Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25
Browse
Browsing by Department "Cerrahi Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akciğer lobu kama (wedge) rezeksiyonundanon-kontakt diyod lazer uygulamalarının anlık ve postoperatif erken dönem sonuçlarının araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-18) Aslan, Vildan; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5323-6891Bu çalışmada, akciğer lobu kama (wedge) rezeksiyonunda non-kontakt 980 nm diyod lazerin anlık ve postoperatif erken dönemdeki radyolojik, laboratuvar ve histopatolojik bulgularının araştırılması amaçlandı. Çalışmada Yeni Zelanda ırkı tavşan kullanıldı ve (n=21) 3 gruba (n=7) ayrıldı. Sol torakotomi sonrası cranial akciğer lobunda, grup I'de (GRI) 15 watt/cm2, grup II'de (GRII) 10 watt/cm2 ve grup III'te (GRIII) 5 watt/cm2 güç yoğunluğu kullanılarak kama rezeksiyon yapıldı. Preoperatif ve postoperatif 0, 1, 7 ve 15. günlerde klinik ve radyolojik muayeneler ile preoperatif, 1, 7 ve 15. günlerde hematolojik, biyobelirteç, kan gazı analizleri yapıldı. Tavşanlar 0. gün ve sakrifiye edildikten sonra 15. günde alınan akciğer doku örneklerinin histopatolojisi incelendi. Verilere istatistik uygulandı. Respirasyon'un GRI'de postoperatif süreçte arttığı gözlendi ve 0. günde GRII ile GRI ve GRIII arasında (p=0,009, p<0,001) fark anlamlıydı. WBC, Neu, Eos, Bas, PLT değerleri tüm grup ve zamanlarda referans aralığındaydı. IL-1β, GRI ve GRIII'te 15. günde artarken, istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). IL-8 değeri GRII'de postoperatif süreçte artarken, ölçüm zamanlarına göre preoperatif ile 1. gün (p=0,006) ve 1 ile 7. gün arasındaki (p=0,018) fark anlamlıydı. VEGF değerinin diğer gruplara göre GRII'de 1. günde artarak 15. günde hafif oranda azaldığı görülürken, 15. günde anlamlı farklılık GRI ve GRII arasında saptandı (p=0,013). PCO2, GRI'de 1. gün, PO2, GRI'de 1, 7, 15. gün ve SaO2 GRI'de 1 ve 7. günde referans değer üzerindeydi. GRII'de PO2 için, preoperatif ve 1. gün arasında (p=0,026) fark anlamlıydı. Akciğer deseni yönünden anlamlı farklılık, 1. günde GRI ile GRIII (p=0,03) ve GRII ile GRIII (p=0,018) arasında belirlendi. Karbonizasyon zonu için GRI ile GRIII ve GRII ile GRIII arasında (p=0,011, p=0,004), koagulasyon zonu için GRI ile GRII arasında (p=0,019) anlamlı farklılık saptandı. Fibroplazi miktarı için 15. günde GRI ile GRIII ve GRII ile GRIII (p=0,015, p=0,002) arasındaki fark anlamlıydı. Sonuç olarak; anlık ve erken postoperatif dönemdeki bulgular değerlendirildiğinde, akciğer dokusunun anatomik ve fizyolojik yapısını koruyacak en etkin lazer modunun, 980 nm dalga boyu, 15watt/cm2, non-kontakt mod, ortalama 60 sn süre ve 900 joule olduğu söylenebilir.Item Cranial cruciate ligament rupturunda erken dönem ekstra ve intraartiküler tedavi sonuçlarının magnetik rezonans görüntüleme ve histopatolojik bulgularla karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-03-01) Sarıl, Canan Altıncı; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-1418-3157Bu çalışmada, cranial cruciate ligament (CrCL) rupturunun erken dönem ekstra ve intraartiküler tedavi sonuçlarının magnetik rezonans görüntüleme (MRI) ve histopatolojik bulgularla karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmada 21 adet Yeni Zelanda ırkı tavşan kullanıldı. Tavşanlara grup 1’de (GRI) (n=7) sağ CrCL’nin eksizyonu, grup 2’de (GRII) (n=7), sağ CrCL eksizyonu ve ekstrakapsüler TightRope tekniği ve grup 3’te (GRIII) (n=7), sağ CrCL eksizyonu ve Anchor dikiş ile prostetik CrCL yapıldı. Postoperatif 0, 7, 15 ve 30. günlerde klinik, ortopedik, hematolojik ve radyolojik muayeneler, sinoviyal sıvıda total protein, dansite, MMP-3 ve MMP-13 analizleri yapıldı. Tavşanlar 30. günde dekapite edildi ve MRI incelemeleri yapıldı. Genu eklemleri histopatolojik olarak incelendi ve tüm bulgular gruplararası anlamlılık yönünden “One Way Anova” testi ile analiz edildi. Klinik ve hematolojik bulgularda gruplararası fark yoktu. Topallık derecesi GRI’de şiddetli, GRII ve GRIII’te hafif; çekmece gözü hareketi GRI’de pozitif, GRII ve GRIII’te negatif; meniscal click sesi 30. günde GRI’de 3 ve GRIII’te 1 olguda pozitifti. Eklem efüzyonu 7, 15 ve 30. günlerde tüm gruplarda benzerdi. Total protein ve dansite değerleri 7. günde tüm gruplarda artarken 15 ve 30. günlerde azaldı. Bu durum gruplararası anlamlı değildi. MMP-3 değerleri: 7. günde tüm gruplarda yüksek, 15. günde GRI ve GRIII’te düşükken GRII’de yüksek ve 30. günde GRI ve GRIII’te yüksekken ve GRII’de sabitti. MMP-13 değerleri: tüm gruplarda 7. günde yüksek, 15. günde düşme eğiliminde ve 30. günde de 0. gün değerlerine yaklaşıktı. MMP-3 ve MMP-13 değerleri açısından gruplararası anlamlılık yoktu. Radyolojik, MRI ve histopatolojik bulgular GRI’de daha şiddetliydi. Sonuç olarak, CrCL rupturu tedavisinde ekstra ve intraartiküler yöntemler stabilizasyon sağlar ancak eklem sağlığı düşünüldüğünde ekstraartiküler stabilizasyon yöntemleri tercih edilmelidir.Item Farklı periferal sinir anastomoz