Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Department "Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 27
- Results Per Page
- Sort Options
Item Anne sütünde adiponektin(Uludağ Üniversitesi, 2007) Kırel, Birgül; Sağlam, Halil; Melahat, Dirican; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Biyokimya Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıAmaç: Adipositler tarafından salgılanan bir protein olan adiponektin esas itibarıyla glukoz toleransını ve insülin duyarlılığını etkiler. Obezite ve tip 2 diyabet gibi insüline dirençli durumlarda adiponektin düzeylerinde düşüş gözlenir. Yöntemler: Bu çalışmada emziren sağlıklı 32 kadından alınan anne sütlerinde adiponektin düzeyleri çalışılmıştır. Annelerin serum glukoz ve insülin düzeyleri de ölçülerek maternal adiponektin düzeyleriyle karşılaştırılmıştır. Bulgular: Anne sütü ve anneden alınan serumlarda ölçülen ortalama adiponektin düzeyleri sırasıyla 46 (13.8-194) ng/ml ve 4490 (1400- 43320) ng/ml bulunmuştur. Anne sütü ve maternal serum adiponektin düzeyleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmamıştır (p>0.05). Anne sütü adiponektin düzeyleri yalnızca örnek alınma zamanı ile ilişkili bulunmuştur [ortalama=2.6 (1-5) gün, (r=-0.5, p<0.01)]. Maternal serum adiponektin düzeyleri yalnızca maternal serum glukoz/insülin oranlarıyla korelasyon göstermiştir (r= -0.4, p<0.05). Sonuç: Anne sütünde saptanabilir düzeylerde adiponektin bulunmaktadır. Anne sütündeki adiponektin maternal adiponektin düzeyleriyle korelasyon göstermemektedir. Anne sütündeki adiponektinin biyolojik işlevlerinin ve yine emziren annelerin çocuklarının tartı alımı ve insülin duyarlılıklarıyla ilişkisinin daha iyi bir biçimde anlaşılabilmesi için daha ayrıntılı çalışmalara gereksinim vardır.Item Böbrek hastalıklarının endokrin sisteme etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2006) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıKronik böbrek yetersizliğine (KBY) bağlı endokrin işlev değişiklikleri üç mekanizma ile gerçekleşebilir: artmış hormon konsantrasyonu, azalmış hormon konsantrasyonu ve azalmış doku cevabı. Serum hormon konsantrasyonunun artması ya salgılanma hızının artması [paratiroid hormon (PTH), aldosterone] ya da biyolojik etkisi olmayan peptidlerin birikmesi (glukagon, PTH, kalsitonin, prolaktin) sonucunda gelişebilir. Hormon konsantrasyonlarının azalması ise ya böbrekten salgılanma hızının azalması (1,25- dihidroksivitamin-D3, renin, eritropoetin) ya da diğer endokrin organlardan salgılanmasının azalması (testosteron, estrojen, progesteron) nedeniyle karşımıza çıkar. Hormon direnci, insulin, glukagon, PTH, 1,25- dihidroksivitamin- D3 ve eritropoetin için saptandığı gibi KBY'nin bir özelliği olarak görülmektedir.Item Büyüme hormonu eksikliği(Uludağ Üniversitesi, 2010) Tarım, Ömer; Sağlam, Halil; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıBüyüme hormonu eksikliği (BHE) tedavi edilebilir büyüme gerilikleri içinde en yüz güldürücü olandır. Kalıtsal ve edinsel nedenlere bağlı olabilir. İzole ve birçok hormon eksikliği ile birlikte görülebilir. Tanı kriterleri ve bu nedenle tedavi endikasyonları hala tartışılmaktadır.Item Büyüme hormonu eksikliğinin tanı kriterleri yeniden değerlendirilmelidir(Uludağ Üniversitesi, 