2022 Cilt 48 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/30957
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Volümetrik ark tedavi (VMAT) tekniği kullanarak tüm vücut ışınlaması ve tüm kemik iliği ışınlamasının dozimetrik karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-09-12) Yeşil, Abdullah; Özbek, Tülay; Abakay, Candan Demiröz; Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel Kahraman; Altay, Ali; Kahraman, Arda; Sarıbaş, Öznur; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0001-5959-880X; 0000-0001-5380-5898; 0000-0003-1637-910X; 0000-0002-4483-9284; 0000-0003-2224-9248; 0000-0003-0150-8052; 0000-0003-4165-7028Bu araştırmada tüm vücut ışınlaması (TVI) ve tüm kemik iliği ışınlaması (TKI) için, Volümetrik Ark Tedavi (VMAT) tekniği kullanılarak, hedef hacim ve kritik organ dozlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada, insan doku ve organ yoğunluklarına sahip, rando fantom kullanıldı. VMAT planları günlük fraksiyon dozu 6 Gy olmak üzere toplam doz 12 Gy olacak şekilde, oluşturuldu. Hedef hacimler ve risk altındaki organların (RAO) aldığı doz değerleri karşılaştırıldı. VMAT-TVI için ortalama akciğer dozu, 7.6 Gy ve lens dozu 4.4 Gy iken, VMAT-TKI için, RAO’nun dozları 2.7 ila 7.15 Gy aralığındadır. Ayrıca her iki plan için tedavi öncesi kalite kontrolü Octavius 4D fantom kullanılarak, planlanan ve verilen dozlar arasında doz doğruluğu, her 3 düzlemde 3mm ve %3 kriterleri ile gama indeks analizi, her iki tedavi planı için ≤1 olduğu saptanmıştır. Planlanan ve uygulanan tedavi arasında oldukça hassas doz dağılımı olduğu gözlemlendi. Her iki tedavi tekniğinde de hedef volüm istenilen dozu aldığı, fakat VMAT-TVI tekniğinde, doz homojenliği ve tedavi uygulama tekniklerinin iyileştirilmesi gerektiği sonucuna varıldı. TKI ile akciğer dışındaki diğer RAO'ların da daha iyi korunabildiği saptandı. Çalışmamızın sonucunda, VMAT'ın gelecekte geleneksel tekniklere göre hem TVI hem de TKI uygulaması için uygun bir teknik olabileceği görüşüne varıldı.Item Aile hekimliği yaşlı hasta izlemi kapsamında polifarmasinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10-07) Ketenci, Sema; Akpınar, Nazife GökçeÇalışmamızın amacı Sağlık Bakanlığı Hastane Medulla Sistemi kullanılarak polifarmasiye maruz kalan 65 yaş ve üstü hastalarda, ilaç-ilaç etkileşimlerinin belirlenip, ciddi etkileşimleri olan hastalarda klinik önlem alınması için farkındalık yaratmaktır. Çalışmamız Gebze 1 nolu Aile Sağlığı Merkezi’nden hizmet almakta olan 65 yaş üstü, Hasta Yönetim Platformu veri tabanında yer alan 188 hasta üzerinde yapılmıştır. Lexicomb® ilaç etkileşimi modülü ile hastaların kronik olarak kullandıkları ilaçlar listelenerek etkileşim düzeyleri değerlendirilmiştir. Bununla birlikte yaşlılarda uygunsuz ilaç kullanımı değerlendirilmesinde kullanılan kriterler üzerinde de durulmuştur. Çalışma sonuçlarımıza göre, 167 hastada toplamda 529 potansiyel ilaç-ilaç etkileşimi görüldü. Bu etkileşimlerin 52’sinde (%9,8) bilinen bir etkileşim saptanmadı ve risk kategorisi A olarak tespit edildi. B, C, D ve X risk kategorilerinde ilaç-ilaç etkileşimi sayıları sırasıyla, 74 (%13,9), 363(%68,6), 33 (%6,2) ve 7 (%1,3) idi. Çalışmadaki hastaların %54’ünde esansiyel hipertansiyon tanısı mevcuttu. En çok kullanılan ilaç ise asetilsalisilik asit (%26)’di. C kategorisinde ilaç-ilaç etkileşim potansiyelinin verilerimize göre anlamlı oranda yüksek çıkması, hastaların tedavisinin daha düzenli ve etkili bir şekilde monitorize edilmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. D ve X kategorisinde saptanan ilaç-ilaç etkileşimleri en fazla nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar, antihipertansif ilaçlar, antipelet ilaçlar ve santral sinir sistemi ilaçlar arasında meydana gelmiştir. Bu ilaçların takibine özellikle dikkat edilmelidir.Item Sağlık hizmetiyle ilişkili enfeksiyon etkeni enterobacterales suşlarında karbapenemaz direnç genlerinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10-10) Demirbakan, Hadiye; Koçer, İpekÇalışmamızda, hastanemizde otomatize sistem ile meropeneme dirençli veya doza