tekniklerinin sinir rejenerasyonu yönünden karşılaştırılmalı araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-02-15) Acar, Hilal; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0154-9938Çalışmada farklı periferal sinir anastomoz tekniklerinin sinir rejenerasyonu yönünden karşılaştırılmalı araştırılması amaçlandı. Wistar Albino 56 adet sıçan kullanıldı. Epinöral dikiş (D) (GRI; n=21) ve doku yapıştırıcısı (FG) (GRII; n=21) olarak iki grupta planlandı. GRI-D’de D ile mikrocerrahi sinir anastomozu (MCSA) yapıldı. GRI-DP’de MCSA bölgesine PRP (trombositten zengin plazma) ve GRI-DM’de MKH (mezenkimal kök hücre) uygulandı. GRII-F’de FG ile sinir anastomozu yapıldı. GRII-FP’de FG ile anastomoz sonrası bölgeye PRP ve GRII-FM’de MKH uygulandı. Sıçanların pre- ve postoperatif 1’er hafta arayla 8. haftaya kadar nörolojik muayeneleri, yürüyüş analizleri ve elektromiyografileri (EMG) yapıldı. Sıçanlar 8. haftada sakrifiye edilerek nervus ischiadicus’ları histopatolojik olarak incelendi. Verilere istatistiksel analiz gerçekleştirildi. Postoperatif 8. haftada: duyusal fonksiyon tüm gruplarda aynıydı (p>0,05); fonksiyonel iyileşme GRI-DP’de en kötüydü ve sadece GRI-D ile GRI-DP arasındaki fark anlamlıydı (p=0,005); en yüksek amplitüd GRI-DM ve GRII-F’deydi; tüm gruplarda distal latans preoperatif değerlere ulaştı (p>0,05); ileti hızı için GRI-DP ile GRII-F arasında anlamlı fark görüldü (p=0,012); iğne EMG’de, musculus tibialis cranialis ve gastrocnemius’ta membran stabilitesi sağlandı (p>0,05); musculus tibialis cranialis’te GRI-D ile GRI-DP, GRI-DM ve GRII-FM arasında anlamlı fark vardı (p=0,019). Histopatolojide; GRI-D ile GRII-FM ve GRII-F ile GRII-FM arasında sadece inflamasyon yönünden anlamlı fark belirlendi (p=0,042, p=0,028). Nöroma en fazla GRI-D’deydi, ancak gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). Periferal sinir onarımında epinöral dikiş ve FG ile yapılan anastomoz etkili kaopitasyon sağlar. Duyusal ve motorik fonksiyonlardaki iyileşme, elektronörografi, iğne EMG ve histopatolojik veriler temelinde FG ile sinir anastomozu yapılan bölgeye MKH uygulanmasının daha etkin bir yöntem olduğu görülmektedir.Item Farklı plöredezis yöntemlerinin erken dönem radyolojik, histopatolojik ve moleküler sonuçlarının karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-28) Temiz, Elif Mekik; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-3407-4836Bu çalışmada, farklı plöredezis yöntemlerinin erken dönem radyolojik, histopatolojik ve moleküler bulgularının karşılaştırılması amaçlandı. Sıçanlar (n=18) 3 gruba (n=6) ayrıldı. Sıçanlara plöredezis amaçlı intraplevral olarak grup 1'de (GRI) otolog kan, grup 2'de (GRII) talk ve grup 3'te (GRIII) bleomisin uygulandı. Postoperatif 0, 7 ve 15. günlerde klinik, hematolojik, radyolojik muayeneleri ile kan plazmasında IL-8, D-Dimer ve VEGF analizleri yapıldı. Sıçanlar 15. günde sakrifiye edildikten sonra akciğer ve plevra doku histopatolojisi incelendi. Verilere istatistik uygulandı. Plöredezis sonrası SpO2 değerleri açısından gruplar arası değerlendirmede anlamlı fark belirlenmedi (p=0,290). Tüm hematolojik parametreler için 15. günde anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). GRI'de pH (p=0,024), pCO2 (p=0,013), pO2 (p=0,027), K+ (p=0,018), Cl- (p=0,001) için ölçüm zamanları arasında fark anlamlıydı. Tüm kan gazı değerleri için 15. günde anlamlı fark yoktu (p>0,05). IL-8 için 7. günde tüm gruplarda değerlerin arttığı, 15. günde ise GRI'in ortalama değerlerinin arttığı ve GRII'nin azaldığı, GRIII'ün ise ortalama değerlerinin değişmediği saptandı. D-Dimer için 7. günde GRI ve GRII'nin ortalama değerleri azalmakta GRIII'ün ise ortalama değerleri artmaktaydı. Onbeşinci günde ise GRI ve GRII ortalama değerlerinin azalmaya devam ettiği, GRIII'te de ortalama değerin arttığı görüldü. VEGF için 7. günde GRI ve GRIII'nin ortalama değerlerinin azaldığı, GRII'nin ise ortalama değerinin arttığı görüldü. Onbeşinci günde ise GRI ve GRII ortalama değerlerinin azaldığı, GRIII'ün ortalama değerlerinin artış gösterdiği belirlendi. Biyobelirteç değerleri ölçüm zamanları yönünden grup içi karşılaştırıldığında ölçüm zamanları arasında fark saptanmadı (p>0,05). Radyolojik olarak postoperatif 0. günde gruplardaki tüm sıçanlarda radyopasite artışı görüldü. Radyolojik ve histopatolojik bulgular GRII'de daha şiddetliydi. Gruplar arasında fibrozis için anlamlı fark bulunurken (p=0,028) inflamasyon için herhangi bir anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç olarak; otolog kan, talk ve bleomisin'in farklı inflamatuvar özellikleri olsa da histopatolojik bulguları temelinde talk ile yapılacak plöredezisin klinik kullanım açısından daha etkin olduğu vurgulanabilir.Item Kalça displazili köpeklerde farklı juvenil pubik simfizyodezis tekniklerinin klinik, laboratuvar, radyolojik ve histolojik bulgularının karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-29) Şen, Mehmet Metin; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5962-0202Köpeklerde farklı yöntemlerle