2017 Cilt 43 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18499
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item Parkinson hastalarında depresyon, anksiyete bozukluğu ve uyku kalitesinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-08-07) Pekel, Nilüfer Büyükkoyuncu; Yıldız, Demet; Güneş, Aygül; Sığırlı, Deniz; Seferoğlu, Meral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Amaç: Bu çalışmada Parkinson hastalığında (PH) depresyon, anksiyete ve uyku bozukluklarının görülme oranlarının araştırılması; bu şikayetlerin hastalığın evresi ve süresi ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Parkinson tanısıyla takip edilmekte olan 26 hastaya Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAM-A), Uykusuzluk Şiddet İndeksi (UŞİ), Epworth Uykululuk Ölçeği (EUÖ) ve Pitsburg Uyku Kalite Ölçeği (PUKÖ) uygulandı. Elde edilen sonuçlar 26 sağlıklı bireyden elde edilen skorlarla korele edildi. Gündüz uykululuğu parkinson grubunda anlamlı olarak yüksekti. PUKÖ’ne göre sübjektif uyku kalitesi ve gündüz fonksiyonlarını hasta grupta anlamlı olarak kötüydü. UŞİ puanları kontrol grubunda anlamlı olarak yüksekti. BDÖ’den alınan puan ile BPHDÖ ve HYE arasında pozitif yönde anlamlı korelasyon bulundu. Hastalığın süresi ile HAM-A’nin somatik komponenti arasında pozitif yönde anlamlı korelasyon bulundu. BPHDÖ’nin tedavi komplikasyonları kısmı ile HAM-A ve PUKÖ’nin uyku bozuklukları kısmı arasında da anlamlı ilişki bulundu. Gündüz uykululuğu parkinson hastalarında belirgin olarak fazla bulunmaktadır. Hastalığın evresi ilerledikçe depresyon görülme oranı artarken; hastalığın süresi ilerledikçe anksiyete görülme oranı artmaktaydı.Item Modifiye radikal mastektomi uygulanmış sol meme kanserli olgularda iki farklı radyoterapi tekniğinin dozimetrik karşılaştırma ve değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-08-14) Cinoğlu, Merve; Kahraman, Sibel Çetintaş; Tunç, Sema Gözcü; Kalyoncu, İsmail Hakkı; Kurt, Meral; Abakay, Candan Demiröz; Gedik, Sonay; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.Çalışmamızda modifiye radikal mastektomi uygulanmış sol meme kanserli hastalarda, göğüs duvarı ve supraklaviküler bölge ışınlamasında alan içinde alan radyoterapi (FinF) ve tanjansiyel volümetrik ayarlı ark terapi (tVMAT) tekniklerini dozimetrik olarak karşılaştırmak ve değerlendirmek amaçlanmıştır. Çalışmamızda MRM uygulanmış 15 sol meme kanserli hastaya 2 ayrı tedavi planı yapılarak planlanan hedef hacim (PTV), Homojenite İndeksi (HI), Konformalite İndeksi (CI), Monitor Unit (MU) ve risk altındaki organ (kalp, LAD, akciğer ve karşı meme) dozları incelendi. İstatiksel analizde Wilcoxon Analiz kullanıldı. FinF tekniğinde kalbin V5,V10,V20 ve LAD’nin Dort ve Dmak dozları ile karşı akciğerin V2, Dort ve sağ memenin V5 ve Dort dozları anlamlı olarak azaldı. tVMAT tekniğinde ise sol akciğer V5,V10,V20 ve PTV’ nin D%2, Dort değerlerinin anlamlı olarak azaldığı saptandı. tVMAT tekniğinde PTV D%95, CI ve HI değerlerinin daha iyi olduğu fakat MU değerinin daha yüksek olduğu saptandı. Sol meme kanserli MRM uygulanmış hastalarda tVMAT ve FinF teknikleri karşılaştırıldığında tVMAT tekniğinin PTV’de daha iyi doz dağılımı sağladığı saptandı. Kritik organlardan kalp, LAD, karşı meme ve karşı akciğer dozlarının FinF tekniğinde daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Hastalara tedavi planı seçimlerinde hedef volüm dozları ve riskli organ dozlarına ve yandaş hastalıklarına bakılarak kişiye uygun planlama seçilmelidir.Item Kardiyopulmoner baypasın kalp kası üzerine etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2017-09-26) Kumtepe, Gencehan; Gürbüz, Orçun; Karal, İlker Hasan; Yüksel, Ahmet; Ercan, Abdülkadir; Saba, DavitBu çalışma, kalp-akciğer makinası kullanılarak ve kullanılmadan atan kalpte koroner baypası yapılan olgularda, kalp-akciğer makinasının kalp kası üzerine etkilerini değerlendirmek için tasarlandı. Kliniğimize isteğe bağlı koroner baypas yapılmak üzere refere edilmiş 20 olgu, eşit iki gruba ayrılarak prospektif ve randomize olarak çalışmaya alındı. Birinci gruba atan kalpte coroner baypası ve ikinci gruba kalpakciğer makinası kullanılarak atan kalpte coroner baypası operasyonu uygulandı. Olgulardan preoperatif creatinine kinase-myocardial bound (CK-MB), cardiac troponin I (cTnI), N-terminal pro-brain natriüretik peptide (NT-pro-BNP) ve karbonhidrat reaktif protein (CRP) düzeylerine, postoperatif 4, 12, 24, 48. saatlerde CK-MB ile cTnI, 4, 24. saatlerde NT-pro-BNP ve 24. saatte CRP düzeylerine bakılmak üzere venöz kan örnekleri alındı. Grup 1’de hasta damar sayısının daha düşük olmasıyla ilişkili olarak, distal anastomoz sayısı (2.1±0.3) anlamlı olarak Grup 2’den (3.3±0.9) daha düşüktü (p=0.004). Miyokardiyal hasar göstergeleri olarak değerlendirdiğimiz CK-MB ve cTnI düzeylerini karşılaştırdığımızda, gruplar arasında postoperatif CK-MB düzeyleri açısından fark yoktu. Grup 2’de cTnI düzeyleri postoperatif 12, 24 ve 48. saatlerde daha yüksek olarak saptandı. Postoperatif kardiyak fonksiyonları değerlendirmek için baktığımız NT-pro-BNP düzeyleri, Grup 2’de 4. saatte anlamlı olarak daha yüksekti. İnflamasyon göstergesi olarak değerlendirdiğimiz CRP düzeyleri açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı.Item Parotis tümörünü taklit eden deri eki tümörü metastazı(Uludağ Üniversitesi, 2017-09-26) Çetin, Mehmet Ali; Karakurt, Süleyman Emre; Aydın, Eda; Dere, HüseyinDeri eki tümörleri nadir karşılaşılan histolojideki tümörlerdir. Özellikle parotis üzerindeki ciltte meydana geldiği ve periparotid lenf nodlarına metastaz yaptığı durumlarda parotis tümörleri ile karışabilmekte ve tanı süreci uzayabilmektedir. Parotis bezine en sık cilt tümörleri metastaz yapar. Bunu azalan sıklıkta akciğer, böbrek ve nazofarenks kanserleri izler.Parotis bezine metastaz yapan deri eki tümörlerine ise literatürde son derece nadir olarak rastlanılmaktadır.Bu olgu sunumunda sol parotis loju cildinden kaynaklanıp, periparotid lenf nodlarına metastaz yapan apokrin karsinoma sahip 72 yaşındaki kadın hastaya tanı ve tedavi yaklaşımımızı literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.Item Eculizumab tedavisi altında tromboz gelişen paroksismal noktürnal hemoglobinüri olgusu(Uludağ Üniversitesi, 2017-10-03) Küpesiz, Funda Tayfun; Kintrup, Gülen Tüysüz; Küpesiz, Osman AlphanParoksismal noktürnal hemoglobinüri (PNH) nadir görülen kronik, ilerleyici ve yaşamı tehdit eden multisistemik bir hastalıktır. Tanı konduktan sonraki ilk beş yıl içerisinde mortalite %35 iken on yıldan sonra % 50’ye ulaşmaktadır. PNH’daki progresif morbidite ve mortalitenin altta yatan nedeni kronik hemoliz iken