bağlı duyarlı saptanan Enterobacterales suşlarında fenotipik ve genotipik yöntemlerle karbapenemazların varlığının araştırılması amaçlandı. Karbapenemazlar, karbapenemler dahil olmak üzere çoğu β-laktamı hidrolize ederler. Bu enzmler üreten suşların saptanmasında brçok fenotpk ve genotpk yöntemler kullanılmaktadır. Genotipik yöntemlerden polimeraz zincir reaksiyonu zaman alıcı ve pahalı olmasına rağmen altın standart yöntemdir. Gram negatif bakterilerde artan direnç nedeniyle karbapenem direnç genlerinin profilinin belirlenmesi antibiyotik kullanım politikalarının belirlenmesinde yol gösterici olması açısından önem taşımaktadır. Çalışmamızda, Aralık 2019- Aralık 2020 tarihleri arasında bir yıllık süreçte otomatize sistem ile meropeneme dirençli veya doza bağlı duyarlı saptanan 79 Enterobacterales izolatı BD Phoenix CPO Detect paneli, karbapenem inaktivasyon yöntemi ve konvansiyonel PCR yöntemleri ile incelendi. Konvansiyonel PCR ile 42 izolat blaOXA-48 geni; 16 izolat blaNDM geni ve 7 izolat ise blaOXA-48 ile beraber blaNDM gen bölgesi pozitif olarak saptandı. İzolatların hiçbirinde blaIMP, blaVIM ve blaKPC genlerinde pozitiflik bulunmadı. PCR ile pozitif saptanan toplam 65 izolatın iki tanesi BD Phoenix CPO detect paneli ile negatif saptandı. mCIM testi ile ise 64 tanesi pozitif, yalnızca bir tanesi belirsiz olarak bulundu. Çalışmamız laboratuvarımıza gönderilmiş ardışık örneklerden üretilmiş karbapenem dirençli izolatlar ile planlanan ilk çalışma olduğu için verilerimiz hastanemiz ve bölgemiz açısından epidemiyolojik olarak önem taşımaktadır.Item Parsiyel meme ışınlamasında CyberKnife sisteminde farklı kolimatörlerle elde edilen stereotaktik meme radyoterapisi sanal planlarının karşılaştırılması: Retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10-12) Sarıbaş, Öznur; Çetintaş, Sibel Kahraman; Kurt, Meral; Abakay, Candan Demiröz; Kahraman, Arda; Altay, Ali; İrem, Zenciye Kıray; Özbek, Tülay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0003-4165-7028; 0000-0002-4483-9284; 0000-0003-1637-910X; 0000-0001-5380-5898; 0000-0003-0150-8052; 0000-0003-0150-8052; 0000-0001-9353-7939; 0000-0001-5959-880XÇalışmamızda erken evre meme kanseri tanılı hastalarda hızlandırılmış kısmı meme ışınlamasında (HKMI) CyberKnife (CK) tedavi cihazında yapılan sanal planlarda hedef hacim ve kritik organ dozlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Birimimizde radyoterapi almış 5 hasta için CyberKnife sisteminde Iris, sabit ve çok yapraklı kolimatör (ÇYK) için günlük 6 Gy toplam 30 Gy olacak şekilde sanal plan oluşturuldu. Üç farklı kolimatör için dozimetrik parametreler NSABP-39/RTOG 0413 protokolündeki kısıtlamalara göre analiz edildi. Planlarda kritik organların korunması ve PTV’nin reçete edilen dozun % 95’ini alması sağlandı. Reçete edilen doz minimum % 80’lik izodoz eğrisine tanımlandı. Homojenite indeksi (Hİ), konformite indeksi (Kİ), tedavi süresi (dk), monitör unit (MU) ve kritik organların aldığı dozlar karşılaştırıldı. Iris, sabit kolimatör, ÇYK için sırasıyla Hİ değerleri ortalama 1,2- 1,2- 1,19, Kİ değerleri ortalama 1,08- 1,06- 1,07 tedavi süresi ortalama 47,6- 52,2- 25,4 (dk) ve MU değerleri ortalama 19736,2- 20267,3- 7161,3 olarak bulunmuştur. Planların karşılaştırılması sonucunda MU, tedavi süresi için anlamlı fark bulunmuştur (p< 0,05). Ortalama MU ve tedavi süresi, en düşük ÇYK’da bulunmuştur Hİ, Kİ için anlamlı fark bulunmamıştır. Aynı taraf memenin V30 ve V15 değerleri en düşük ÇYK’da çıkmıştır. Akciğer ve kalp için Dmax değerleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Sonuç olarak, hedef hacim her kolimatörde istenen dozu almıştır. Karşı meme ve karşı akciğer dozları en düşük Iris’te bulundu. Kalp dozları için sabit kolimatörün daha uygun olduğu bulundu. Fakat bu değerler anlamlı olarak fark yaratmadı. Sabit kolimatörde (52,2 dk), tedavi süresi uzun olduğu için klinik uygulamalarda zorluk çıkarabilir. CyberKnife ile meme SBRT uygulamalarında kolimatör seçimi, tümör boyutu, kritik organlara yakınlık durumu ve tümör lokalizasyonuna bağlı olarak değişebilir.Item COVID-19 salgını süresince hasta