2012-10-04) Salı, Enes; Sağlam, Halil; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıGiriş: Bu çalışmada, hastanemizde büyüme hormonu BH eksikliği tanısıyla izlenençocuklarda tedaviye yanıtı belirleyen etkenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: İzole idyopatik BH eksikliği nedeniyle takip edilen ve BH tedavisikullanan toplam 149 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Tanı aşamasında bakılan ortalama maksimum BH yanıtı klonidin stimülasyontesti için 4,58 ng/ml, glukagon stimülasyon testi için ise 6,01 ng/ml bulundu. OrtalamaBH dozu 0,215 0,18-0,25 mg/kg/hafta olarak belirlendi. BH tedavisi ile boy SDS anlamlıolarak arttı p< 0,05 . Klonidin ve glukagon uyarısına maksimum BH yanıtı ile boyuzaması arasındaki ilişki negatif yönde anlamlı bulundu p< 0,05 . Uyarı testlerineverilen maksimum yanıta göre hastalar 7 ng/ml olarak ayrıldığında,tedaviye en yüksek yanıtın hem klonidin ve hem de glukagon testlerinde 0,05 . Sonuç: Tedaviye erken başlanan, uyarı testlerinde daha düşük BH yanıtı veren ve dahayüksek doz BH verilen hastaların tedaviden daha çok yarar gördüğü saptandı. Bunedenle, BH eksikliği tanı kriterlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, uyarı testlerindekabul edilen 10 ng/ml sınırının aşırı tanı konmasına neden olabileceği görüldü. Daha genişserilerde yapılacak araştırmalarda nihai boyların da değerlendirilmesi ile tanıkriterlerinin yeniden belirlenmesi gerektiği vurgulandı.Item Çocuklarda endokrinolojik aciller serisi (1) diyabetik ketoasidoz(Uludağ Üniversitesi, 2005) Sağlam, Halil; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıTip 1 diyabetin akut, ciddi bir metabolik komplikasyonu olan ve insülin yetersizliği temelinde insülin karşıtıhormonların artmış etkilerine bağlıolarak oluşan diyabetik ketoasidoz (DKA) özellikle tip 1 diyabetli çocuklarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Tip 1 diyabetli hastaların %15-67'sinde ilk tanısırasında DKA mevcuttur. Önceden tanıkonmuş hastalarda hastaneye yatışıgerektiren DKA ataklarının oranıyılda hasta başına ~%1-10'dur. Ayrıca, tanısırasında tip 2 diyabetli pediatrik olguların %33'ü ketonüriye ve %5-10'u da diyabetik ketoasidoza sahiptir. Diyabetle ilgilenen sağlık ekibi sayısının artmasıyla sıklığında son zamanlarda azalma olduğu dikkat çekmektedir. Tedavi yaklaşımlarının iyileşmiş olmasına karşın, DKA tip 1 diyabetlilerde en önemli morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. DKA'lıolguların %0.3-2'sinde beyin ödemi tablosu gelişir. Ayrıca DKA çocukluk çağıdiyabet ölümlerinin üçte ikisinden sorumludur ve bu ölümlerin çoğunun (%57-87) nedeni beyin ödemidir. Diğer olasımorbidite ve mortalite nedenleri arasında hipokalemi, hiperkalemi, hipoglisemi, beyin ödemi dışındaki santral sinir sistemi komplikasyonları(hematom, tromboz, sepsis ve rinoserebralmukormikoz gibi enfeksiyonlar), aspirasyon pnömonisi, erişkin respiratuvar distres sendromu, akciğer ödemi, pnömomediastinum ve rabdomiyoliz sayılabilir. Bu nedenle tedavi yaklaşımındaki asıl hedef, diyabet tanısınıerken koymak ve izlenen hastalarla yakın iletişim içerisinde bulunularak DKA'yıönlemek olmalıdır. Başka bir ifadeyle, DKA'ya bağlıölümler önlenebilir ölümlerdir.Item Çocukluk çağı kraniyofaringiyoma olgularının klinik ve laboratuvar