Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Department "Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda akut batın(Uludağ Üniversitesi, 2005) Kırıştıoğlu, İrfan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim DalıAkut batın, ani başlayan karın ağrısı, bulantı, kusma ve diğer şikayetlerin eşlik ettiği, çoğunlukla intraperitoneal bölgedeki inşamatuvar ve cerrahi patolojilerin rol oynadığı hastalıkların ortak klinik semptom ve bulgularını tanımlayan bir terimdir. Özellikle bebekler ve küçük çocuklar ağrının karakterini tam olarak tanımlayamadıklarından ve karın içi hacimleri de erişkinlere göre küçük olduğundan ve erişkinde pelvik yerleşimli olan çoğu organ bu yaş grubunda batında yer aldığından (mesane, uterus, over, vs) bu yaş grubunda akut batın tablosunun değerlendirilmesi zordur. Çocuklarda akut batına yol açan hastalıkları mutlaka cerrahi tedavi gerektirenler, başlangıçta cerrahi tedavinin gerekli olmadığı ancak bazen kaçınılamadığı hastalıklar ve cerrahi müdahelenin yerinin olmadığı hastalıklar olarak üç sınıfta değerlendirmek mümkündür. Bu sınışamaya giren hastalıklar Tablo 1’de gösterilmiştir. Bu yazıda bu hastalıklar üzerinde ayrı ayrı durulmayacaktır. Özellikle akut apendisit detaylı olarak incelenecek ve ayırıcı tanıda gerekli olan bilgiler çok kısa olarak ifade edilecektir.Item Çocuklarda akut skrotum patolojileri(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kılıç, Nizamettin; Balkan, Emin; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Ürolojisi Bilim Dalıİnguinoskrotal bölge çocuklarda birçok cerrahi sorunun görüldüğü bir alandır. Skrotumda ani gelişen kızarıklık, şişlik ve ağrı ile ortaya çıkan bir grup hastalık akut skrotum patolojilerini oluşturmaktadır. Bu grup içinde yer alan hastalıklar testis torsiyonu, testis ve epididim eklerinin torsiyonları, epididimitis / orşiepididimitis, boğulmuş kasık fıtığı, travmatik hidro / hematosel, idiopatik skrotal ödem ve skrotumun yağ nekrozudur. Bunlar dışında seyrek olarak rastlanılan bazı hastalıklarda benzer tabloları oluştururlar. Bu hastalıkların başlangıç ve gelişim hızları, lokal bulguları ve ağrı şiddeti açısından farklılıkları bulunabilmektedir.Item Çocuklarda inmemiş testis(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kılıç, Nizamettin; Balkan, Emin; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Ürolojisi Bilim Dalıİnmemiş testis antik çağlardan beri bilinen bir hastalıktır. İnmemiş testis ya da “kriptorşidizm” terimi (Yunanca “kryptos” [saklı, gizli] ve “orchis” [testis] kelimelerinden türetme) skrotumda yer almayan testis ya da testisler için kullanılır. İlk kayıtlı çalışmaların John Hunter tarafından yapıldığı bilinmektedir. Her ne kadar “kriptorşid” ve “inmemiş” terimleri eş anlamlı olarak kullanılsa da, gerçekte durum birbirinden farklıdır. Çünkü, kriptorşid testis terimi ile kastedilen, inmemiş olabileceği gibi, aynı zamanda ektopik veya atrofik / agenetik de olabilir. İnmemiş testis nedeni tam anlaşılamamış olan ve çocuk cerrahisi ve çocuk ürolojisi pratiklerinde en sık rastlanılan sorunlardan birisidir (1,2).Item Diagnostic discordance-based inferences regarding imaging modalities in children with a preliminary diagnosis of choledochal cyst: Clinical experience and review of literature(Galenos Yayıncılık, 2021-04-25) Özçakır, Esra; Kaya, Mete; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0773-7430; 0000-0002-8877-5737Introduction: Definitive diagnosis is essential for the medical and surgical management of pediatric patients with a preliminary diagnosis of a choledochal cyst. Our study aimed to investigate the roles of Magnetic Resonance Cholangiopancreatography (MRCP), Intraoperative Cholangiography (IOC) in differential and definitive diagnosis of choledochal cyst by comparing their results