Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Department "Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı"
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Item Besin allerjileri(Uludağ Üniversitesi, 2006) Özkan, Tanju; Erdemir, Gülin; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıBesinlere bağlı allerjik reaksiyonlar insanların %25'inde görülmekle birlikte, öykü ve laboratuar testleri ile belirlenen gerçek prevalansı süt çocuklarında %2- 8, yetişkinlerde ise %2'dir.Item Çocuklarda kronik ishale tanı yaklaşımları(Uludağ Üniversitesi, 2004) Memeşa, Ahmet; Özkan, Tanju; Özeke, Turgut; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıDışkılama sayısının (günde 3 kez) ve miktarının normalden fazla, kıvamının ise sulu olması hali “ishal (diyare)” olarak tanımlanır (1). Sağlıklı çocuklar günde 5-10 gr/kg, erişkinler ise 100-200 gr/gün gaita yaparlar (2). İnfeksiyöz ya da infeksiyöz olmayan birçok neden ishal nedeni olabilir. Sadece aşırı yağlı yiyecekler, kavun, incir, alkol gibi besinlerin yapısına bağlı olarak, hiçbir hastalık olmaksızın gelişebileceği gibi; çok ciddi sonuçlara yol açabilecek örneğin kolera, inşamatuar barsak hastalığı (İBH), emilim kusurları, malignensi gibi hastalıklar da ishale neden olabilmektedir (3).Item Çocuklarda kronik konstipasyona yaklaşım, tedavi ve izlem(Uludağ Üniversitesi, 2004) Memeşa, Ahmet; Özkan, Tanju; Özeke, Turgut; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıKonstipasyon (kabızlık) çocuk hekimlerinin oldukça sık karşılaştığı sorunlardan biridir. Genel pediatri polikliniklerine başvuranların %3’ünü, Pediatrik Gastroenteroloji konsültasyonlarının %25’ini dışkılama (defekasyon) bozuklukları oluşturur (1,2). Konstipasyon normal dışkılama olayının yapılamayışı veya yetersiz oluşu sonucu sert ve seyrek dışkı- lama durumudur. Diğer bir tanımlama haftada 3 defadan az dışkılama, kitlenin sert olması, dışkılamanın ağrılı olması ve isteğe bağlı dışkı tutmadır. Tanımı yapılırken dışkılama sayısından çok, dışkı kıvamı ve dışkının su içerik yüzdesi önemlidir (2-4). Kabızlık ya kısa süreli ve geçici, yada kronik olur. Bir aydan uzun süren kabızlık kronik kabızlık olarak değerlendirilir. Kronik kabızlık, aileler için, ciddi bir hastalığın semptomu olabileceği endişesini yaratabilir. Özellikle hayatın ilk aylarında anne ve babalar çocuklarının dışkılama sıklığı ve özelliklerine çok önem gösterirler (3).Item Çocuklarda pandemik 2009 influenza A (H1N1) enfeksiyonu(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-12) Çakır, Deniz; Çelebi, Solmaz; Hacımustafaoğlu, Mustafa; Salı, Enes; Özgür, Taner; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıGiriş: Kasım-Aralık 2009 tarihleri arasında inşuenza benzeri hastalık tanımına uyan ve pnömoniyle gelişen, hastaneye yatırılan 68 olgu ile ilgili deneyimlerimizin paylaşılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Kanıtlanmış pandemik 2009 inşuenza pozitif olgular ile negatif olgular klinik belirti ve bulgular, laboratuvar ve radyolojik görüntüleme sonuçları, hastanede ve yoğun bakımda yatış süreleri, almış oldukları tedaviler ve komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Her iki grup