ve yakınlarının acil servis ile ilgili şikayetlerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10-25) Mutlu, Hilal; Uzun, Ziyaettin; Çıkrıklar, Halil İbrahim; Durak, Vahide Aslıhan; Armağan, Erol; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı.; 0000-0002-6253-3350; 0000-0003-0836-7862; 0000-0002-4641-9873Sağlık hizmetlerinin başlıca hedefleri; sunulan sağlık hizmeti kalitesini arttırmak, toplumun her yerine ve tüm bireylerine eşit, etkili, kaliteli sağlık hizmeti sunmak, hasta memnuniyetini yükseltmek, sağlık hizmetlerinin verimliliğini ve etkinliğini daha yüksek seviyelere ulaştırmaktır. Sağlık sektöründe sunulan hizmetin kalitesini belirlemek için hizmet kalitesini oluşturan bileşenleri incelemek gereklidir. Ülkemizde Covid-19 pandemisi sürecinde özellikle randevu sistemlerindeki yoğunluk, muayene olamayan hastaların şikâyetlerinde artışa neden olmuştur. Bu çalışmanın amacı, Covid-19 pandemisi öncesi ve pandemi döneminde hasta ve hasta yakınlarının acil servis ile ilişkili şikayetlerinde anlamlı bir farklılık olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışmamızda bir üniversite hastanesi Acil Servisine Mart-Kasım 2019 ve Mart-Kasım 2020 tarihleri arasında başvuran hasta ve yakınları dahil edilmiştir. Başlangıç tarihi olarak Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının görüldüğü tarih olan 11 Mart 2020 esas alınmış ve 1 yıl önce aynı ayları kapsayan zaman aralığı içerisindeki hasta şikayetlerinin karşılaştırılması hedeflenmiştir. Çalışmamızda toplamda 1508 başvuru incelenmiş olup pandemi süresince genel olarak hasta şikayetlerinin azaldığı görülmüştür. Değerlendirmeye alınan şikayetlerden acil servis ilişkili ve doktor kaynaklı olanlarda ise pandemi süresince azalma saptanmıştır. Şikâyet konusu olarak bakıldığında ise temizlik kaynaklı şikayetlerin pandemi süresince arttığı görülmüştür. Sonuç olarak çalışmamızda Covid-19 pandemisi döneminde hasta şikayetlerinin genel olarak azaldığı gözlenmiştir.Item Tirotoksikozun nadir bir nedeni: TSH salgılayan hipofiz adenomu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-10-25) Çalapkul, Murat; Sencar, Muhammed Erkam; Ünsal, İlknur Öztürk; Kayıhan, Serdar; Kızılgül, Muhammed; Özbek, Mustafa; Kertmen, Hayri; Çakal, ErmanTiroid stimüle edici hormon (TSH) salgılayan hipofiz adenomu (TSHoma) tirotoksikozun nadir görülen sebeplerinden biridir. Tanı genellikle uygunsuz TSH yüksekliğinin araştırılması ya da hipofizer insidentalomanın tetkiki sırasında konulmaktadır. Olgumuz bilinen poliskistik over sendromu olan 26 yaşında kadın hasta olup altı aydır olan titreme, terleme ve baş ağrısı yakınmalarıyla kliniğimize başvurdu. Laboratuvar analizlerinde serum serbest T3 ve T4 düzeyi yüksek iken TSH düzeyi normal sınırlarda saptandı. Seks hormonu bağlayıcı globülin (SHBG) düzeyi normal sınırlardaydı Manyetik rezonans görüntüleme sonucunda hipofiz bezinde makradenom izlendi. TRH uyarı testine TSH yanıtı saptanmadı. TSHoma tanısı alan hastada preoperatif oktreotid ve metimazol tedavisi ile ötiroidizm sağlandıktan sonra hipofiz cerrahisi uygulandı. Cerrahi materyalin histopatolojik incelemesinde fibrotik değişikliklerle birlikte prolaktin ile pozitif, TSH ile negatif boyanma izlendi. Bu olgu sunumunda SHBG düzeyi normal ve TSH boyaması negatif olmasına rağmen uygunsuz TSH salınımı nedeniyle TSHoma tanısı alan bir hastayı sunmayı amaçladık.Item Akut serebrovasküler hastalık tanısı ile takip edilen hastalardaki sıvı elektrolit dengesizliklerinin analizi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-11-01) Sezer, Onur; Armağan, Erol; Durak, Vahide Aslan; Çıkrıklar, Halil İbrahim; Çelebi, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı.; 0000-0002-5122-2127; 0000-0002-4641-9873; 0000-0003-0836-7862; 0000-0002-6253-3350; 0000-0002-4377-2639Serebrovasküler hastalık; aniden ortaya çıkan fokal ya da global serebral disfonksiyona yol açan, vasküler neden dışında görünen farklı bir sebebi olmayan, yirmi dört saat veya daha uzun süren ya da ölüme sebep olan klinik durum olarak tanımlanmaktadır. Elektrolit bozuklukları akut fazın sonuçları üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilmekte ve bu sebeple elektrolit bozukluğunun erken tespiti ve tedavi edilmesi son derece önemli olarak görülmektedir. Çalışmamızın amacı serebrovasküler hastalık alt tipleri ile elektrolit dengesizlikleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne 1.03.2017-1.03.2022 arasında başvurup akut serebrovasküler hastalık tanısı alan 128 hasta çalışmamıza dahil edilmiştir. Hastaların demografik özellikleri, hastane başvuru saatleri, radyolojik görüntülemeleri, sodyum, potasyum, klor, glukoz, üre, kreatinin, hemogram, ek hastalıkları, vital bulguları (ateş, nabız, tansiyon değerleri, parmak ucu saturasyonu, solunum sayısı ve GKS Skoru) ve klinik seyirleri retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmamızda hiponatremik olan hastaların 11 tanesi (%57,9) iskemik, 8 tanesi (%42,1) hemorajik serebrovasküler hastalığı olan grupta olup her iki hasta grubunda ortalama sodyum değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark çıkmamıştır. Hipokalemik hastaların 3 tanesi (%75) iskemik grupta, 1 tanesi (%25) hemorajik grupta olup her iki hasta grubunda ortalama potasyum değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark çıkmamıştır. Hipokloremi saptanan hastaların ise 5 tanesi (%62,5) iskemik, 3 tanesi (%37,5) hemorajik grupta yer almakta olup her iki hasta grubunda ortalama klor değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark çıkmamıştır. Sonuç olarak akut serebrovasküler hastalıklarda elektrolit değişikliklerini incelediğimiz bu çalışmada hemorajik tip ve iskemik tipteki serebrovasküler hastalıklarda elektrolit dengesizliklerinin klinik seyir ve mortalite üzerinde etkisi olmadığı görülmektedir.Item Kronik faz KML hastalarında bosutinib kullanımı: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-11-22) Pınar, İbrahim Ethem; Koca, Tuba Güllü; Ersal, Tuba; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Candar, Ömer; Çubukçu, Sinem; Hunutlu, Fazıl Çağrı; Ali, Rıdvan; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0003-4168-2821; 0000-0001-5419-3221; 0000-0002-5129-2977; 0000-0003-3970-2344; 0000-0001-7602-6926; 0000-0001-9623-8096; 0000-0002-4991-9830; 0000-0001-6486-3399; 0000-0003-0014-7398; 0000-0001-9710-134XKronik Myeloid Lösemide (KML), etyolojisinde sorumlu tirozin kinaz aktivitesi gösteren bcr-abl füzyon geninin keşfinden sonra, bu aktiviteyi inhibe eden ilaçların keşfiyle, daha uzun sağkalım sürelerine ulaşılabilmiştir. Bu ilaçlarla tedaviye zamanla direnç gelişmesi, ikinci ve üçüncü kuşak ajanların geliştirilmesinin önünü açmıştır. Bu çalışmamızda, merkezimizde ikinci kuşak tirozin kinaz inhibitörü (TKİ) – bosutinib - tedavisi alan hastaların, klinik, laboratuvar, moleküler yanıt, yan etki profili ve mortalite üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. KML nedeniyle bosutinib tedavisi başlanan 17 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tedaviye kaçıncı sırada başlandığı, klinik, laboratuvar ve moleküler yanıt durumları retrospektif olarak elektronik hasta kayıtlarından tarandı. Elde edilen veriler hastaların ilaç başlanma sırasına göre karşılaştırıldı. İkinci (n=2), üçüncü (n=7) ve dördüncü (n=8) sırada bosutinib başlanan hastaların yaş, cinsiyet, komorbidite sayısı, bosutinib tedavi süresi açısından anlamlı bir fark gözlenmezken KML tanı yaşları arasında anlamlı bir farklılık mevcuttu. Moleküler yanıt ve yan etki profili açısından değerlendirildiğinde, ilacın başlanma sırası ile anlamlı bir farklılık yoktu. Hastaların genel sağkalımı 43,38 ± 4,98 ay (%95 GA: 33,62 – 53,16 ay) olarak gözlemlendi. Bosutinib tedavisinin her yaş grubunda, ilacın her başlanma sırasında kullanımının, stabil moleküler yanıt sağlaması açısından güvenli olduğu gözlemlendi. Yan etki profili açısından kullanımını sınırlayacak bir profile sahip olmaması nedeniyle KML tedavisinde tercih edilebilir bir molekül olarak düşünülmelidir.Item Erişkinde nadir hastalıklardan langerhans hücreli histiyositoz: 22 yıllık tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-11-30) Ersal, Tuba; Özkocaman, Vildan; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Candar, Ömer; Çubukçu, Sinem; Koca, Tuba