with the intraoperative gross pathological appearance. Materials and Methods: The medical records of seven pediatric patients preliminary diagnosed with choledochal cyst between May 2014 and January 2021 in our clinic, were retrospectively reviewed. We investigated the clinical characteristics, the MRCP and IOC results, and compared their results with the intraoperative gross pathological findings of patients with preliminarily diagnosed choledochal cyst. We evaluated the outcomes involving the preliminary diagnosis and subtype of choledochal cyst with MRCP preoperatively and with IOC and gross pathological findings intraoperatively. Results: Six patients had undergone a laparotomy and IOC procedure, and their results were: in three, the MRCP and IOC results were consistent, both revealing a Type-I choledochal cyst; in another patient, MRCP revealed a Type IV choledochal cyst, whereas IOC showed a Type-I choledochal cyst; one patient reported having a Type-II choledochal cyst in MRCP turned out to have a duodenal duplication cyst intraoperatively; the sixth operated patient had an MRCP result of Type-I choledochal cyst, but the IOC was consistent with biliary atresia and severe hydropic bile stasis. The last child was a non-operated patient whose MRCP revealed a Type-I choledochal cyst whereas contrast-enhanced liver magnetic resonance showed a simple liver cyst. Conclusions: Even though MRCP is valuable regarding choledochal cyst’s differential diagnosis, we should confirm its diagnosis by IOC and intraoperative gross pathological view because other pathologies might appear similar to choledochal cyst in MRCP.Item Gıdalardaki katkı maddeleri ve zararları; çocukluk hiperaktivitesi(Uludağ Üniversitesi, 2006) Doğruyol, Hasan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim DalıGıdalardaki katkı maddeleri denince, kendileri gıda maddesi olmadıkları halde gıdaların kalitesini arttırmak, kıvamını tutturmak, tadını ve rengini vermek, yapısını düzeltmek gibi işlevleri yanında onların hazırlanması sırasında da kolaylık ve iyileştirme sağlayan ve bu aşamadan sonra ise bozulmalarına engel olup tezgâh ömürlerini uzatmak gibi birtakım teknolojik fonksiyonları olan maddeler anlaşılır. Katkı maddeleri çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır. Eski insanlar gıdalarını tütsüleyerek (vinil guanikol ve fenol türevleri), sirke ile (asetik asit), yanmış kükürtle (kükürt dioksit), tuzlamak ve salamura yapmak (sodyum klorür ve sulfatlar) suretiyle korumaya çalışmışlardır. Bu insanlar gıdalarını böcek kabuklarını ezerek elde ettikleri kırmızı boya (kokineal-1-metil2-carboksi-3, 5, 6, 7, 8 pentahidroksantakinon-7-glukozid) ve safran (krosetin digentiobiyoz ester) gibi doğal boyalarla da renklendirmişlerdir. Ayrıca arap sakızı (gam arabik) ile besinlerinin kıvamlarını arttırmışlardır. Kullandıkları bazı katkılar birden fazla görev üstlenmiş, örneğin koruyucu (preservative) olarak kullandıkları tütsü, tuz ve sirke aynı zamanda gıdanın lezzetine de katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde safran ise hem renk maddesi (coloring matter) olarak hem de gıdaya özel bir çeşni katmak amacıyla (şavour enhancer) kullanılmıştır. Bu maddelerin birçoğu bugün de üç temel fonksiyon için kullanılmaktadırlar: kozmetik, koruyuculuk, işleme. Amaçlar bu fonksiyonlarla sınırlı kalsa da zaman içinde katkı maddelerinin sayıları çok artmış ve 4000'li rakamlara ulaşmıştır. Günlük hayatımızda farkında olarak ya da olmayarak yüzlerce çeşidini tükettiğimiz bu maddeler elbette bir kısım yararları için sofralarımızda yer alırlar. Koruyucu (preservative), renklendirici (coloring), oksitlenmeyi önleyici (antioxidant) v.s. işlevi gören bu maddelerin kullanımı son yıllarda çok hızlı bir artış göstermiş ve yıllık 200.000 ton miktarına ulaşmıştır. Batı