yapılan Juvenile Pubik Simfizyodezis’in (JPS) karşılaştırmalı araştırılması amaçlanmıştır. Belçika Malinois ırkı, 16-20 haftalık, 18 adet sağlıklı dişi köpek yavrusu kullanıldı. Klinik ve ortopedik muayenede topallıktan şüphelenilen ve radyolojik muayenede distraksiyon indeksi (DI) ≥ 0,4 olan köpekler çalışmada kullanıldı. Üç grupta planlanan çalışmada: grup I’de (GRI, n=6) diyot lazer, Grup II’de (GRII, n=6) kriyocerrahi ve Grup III’te (GRIII, n=6) elektrokoter ile JPS gerçekleştirildi. Pre- ve postoperatif klinik, ortopedik ve radyolojik muayeneler yapıldı. IL-1β ve MMP-3 analizleri gerçekleştirildi. Verilere istatistiksel analiz yapıldı. Postoperatif Ortolani testinde; sadece GRIII’te 1 köpekte bilateral eklem laksitesi vardı. Barlow testinde; GRII ve GRIII’te 1’er köpekte bilateral eklem laksitesi görüldü. Postoperatif GRI’de 1 ve GRII’de 2 köpekte DI değeri 0,4 ve diğerlerinde 0,4’ün altında, GRIII’de 4 köpekte 0,4’ün altındaydı. Postoperatif Norberg Açısı (NA) değeri GRI’de tüm, GRII’de sağ 5 ve sol 4, GRIII’te sağ 4 ve sol 5 köpekte 105°’nin üzerindeydi. Federation Cynologique Internationale (FCI) skorlandırmasında preoperatif 14 köpekte “C” 4 köpekte “B” iken, postoperatif 12 köpekte “A” 6 köpekte “B” sınıfı olarak saptandı. Preoperatif sağ kalça eklemi Barlow testi bulguları için gruplar arasında farklılık vardı (p=0,025). DI ve sağ ile sol kalça eklemlerinin NA değerleri için tüm gruplarda ölçüm zamanları yönünden fark anlamlıydı (p<0,05). IL-1β için grup içi karşılaştırılmada sadece GRI’de (p=0,001); MMP-3 için GRI ve GRIII’te anlamlı fark görüldü (p=0,000). Histolojik olarak operasyon bölgesinde tüm gruplarda kıkırdak ve bağ dokusu oluşumu saptandı. GRII’de bağ doku ve kollajen iplikler yoğundu. Sonuç olarak, yavru köpeklerde yapılan JPS’nin kalça displazisinin ilerleyici klinik, ortopedik ve radyolojik bulgularını önlediği; IL-1β, MMP-3 düzeyleri ile histolojik bulgular temelinde JPS için yöntem olarak kriyocerrahinin daha olumlu bulgular sunduğu görülmektedir.Item Kedilerde femur'un orta diyafizer transversal kırıklarının biyoçözünebilir ve titanyum mini plaka ile osteosentezi sonrası kırık iyileşmelerinin klinik ve radyolojik olarak karşılaştırmalı değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2014) Akgül, Mustafa Barış; Yanık, Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışma, Ekim 2012-Şubat 2014 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Küçük Hayvan Kliniği'ne getirilen ve femurun orta diyafizer kırığı tespit edilen değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki kedilerden oluşan toplam 10 olgu üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu tezin yapılmasındaki amaç, gelişen teknoloji sayesinde yeni materyaller ile üretilmiş olan plakların ülkemizde kedilerde kırıkların sağaltımında uygulama alanı bulmasını sağlamaktır. Bu çalışmada, insan hekimliğinde özellikle kafatası kemikleri, parmak kemikleri ve çene kemiklerinin kırıklarının sağaltımlarında kullanılan titanyum mini plak ve rezorbe olabilen plağın kedilerde femur kırıklarının sağaltımlarında fonksiyonel bir iyileşme sağlayabilecek yeterlikte olup olmadıkları'nın klinik ve radyolojik olarak değerlendirilerek saptanmasını, yeterli bulunduğunda tibia, humerus ve radius gibi uzun kemiklerin kırıklarının sağaltımlarında da uygulamayı amaçladık. Çalışmada; klinik ve radyolojik muayeneler sonucu femur'un orta diyafizer transversal kırığı saptanan kedilerde genel anestezi altında işlem gerçekleştirilmiştir. Femur'a lateral yaklaşım yoluyla ulaşılmıştır. Plaklar, kırığın lateral yüzüne proksimal fragmente 5 adet ve distal fragmente 5 adet vida gelecek şekilde uygulanarak fiksasyon gerçekleştirilmiştir. Mini titanyum plaklardan 5 adet ve rezorbe olabilen plaklardan 5 adet olmak üzere toplam10 olgu üzerinde gerçekleştirildi. Postoperatif dönemde antibiyoterapi ve analjezi uygulamaları yapılarak hastalar hospitalize edilmiştir. Olgularda kırık fiksasyonunu takiben 12- 16 saat içinde hem titanyum hemde rezorbe olabilen plaklarda kırılma ya da bükülme sonucu kırık stabilizasyonunun bozulduğu gözlenmiştir. Takip eden revizyon işleminde de aynı sonuçlar alınmıştır. Rush pin ile osteosentez uygulanarak hastalarda iyileşme sağlanmıştır. Sonuç olarak; kırığı oluşturan kuvvetlerin çok fazla etkilediği femur'un diyafiz bölgesinde mini titanyum plağın ve 2,5 mm rezorbe olabilen plağın klinik olarak kullanımlarının yararlı olmadığı sonucuna varılmıştır.Item Kısmi aşil tendosu rupturunun onarımında 3-loop pulley tekniği ve temas yüzeyi arttırılmış Kessler yönteminin tavşan modelinde karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2013) İnan, Kıvanç; Satar, Nihal Yaşar Gül; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıVeteriner ve beşeri hekimlikte tendo yaralanmaları ve özellikle aşil tendosunun kısmi rupturları ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. Veteriner hekimlikte, tendo onarımını takiben; tekrar kopmalar, uzun süreli immobilizasyona bağlı kas atrofisi ve kontraktürleri veya