bulguları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-20) Söbü, Elif; Eren, Erdal; Sevinir, Betül; Taşkapılıoğlu, M. Özgür; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-1684- 1053; 0000-0002-3232-7652; 0000-0001-5472-9065; 0000-0002-5322-5508Bu çalışmada çocukluk çağı kraniyofaringioma olgularının klinik ve laboratuar bulguları ve izlem süresince karşılaşılan endokrin sorunların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya Ocak 2010-Aralık 2017 arasında kraniyofaringiyoma tanısı alan olgular dahil edildi. Demografik ve klinik veriler Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji poliklinik dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. İstatistiksel analizler için SPSS software version 21 kullanıldı. Sekiz yıllık süreçte tanı alan 28 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların yaşları 60-207 ay arasında değişmekte olup median yaş 138,5 aydı. Cinsiyet dağılımlarına bakıldığında %53 erkek(n=15) ve %47 kızdı (n=13). En sık başvuru bulguları sırayla başağrısı, görme bozuklukları ve boy kısalığıydı. Tanı anında olguların %71’inde (n: 20) tümör boyutu 3 cm’den büyüktü. Preoperatif dönemde büyüme hormonu eksikliği %17(n=5) ve hipotiroidizm %14(n=4), hipokortizolemi %10 (n=3), diyabet insipit %7,1(n=2) sıklıkta saptandı. Postoperatif dönemde olguların %89,3’ünde çoklu hipofizer hormon eksikliği saptandı. Kraniyofaringiyomalar yavaş büyüyen tümörler olup genellikle geç tanı alır. Geç tanı ve tümör boyutunun büyük olması sıklıkla endokrin kayıpların daha ciddi olmasına yol açar. Büyümede duraksama ve ilerleyici kilo artışı hipofizer kitlelerin erken tanısı açısından uyarıcı bulgulardır.Item Çocukluk çağında retinitis pigmentosa: Bir olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2008) Tığ, Ufuk Şahin; Kendir, Fadime; Ayata, Ali; Eren, Erdal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıRetinitis pigmentoza (RP), birçok sendromla birlikte bulunabilen ve ilerleyici görme kaybıyla seyreden bir hastalıktır. Bu nedenle erken tanısı önemlidir. Halen tedavisi bulunmayan bu hastalığın tanısı, iyi bir anamnez ve oftalmolojik muayene ile konulabilmektedir. Bu yazıda bir olgu sunularak RP’ye yaklaşım, tanı ve tedavi yolları anlatılmıştır.Item Diyabet ve enfeksiyonlar(Uludağ Üniversitesi, 2004) Sağlam, Halil; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıDiabetes mellitus dünya nüfusunun önemli bir kısmını etkileyen hiperglisemi ile karakterize kronik, metabolik bir hastalıktır. İnsülin eksikliği (Tip 1) ya da insüline karşı direnç gelişmesi (Tip 2) temel bozukluktur. Tip 1 diyabet; çocukluk ve genç erişkin döneminde başlayan, etyolojisi kesin olarak bilinmeyen, genetik yatkınlık zemininde, enfeksiyonların da içerisinde yer aldığı çevresel faktörlerin etkisiyle pankreasın beta hücrelerinde zedelenme ile sonuçlanan otoimmün bir hastalıktır. Tüm diyabetlilerin yaklaşık olarak %10-15’ini oluşturur. Tip 2 diyabet ise; genellikle 40 yaşından sonra başlayan, esas nedeni tam olarak bilinmeyen, genetik yatkınlık zemininde sıklıkla obesite ile ilişkili, insüline direnç ya da insülin salınımında bozulma ile karakterize kronik bir hastalıktır. Tüm diyabetlilerin yaklaşık olarak % 85-90’ını oluşturmaktadır (1). Tipi ne olursa olsun diyabetteki hücresel