ülkeleri mutfaklarında yaklaşık %75 oranında işlenmiş gıda ürünleri tüketildiği varsayılarak bu ürünlerle kişilerin her yıl yaklaşık 5-6 kg katkı maddesi aldığı hesaplanmıştır. Tüketimdeki bu hızlı tırmanmaya paralel olarak katkı maddelerine karşı gelişen ve çok değişkenlik gösteren yan etkilerde de artma gözlemlenmektedir.Item İnvajinasyonlarda tedavi yaklaşımı(Uludağ Üniversitesi, 2004) Kırıştıoğlu, İrfan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalıİnvajinasyon proksimal bir barsak segmentinin daha distaldeki bir barsak içine girmesidir. Sıklıkla (% 80-90) ileum kolonun içine girer. Sıklığı her 1000 canlı doğumda 1- 4 olgu olarak verilir. Erkeklerde 2 kat daha fazla görülür. İnvajinasyon 3 ay -24 ay arasındaki çocuklarda en sık intestinal obstrüksiyon sebebidir (1,2). İnvajinasyonlar oluşum şekline göre dört tipe ayrılır (1,2,3,4). a) İdiopatik invajinasyon: Belirgin bir etyolojik sebeb yoktur. Ancak, gıda değişikliklerini takiben oluşan Peyer plağı hipertrofisi, virutik üst solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı mezenter lenfadenopatisi ve rotavirus gastroenteriti sorumlu tutulmaktadır. b) Sürükleyici noktalı invajinasyon (lead point): Bu invajinasyonda proksimal barsak segmentinin distal barsak segmenti içerisine girmesini tetikleyecek bir anatomik lezyon mevcuttur. En sık Meckel divertikülü tetik rolü oynar. c) Kronik invajinasyon: Olguların çoğunda invajinasyonu tetikleyecek bir anatomik sebep vardır. Bu tabloda invajine olan barsak segmentleri spontan açılıp, sonra tekrar invajine olabilirler. d) Postoperatif invajinasyon: Batın veya batın dışı sebeplerle cerrahi tedavi uygulanan olgularda, ince barsak seviyesinde oluşan bir invajinasyondur.Item Konjenital diyafragma hernisi: On yıllık tek merkez sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2017) Dorum, Bayram Ali; Çakır, Salih Çağrı; Yakut, Uğur; Özkan, Hilal; Gürpınar, Arif Nuri; Köksal, Nilgün; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Neonatoloji Bilim DalıGiriş ve Amaç: Konjenital diyafragma hernisi (KDH) yüksek mortalite ve uzun dönem morbiditeler ile ilişkili nadir bir anomalidir. Bu çalışmanın amacı ünitemizde KDH tanısı ile takip edilen hastaların demografik, klinik özelliklerini, uygulanan tedavi ve sonuçlarını tanımlamaktır. Yöntem ve Gereçler: Bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi yenidoğan yoğun bakım ünitesinde KDH tanısı ile tedavi gören hastalar retrospektif olarak taranmıştır. Ocak 2007 ile Aralık 2016 arasında ünitemizde tedavi gören hastaların medikal kayıtları incelenmiştir. Hastaların demografik ve doğum özellikleri, pulmoner hipertansiyon durumları, karaciğer ve mide herniasyonları, ek konjenital anomalileri, mekanik ventilasyon şekilleri değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışma periyodu boyunca KDH nedeniyle tedavi gören 40 hasta çalışmaya alınmıştır. Tüm hastalar içinde ölüm oranı %67.5 (27/40) olarak gerçekleşmiştir. Düşük doğum ağırlığı, düşük gestasyonel hafta, düşük APGAR skorları ve başlangıçta yüksek oksijen ihtiyacı mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Opere edilen hastalar içinde yaşama oranı %61 (13/21) idi. Yaşayan hastaların ortalama hastanede kalış süreleri 23 (14–35) idi. Taburculuk sonrası komorbid durumlar kronik gastrointestinal, pulmoner sorunlar ve büyüme geriliği olarak saptandı. Tartışma ve Sonuç: KDH halen yüksek mortalite ve morbiditeye sahiptir. Prenatal tanı alan hastaların uygun merkezlerde doğması başarılı müdahale şanslarını artıracaktır.Item Lobektomi deneyimlerimiz(Uludağ Üniversitesi, 2010-11-30) Mercan, Mehmet Hilmi; Gürpınar, Arif; Şengün, Ayşe; Doğruyol, Hasan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim DalıGiriş: Lobektomi kazanılmış ve konjenital nedenlerle uygulanan ve çoğunlukla minimum