arasında cinsiyet dağılımı açısından anlamlı bir fark saptanmadı. Pozitif olgularda 5 yaş üstü olgu sayısı aynı yaş grubundaki negatif olgulara göre anlamlı oranda yüksek saptandı (p=0,004). Pozitif olguların %78,8'inin, negatif olguların %68,8'inin altta yatan hastalığı vardı (p=0,57). Pozitif grupta ishal görülme oranı negatif gruptan anlamlı olarak yüksek saptandı (p=0,02). Mevsimsel inşuenza aşılanma oranlarının düşüklüğü dikkat çekiciydi. Her iki grup arasında aşılanma oranları açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,99). Sonuç: Hastalığın ciddiyeti pozitif ve negatif olgularda benzer seyretmiştir. Her iki grupta da altta yatan hastalığı olanların oranının yükseldiği dikkat çekmektedir.Item Çocuklarda pH monitörizasyonu ile gastroözofageal reflü hastalığının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Erdemir, Gülin; Özgür, Taner; Canıtez, Yakup; Kayık, Bülent; Özboyacı, Ali; Özkan, Tanju B.; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Alerji Bilim DalıGiriş: Gastroözofageal Reşü (GÖR), semptomatik olur, yaşam kalitesini etkiler ve morbiditeye neden olursa Gastroözofageal Reşü Hastalığı (GÖRH) olarak tanımlanır. Bu çalışmanın amacı, GÖRH’nı düşündüren yakınmalarla başvuran hastaların, demografik özelliklerini, 24 saatlik pH monitörizasyonu ile GÖR saptanma oranını belirlemek ve değişik ilaç seçenekleriyle tedaviye yanıtlarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2008-Eylül 2009 tarihleri arasında GÖRH düşündüren yakınmalarla başvuran ve pH monitorizasyonu yapılan hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Başvuru yakınmaları, 24 saatlik pH monitörizasyonunda GÖR saptanma oranları, eşlik eden hastalık durumu ailenin eğitim düzeyi, uygulanan tedavi seçenekleri ve tedaviye yanıt oranları değerlendirildi. Bulgular: Doksan iki hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan olguların 37’si (%40,2) kız, 55’i (%59,8) erkek ve ortalama yaşları 4,42±4,33 (1 ay-18 yaş) idi. Başvuruda en sık görülen yakınmalar öksürük (%49,5), kusma (%47,3) ve karın ağrısı (%22) olarak bulundu. Yirmidört saatlik pH monitörizasyonu sonuçlarına göre 21 olguda (%22,8) GÖR saptandı. pH monitörizasyonu ile GÖR saptanan olgularda en sık yakınmalar, öksürük (n:15, %33,4), kusma (n:11, %25,6), karın ağrısı (n:5, %22,3) olarak saptandı. Öksürük yakınması olan hastalarda, diğer yakınmaları olan olgulara göre GÖR saptanma oranı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p=0,041). Eşlik eden ek hastalık olarak 12 (%13,1) hastada kronik nörolojik hastalık, 12 (%13,1) hastada immün yetmezlik ve 12 (%13,1) hastada bronşial hiperreaktivite veya astım vardı. Hastaların %57,7’si anti-reşü tedaviden yarar gördü. Tedavi seçenekleri arasında (PPI+prokinetik+yüzey ajanı, PPI+prokinetik, H2RB+yüzey ajanı, PPI+yüzey ajanı, H2RB+prokinetik, sadece prokinetik ve sadece PPI), tedaviye yanıt oranları açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,068). Sonuç: GÖRH’nın tanı ve tedavi yöntemleri üzerinde henüz tam bir görüş birliği yoktur. Bu çalışmada, tedavi seçenekleri, eşlik eden hastalık durumu ve ailenin eğitim düzeyine göre tedavi yanıtlarında fark saptanmadı. Yakınmalar göz önüne