eşlik eden tromboz ölümlerin % 40-67’sinden sorumlu olabilmektedir. Olguların % 40’ı klinik olarak saptanabilen trombotik olaylar yaşar. Tromboz tedavisinde antikoagülan uygulaması yanı sıra eğer kullanılmıyorsa ekulizumab’ın da başlanması önerilmektedir. Ekulizumab tedavisi altında tromboz gelişmesi nadir bir komplikasyondur. Burada kemik iliği yetmezliği ile başvuran, kök hücre nakli (KHN) hazırlık aşamasında ekulizumab tedavisi altında tromboz gelişen ve hızla ilerleyen bir PNH olgusu literatür eşliğinde bildirilmektedir.Item Sarkoidoz şüphesi olan olgularda EBUS-TBİA tanı değeri: retrospektif olgu serisi(Uludağ Üniversitesi, 2017-10-06) Çetinoğlu, Ezgi Demirdöğen; Ursavaş, Ahmet; Güçlü, Özge Aydın; Coşkun, Funda; Dilektaşlı, Aslı Görek; Yerci, Ömer; Özakın, Cüneyt; Karadağ, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.Bu çalışmada, pulmoner sarkoidoz şüphesiyle endobronşial ultrason kılavuzluğunda transbronşial iğne aspirasyon (EBUS-TBİA) yapılan olgularda EBUS-TBİA tanı değeri ve etkinliğinin incelenmesi hedeflendi. Mayıs 2016- Şubat 2017 döneminde toraks bilgisayarlı tomografide (BT) büyük hiler/mediastinal lenf nodları olan ve sarkoidoz ön tanısıyla EBUS-TBİA yapılan 23 hastanın verileri retrospektif incelendi. Tüm örnekler, sitolojik incelemeye ek olarak mikobakteriyel kültür için de laboratuvara gönderildi. Yaş ortalaması 43±14 ve olguların 13’ü kadın idi. Yirmiüç olgunun 17’si sarkoidoz, bir hasta tüberküloz lenfadenit, bir diğeri de tüberküloz dışı mikobakteri -M. avium ssp- tanısı aldı. EBUS-TBİA tanı doğruluğu %91.3 ve granülomatöz lenfadenit saptanan olgularda sarkoidoz tanı oranı ise %94.4 bulundu. Benign mediastinal/hiler lenf nodu şüphesiyle yapılan EBUS-TBİA, etkili ve güvenli bir yöntem olarak değerlendirildi. Sitolojik değerlendirmeye ek olarak yapılacak mikobakteriyel kültür inceleme, granülomatöz lenfadenit ayırıcı tanısında kritik rol oynamaktadır.Item Hemofagositik sendrom ve bağ dokusu hastalıkları(Uludağ Üniversitesi, 2017-10-16) Yazıcı, Ayten; Çefle, AyşeHemofagositik sendrom, doğal katil hücrelerdeki defekt ve aşırı makrofaj aktivitesi sonucu oluşan hayatı tehdit eden bir tablodur. Romatolojik hastalıklarla ilişkili olan reaktif formu makrofaj aktivasyon sendromu olarak adlandırılmaktadır. Hastalar genellikle ateş, hepatosplenomegali, lenfadenopati, pansitopeni, dissemine intravasküler koagülasyon ile gelir. Ferritin, trigliserid ve laktat dehidrogenaz yüksekliği, fibrinojende düşüklükle karakterizedir. Mortalitesi yüksek olan bir tablonun erken tanısı uygun tedavinin başlanması ve hastanın survisi için gereklidir.Item Talasemi intermedia(Uludağ Üniversitesi, 2017-11-02) Celkan, Tiraje; Kızılocak, HandeBeta talasemi hastalığı beta globin zincirlerinin sentezindeki bozukluk, alfa ve beta zincir dengesizliği, etkin olmayan eritropoez ve kronik aneminin sonucu gelişir. Talasemide klinik bulgu oldukça değişkendir, bir uçta hiçbir klinik bulgusu olmayan taşıyıcı bireyler var iken, diğer uçta yaşamının birinci yılından itibaren derin anemi nedeni ile düzenli transfüzyon gereksinimi olan ağır seyirli hastalar olabilir. Beta talasemi intermedia klinikte talasemi minörden ağır, fakat talasemi majörden hafif hastaları tanımlamak için kullanılmaktadır. Yapılan son çalışmalar talasemi intermedianın düşünülenin aksine çok da hafif