akciğer doku kaybının hedef alındığı ancak kalan akciğer dokusunun fonksiyon ve gelişiminin devamı açısından uygulanması zorunlu olan bir operasyondur. Kliniğimizde lobektomi yapılmış olan olgular retrospektif olarak lobektomi endikasyonları ve postoperatif takipleri açısından değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizin kayıtları taranarak lobektomi uygulanan olgular etyolojik yönden ve postoperatif takipleri açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Pnömonektomi ve segmentektomi uygulanan olgular değerlendirilmeye alınmamıştır. Temel olarak etyolojik faktörler konjenital ve kazanılmış olarak iki grupta ele alınmıştır. Bulgular: Toplam 27 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Bu olguların 16’sı erkek ve 11’i kızdı. Yaş aralığı 2 gün ile 17 yaş arasında değişmekteydi. Bu olgulardan konjenital nedenlerle opere edilen olgu sayısı 14 ve bunların ortalama operasyon yaşı 3 aydı. Kazanılmış nedenlerle opere edilen 13 olgunun yaşları 2,5 ila 17 arasında ve ortalama operasyon yaşı 6 idi. Konjenital malformasyonların 4’ü konjenital kistik adenoid malformasyon, 3’ü pulmoner sekestrasyon ve 7’si konjenital lober amfizemli olguydu. Kazanılmış nedenlerden dolayı lobektomi uygulanan olgulardan 12'si postpnömonik nedenlerle, 1'i ise travmatik bronş rüptürü nedeniyle opere edilmişti. Konjenital nedenlerle opere edilmiş olguların tamamında şifa elde edilirken kazanılmış nedenlerden lobektomi yapılmış Kartegener sendromu ve tüberküloz tanılı 2 olgunun takibine enfeksiyon ekibiyle birlikte devam edilmektedir. Diğer olgularda şifa sağlanmıştır. Sonuç: Lobektomi özellikle konjenital nedenlerle yapıldığında sonuçları daha iyidir. Kazanılmış nedenler nedeniyle opere edilen olguların postoperatif takipleri daha uzun zaman almakta ve sonuçlar primer hastalığa bağlı olarak değişmektedir.Item Reason for inconsistency between ph monitoring and impedance in detecting acid gastroesophageal reflux: Ph-only events(Galenos Yayıncılık, 2021-06-20) Parlak, Ayşe; Doğruyol, Hasan; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-7686-2561; 0000-0002-8642-5899Introduction: Acid reflux events detected by pH and not identified by impedance are called ‘pH only events’. We aimed to explain the incidence and the possible reasons of ‘pH– only events’. Materials and Methods: The automated multichannel intraluminal impedance (MII) analysis in 50 cases was investigated. Changes in impedance channels during pH-only acid reflux events were examined and grouped. 1. Events that fail to meet the impedance measurement criteria 2. Events with no change in impedance channels 3. Events that meet the impedance criteria, but do not have signs of reflux 4. Artifact 5. Positive deflection due to air. Results: The number of acid reflux events detected in the MII records was 1475, the number of acid reflux events detected in the pH meter was 3093, and the number of pH-only acid reflux events was 1736. 56.1% of the acid reflux events were detected by pH meter not identified by MII. The most common reasons for this were events no changes in impedance channels (68%) and other reasons such as positive deflection due to air (14%), and events that could not meet impedance measurement criteria (10%). 