2015 Sayı 25
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13097
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item Kent ve felsefe ilişkisi üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2015) Becermen, Metin; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Kentin bağrından çıkan felsefi düşünce, hayata, olan-bitene, varolana, dünyaya yönelik farklı bir bakışı ifade etmektedir. Kent, sadece felsefeye değil, insani olan her şeye zemin oluşturmaktadır. Kent kavramı, kentin ne olduğu üzerine oldukça geniş bir “literatür” bulunmaktadır. Ancak kent ve felsefe ilişkisi üzerine, bu yazıda, farklı bir düşünme gerçekleştirilmektedir. Felsefi düşüncenin kent yaşamına ait olduğu zaten bilinmektedir. Felsefi düşüncenin olgunlaşması için, kültürün olgunluk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Kültürün en önemli taşıyıcısı da dildir. Dil sanatla –özellikle şiirle-, dinle, politikayla yoğrularak belirli bir olgunluğa ulaşır; bu olgunluğun kendini gösterdiği en üst düzey, felsefi düşünmedir. Felsefe dilin, konuşmanın ve yazının, ulaşabileceği en olgun düzeydir. Dil felsefeyi, felsefi düşünceyi taşıyan yegane unsurdur. Felsefenin dili de kültürle ve kültürün şekillendiği temel mekân olan kentle ve kentte bu olgunlaşmayı gerçekleştirir. Kent, felsefi düşüncenin kendine bir yaşam ve ifade alanı bulduğu yerdir. Felsefe hem kentle ilişkisinde sanatla, dinle, politikayla zenginleşerek hem de bütün bu alanlar üzerine bir düşünme etkinliği olarak kendini kentte ortaya koymuştur. Felsefe kentin çocuğudur. Kültürün kendini ifade ettiği en iyi yer olan kent felsefenin de doğup şekillenmesine zemin oluşturmuştur. Bu nedenle kent üzerine düşünmek ve kent üzerine felsefi bir bakış ortaya koymak için böyle bir yazı kaleme alınmıştır.Item Aristoteles ve Heidegger’in sanat kuramlarında “Poiesis” ve “Phronesis”(Uludağ Üniversitesi, 2015) Kart, BerfinSanatın neliği ya da neye sanat yapıtı denilebileceği tartışması Platon ve Aristoteles’ten günümüz düşünürlerine kadar uzanan bir tartışmadır. Platon sanata gerçeklikten, hakikatten uzaklaştırıcı bir işlev yüklerken; Aristoteles, iyi ya da kötü eylemlerin taklidi olan tragedya ile ilişkilendirdiği sanatı, gerçekle yüz yüze gelmenin gerçekleştiği yer olarak ifade eder. Tragedyada taklit edilen “korku” ve “acıma” eylemleri “hakikat” ile yüz yüze gelmenin aracıdır. Sanat yapıtları “katharsis”in gerçekleştiği, özünden uzaklaşmış, boyun eğmişlik süreci içerisindeki insanın, kendi kurtuluşuna, kendi doğasına geri dönüşünün birer aracı gibidir. Aristoteles gibi Heidegger’e göre de sanat, “hakikat”e ulaşma, insanın içine düştüğü “kendi-olamama” halinden kurtulmanın olanağının sunulduğu bir yerdir. Sanat, hakikatin sesinin duyulduğu, ortaya çıktığı yerdir. Ne sanat hakikatin bir taklididir ne de sanat yapıtı hakikatin bir tasarımı olarak taklittir. Sanat yapıtında hakikatin sesini duyabilme ya da hakikat ile yüz yüze gelebilme olanağını taşıyan ise insandır. İnsanın sanat denilen etkinliği gerçekleştirebilmesi ve bu etkinliğin açımladığı dünyanın bilgisine ulaşabilmesi sahip olduğu phronesis erdemiyle olanaklıdır. Sanat yapıtını ortaya koyabilmek ya da bir sanat yapıtı üzerinde düşünebilmek ancak phronenis ile mümkündür. Aristoteles’e göre praxisle değil, poiesisle ilgili bir etkinlik olan sanat, bir “yapma (making)” süreci değil, “yaratma (creating)” sürecidir. Phronesis erdemi, bu sürecin sonunda düşünüp taşınarak ortaya konulan sanat yapıtının bilgisine ulaştıracak olandır. Bu yazıda, Aristoteles ve Heidegger’de sanatın ve sanat yapıtının neliğini nasıl dile getirdikleri ve bunun Platon’un sanat görüşünden farkı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda, sanat -techne- ve zanaat arasındaki ilişki; sanatın “poiein” fiilinden türetilen “poisesis” kavramıyla ilgisi; sanat yapıtının ortaya çıkmasında “phronesis” erdeminin rolü; “katharsis”in gerçekleştiği sanat yapıtının nasıl olup da insanın kendi doğasına geri dönüşünün bir aracı olabildiği ele alınacaktır.Item Platon’da demokratia kavramı(Uludağ Üniversitesi, 2015) Yıldızdöken, Çiğdem; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Halkın elinde bulundurduğu kamusal güç olarak tanımını yapabileceğimiz demokrasi kavramı insanların her dönemde ilgilendiği ve içeriğine farklı anlamlar yüklediği bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu kavramı felsefe alanda