dejeneratif artiritis gibi komplikasyonlarla karşılaşılma olasılığı yüksektir. Bunların önlenmesi ve daha başarılı bir iyileşmenin elde edilebilmesi için, immobilizasyon süresini kısaltmaya olanak sağlayacak, dayanımı yüksek onarım tekniklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Aşil tendosu onarımında geleneksel bir yöntem olan “3 Loop Pulley” (3LP) yönteminin, daha önce fleksor tendo onarımında kullanılmış olan “Temas Yüzeyi Arttırılmış Kessler” (TYAK) yöntemiyle kıyaslandığı çalışmamızda; 54 adet, dişi, 8 aylık, 3,0-3,5 kg ağırlığında Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Altı gruba ayrılan deneklerde gastrocnemius tendosu ensize edildi. Birinci, 3. ve 5. gruplar 3LP; 2., 4., ve 6. gruplar ise TYAK yöntemiyle onarıldı. İn vitro ayağı oluşturan 1. ve 2. grupların, biyomekaniksel değerlendirilmesi yapıldı. İn vivo bölümü oluşturan diğer gruplarda ise, 3 hafta süresince immobilizasyon sağlandı. Üçüncü ve 5. gruplar 4. hafta, 4. ve 6. gruplar ise 8. hafta sonunda ötenazi edilerek, morfolojik, biyomekaniksel ve histopatolojik olarak değerlendirildi. Biyomekaniksel değerlendirme; tendo onarım hattında 2 mm aralık ve tam kopmanın oluştuğu değerlerin ölçülmesi ile yapıldı. Histopatolojik incelemede ise; ekstrasellüler matriksin yapısı, hücrelerin dağılımı, hücre çekirdeğinin morfolojisi, tamir dokusunun organizasyonu, nedbe dokusunun yapısı, defekt bölgesindeki vaskülarizasyon ve yangı şiddeti gibi parametreler kullanıldı. Morfolojik incelemelerle adezyon açısından 3LP yönteminin üstünlüğü görülürken, histopatolojik değerlendirmede TYAK yönteminin iyileşme sonuçları daha iyiydi. Biyomekaniksel inceleme sonucunda ise; 3LP yönteminin aralık oluşumuna daha dayanıklı olduğu, ancak 8. hafta sonunda TYAK yönteminin kopmaya karşı direncinin daha fazla olduğu görüldü. Sonuç olarak, TYAK yönteminin veteriner sahada kısmi aşil tendosu rupturlarının onarımında kullanılabileceği saptanmıştır.Item Köpeklerde elektroretinografi bulgularının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013) Oktay, Mahmut Ayberk; Satar, Nihal Yaşar Gül; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışma, Mayıs 2011 - Ağustos 2011 tarihleri arasında Fransa'nın, Toulouse Ulusal Veteriner Okulu Oftalmoloji Anabilim Dalı Kliniği'ne getirilen ve ayrıca kliniğin arşiv ünitesinde bulunup bu tez için değerli bilgiler içerdiğine kanaat getirilen seçilmiş toplam 21 hayvanın ERG ile değerlendirilmesinden oluşmaktadır. Bu 21 hayvanda testler bilateral olarak uygulanmış ve birbirinden bağımsız 42 elektroretinogram elde edilmiştir. Hastalar kliniğe dışarıdan veya hastane içi sevk olup olmamasına bakılmaksızın anamnez ve özgeçmiş alınmış, göz probleminin dışında herhangi başka problemi olan bir hasta ile karşılaşıldığında gerekli muayene ve konsültasyonlar yapılarak bu bilgiler hastanın dosyasına eklenmiştir. Hastanın Oftalmoloji Anabilim Dalı kliniklerindeki muayenesinde; pamuk topu testi, tehlikeye göz kırpma refleksinin, ışığa göz kırpma refleksinin, direkt fotomotor refleksin, birleşik fotomotor refleksin, palpebral yarığın, gözkapaklarının, konjunktivanın, membrana nictitans'ın, gözyaşı akıntısının, korneaların, irislerin, pupillaların, lenslerin ve retinaların muayenesi bilateral olarak yapılmıştır. Ayrıca göz yaşı akıntısının miktarı Schirmer testi ile ölçülmüş, göz içi basınç ölçümünde ise rebound tonometresi kullanılmıştır. İlerleyen muayene sürecinde göz içi ve fundusun yeterli derecede görüntülenemediği vakalarda veya olası bir tanının kesinleştirilmesinde ultrasonografik muayeneden yararlanılmıştır. ERG'nin uygulanmasında Fransa'da yapılan çalışmalarda Toulouse Ulusal Veteriner Okulu Oftalmoloji Anabilim Dalı Kliniği'nde geçmiş yıllar boyunca kullanılmış, parametreleri belirlenmiş ve rutinde kullanılmakta olan anestezi ve ERG protokolleri kullanılmıştır. Köpekler hazırlandıktan sonra karartılmış odada 15 dk bekletildi. Sonrasında karanlık adaptasyonunun 1., 5., 7., 9., ve ışıklar açıldıktan sonra aydınlık adaptasyonun 2. dakikalarında uyarım verileren flaş ERG kayıdı yapıldı. Onüçüncü dakikada yapılan flicker ERG kayıdı ile çekimler sonlandırıldı Retinanın işlevi kırkiki gözde başarı ile değerlendirildi. Toplam otuzsekiz kataraktlı gözden yirmibeş tanesi ERG bulguları sonrasında katarakt ameliyatına yönlendirildi. Sekiz göz retinal problemler nedeni ile ve beş göz ise sabit katarakt seviyelerinin gözlenmesi için cerrahi müdahale uygulanmadı. Alınan sonuçlar doğrultusunda, ERG'nin oftalmolojik tanısal süreçte ideal koşullara ulaşmada yararlı olduğu kanısındayız.Item Köpeklerde halotan,izofloran ve sevofloran'ın spontan ve mekanik ventilasyonda fizyolojik, bazı kan biyokimyasal parametreleri ve tidal volüm sonu CO2 oranına etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2004-08-03) Çeçen, Göksen; Topal, Ayşe; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışmada üç farklı volatil anestezik madde kullanılarak, bunların spontan ve mekanik ventilasyon yoluyla köpeklere uygulanmasının, fiziki, bazı kan biyokimyasal