bozukluklar, hiperglisemi, hiperlipidemi asidoz ya da diyabetin uzun vadeli komplikasyonları gibi hücre dışı faktörler hastanın defans mekanizmalarını bozmaktadır. Bu yönüyle diyabet sekonder bir immün yetersizlik hastalığı olarak nitelendirilebilir (2).Item Endokrin hastalıkların romatizmal bulguları(Uludağ Üniversitesi, 2006) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıHemen bütün endokrin hastalıklar eklemlerde ve periartiküler dokularda bazı belirti ve bulgulara neden olabilir. Bu nedenle endokrin hastalıkların romatizmal bulguları klinikte sıkça rastlanan sorunlardır.Item Endokrinoloji ve dermatoloji(Uludağ Üniversitesi, 2011-01-04) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıNormal ergenlik sürecinde ve bazı endokrin hastalıkların seyri sırasında deri etkilenir. Deri bulguları altta yatan hastalığın ilk belirtisi olabilir, bu hastalıkla aynı görülebilir veya daha sonra ortaya çıkabilir. Bu yazıda, fizyolojik ve patolojik durumlarda görülebilen deri bulguları gözden geçirildi.Item Endokrinoloji ve nefroloji(Uludağ Üniversitesi, 2006) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıEndokrin hastalıklar böbrek işlevlerini değişik mekanizmalarla etkileyebilir. Hormon eksikliği veya fazlalığı tubüler transportu doğrudan etkileyebilir. Ayrıca, endokrin değişikliklerin dolaşımda yarattığı faklılıklar renal hemodinamiği ve sodyum transportunu etkileyebilir. Birçok değişiklik klinik olarak belirgin değildir; ama bazıları hayatı tehdit edebilir; bazıları da tanısal değer taşır.Item Endosistemik etkileşimler-1(Uludağ Üniversitesi, 2004) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıTıp eğitiminin evrimi incelenirse, ilk kullanılan yöntemlerin disiplinleri ayrı ayrı öğrenmeye dayandığı görülür. İnsanlığın bilgi birikimi arttıkça bu yöntemin güçlüğü görülmüş ve daha bütünleyici yöntemlere geçilmiştir. Sistemler ve disiplinler arasındaki sürekli ilişki düşünülürse öğrenmenin bütünleyici yaklaşımla daha kolay ve sağlıklı olacağı açıktır. Bu nedenle ortaya konan ‘entegre sistem’, tıp eğitiminde önemli bir aşamadır. Klinikte ve gerçek yaşamda hasta, karşımı- za endokrinoloji, patoloji veya onkoloji başlığı altında çıkmamaktadır. Aksine, hasta genellikle bir sisteme veya disipline atfedilebilecek semptom ve bulgular topluluğu ile gelmektedir. Bu nedenle sistemlerin bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastalıklar, paragraşar ve klişeler halinde öğrenildiğinde, o paragraf ve hastayı çakıştırabilmek için klinisyenin engin bir ansiklopedik bilgiyi her an beyninde saklaması gerekir. Bu bilgiyi işleyebilmesi için de çağdaş bilgisayarların işlemci sistemlerinin hı- zına sahip olmalıdır. Bu işlemi kolaylaştırabilmek ve daha verimli hale getirmek amacıyla ‘algoritm’ denen akış şemaları geliştirilmiştir. Ancak, bu şemaların mekanik takibi de sistemler arasındaki ilişkinin gözden kaçırılmasına neden olabilir. Sistemlerin sürekli olarak birbiriyle konuştukları ve birbirlerini etkiledikleri unutulmamalıdır (şekil 1). Disiplinlerin bütünlüğü sadece hasta yo- ğun bakımdaysa görmeye alıştığımız ekip çalışması sırasında anımsanmamalı; daha haşf klinik sorunlarda ve hatta sağlıkta da düşünülmelidir.Item Endosistemik etkileşimler-2(Uludağ Üniversitesi, 2004) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıNöroendokrin araştırmalar sonucunda nörohormonal işlevler ve major depresyon ve anoreksia nervosa gibi psikiyatrik hastalıkların semptom kompleksleri arasında yakın bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Örneğin, bazı duygulanım bozuklukları ve yeme hastalıklarının temelinde hipotalamik işlev bozukluklarının bulunduğu bilinmektedir. Depresyonda, iştah, uyku, kortizol sekresyonu ve sirkadian ritm değişiklikleri ile üreme fonksiyonları ile ilgili bozukluklar görülebilir. Anoreksia nervosada sadece yeme bozuklukları değil, aynı zamanda hipotalamik-hipofizer-adrenal eksende ve gonadotropin sekresyonunda bazı değişiklikler de görülür. Psikiyatrik hastalıkların patogenezinde önemli bir rol oynayan monoaminerjik nörotransmitterler aynı zamanda bazı hipotalamik peptidler ve hipofiz hormonlarının sentez ve salgılanmasını da kontrol ederler. Ayrıca, hipotalamik hormonlar, beyinde yaygın olarak bulunmakta, reseptörler aracılığıyla özgül etkiler oluşturmakta ve beyin nörotransmitter sisteminin işlevsel etkinliğini etkilemektedir. Birçok hipotalamik hormonun daha karmaşık davranış ve iç homeostaz işlevini koordine ettiği düşünülmektedir.Item Gastrointestinal sistem ve endokrinoloji(Uludağ Üniversitesi, 2005) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıGastrointestinal traktusun normal çalışması birçok farklı hormon ve nöroendokrin maddenin uyumlu etkileşimine bağlıdır. Diğer taraftan karaciğer pek çok hormona yanıt veren bir organdır. Karaciğerin birçok metabolik işlevi hormonlarla kontrol edildiği gibi aynı zamanda birçok hormonun metabolizma ve klerens yeri de karaciğerdir. Bu nedenle gastrointestinal ve endokrin sistemlerin hastalıkları karşılıklı olarak birbirlerini etkiler. Ayrıca barsaklarda sentezlenen birçok hormon ve kimyasal haberci (messenger) gastrik boşalma, intestinal motilite, bilier ve pankreatik sekresyon, mukozal absorpsiyon ve sekresyon gibi olayların koordinasyonunda önemli rol oynarlar. Barsakların diffüz nöroendokrin sistemi olarak bilinen bu kimyasal haberciler, otonom sinir sistemi ile uyum içinde çalışan peptidler, prostaglandinler, lökotrienler, serotonin ve histamin gibi maddeleri içerir. Kolesistokinin gibi bazı gastrointestinal peptidlerin hem mukozadaki endokrin hücrelerde, hem de barsaklardaki sinir uçlarında bulunması hormonal ve nörolojik etkiler arasındaki ayırımı daha da güçleştirmektedir. Vazoaktif intestinal peptid (VİP) gibi bazı haberciler sinir uçlarında yerleşim gösterirler ve nörotransmitter olarak işlev yaparlar; fakat lokal dokulara veya kan dolaşımına salgılanarak parakrin ya da hemokrin fonksiyon da gösterebilirler.Item Guatrlı çocukların değerlendirilmesi ve tedavi sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2008) Karalı, Yasin; Sağlam, Halil; Kamber, Kadri; Karalı, Zuhal; Sığırlı, Deniz; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Biyokimya Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıAmaç: Guatr etiyolojik nedene bakılmaksızın tiroid bezinin büyümesi olarak tanımlanır. Çocukluk yaş grubunda, özellikle ergenlerde yaygındır. Ülkemizde yapılan değişik çalışmalarda 6-12 yaş arası çocuklarda guatr prevalansı %24,9-92 arasında saptanmıştır. Endemik bölgelerde guatrın en sık nedeni iyot eksikliği iken endemik