8% of pH-only events that met MII criteria, but were not accepted as reflux by MII. Conclusions: There was more than half of acid reflux events detected by pH meter but not identified by MII. The reason of this situation has been not clear. For the correct decision, it is important to evaluate MII recordings together with pH meter results rather than evaluating automatic analysis alone.Item Sağ akciğer agenezisi; izole ve eşlik eden anomalilerle birlikte(Uludağ Üniversitesi, 2013-07-22) Canıtez, Yakup; Çekiç, Şükrü; Gürpınar, Arif; Sapan, Nihat; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Alerji Bilim DalıSağ akciğer agenezisi; izole veya kalp, iskelet ve üriner sistem gibi sistemlere ait anomalilerle birlikte görülebilen nadir bir anomalidir. Olgu 1, Dört aylık bir kız çocuğu olup solunum sıkıntısı nedeniyle getirilmişti. Hastada sağ el başparmakta sindaktili ve polidaktili, sağda mandibuler hipoplazisi ile dismorfik düşük kulak vardı. Akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) sağ pulmoner agenezi ile uyumluydu ve 7. torakal seviyede kelebek vertebra vardı. Toraks BT anjiografide; aort, sol pulmoner arter ve sağ atriyum basılarına bağlı sol ana bronşta ve özofagusda daralma saptandı. Bronkoskopide karina düzeyinde basıya bağlı darlık görüldü ve sağ ana bronş izlenmedi. Batın ultrasonografisinde sağ böbrek yerleşim anomalisi (pelvik ektopi) ve renal sintigrafide iki böbrek arasında füzyonla uyumlu görünüm vardı. Bu bulgularla hastada, sağ pulmoner ageneziye; ipsilateral radyal ray anomalisi, renal anomali, vertebral anomali ve hemifasyal mikrozominin eşlik ettiği tespit edildi. Olgu 2, On beş yaşında erkek çocuk olup, 2 aylıkken hışıltı atağı sonrası akciğer grafisi, toraks BT ve bronkoskopi ile pulmoner agenezi tanısı almıştı. Hastanın son bir yılda belirginleşen egzersizle çabuk yorulma dışında şikayeti yoktu. Fizik muayenesinde; açıklığı sağa bakan hafif skolyozu vardı, sağ hemitoraksta solunum sesleri azalmıştı, kalp sesleri sağda duyuluyordu. Akciğer grafisi ve toraks BT sağ akciğer agenezisi ile uyumluydu. Ekokardiyografide anomali yoktu, batın ultrasonografisi normaldi. Unilateral akciğer agenezilerinde; eşlik eden kardiyovasküler anomaliler, toraks içi yapılardaki distorsiyonlar ve tekrarlayan enfeksiyonlar, morbidite ve mortaliteyi etkileyen başlıca faktörlerdir. Burada izole ve multipl anomalilerle birlikte iki sağ akciğer agenezili olgu sunulmuştur.Item Sünnet ve komplikasyonları(Uludağ Üniversitesi, 2005) Balkan, Emin; Kılıç, Nizamettin; Tıp Fakültesi; Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı; Çocuk Ürolojisi Bilim DalıSünnet; glans penisi örten prepisyum adı verilen sünnet derisinin belirli şekil ve uzunlukta cerrahi yolla kesilerek alınması ve penis uç kısmının açığa çıkarılması işlemidir. Çok uzun zamandır uygulanan bir gelenek olması yanında, dünya üzerinde en çok uygulanan cerrahi işlemdir. Tüm dünyadaki erkeklerin ortalama %25’i dinsel, kültürel, tıbbi ya da ailevi seçim dolayısıyla sünnet edilmektedirler. 19. yüzyılda yenidoğanda rutin sünnet uygulamasına hastalıklardan korunmak amaçlı başlanmış ve kısa sürede özellikle İngilizce konuşan ülkelerde kabul görmüştür. Bugün Amerika’da yenidoğan sünneti çok yaygın olarak uygulanan bir operasyondur. Sünnet derisi gestasyonun 3-5. aylarında gelişir. Glans ve prepisyumun iç yüzünü örten çok katlı yassı epitel ilk zamanlar birbirine yapışıktır. Yaşamın ilk 3-4. ayında yassı hücreler keratinize olur ve smegmayı oluşturur. İnfant smegması yetişkin erkeklerde Tyson’s glandlarından üretilen yağlı maddeyle karıştırılmamalıdır. Yetişkin smegması sünnet derisi altında glansı kayganlaştırıcı etkilidir. Penisin büyümesi ve ereksiyonuyla infant smegmasının oluşması iki epitel yüzeyinin birbirinden ayrışmasını sağlar. Bu süreç doğumdan sonraki birkaç yılda tamamlanır. Yenidoğanların yalnızca %4’ünde prepisyum geri çekilebilir. Yenidoğanların ancak % 50’sinde prepisyum, eksternal üretral meayı görebilecek kadar retrakte edilebilir. Altı aylık bebeklerin ancak % 20’sinde prepisyum tam olarak geri çekilebilir. Normal çocukların % 10’unda üç yaşına kadar prepisyum geri çekilemez. Altı yaşındakilerin bile % 37’sinde glanstan prepisyum tam olarak ayrılamaz. Pubertede tam ayrışma oluşur. Bu ayrışma 10-14 yaşına kadar sürmektedir. Bu çocukların çoğunda fimozis tanısı yanlış olarak konulur.