parametreleri ve tidal volüm sonu karbondioksit oranı üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini farklı ırk, cinsiyet ve canlı ağırlıktaki 60 köpek oluşturdu. Çalışma öncesinde her köpeğin sağlık kontrolleri yapıldı ve tüm köpeklerin sağlıklı oldukları belirlendi. Öncelikle halotan, izofloran ve sevofloran çalışma grubu olmak üzere köpekler 3 eşit gruba ayrıldı ( n=20). Takiben her grup kendi içinde eşit olacak şekilde spontan ve mekanik ventilasyon alt gruplarına ayrılarak, anestezi prosedürü uygulandı. Fizyolojik parametreler; kalp atım hızı (HR), solunum sayısı (RR), beden ısısı (T), mukoz membran rengi, kapillar dolma zamanı (CFT) ve kan biyokimyasal parametrelerinden; Alanin Aminotransferaz (ALT), Aspartat Aminotransferaz (AST), Gama-Glutamil Transferaz (GGT), Kan Üre-Nitrojen (BUN), Kreatinin ve Glukoz ölçümleri premedikasyon uygulaması öncesinde yapıldı. Xylazine HC1 ile premedikasyonu takiben, anestezi Thiopental sodyum ile uygulandı ve yukarıda belirtilen parametrelerle birlikte ortalama arteriyel kan basına (MAP), arteriyel kan gazlan analizi ([hidrojen iyon konsantrasyonu (pH)], [arteriyel karbondioksit basıncı (PaCCfe)], [arteriyel oksijen basıncı (PaOî)]) ve santral venöz basmç (CVP) ölçümleri yapıldı. Pulse oksimetre cihazı İle oksijen saturasyonu değeri (SpÛ2 ) ve kapnograf cihazı aracılığı ile de tidal volüm sonu karbondioksit değeri (ETCO2) tespit edilerek kaydedildi. înhalasyon anesteziği olarak halotan, izofloran ve sevofloran kullanıldı. Her bir anestezik madde, hem spontan ventilasyon, hem de mekanik ventilasyon ile uygulandı. Spontan ventilasyon uygulanan grupta hayvanların kendi kendilerine solumalarına izin verildi. Mekanik ventilasyon uygulanan grupta ise, tidal volüm 10-20 ml/kg, solunum sayısı dakikada 12-14 ve inspirasyon-ekspirasyon oranı (İ:E) 1:2 olmak üzere mekanik ventilasyon gerçekleştirildi. IIFizyolojik parametrelerin ölçümü 0., 15., 30., 45., 60., ve 90. dakikalarda yapıldı. Kan biyokimyasal parametrelerin ölçümü ise premedikasyon uygulaması öncesinde ve anestezinin 30., 60. ve 90. dakikalarında yapıldı. Çalışma sonrasında tüm hayvanların anesteziden çıkması ve normal yaşamlarına dönmeleri sağlandı. Çalışma bulguları istatistiksel olarak değerlendirildi. Çalışmanın sonucunda; anestezi sırasındaki solunum fonksiyonlarının yeterli düzeyde sürdürülmesi ve dengeli bir genel anestezi sağlamak için mekanik ventilasyon kullanımının gerekli olduğu kanısına varıldı. Kullanılan tüm anestezik maddeler dikkate alındığında, sevofloran hepatik, renal, kardiyovasküler ve solunum sistemlerine minimal depresif etkilerinden dolayı, anestezik ajan olarak öncelikle tercih edilmelidir. Ayrıca ventilasyonun yeterliliği hakkında önemli bilgiler sağlaması ve anestezi sırasında karşılaşılabilecek komplikasyonlann erken dönemde tanısı için kapnografı cihazının rutin kullanımının çok önemli olduğu düşünülmektedir.Item Köpeklerde kalça topallıklarında klinik, radyografik ve sintigrafik bulguların karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2005) Tan, Hakan; İntaş, Deniz Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışma, Mayıs 2002-Nisan 2004 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Küçük Hayvan Kliniği’ne getirilen ve kalça topallığı anamnezi verilen hastalar arasından seçilen değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki orta ve büyük boy köpeklerden oluşan toplam 21 olgu üzerinde gerçekleştirildi. Bu çalışmada köpeklerde sırasıyla klinik, radyografik ve sintigrafik muayene yapılarak elde edilen bulgular karşılaştırılmış ve sintigrafik muayenenin diagnostik açıdan sağladığı olası faydalarının irdelenmesi amaçlandı. Klinik muayeneleri tamamlanan olguların radyografik muayeneleri için kliniklerimizde mevcut Trophy marka Omnix N 60 A (110 kV, 500 mA) röntgen cihazı kullanıldı. Sintigrafik muayene için ise U. Ü. Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nda mevcut olan General Electric (GE) Starcam 3200 (Milwaukee) marka gamma kamerası kullanıldı. Köpekler genel anesteziye alınıp 5-20 mCi (miliCurie) Tc-99m MDP (Teknesyum- 99m- metilen difosfonat) intravenöz verildikten 3-5 dk sonra planar kan havuzu imajları alındı. İki saat sonra lezyon bölgesinin planar statik imajları ve tüm vücut kemiklerinin statik görüntülenmesi yapıldı. Değerlendirmede olguların klinik bulguları incelenmiş ve klasifiye edilmiştir. Radyolojik değerlendirmelerde kemik dokuya ilişkin patolojiler dikkate alındı ve kalça displazisi yönünden ‘İngiliz Veterinerler Birliği Köpek Kulüpleri Kalça Displazisi Değerlendirme Kriterleri’ esas alınarak olguların Norberg Açı ölçümleri tespit edildi. Daha sonra sintigrafik muayene bulguları değerlendirilip kaydedildi. Klinik, radyografik ve sintigrafik bulgular arasındaki istatistiki ilişki regresyon modeli kullanılarak araştırıldı. Klinik olarak kalça topallığı olan 6 olgunun (4, 9, 11, 14, 15, 20 no’lu olgular) (%28.6) radyografik muayenesinde bir patoloji saptanmadı. 