Güllü; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0001-5419-3221; 0000-0003-0014-7398; 0000-0002-5129-2977; 0000-0003-3970-2344; 0000-0001-7602-6926; 0000-0001-9623-8096; 0000-0003-4168-2821; 0000-0001-6486-3399; 0000-0001-9710-134XLangerhans hücreli histiyositoz (LHH) erişkinde nadir rastlanılan multi-sistemik (MS) ve heterojen bir hastalıktır. Erişkin hastaya yaklaşım ve tedaviyle ilgili veri oldukça azdır. Bu çalışmada Mart 2000 ile Mart 2022 tarihleri arasında merkezimize sevk edilen LHH’li 16 erişkin hastayı retrospektif olarak inceledik. Hastaların %68,7’si erkek ve ortanca yaş 30,5 yıl idi. Tanıda hastaların %50’sinde tek bölgede, %50’sinde MS tutulum vardı. Riskli organ tutulumu 3 hastada (%18,75) mevcuttu. En çok tutulan alanlar kemik ve akciğer (%43.75), sonrasında ise santral sinir sistemi (SSS) (%31,25) idi. Sistemik tedavi endikasyonu olan 8 hastanın tamamına birinci sırada vinorelbin ve steroid tedavisi verildi. Diğer hastalara cerrahi eksizyon veya radyoterapi uygulandı. Tedaviye tam yanıt oranı %37.5, kısmi yanıt oranı %37.5 idi. Hastaların 3’ü (%18,75) nüks etti. Tek bölge tutulumu olan hastaların hepsi hayatta ve nüks gelişmedi. On bir hasta ise halen hayattadır. Median genel sağkalıma (OS) ulaşılamadı, 3 yıllık OS %79.8 idi. Otuz yaş üzerindeki hastaların sağkalımı daha düşük bulundu. Ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.2). MS hastalığı olanların median OS verileri daha kötüydü (48 aya karşı ulaşılamadı, p=0.02). Tanı yaşının 30’un üzerinde olması ve SSS tutulumu bulunması daha düşük OS ile ilişkiliydi ancak bu istatistiksel olarak anlamlı değildi. Dalak ve karaciğer tutulumu olan hastalarda hızlı hastalık progresyonu ya da tedaviye refrakterlik izlendi. Özellikle kötü prognostik özellikleri olan hastalara birinci basamakta vinblastin/steroid bazlı tedaviler yetersiz kalabilir. Erişkin LHH’da klinik ve prognostik özelliklerinin daha iyi belirlenebilmesi, uygun tedavi stratejilerinin geliştirilmesi için çok merkezli, prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Postpartum dönemde emzirme ve vücut ağırlığı değişimi arasındaki ilişki: Kapsam derlemesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-11-30) Kaçar, Nükhet; Özerdoğan, NebahatGebelik ve doğum sonrası dönem, kadınlarda kilo alımının arttığı bir dönemdir. Bu dönemde alınan kilo, kadında aşırı kilolu olma veya obezite gelişimine yol açabilmekte, anne ve bebek sağlığı üzerinde uzun vadeli olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir. Doğum sonu süreçte, lohusa eski vücut ağırlığına dönmesine yardımcı mekanizmaları kullanma konusunda, ebeler ve diğer sağlık profesyonelleri tarafından desteklenmelidir. Bu yardımcı mekanizmalardan birisi de emzirme olarak kabul edilmektedir. Postpartum sürecin getirmiş olduğu doğal bir fonksiyon olan emzirme, lohusanın önceki vücut ağırlığına dönmesi ve obezitenin önlenmesinde önemli bir aktivite olarak görülmektedir. Kilo kontrolünde emzirmenin; egzersiz ve kalori alımının kısıtlanması gibi yöntemlerle desteklenmesi, süresinin uzatılması kilo kontrolündeki başarıyı arttırmaktadır. Bu nedenle anne ve bebek sağlığına getirdiği diğer olumlu katkıların yanı sıra kadınlarda obezite oluşumunun önlenmesi için emzirmenin başlatılması ve sürdürülmesi ebeler tarafından desteklenmelidir.Item Sıçanlarda vasküler tonusun düzenlenmesinde potasyum kanallarının rolünün incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-11-30) Şahintürk, Serdar; İşbil, Naciye; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fizyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-7612-0055; 0000-0002-8792-2555Potasyum (K+ ) kanalları vasküler tonusun önemli düzenleyicileridir. Bu çalışmada K+ kanal tiplerinin fenilefrin ile uyarılan vasküler tonus üzerindeki etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Wistar Albino ırkı erkek sıçanların torasik aortlarından elde edilen 4 mm uzunluğundaki vasküler halkalar izole organ banyosu sistemine yerleştirildi. Vasküler gerim 1 grama ayarlandı. K+ kanal tiplerinin fenilefrin ile indüklenen vasküler tonus üzerindeki etkilerini belirlemek için, 1 saatlik bir dengeleme döneminden sonra aort halkalarına K+ kanal blokörleri uygulandı. 