alındığında, 24 saatlik pH monitörizasyonu ile GÖR saptanma oranları incelendiğinde sadece öksürük şikayeti olan hastalarda anlamlı oranda daha yüksek oranda GÖR saptandı.Item Diyabetik ketoasidozla başvuran çocukların klinik ve laboratuvar özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 2008) Sağlam, Halil; Eren, Erdal; Çakır, Esra Deniz; Yüce, Necla; Yıldız, Nalan; Çakır, Seher; Özgür, Taner; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıAmaç: Diyabetik ketoasidoz (DKA) tip 1 diabetes mellituslu (T1DM) çocuklarda önemli ölçüde mortalite ve morbiditeye neden olan ciddi bir durumdur. Çocuklarda DKA nedeniyle hastaneye yatış tüm hastane yatışlarının %2’si ile %8’i arasındadır. Yeni T1DM tanılı hastaların ortalama %25’i DKA ile başvururlar. Bu çalışmada DKA ile başvuran T1DM’li çocukların sosyodemografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2003 ile Ekim 2008 tarihleri arasındaki yaklaşık 6 yıllık süre içerisinde kliniğimize T1DM tanısıyla yatırılan 490 hastanın dosyası geriye dönük olarak incelenerek DKA tanısı alan 163 hastanın sosyodemografik özellikleriyle klinik ve laboratuvar bulguları ayrıntılı olarak gözden geçirilmiştir. Bulgular: T1DM ile kliniğimize yatırılan olguların %33,2’sinin DKA ile başvurduğu ve toplam DKA atak sayısının 190 olduğu saptanmıştır. Olguların yaş ortalaması 11,02±4,57 yıl, DKA’nın en sık görüldüğü yaşlar 10-15 (%39,3) yaş grubu, en nadir görüldüğü yaşlar ise 0-5 (%16,0) yaş grubu olarak bulunmuştur. Tekrarlayan atak oranı %14,2 olup tekrarlayan atağı olan olguların %85’i (6/7) kızdır. DKA ataklarının Ocak-Mart ve Eylül-Kasım dönemlerinde zirve yaptığı tespit edilmiştir. Ağır DKA ile başvuru en fazla (%54,5) 0-5 yaş grubunda görülmüştür. Asidozdan ortalama çıkma süresi 14,29±12,14 saat, ortalama kan şekeri 473,09±141,07 mg/dl ve ortalama HbA1c 12,04±2,42 olarak bulunmuştur. Bu süre içerisinde bir hasta kaybedilmiş olup mortalite oranı %0,5’tir (1/190). Sonuç: Hastaları ilk gören birinci basamak hekimlerinin DKA hakkındaki bilgilerini artırmak ve ağır DKA ataklarının en sık görüldüğü ve kaybedilen tek olgunun yer aldığı 0-5 yaş grubunda tedaviyi çok daha yavaş ve dikkatli bir biçimde sürdürmek morbidite ve mortaliteyi azaltacaktır.Item Sekonder osteoporozlu çocuklarda alendronat tedavisinin etkinliği(Uludağ Üniversitesi, 2010-11-02) Sağlam, Halil; Eren, Erdal; Çakır, Esra Deniz Papatya; Özboyacı, Evren; Özboyacı, Ali; Özgür, Taner; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıGiriş: Daha çok erişkinlerin hastalığı olarak bilinen osteoporoz çocuklarda kronik hastalıklara bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tedavide bifosfonatlar güvenli olarak kullanılmakta olup yararları kanıtlanmıştır. Alendronat oral kullanım avantajı nedeniyle daha çok tercih edilmektedir. Burada kliniğimizde izlenen sekonder osteoporozlu hastalarda alendronatın etkinliği değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Sekonder osteoporozlu toplam 46 hasta [28 erkek (%60,9), 18 kız (%39,1)] çalışmaya dahil edildi. Alendronat oral olarak günlük doz 30 kg için 10 mg verildi. Kemik mineral yoğunluğu (KMY) DEXA ile değerlendirildi. Bazal DEXA çekiminden