9 olguda (1, 2, 5, 6, 10, 16, 17, 19 ve 21 no’lu olgular) kalça displazisi saptandı. Olgu 18’de bilateral caput femoris’in epifizer ayrılmasına rastlanırken olgu 19’da bilateral kalça eklemi displazisi ve sol femurda panosteitis tanısı kondu. Çalışma olgularımızın yapılan sintigrafik muayenelerinde 12 olgunun (3, 4, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 14, 15 ve19 no’lu olgular) aktivite tutulumlarında bir artış izlenmedi ve normal olarak değerlendirildi. Olgularımızın 9’unda (1, 2, 5, 10, 16, 17, 18, 20 ve 21 no’lu olgular) aktivite tutulumlarında artış saptandı. Radyografik ve sintigrafik bulgular karşılaştırılıp kalça displazisi ile radyonüklid aktivite tutulumu arasındaki ilişki araştırıldığında olgu 2 ve 10’da bilateral kalça eklemi displazisi saptandı ve bu olguların sintigrafik muayenelerinde de bilateral kalça eklemi ve çevresinde aktivite tutulumunda artış olduğu belirlendi. Olgu 1’de bilateral kalça eklemi displazisi saptanırken sintigrafik muayenede solda aktivite tutulumu, olgu 5’te bilateral kalça eklemi displazisi saptanırken sintigrafik muayenede sağda aktivite tutulumu belirlendi. Olgu 17’de sol kalça ekleminde I. derece kalça eklemi displazisi ve sağda kalça displazisine geçiş döneminde olduğu saptandı. Ancak olgunun sintigrafik muayenesinde bilateral olarak femur gövdelerinde aktivite tutulumunda artış belirlendi. Yine 20 no’lu olguda radyografik olarak patoloji saptanmazken sintigrafik muayenenin hem yumuşak doku hem de kemik doku fazlarında sol femur gövdesinde artmış aktivite tutulumu saptandı. 20 no’lu olgudaki yumuşak doku fazındaki izlenen aktivite tutulumundaki artış bölgedeki perfüzyonda bir artışın olduğunu dolayısıyla yumuşak dokuda enflamasyonu göstermektedir. Bu imajlar, kemik dokulardaki tutulum olan bölgelerde osteoblastik aktivitede artış olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda olgulara ilişkin tespit edilen klinik, radyografik ve sintigrafik bulgular arasındaki istatistiksel ilişki araştırıldığında ne radyografik ve ne de sintigrafik bulgular klinik bulgularla istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde uyumlu değildir. Buna rağmen McFadden R2’lerden (Tablo 23) sintigrafik tanının klinik bulgularla uyumunun daha yüksek olduğu çıkmaktadır. İlaveten ağrı klinik bulgusunun sintigrafik bulgu ile istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde uyumlu olduğu gözlenmektedir. Ağrı, radyografik değişikliklerin ortaya çıkmasından önce saptanabilen önemli bir bulgudur ve ağrı duyan bir köpek radyografik bulgu göstermeden önce topallık sergiler. Dolayısıyla nedeni bilinmeyen kalça topallıklı köpeklerde kalça displazisi radyografik olarak doğrulanmış olsun veya olmasın sintigrafik muayene endikasyon bulur. Sintigrafi ile ilgili çalışma yapacak araştırmacılara osteoblastik aktivitedeki olası artışları veya azalmaları yakalamada ve ilave bilgiler sağlamada önemli olabileceği düşüncesiyle periyodik ve seri sintigrafik muayenelerin yapılacağı çalışmaları önerebiliriz.Item Köpeklerde kompozit ve amalgam dolgu materyallerinin in vitro ve in vivo karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2002-10-15) Kanık, Sema; Görgül, O. Sacit; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı, köpek dişlerinde okluzyon basıncının fazla olduğu posterior restorasyonlarda en uygun restorasyon maddesinin seçimi İçin Al (amalgam), A2 (yapıştırıcı+amalgam) ve K (kompozit)'in karşılaştırılmasıdır. Çalışma materyalini iki ana grupta in vitro=30 diş ve in vivo n= 72 diş oluşturdu. Bu materyal; Al, A2 ve K olarak üç alt grupta düzenlendi. Bütün dişlerde I. sınıf kavite oluşturulmasını takiben, rutin restorasyon prosedürü uygulandı. İn vitro çalışmada bu restorasyonlar kenar sızıntısı yönünden değerlendirildi. İn vivo çalışmada restorasyonlar 15., 30., 60., 120., 150. ve 180. günlerde USPHS (United States Public Health Service) kriterlerine göre değerlendirildi. Çalışmanın in vitro bölümünde istatiksel olarak, mikrosızıntının en fazla görüldüğü grup olan Al restorasyonlarında diğer gruplara göre anlamlı bir fark gözlendi (p<0,05). A2 ve K arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). In vivo bölümde ise altı aylık değerlendirme süreci sonunda istatiksel olarak üç grup arasında fark bulunmamıştır (p>0,05). Ancak bu altı ay içerisindeki kalite kayıpları değerlendirildiğinde; yüzey görünümü yönünden Al restorasyonlarında yavaş bozulma, A2 ve K restorasyonlarda hızlı bir kalite düşmesi, kenar adaptasyonu yönünden sırasıyla Al en iyi, K orta ve A2 ise en fazla kalite kaybı, kenar renk değişimi kriteri değerlendirildiğinde Al en az, A2 orta derecede, K ise büyük kalite kayıplı olarak, anatomik form yönünden K en iyi durumda, Al orta ve A2 en büyük kayıplı olarak gözlenmiştir. Sekonder karies yönünden üç grup içinde fark görülmemiştir. Amalgam ve kompozit dolgu materyalleri posterior dişler (premolar ve molar) için benzer değerde restorasyon materyalleri olarak kullanılabilir. Yapıştırıcılı amalgam kullanımı uygun olmamakla birlikte, amalgambond ile benzer karşılaştırmalı çalışmalar yapılması