olmayan bölgelerde kronik lenfositik tiroidittir. Bu çalışmanın amacı guatr tanısı konan hastalarımızın demografik ve tanısal özellikleri, izlem süresince muayene, radyoloji, laboratuvar bulguları ve uygulanan tedavilerin etkinliğinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2000-Aralık 2005 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı polikliniğinden fizik muayene ve tiroid ultrasonografisi bulgularına göre 116 hasta guatr tanısı aldı. Hastaların verileri dosya kayıtlarından geriye dönük olarak incelendi. Guatr evresi Dünya Sağlık Örgütü (WHO) evrelemesine göre yapıldı. Tiroid hacimleri tiroid boyutlarının ultrasonografik ölçümü ile hesaplandı. Ötiroid ve hipotiroid hastalar L-tiroksin tedavisi, hipertiroid olgular propiltiourasil ve propranolol tedavileri aldı. Bulgular: Çocukların 80’i (%69) kız, 36’sı (%31) erkek idi. Tanı anında kızların ve erkeklerin yaş ortalaması sırasıyla 10,1±2,9 yıl, 9,02 ± 3,6 yıl idi. Ortalama takip süresi 3,18 ± 1,83 yıl idi. Tanı anında hastaların çoğu (%76,7), Evre Ib (%38,8) ve Evre II (%37,9) guatr evresindeydi. Tüm çocuklardan 62’si (%53,4) ötiroid, 47’si (%40,5) hipotiroid ve 7’si (%6,0) hipertiroid idi. Hastalardan 79’unda (%68,1) ailede tiroid hastalığı öyküsü mevcuttu. Ayrıca, 11 hastada (% 9,5) eşlik eden başka bir endokrinolojik hastalık mevcut iken 11’inde (% 9,5) epilepsi öyküsü ve 7’sinde (%6) ise başka bir sistemik hastalık mevcuttu. Basit difüz guatrlı 83 (%71,6) hasta mevcut iken, 18 Hashimoto tiroiditli (4’ünde nodül mevcut), 11 (%9,4) izole nodüler ya da multinodüler guatrlı, 1 (%0,9) papiller tiroid kanserli ve 3 (%2,6) Graves hastalığı olan olgu vardı. Ortalama tiroid hacmi tedaviyle 12,68±6,48 (3,4-35,7) ml’den anlamlı bir şekilde 9,2±3,57 (3,19-22,1) ml’ye azalmıştır (p<0,05). Başvuruda %76,7 olan evre Ib ya da evre II guatr oranıtedavi sonrası%36,2’ye (evre Ib %26,7, evre II %9,5) gerilemiş olup bu gerileme istatistiksel olarak anlamlıbulundu (p<0,05). Nodüler guatrıolan 16 hastanın 11’inde (%68,8) tedavi sonrasınodülleri kayboldu. Sonuç: TSH (Tiroid Stimulan Hormon) yükselmesi tiroid bezi büyümesindeki ana tetikleyici güç gibi göründüğünden hipotiroid veya ötiroid guatrıolan hastalarda tiroksin tedavisi uygulanmasıakla yatkın bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımla elde ettiğimiz sonuçlar yüz güldürücüdür. Hipertiroidili hastalarımızın sayı- sıbir sonuca varmaya yetecek boyutta değildir ve hipertiroidili hastalarda guatrın patogenezi TSH yüksekliğini içermemektedir. Ancak antitiroid ilaçlarla hipertiroidinin kontrol altına alınmasıyla tiroid boyutu da küçülüyor gibi görünmektedir.Item Hematolojik endokrinoloji(Uludağ Üniversitesi, 2006) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıKanın birincil işlevleri doku oksijenizasyonu, immün savunma ve hemostazın sağlanmasıdır. Bu görevini yerine getirmesi için, kemik iliğinin çok sıkı bir kontrol altında, günde 1011 olgun hücre üretmesi gerekir. Sitokinler denilen hemopoetik düzenleyici proteinler, bu kontrolün sağlanmasına, endokrin, parakrin ve otokrin mekanizmalarla yardımcı olur. Hematolojik ve endokrinolojik hastalıkların endokrin sonuçları literatürde ayrıntılarıyla derlenerek yayınlanmıştır. Bu nedenle, bu bölümde daha ziyade hormonların hemopoietik sisteme