sebebidir (1,2). İnvajinasyonlar oluşum şekline göre dört tipe ayrılır (1,2,3,4). a) İdiopatik invajinasyon: Belirgin bir etyolojik sebeb yoktur. Ancak, gıda değişikliklerini takiben oluşan Peyer plağı hipertrofisi, virutik üst solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı mezenter lenfadenopatisi ve rotavirus gastroenteriti sorumlu tutulmaktadır. b) Sürükleyici noktalı invajinasyon (lead point): Bu invajinasyonda proksimal barsak segmentinin distal barsak segmenti içerisine girmesini tetikleyecek bir anatomik lezyon mevcuttur. En sık Meckel divertikülü tetik rolü oynar. c) Kronik invajinasyon: Olguların çoğunda invajinasyonu tetikleyecek bir anatomik sebep vardır. Bu tabloda invajine olan barsak segmentleri spontan açılıp, sonra tekrar invajine olabilirler. d) Postoperatif invajinasyon: Batın veya batın dışı sebeplerle cerrahi tedavi uygulanan olgularda, ince barsak seviyesinde oluşan bir invajinasyondur.