önerilebilir. Mikrosızıntı ve diğer kriterler gözetildiğinde kompozit restorasyon materyalleri köpek posterior dişlerindeki sınıf I kaviteleri için en uygun materyaller olarak kabul edilebilir.Item Köpeklerde ortofiks tipi dinamik aksiyal eksternal fiksatör ile tibia kırıklarının onarımı(Uludağ Üniversitesi, 2003-07-15) Gül, Nihal Yaşar; Yanık, Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışma, Mayıs 2000-Mart 2002 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Küçük Hayvan Kliniği'ne getirilen ve tibia kırığı tespit edilen değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki köpeklerden oluşan toplam 15 olgu üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada; beşeri Ortopedi ve Travmatoloji'de kırık sağaltımı için kullanılan Ortofîks tipi dinamik aksiyal eksternal fiksatör'ü köpeklerde de kırık sağaltımında kullanarak, açık redaksiyon sırasında oluşturulan yeni doku travmalarını azaltma, operasyon süresini kısaltma, uzun ve zahmetli uğraşılan hafifletme ve daha kısa sürede kırığın klinik olarak iyileşmesini sağlamada önemli etkisinin olup olmadığının araştırılması ve fîksatörün klinik kullanıma sunulması amaçlanmıştır. ; Olguların operasyon öncesi alınan radyografileri değerlendirilerek uygun Ortofîks tipi dinamik aksiyal eksternal fiksatör ve Schanz vidalan belirlenerek gerekli operasyon hazırlığı yapılmıştır. Fiksatör, kısa süreli genel anestezi altında uygulanmıştır. Redüksiyon yapıldıktan sonra, öncelikle, kemik kalınlığına göre preoperatif dönemde belirlenen çaptaki Schanz vidalarının (0 3, 4, 5 mm) ilki belirlenen fragment üzerine antero- medialden yerleştirildikten sonra fiksatör bu vidaya tespit edilmiştir. İkinci vida karşı fragmente vida yuvası rehberliğinde yerleştirilmiştir. Takiben diğer vidalar yerleştirilmiştir. Uygulama sonrası kontrol radyografileri alınmış ve pansuman yapılmıştır. Postoperatif 2., 4. ve 7. günlerde pansuman değişimleri yapışmıştır. Bir hafta aralar ile radyografik kontrolleri yapılmıştır. Eksternal fîksatörün uzaklaştırılmasına kadar klinik ve radyografik takiplerine devam edilmiştir. Eksternal fîksatörün uzaklaştırılması planlanan üç şekilde (L grupta 45. günde, II. grupta 60. günde, m. grupta 75. günde) gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonunda, klinik ve radyolojik olarak, modifiye Hannover Veteriner Yüksek Okulu Küçük Hayvan Kliniği Değerlendirme Skalası'na göre yapılan değerlendirmede; 8 olguda (%53.3) çok iyi, 4 olguda (%26.7) iyi, 1 olguda (%6.7) tatminkar ve 2 olguda (%13.3) kötü sonuç alınmıştır. Sonuç olarak; beklentimizden daha pahalı bir yöntem olması ve özenli pin dibi bakımının gerekliliği gibi faktörler veteriner hekimin cesaretini azaltacak, pratiğe sunulmasını geciktirecek nve ekonomik avantaj sağlamayacak gibi görülse de, diğer avantajları dikkate alındığında, kas dokusundan zayıf olan ve kapalı redaksiyonun kolay yapılabildiği tibia kırıklarında özenli bîr pin dibi bakımının yapılması ve hayvan sahibine sadece vidaların temin ettirilmesiyle en azından bir plaka osteosentezi kadar ekonomik, klinik kullanıma sunulabilir iyi bir yöntem olduğunu vurgulayabiliriz ve ekstremitelerin diğer uzun kemiklerinde bu yöntemin uygulanılmasına ilişkin çalışmaların yapılmasını önerebiliriz.Item Koyun ve keçilerin tırnakları üzerinde yapılan morfometrik ölçümler ile ekstremite radyografilerinde distal falanks kemiklerinin şekil ve ölçülerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-21) Kurt, Hasan; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0704-0489Koyun ve keçi yetiştiriciliği ülkemiz hayvancılığında önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada doğal mera şartlarında yaşayan ve şiropodi yapılmamış koyun ve keçilerin tırnakları üzerinde bazı morfometrik ölçümlerin alınması ile sağlıklı ve tırnakları fazla uzamış olan bireylerde tırnak boyutlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu bilgiler sayesinde şiropodi yapılması kararı ve şekli hakkında fikir sahibi olunması beklenmektedir. Ayrıca koyun ve keçilerin distal ekstremite radyografilerinde paries ve solea ungulae kalınlıklarının belirlenmesiyle normal varyasyonların ortaya konması amaçlandı. Her iki türde III. falanks kemiklerinin morfolojik olarak sınıflandırılması ve karşılaştırılmasıyla da tür farkları ortaya konarak bunların kemik bazında identifikasyonlarının yapılabilmesine katkı sağlayacaktır. Çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Çiftliğinde bakılan 88 Saanen keçisi ve 50 Kıvırcık koyunu kullanıldı. Her hayvanda kumpas yardımıyla paries ungulae uzunluğu, ökçe uzunluğu, diyagonal paries ungulae uzunluğu, solea ungulae genişliği, solea ungulae uzunluğu, tırnağın aksiyal ve abaksiyal duvar yükseklikleri ve dorsal duvar açısı ölçüldü. Aksiyo-abaksiyal grafiler üzerinde paries ve solea ungulae kalınlıkları belirlendi. Ayrıca koyunlar için 5, keçiler için 6 değişik tip processus extensorius modeli ile üç değişik dorsal duvar şekli ortaya kondu. Tırnaklar üzerinde belirlenen parametrelerin nerdeyse tamamında tırnağın yerleşimi ve