etkileri üzerinde durulacaktır. Kemik iliğinde barınan kök hücreleri, kendi kendini yenileme ve farklı dokulara farklılaşabilme kapasiteleri nedeniyle transplantasyon ve gen tedavisi için önem kazanmakta, son zamanlarda bu konuda birçok araştırma yapılmaktadır. Çevresel ve fizyolojik streslerin etkisi ile elliden fazla düzenleyici proteinin uyarıcı veya baskılayıcı özellikleri kök hücreden alyuvar, akyuvar veya trombosit farklılaşmasını sağlar.Item İkinci ve üçüncü kez kızamık aşısı yapılan çocuklarda hematolojik parametrelerin değişimleri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Ömerci, Ahmet Rıfat; Kaya, Selçuk; Kişioğlu, A. Nesimi; Eren, Erdal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıAmaç: Türkiye’de 1998 yılından bu yana ikinci doz kızamık aşısı uygulanmaktadır. 29 Eylül-17 Ekim 2003 tarihleri arasında yapılan kızamık Okul Aşı Günleri (OAG) kampanyası sonucunda daha önce bir kez aşılı olanlar iki, iki kez aşılı olanlar ise üç doz aşılı olmuşlardır. Kampanya ile oluşan immünite ve aşının hematolojik parametreler üzerine etkisi incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Kızamık aşılamasından bir ay önce ve bir ay sonra kan örnekleri alındı. Kızamık antikor ölçümleri ve tam kan sayımı ölçümleri (lökosit sayısı, hemoglobin düzeyi, hematokrit oranı, trombosit sayısı, kırmızı kan hücre sayısı, ortalama eritrosit hacmi ve eritrosit dağılım aralığı) incelendi. Olgular bir kez ve iki kez aşılı, sosyoekonomik seviye düşük ve yüksek olarak gruplandırıldı. Çalışmaya 164 olgu alındı, 119’unda hematolojik parametreler değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 164 olgunun 79’u erkek, 85’i kız olup, yaş ortalaması 11,3±1,8 yıldır. Kampanya sonrasında kızamık aşısına seropozitivite %95,04’den %99,38’e çıkmıştır (p=0,039). Hematolojik parametreleri değerlendirilen 119 olgunun OAG kampanyası ile lökosit sayısı 8,04±1,95x109/L’den 7,07±2,04x109/L’e düşmüş (p<0,001), hemoglobin düzeyi 12,98±0,90 g/dL’den 13,73±0,94 g/dL’ye çıkmıştır (p<0,001). OAG kampanyası ile eritrosit ve trombosit sayısında azalma (sırasıyla p<0,001, p<0,001), ortalama eritrosit hacmi ve eritrosit dağılım aralığında artma gözlenmiştir (sırasıyla p<0,001, p<0,001). Sonuç: Çalışma grubunda kızamık kampanyası ile Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği %95 bağışıklama oranına ulaşılmıştır. Aşı sonrası lökosit ve trombosit sayısında azalma olabileceği akılda tutulmalıdır.Item İnfantil osteopetrozis ve rikets birlikteliği: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-18) Sancak, Yasemin; Çakır, Deniz; Aygün, F. Deniz; Eren, Erdal; Tarım, Ömer Faruk; Çelebi, Solmaz; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıGiriş: Osteopetrozis osteoklast fonksiyonunda yetersizlik sonucu gelişen azalmış kemik rezorpsiyonu ve artmış kemik dansitesi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Rikets osteopetrozisin nadir görülen bir komplikasyonudur. Bu yazıda sağ kasığında şişlik yakınması ile sağlık kuruluşuna başvuran ve hepatosplenomegali nedeniyle kliniğimize sevk edilen 3 aylık erkek bebekte osteopetrozis ve rikets birlikteliği nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur. Olgu: Sağ kasığında şişlik nedeniyle başvurduğu dış merkezde hepatosplenomegalisi saptanan 3 aylık