seyretmediğini, organ işlev bozuklukları ve komplikasyonlarla ilişkili olduğunu göstermiştir. Biz de bu nedenle, bu grup talasemi hastalarına dikkat çekerek, olguların tanı ve izlemini (kan transfüzyon ve demir şelasyon tedavisi, splenektomi, safra taşları, tromboemboliye yatkınlık, pulmoner hipertansiyon, büyüme gelişme geriliği ve diğer endokrin yan etkiler) tartışmayı hedefledik.Item Hipertansif tip 2 diyabetik hastalarda farklı antihipertansif ilaç rejimlerinin insülin direnci üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2017-11-06) Erek, Müge; Ersoy, Alparslan; Ersoy, Canan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı.Hipertansif tip 2 diyabetli hastalarda losartan tedavisinin tek başına ve silazapril veya karvedilol ile kombinasyonunun kan basıncı, glisemik kontrol, insülin direnci (IR) ve lipid profili üzerine kısa dönem etkinliklerini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışma, tip 2 diyabetik ve hipertansif 21 hastada yapıldı. 2 haftalık izlem sonrası (Dönem 1), hastalar 6 hafta süreyle losartan 50 mg/gün aldı (Dönem 2). Sonra 6 hafta süreyle hastalar 3 gruba ayrıldı: losartan 100 mg/gün (Grup 1), losartan 50 mg/gün ve karvedilol 25 mg/gün (Grup 2) veya silazapril 5 mg/gün (Grup 3) (Dönem 3). Losartan tedavisi sonrası ortalama vücut kütle indeksi, kan basıncı, bel ve kalça çevreleri anlamlı azaldı. Dönem 3’te grupların sistolik kan basınçları anlamlı azaldı. Sadece Grup 3’te diyastolik kan basıncındaki azalma anlamlıydı. Grup 1’de vücut kütle indeksi, Grup 1 ve Grup 3’te bel çevreleri, Grup 1’de kalça çevresi anlamlı azaldı. Dönem 1, 2 ve 3’te hastaların açlık ve tokluk glukoz, insülin, HOMA IR, fruktozamin, HbA1c, lipid düzeyleri anlamlı değişmedi. Tip 2 diyabetik hastalarda yüksek doz losartan, losartan+silazapril ve losartan+karvedilol tedavileri kan basıncını düşürdü. Ancak bu rejimler glisemik kontrol, IR ve lipid profilini etkilemedi.Item Blastosist kalitesinin değerlendirmesinde kantitatif yaklaşımın klinik gebelik başarısına etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2017-11-14) Ata, Barış; Avcı, Berrin; Kasapoğlu, Işıl; Kuşpınar, Göktan; Sarıbal, Seda; Uncu, Gürkan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı/Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezi.Günümüzde canlı doğum, gebelik şansı ve implantasyon oranını belirleyici blastosist morfolojik parametreleri halen tartışmalıdır. Embriyo morfolojik parametreleri ile transferi sonrası klinik sonuçlar arasındaki ilişki henüz tam olarak anlaşılamamış ve fikir birliği oluşmamıştır. Bu amaçla iyi kalite embriyo seçiminde objektif olarak kullanılabilecek kantitatif bazı morfolojik parametrelerin implantasyon ve klinik sonuçları belirlemedeki etkinliğini değerlendirebilmek amacı ile; bu çalışmada blastosist ve blastosöl çevre ve alan hesaplamaları, trofoektoderm (TE) hücre sayısı ve iç hücre kitlesi (ICM) alanının implantasyon üzerine etkileri değerlendirilmiştir. Çalışmanın temel bulgusu blastosist transferi ardından, implantasyon ve sonrasında devam eden klinik gebelik oranının; embriyo kalite skoru, blastosist alan ve çevresi, blastosöl alanı, çevresi ve TE hücre sayısı ile ilişkili olduğudur. Embriyo ICM alan ve çevresi, dairesellik indeksi ve ZP kalınlığının, klinik gebelik oranları üzerinde etkin olmadığı sonucuna varılmıştır.