tartışan ve kavramla ilgili oluşan sorunlara yönelik yanıt denemesine girişen Platon demokratia kavramını diğer yönetim biçimleri (timarkhia, oligarkhia, patriarkhia, tyranlık) arasındaki dönüşümlere bağlı olarak ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu çalışmada Platon’un demokratia anlayışını temellendirmek üzere filozofun demokrasiye ilişkin kaygılarını daha iyi anlayabilmek için demokratia kavramının Eski Yunan’da nasıl bir düşünce -eylem alanı bulduğuna değinilecek ve buna bağlı olarak kavramın felsefi alanda filozofun eserlerinde nasıl tartışıldığı Devlet, Devlet Adamı ve Yasalar diyalogları temel diyaloglar olarak ele alınarak araştırılacaktır. Çalışmamızda ileri sürülecek tez ise Platon’un demokratia karşıtı bir tavır sergilemesidir. Her ne kadar düşünür, olgunluk ve yaşlılık olarak ifade edebileceğimiz dönemlerinde yer yer demokratia’ya yönelik ılımlı bir tavır içine girse de söz konusu yönetim biçiminin toplumu yozlaşmaya götüreceğini de ısrarla vurgulamaktadır.Item Hannah Arendt’te kötülük problemi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Bakır, KemalHannah Arendt, Yahudi kökenli bir Alman yurttaşı olarak II. Dünya Savaşı sürecinde Nazilerin güttüğü antisemitist siyasete ve Yahudi soykırımına tanıklık etmiş ve bütün bu olup bitene bir anlam verme gayretiyle kötülük problemi üzerine odaklanmıştır. Arendt’e göre, Naziler yalnızca Yahudilere değil bütün insanlığa karşı suç işlemiştir. Bu ise ahlâki anlamda kötülüğün ta kendisidir. Kötülüğün sebebini ortaya koymaya çalışan Arendt, Nazilerin işlediği suçların geleneksel kötülükten farklı olduğunu ve insanca anlaşılabilir sebeplerle açıklanamayacağı sonucuna varmış, bu yeni suç türünü “radikal kötülük” olarak adlandırmıştır. Sonrasında ise eski Nazi subayı Adolf Eichmann’ın işlediği savaş suçları nedeniyle Kudüs’teki yargılanma sürecine gözlemci sıfatıyla katılmış ve bu dava sürecinde kötülüğe ilişkin yeni bir açıklama geliştirerek “kötülüğün sıradanlığı” kavramını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, kötülüğün kaynağı “düşünce yoksunluğu” eş deyişiyle “fikirsizlik”tir. Bu çalışmada, Arendt’in kötülük üzerine düşünceleri ele alınarak açıklanmaya çalışılacak ve kötülüğün epistemik boyutu tartışılacaktır.Item Research on the relationship between religious education and authoritarianism(Uludağ Üniversitesi, 2015) Gürses, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.The positive relationship between religiosity and authoritarianism has been underlined in several studies. However, such studies have not taken into account the source and formation of religious education and whether or not the religious education approaches of the devotees paved the way for authoritarianism. In our study, the relationship between religious education and authoritarianism is examined. Individuals’ authoritarian affinities, which tend to change according to the institutions at which they receive religious education, were identified. A Likert-type scale was employed and a correlation matrix was applied to the variables. The sample included a total of 315 subjects (204 females and 111 males) studying at various faculties in Uludağ University.Item Gri bölgede iki yitik özne: Muselmann ve sonderkommando(Uludağ Üniversitesi, 2015) Topuz, MetinBu çalışmanın amacı Primo Levi, Jean Améry ve Victor Klemprer’in aktardıklarının ışığında toplama kampının ve toplama kampının yarattığı iki varolma biçimi olan Muselmann ve Sonderkommando’nun etik açıdan konumunu ele almaktır. Bu amaçla toplama kampı, insanın değerinin ve ahlaki ilkelerin askıya alındığı bir gri bölge olarak değerlendirilecektir. Gri Bölge iyi-kötü, doğruyanlış, yasaklı-izinli, insan-insan-olmayan arasındaki ayrımların ortadan kalktığı bir alandır. Muselmann ve Sonderkommando ise bu gri bölgenin bir uzantısı olarak değerlendirilecektir. Gri bölgenin zorunlu üyesi olarak onların yaşamlarını radikalleştirdikleri ve özneliklerini yitirdiklerine değinilecektir. Sonuç bölümünde ise Muselmann ve Sonderkommando’nun durumunun etik tartışmaların odağında tutulması gerektiği çünkü onların ortaya çıkmasına neden olan koşulların bütünüyle yok olmadığı vurgulanacaktır.Item Walter Benjamin’in mistisizmi ile tasavvuf felsefesine bir bakış(Uludağ Üniversitesi, 2015) Soya, Harun ReşitBu makalede orijinal bir mistik yoruma sahip olan W. Benjamin’in düşüncelerinden