sonra, tedavinin etkinliği açısından 6. ay, 12. ay ve 24. ay tekrar DEXA çekimi yapıldı. Bulgular: Ortalama boy, kilo ve vücut kitle indeksi standart deviasyon skoru (SDS) sırasıyla -2,43, -2,82 ve -1,72 idi. Serum Ca, P ve ALP değerleri normaldi. Tedavinin başındaki ortalama KMY SDS -4,03±0,96 iken 6. ay, 12. ay ve 24. ayda DEXA Z skorları sırayla -3,51±1,02, -2,82±1,09 ve -2,43±0,93 idi. KMY Z-skorlarında 6’ıncı, 12’inci ve 24’üncü aylarda bazale göre elde edilen artışlar istatistiksel olarak anlamlı idi. Sonuç: Oral bifosfonat tedavisinin kullanımı parenteral tedaviye göre daha konforlu ve daha ucuzdur. Sonuçlarımız; oral alendronat tedavisinin erişkinlerde olduğu gibi çocuklardaki sekonder osteoporoz tedavisinde de güvenle kullanılabileceğini, KMY’de belirgin düzelme sağladığını, hastalar tarafından iyi tolere edilebilen bir tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir. Çocuklarda da birçok çalışma olmasına rağmen osteoporozun çocuklardaki tedavisinde ilacın yaş, doz ve süresi konusunda uzlaşı yoktur.Item Talasemi majorlüvakalarda endokrin komplikasyonların değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Baytan, Birol; Sağlam, Halil; Erdöl, Şahin; Beyazıt, Aysun Nedime; Özgür, Taner; Güneş, Adalet Meral; Günay, Ünsal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıAmaç: Kan transfüzyonları beta talasemi major hastalarının dokularında demir birikimine yol açarak, endokrin sistem organları da dahil olmak üzere birçok organda çeşitli derecelerde fonksiyon kayıpları oluşturur. Bu çalışmanın amacı; hastanemiz Çocuk Hematoloji Polikliniğinde beta talasemi major tanı- sıyla izlenen hastalardaki endokrinolojik komplikasyonları saptamaktır. Gereç ve Yöntem: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalında Ocak 1976-Ağustos 2008 tarihleri arasında beta talasemi major tanı- sıyla takip edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiş ve tiroid bezi palpasyonu ile puberte değerlendirmesini de içeren ayrıntılı fizik muayeneleri yapılmıştır. Konsultasyon istenen hastalar Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalında değerlendirilmiştir. Bulgular: Toplam 44 hastanın 20’si (%45,5) kız, 24’ü (%54,5) erkek olup hastaların ortalama kronolojik yaşı 13,54±7,32 (2,75-35,2) yıl olarak hesaplanmıştır. “Osteoporoz” ve “büyüme hormonu eksikliği dışındaki büyüme geriliği olguları” hariç tutulduğunda toplam 12 (%27,2) olguda, dahil edildiğinde ise 40 (%90,9) olguda bir ya da birden fazla endokrin patoloji mevcuttu. Kırkdört olgunun 27’sinde (%61,3) osteoporoz, 17’sinde (%38,6) büyüme geriliği, 11’inde (%25) osteopeni, 6’sında (%13,6) hipogonadizm, 3’ünde (%6,8) hipotiroidizm, 2’sinde (%4,5) hipoparatirodizm, 1’inde (%2,3) büyüme hormonu eksikliği ve 1’inde (2,3) tip I diabetes mellitus mevcuttu. Olguların ortalama ferritin düzeyi 1976,15±1494,75 ng/ml, aylık ortalama transfüzyon sayısı ise 1,46±0,34 olarak saptandı. Ferritin düzeyi ve aylık transfüzyon ihtiyacı ile endokrin komplikasyonlar arasında istatistiksel açıdan anlamlı birliktelik yoktu. Farklı şelasyon tedavisi alan gruplardaki endokrin patolojiler farklılık göstermedi. Çalışmada 0-9 yaş gurubu ile 10-19 yaş gurubu arasında büyüme