erkek bebek tetkiklerinde CMV IgM ve CMV Ig G pozitifliği bulunması üzerine konjenital CMV enfeksiyonu ön tanısıyla Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları polikliniğine yönlendirilmişti. Gebeliği süresince takipli anneden sorunsuz olarak doğan olgunun fizik muayenesinde baş kontrolü ve göz takibi yoktu, bilateral horizontal nistagmusu vardı, sistem muayenelerinde 5 cm hepatomegali, 6 cm splenomegali ve sağ kasıkta inguinal herni dışında özellik yoktu. Biyokimyasında Ca: 9,3 mg/dl (8,4- 10,2), P: 2,2 mg/dl (2,3-4,7), ALP: 1139 U/L (40-150) dışında bir özellik yoktu. PA akciğer grafisinde kemik yapıda saptanan hiperintens görüntü nedeniyle çekilen tüm vücut grafilerinde belirgin dansite artışı, kraniyografide ‘space alien’ görüntüsü, vertebra grafisinde sandviç manzarası, kosta uçlarında kostakondral bileşkelerde genişleme olması üzerine osteopetrozis üzerine oturmuş rikets olabileceği düşünüldü. Tartışma: Osteopetrozis ve rikets birlikteliği nadir görülen çelişkili bir durum olmakla birlikte erken tanı ve tedavi ile hastaların yaşam süresi uzamaktadır. Bu nedenle rikets açısından dikkatli olunarak kemik iliği naklinden önce rikets tedavisi verilirse tedavi başarısı artacaktır.Item Kardiyovasküler sistem ve endokrinoloji(Uludağ Üniversitesi, 2005) Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıItem Konjenital hipotiroidili olguların değerlendirilmesi: Ulusal tarama programının etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2011-03-24) Eren, Erdal; Sağlam, Halil; Zengin, Aysel; Gül, Yahya; Çakır, Esra Deniz P.; Özgür, Taner; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıGiriş: Konjenital hipotiroidi (KH) önlenebilir mental retardasyonun en sık nedenidir. Hastalık belirti vermeden seyredebilmekte ve mental retardasyon gibi ağır komplikasyonlarla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle ülkemizde Aralık 2006’dan itibaren KH tarama programı başlatılmış ve böylece erken tanı ve tedavi imkânı sağlanmış, olası komplikasyonlar önlenmiştir. Bu çalışmada Ulusal KH Tarama programının hastalığın seyri üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde KH nedeniyle izlenen 140 olgunun dosyaları retrospektif olarak incelendi. Programın öncesinde ve sonrasında KH tanısı alan olguların bulguları kıyaslandı. Bulgular: Olguların 74’ü (%52,9) kız, 66’sı (%48,4) erkek idi. En sık başvuru nedenlerini; sarılık (%32,1), konstipasyon (%32,1), TSH yüksekliği nedeniyle sevk (%25,7) ve büyüme geriliği (%10,7) oluşturmaktaydı. Tiroid bezinin sintigrafik ve sonografik değerlendirmesine göre (32 olgu) KH nedeni; %43,7 dishormonogenezis, %43,7 tiroid agenezisi, %12,6 ektopik tiroid olarak saptandı. Tedavi başlama yaşı tarama programı öncesinde 370,9±704,6 gün iken (108 olgu), sonrasında 35,2 gün±48,3 (32 olgu) olarak bulundu. Mental retardasyon tanısı alan 36 olgunun 35’i tarama öncesi tanı almıştı. Tarama sonrası tanı alan hastaların ortalama boy SDS’leri tarama öncesi grupla karşılaştırıldığında anlamlı derecede daha iyiydi (p=0,02). Başvuruda ortalama serum TSH 144,8±227,1 mIU/ml, TT4 4,92±4,44 mcg/dl, ST4 0,63±0,41 ng/l idi. Sonuç: Ulusal KH tarama programından sonra mental retardasyonlu olgu sayısının belirgin derecede azalması bu programın önemini bir kez daha göstermektedir.