30 dakikalık inkübasyondan sonra, vasküler halkalar 10-6 M fenilefrin ile kasıldı ve stabil bir kasılma elde edildi. Fenilefrin uygulamalarından önceki dönemlerdeki gerim değerleri %100 olarak kabul edildi. Fenilefrin ile elde edilen plato fazı gerim değerleri bu değer üzerinden hesaplandı. Elde edilen gerim değerleri kontrol gruplarındaki gerim değerleri ile karşılaştırıldı. Büyük iletkenli kalsiyum (Ca2+) ile aktive olan K+ kanal (BKCa) blokörü tetraetilamonyum, orta iletkenli Ca2+ ile aktive olan K+ kanal (IKCa) blokörü TRAM-34, ATPduyarlı K+ kanal (KATP) blokörü gliburid, voltaj kapılı K+ kanal (KV) blokörü 4-Aminopiridin ve iki porlu K+ kanal (K2P) blokörü anandamid uygulamaları vasküler gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı artışa neden oldu. Ancak, küçük iletkenli Ca2+ ile aktive olan K+ kanal (SKCa) blokörü apamin ve içeri doğrultucu K+ kanal (Kir) blokörü baryum klorür uygulamaları vasküler gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişikliğe neden olmadı. Bu çalışmanın bulguları, BKCa, IKCa, KATP, KV ve K2P kanallarının fenilefrin ile indüklenen vasküler tonusun düzenlenmesinde önemli etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Öte yandan SKCa ve Kir kanallarının fenilefrin ile indüklenen vasküler tonusun düzenlenmesinde önemli faktörler olmadığı düşünülmektedir.Item Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanılı çocuk ve ergenlerin uyku alışkanlıkları ve yavaş bilişsel tempo belirtileri ile ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12-01) Özbek, Mutlu Muhammed; Sevinçok, Doğa; Turan, Serkan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0002-6548-0629Psikiyatrik bozukluk tanısı alan çocuklarda, normal gelişim gösteren çocuklara oranla daha fazla uyku problemi görüldüğü bilinmektedir. Çalışmamızın amacı, Yavaş bilişsel tempo (YBT) belirtilerinin yüksek ve düşük düzeyde olduğu dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almış çocuk ve ergenlerde uyku sorunları ve uyku alışkanlıklarını incelemektir. Çalışmamıza 8-17 yaş arasında DEHB tanısı olan 47 çocuk ve ergen dahil edilmiştir. Genel örneklemde 14 olgu DEHB+Yüksek YBT belirtileri gösteren; 33 olgu ise DEHB+Düşük YBT belirtileri gösteren olarak gruplandırılmıştır. Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (ÇDŞG–ŞY–T) ile yapılan değerlendirme sonrasında tüm olguların ebeveynlerinden Turgay Dikkat Eksikliği ve Yıkıcı Davranış Bozuklukları için DSM-IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (DEYDB DSM-IV), Barkley Çocuk Dikkat Anketi (BÇDA), Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketini (ÇUAA) doldurmaları istenmiştir. Yüksek ve düşük YBT belirti gösteren gruplar ÇUAA ile karşılaştırılmış, hiçbir alt ölçekte veya toplam puanda anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05).DEHB alt görünümleri ÇUAA alt ölçekleri ve toplam puan açısından karşılaştırılmıştır. Yapılan analiz sonucunda yatma zamanı direnci (p=0.01), uyku süresi (p=0.04), parasomnialar (p=0.002), uykuda solunum bozulması (p<0.0001) ve toplam puanın (p=0.04) gruplar arasında farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Yatma zamanı direnci, parasomnialar, uykuda solunum bozulması ve toplam puan hiperaktivite baskın görünümde diğer görünümlere göre yüksek iken uyku süresi dikkatsizlik baskın görünümde daha fazla bulunmuştur. Uyku yoksunluğu, yetersiz oksijen satürasyonu ve uykuda solunum bozulması ile ilişkili diğer birçok fizyolojik değişikliğin gün içerisindeki davranış bozuklukları ve hiperaktivite semptomlarına neden olabileceği düşünülmüştür.Item Üçlü negatif meme kanseri hastalarında lokal ve bölgesel rekürrenssiz sağkalıma etki eden faktörler: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12-20) Taşar, Pınar; Şenol, Kazım; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-2378-0666; 0000-0001-6273-0664Üçlü negatif meme kanserinde (ÜNMK) hastalık erken evrede tespit edilse de, hastalıksız sağkalım(HSK) ve sağkalım, ÜNMK olmayanlara göre daha düşüktür ve lokal nüks/ uzak metastaz daha erken ortaya çıkma eğilimindedir. Lokal ileri ÜNMK hastalarında neoadjuvan tedavi (NKT) öncelikle tercih edilmektedir. NKT ve tedaviye patolojik tam yanıt (pCR) ise HSK artırmaktadır. Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Meme Cerrahi Kliniğinde ÜNMK tanısı ile ameliyat edilen hastaların lokal ve bölgesel rekürrens (LBR) oranlarına ve rekürrenssiz sağkalımına (LBRSK) etki eden faktörlerini ortaya konulması amaçlanmıştır. 2007-2020 yılları arasında ameliyat edilen hastaların demografik, klinik, patolojik verileri ve sağkalım oranları retrospektif olarak analiz edildi. İstatistiksel analizler SPSS v23 istatistik programı kullanılarak yapıldı. 173 hastanın 83’ü (%47,7) premenopozal ve yaş ortalaması 49,36+12,29 yıldı. Hastaların 106’sı (%63,8) lokal evre, 59’u (%34,1) lokal ileri evre ve 8’i (%4,6) metastatikti. 101 (%58,4) hastaya neoadjuvant, 69 (%40) hastaya adjuvant kemoterapi verildi. 122 (%70.5) hastaya meme koruyucu cerrahi, 99 (%57.2) hastaya sentinel lenf nodu örneklemesi yapıldı. Genel takip süresi ortanca değeri 57.5 ay içerisinde, 34 (%19.7) hasta yaşamını yitirdi. Ortanca rekürrens zamanı 33 ay içerisinde ise 16 (%11.8) hastada lokal nüks, 39 (%26.6) hastada sistemik nüks izlendi. 3-yıllık LBRSK oranı %47.3 izlendi. ÜNMK’de lokal ve sistemik nüks varlığında LBRSK oranları adjuvant ve neoadjuvant tedavide benzer izlenmiştir. NKT sonrası lokal ve rejyonel rekürrensi artıran ve rekürrenssiz sağkalımı azaltan en önemli faktör N3 hastalık ve premenopozal durum olarak izlenmiştir.Item Kan ve vücut sıvıları ile bulaşan enfeksiyonlar açısından hasta güvenliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12-27) Evren, Emine Ünal; Zeytinoğlu, Ayşin; Evren, HakanEnfekte kan ve vücut sıvıları ile bulaşan hastalık etkenlerinden hepatit B, hepatit C ve insan immun yetmezlik (HIV) virüsleri sağlık kurumlarında hem sağlık çalışanı hem de hasta biyogüvenliğini tehdit eden enfeksiyonlara neden olmaktadır. Sağlık merkezlerinde kesici delici alet yaralanmaları sonucunda kan ve vücut sıvılarına direkt temasla bulaşabilen patojenler arasında bu üç virüs, oluşturdukları enfeksiyonların ciddiyeti, halk sağlığını tehdit etmeleri ve bulaş gerçekleştiğinde ortaya çıkabilecek etik ve hukuki boyut nedeniyle de ön plana çıkmaktadır. Tıbbi girişimler sırasında perkutan yaralanmalar sonrasında gerek hastadan sağlık çalışanına gerekse çalışandan hastaya bu virüslerin bulaşma riskleri; patojenin tipi, kaynak vakanın viral yükü, yaralanmanın şekli ve bulaşan kan volümü gibi faktörlerden etkilenmektedir. Sağlık çalışanları arasındaki hepatit B virüs enfeksiyonlarının %37’ sinin, hepatit C virüs enfeksiyonlarının %39’unun, HIV enfeksiyonlarının ise yaklaşık %5’inin peruktan yaralanmalar sonucunda geliştiği bildirilmektedir. Öte yandan sağlık çalışanından uyguladığı invaziv girişimler sırasında bu enfeksiyonların hastalara da bulaşıyor olması tüm dünyada daha az irdelenmiş bir konudur. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere ve Avustralya enfekte sağlık çalışanından hastaya olası bulaşmaların önlenmesine yönelik önlemleri ve denetimle ilgili adımları içeren rehberleri yazılı hale getiren ülkelerdendir. Bu rehberlerde bulaş açısından riskli invaziv girişimlerin tanımları yapılmış, enfekte çalışanın bu girişimleri yapabilmesi için sağlanması gereken kriterler belirlenmiştir. Yapılan çalışmalar ülkemizde mesleki yaralanma bildirimindeki yetersizlikleri ortaya koymaktadır. Bununla birlikte her üç etkenin klinik olarak sessiz seyredebiliyor olması ve sağlık personelinde düzenli serolojik taramalar için yasal bir zorunluluk olmayışı ülkemizde de sağlık çalışanından hastalara bulaşma ihtimalinin dikkate alınması gereken bir konu olduğunu düşündürmektedir. Biz bu derlemede sağlık çalışanından hastalara hepatit B, hepatit C ve HIV bulaşı ile ilgili uluslararası rehberleri ve ülkemiz verilerini inceleyerek, konuyu tıbbi, etik ve hukuki boyutuyla ele alırken çalışanın hak ve mahremiyetini de gözeten ulusal bir kılavuz oluşturulması