hareketle Tasavvuf Felsefesine bakabilmenin yolları aranacaktır. Benjamin’in düşüncesindeki orijinallik; Sanayi devrimiyle birlikte Kıta Avrupası’nda gerçekleşen, köklü kültürel değişikliklerin etkilerini ve daha sonra tanıştığı Marksizm’i, Yahudi mistik geleneğiyle harmanlamasından gelmektedir. Bahsedilen orijinallik, aynı zamanda Benjamin’in tam olarak anlaşılması veya bu makalede olduğu gibi onu tek bir yönden ele almak adına çeşitli zorluklar doğurur. Mistik yönünü kıyaslarken, onu tam bir mistik gibi göstermek ya da materyalist görüşlerinin art alanında bulunan mistisizmini gözden kaçırmak Benjamin’e adeta bir ihanet olacaktır. Bu yüzden bir kıyasa girmeden önce Benjamin’in mistisizmini açık bir şekilde ortaya koyabilmek için felsefesini ve yaşama şeklini açıklamak gerekir. Tarih, hukuk ve dil felsefesi hakkındaki görüşlerinden, esrar deneyimine; yazma ve yaşama şeklinden, sıklıkla kullandığı (aura, flaneur, hikâye anlatıcısı vb.) kavramlarına kadar, onun mistik yönünü anlaşılabilir kılacak her noktasına değinilmeye çalışılacaktır. İçinde Marksist söylemler bulunan ve başta Sufi geleneğe çok aykırı görünen düşünme şekliyle Tasavvufu bir arada okuma çabası, kabaca Yahudi ve İslam mistisizmlerini karşılaştırmak olmayacaktır. Peygamber-devrimci, cennet-komünizm gibi kıyaslamaların sıklıkla yapıldığı bu dönemde, daha fazla ortak nokta keşfetme umudu bu makalenin çıkış noktası olmuştur.Item The culture of living together, democracy and human rights(Uludağ Üniversitesi, 2015) Çüçen, A. Kadir; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.The aim of paper is to show the necessity of human rights, which is the mandatory element of democracy, by putting the relation between democracy and human rights. We can consider the human rights and its compulsory imitative of being the base of democracy is mainly possible by analyzing and redefining all those concepts of ‘human’, ‘rights’, ‘human rights’, ‘the philosophical base of human rights’, ‘culture’, intellect of the city’, ‘love’, ‘respect’ and ‘the culture of living together in the city’ from the philosophical points. This is because philosophy, being producing concepts and with its concept formation structure, will dismiss the possible misunderstandings arising in daily speech. Accurate and vigorous communication is the fundamental clause of living together.Item On Flew’s compatibilism and his objections to theistic libertarianism(Uludağ Üniversitesi, 2015) Gündoğdu, HakanFlew strongly defends a compatibilist thesis in the free will debate before going on to totally object to theistic libertarianism. His objections basically rely on his compatibilism embracing the notion of agent causation, which is not very common in compatibilist theses. Since he is a strong proponent of ordinary language philosophy, he also holds that linguistic analyses can certainly solve the free will problem as well as many other problems of philosophy. In doing so, he first uses the paradigm cases based on our common sense experience and then assumes the verity of principle of alternative possibilities. This study attempts to show, on the one hand, that there are some serious difficulties in both his justification of compatibilism and his objections to theistic libertarianism, and on the other hand, that he cannot easily defend both at the same time.Item The connection of philosophy with tradition: tradition as the resource of philosophy(Uludağ Üniversitesi, 2015) Yılmaz, Muhsin; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.This study aims to define the connection between the concept of tradition and the mood of philosophical thinking which is recognized as a distinctive critical form of thinking. How could one correlate the concept of tradition which could be defined as a cumulative continuum on the one hand and the concept of philosophy which is considered as a concept grounded on the critique or even the rejection of cumulative continuum, i.e., the tradition? In other words how could one ground philosophy itself as a mood of critical thought on a particular tradition which conveys a particular content? How could one speak in this sense of a tradition of philosophy or the traditionality of philosophy? If it is possible to speak significantly of the traditionality of philosophy then what sort of tradition on which philosophy itself is attributed?