geriliği açısından anlamlı fark bulunmuştur (%8,3’e karşılık %30,6; p=0,049). Sonuç: Talasemi majorlu hastalar endokrinolojik fonksiyon bozukluğu açısından risk altındadırlar ve kemik sağlıkları ciddi derecede bozulmuştur. On yaşından küçükler özellikle büyüme geriliği ve osteoporoz açısından, 10 yaş ve üzerinde olanlar ise hipogonadizm, büyüme geriliği ve osteoporoz başta olmak üzere tüm endokrinolojik komplikasyonlar yönünden yakın izlenmelidirler.Item Tip 1 diyabetli çocuklarda glisemik kontrolü etkileyen faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2010-02-18) Çakır, Seher; Sağlam, Halil; Özgür, Taner; Eren, Erdal; Tarım, Ömer; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Endokrinoloji Bilim DalıGiriş: Tip 1 diyabetli hastalarda glisemik kontrol etkileyen çok sayıda faktör söz konusudur. Bu çalışmada, tip 1 diabetes mellituslu (DM) çocuklarda metabolik kontrolü etkileyen faktörleri belirlemek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tip 1 DM tanısı ile takip edilen 0-18 yaş arasında 200 hastaya sosyodemografik özelliklerini ve hastalıkla ilgili bilgilerini içeren sorulardan oluşan bir anket formu uygulanmış ve hasta dosyaları geriye dönük olarak incelenerek hastaların laboratuvar bulguları ve tıbbi tedavi bilgileri elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 104 (%52) kız ve 96 (%48) erkek olmak üzere toplam 200 tip 1 diyabetli çocuk dahil edilmiştir. Hastaların ortalama HbA1c değeri %8,8 (6-15), ortalama yaşı 11,7 (±4,26) yıl ve ortalama diyabet süresi 3,8 yıl (6 ay-14 yıl) olarak bulunmuştur. Tüm hastaların %89’u, 12-18 yaş arası hastaların ise tamamı yoğun insülin tedavisi kullanmakta idi. Ortalama insülin dozu 0,84±0,19 ü/kg/gün ve vücut kitle indeksi (VK‹) z-skor ortalaması -0,06±1,19 olarak saptandı. HbA1c ile insülin dozu arasında pozitif korelasyon olduğu (r=0,27 p<0,01) saptanırken HbA1c ile diyabet süresi ve yaş arasında korelasyon olmadığı saptandı. Yoğun tedavinin HbA1c değerini ve ağır hipoglisemi sıklığını düşürmediği saptandı. Ancak geleneksel tedaviden yoğun tedaviye geçen 72 (%36) hastanın HbA1c değerinde düşme saptandı (p<0,05). Evde dörtten fazla birey olanlarda, poliklinik kontrolüne uzun süredir gelmeyen ve ayda bir gelen hastalarda, diyetine tam uymayan hastalarda, 6 ay içerisinde 3’ten fazla semptomatik hipoglisemi olanlarda, diyabetik ketoasidoz (DKA) atağı olanlarda, tanı sırasında adölesan olanlarda, tanıda DKA ile başvuranlarda HbA1c düzeyi yüksek saptandı (p<0,05). ‹nsülin dozu ile diyabet süresi arasında korelasyon mevcutken (r=0,45 p<0,05), VK‹ z-skoru arasında ilişki saptanmadı (r=0,075 p=0,29). Tedavi sonrası ortalama VK‹ z-skoru tedavi öncesine göre anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0,01). Sonuç: Tip 1 DM’de iyi bir metabolik kontrol elde etmek birçok faktöre bağlıdır. Bu çalışmada kötü metabolik kontrol için en önemli risk faktörlerinin diyabet süresinin 5 yıldan fazla olması, insülin dozu ihtiyacının artması, kalabalık aile, düzensiz poliklinik kontrolü, diyetine uymamak, semptomatik hipoglisemi varlığı, DKA ataklarının varlığı, tanıda DKA varlığı ve tanı sırasında hastanın adölesan olması olduğu ortaya konmuştur.