gereksinimine dikkat çekmek istedik. İlgili meslek örgütlerimizin ortak görüşünü içeren bir rehberin hazırlanması gerek sağlık çalışanlarının gerekse hastaların riskini azaltarak Türkiye’de sağlık hizmetinin kalitesini de arttıracaktır.Item Meme kanseri hastalarında eşler arası uyum ve sosyal destek düzeyinin depresyon, anksiyete, benlik saygısı ve cinsellik üzerine etkilerinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12-27) Duran, Kübra; Sarandöl, Aslı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0002-1092-8254Bu çalışmada meme kanseri hastalarında eşler arasındaki uyum ve algılanan sosyal desteğin depresyon, anksiyete, benlik saygısı ve cinsellik üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlandı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı ve Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı polikliniklerine başvuran ve meme kanseri tanısı olan 50 hasta çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan tüm hastalar, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ), Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği-Kadın Formu (G-RCDÖ), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ve Çiftler Uyum Ölçeği (ÇUÖ) ile değerlendirilmiştir. Hastaların eşler arası uyum ve sosyal destek düzeyleri arttıkça BDÖ, BAÖ ve G-RCDÖ puanlarında istatistiksel olarak anlamlı bir azalma olduğu izlendi (p<0,05). Eşler arası uyum düzeyi ve sosyal destek düzeyi ile benlik saygısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0,05). Sosyodemografik özellikler ve hastalıkla ilgili değişkenler ile bakılan ölçek puanları arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). Meme kanseri tanısı bulunan hastaların hastalıkla mücadele etmelerinde ve psikososyal yönden uyum sağlamalarında eşlerinden ve aileden gelen sosyal destek önemli bir etmendir. Hastaların yaşadığı ruhsal sorunların azaltılmasında eşlerin ve ailelerin de katıldığı psikoeğitim ve psikososyal destek programlarının faydalı olabileceği düşünülmektedir.Item Periferik sinirlerin histomorfometrik analizinde TT-MMS programının güvenilirliğinin karşılaştırmalı olarak incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-12-29) Fidan, Pınar AyranDeneysel çalışmalarda periferik sinirin akson çapı, miyelinli sinir lifi çapı ve miyelinli sinir için iç çap/dış çap oranı (g-ratio), demiyelinizasyon, remiyelinizasyon ve sinir onarımının değerlendirilmesinde görüntü analiz programlarından yararlanılmaktadır. Bu nedenle, morfometrik değerlendirmeye sıklıkla gereksinim duyulan periferik sinir çalışmaları hedeflenerek, laboratuvarımızda yarı otomatik bir görüntü analiz programı geliştirilmiştir. Çalışmamızda, geliştirdiğimiz görüntü analiz yazılımının performansının, serbest erişimli çok amaçlı diğer bir yazılım ile güvenilirlik yönünden karşılaştırılması amaçlanmıştır. Farelerin genel anestezi altında siyatik sinirlerinden alınan doku örnekleri gluteraldehit solüsyonuna alınmıştır. Rutin elektron mikroskop takip yöntemlerinden geçirilerek epoksi resin (epoxy resin) gömülen dokulardan yarı ince kesitler alınmış ve toluidin mavisi ile boyanmıştır. Kesitler dijital kameralı ışık mikroskopta incelenmiş ve X100’lük objektifte fotoğraflanmıştır. Mikrograflar laboratuvarımızda geliştirilen Tantuna Morfometrik Ölçüm Sistemi (TanTuna Morphometric Measuring System; TT-MMS) yazılımı ile analiz edilmiştir. Seçilen iki adet ışık mikrograftan rastgele seçilen 200 adet miyelinli akson kesitinin ölçümleri program kullanılarak yapılmıştır. Aynı ölçümler ImageJ programı ile tekrarlanmış ve her iki programla elde edilen veriler istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Ek bir donanıma ihtiyaç duymadan her iki yazılımın da güvenilir olduğu ve birbirleriyle uyumlu ölçümler yaptıkları saptanmıştır (p<0.001). Ayrıca her iki programın artı ve eksi yönleri belirlenerek ayrıntılı olarak açıklanmıştır. TT-MMS’nin kullanıcı dostu bir yazılım olduğu ve ölçümler için gereken süreyi de önemli ölçüde azalttığı sonucuna varılmıştır. Bu programın bir diğer önemli özelliği de kullanıcıların ihtiyaçlarına göre geliştirilmeye açık olmasıdır.