yaş gruplarına göre anlamlı farklar belirlendi. Aynı parametrelerin normal ve fazla uzamış/deforme tırnakların konumu ve yaş gruplarına göre ortalamaları belirlendi ve referans değerleri oluşturuldu. Koyunlarda tırnakların fazla uzaması %5,3, keçilerde %32,5 oranında görülmüştür. Koyunlarda processus extensorius'un ayağa göre şekilsel dağılımı istatistiki olarak anlamlı düzeyde bulunmadı, ancak keçilerde anlamlı farklar bulundu. Sonuç olarak, koyun ve keçilerin tırnak ölçüleri ile distal falanks şekilleri hem birbirlerinden hem de tırnakların yerleşimi yönünden farklılık göstermektedir.Item Otitis externa ve otitis media’lı köpeklerde klinik, video otoskopik, laboratuvar, radyolojik ve ultrasonografik bulguların değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-16) Akarsu, Emine Pınar Töre; Topal, Ayşe; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-7472-3269Dış kulak kanalının değerlendirilmesi ve kulak zarı bütünlüğünün bozulup bozulmadığı, otitis externa ve otitis media muayenesi açısından çok önemlidir. Membrana tympanica yaralanmaları; dış kulak kanalına giren yabancı cisimlerden, hatalı manipülasyonlardan, konsantre ilaç sonrası yada uzun süre devam eden irinli otitis externa’dan dolayı kulak zarının deformasyonu yada perforasyonudur. Otitis media; kulak zarı ile orta kulak boşluğunun mukozasının yangısıdır. Çalışmamızı toplam 20 adet otitis tanısına sahip köpek oluşturdu. Toplam 40 kulağın 28 tanesine otitis externa tanısı konuldu. 1 adet kronik otitis externa, 4 adet kronik proliferatif otitis externa tanısına sahip olgumuz vardır. Akut otitis externa olgularında en çok Staphylococcus sp. %25, kronik otitis externa olgularında ise en çok Proteus sp. %60 oranında izole edilmiştir. Sitolojik muayenede ise rod %40, kok %45 oranında tespit edilmiştir. Direkt grafide, dış kulak kanalı os temporale’ye kadar 4 olguda takip edilememiştir. Otoskopik ve video-otoskopik olarak; 10 kulağın membrana tympanica’sı değerlendirilemedi. Dış kulak kanalının pozitif kontrast radyografisi için; 2ml İohexol® ve 6 ml serum fizyolojik karışımı hazırlandı. 4 olguda; dış kulak kanalındaki pozitif kontrast madde, aşırı daralma ve proliferatif üremeler nedeniyle yetersiz gelmesi nedeniyle, membrana tympanica değerlendirilemedi. Ultrasonografik muayenede, 8 olguda mineralizasyon alanları, 19 olguda yangı bulguları, 14 olguda dış kulak kanalı lümeni düzensizliği, 6 olguda dış kulak kanalında yabancı cisim tespit edildi. Ancak gerçekleştirdiğimiz bu çalışma göstermiştir ki bu tanı yöntemleri birçok noktada tek başına yeterli olmamaktadır. Ancak tanılarının konması aşamasında birçok tanı yöntemlerine başvurulması ve bu tanı yöntemlerinin birlikte karşılaştırmalı olarak yorumlanması gerekliliği bu çalışmanın sonuçlarından biridir.Item Pulmoner kontüzyonlu köpeklerde klinik, laboratuvar, radyolojik ve bronkoskopik bulguların karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2019-12-24) Çetin, Melike; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışmada pulmoner kontüzyonlu (PK) köpeklerde klinik, laboratuvar, radyolojik ve bronkoskopik bulguların karşılaştırılması amaçlandı. Çalışma materyalini kliniklere getirilen farklı ırk, yaş ve cinsiyette, PK tanısı konmuş toplam 26 adet köpek oluşturdu. Köpeklerin genel muayene, rutin hematolojik, kan gazı analizi, radyolojik ve genel anestezi altında bronkoskopik muayeneleri yapıldı. Bronkoskopi sonrası, sitoloji için bronkoalveolar lavaj (BAL) yapıldı. Tüm elde edilen bulgular kaydedildi. PK’nın radyolojik derecelendirmesine göre olgular grup 1 (n=16) (orta derece) ve grup 2 (n=10) (şiddetli derece) olarak ikiye ayrıldı. Her iki gruptaki olguların genel muayene, hematolojik değerler ile kan gazı analiz parametreleri gruplar arası olarak anlamlılık yönünden Mann Whitney U testi ile istatistiksel olarak analiz edildi. Genel muayenede pulzasyon ve respirasyonda yükselme, mukozal solgunluk, akciğer seslerinde anormallikler; hematolojik muayenede total lökosit ve nötrofilde yükselme, hematokrit ve trombosit değerlerinde düşme; kan gazı analizlerinde belirgin asidemi ve hipoksemi ile karşılaşıldı. Radyolojik olarak alveoler ve intersitisyel desen görünümlerine ilaveten 13 pnömotoraks, 4 plevral efüzyon, 2 kosta kırığı, 1 akciğer atelektazisi ve 1 yelken göğüs (flail chest) tanındı. Trakeobronkoskopide 9 şiddetli, 3 orta ve 7 hafif derecede kanama, 3 solgun ve 8 hiperemik mukoza gözlendi. Sitolojide, farklı olgularda nötrofil artışı, dökülmüş epitel hücresi, eritrosit, mukoprotein iplikler, makrofaj hücreleri, bakteri ve hiposelüler yapı gözlendi. İstatistiksel olarak gruplar arasında genel muayene, rutin hematolojik ve kan gazı analizi bulguları bakımından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Sonuç olarak, sunulan çalışmada elde edilen genel muayene, rutin hematolojik ve kan gazı analizleri, radyolojik muayene ile birlikte trakeobronkoskopi ve BAL sıvısı sitolojisinin, PK’lı köpeklerin solunum sisteminin değerlendirilmesinde önemli olduğu görülerek, bu bulguların gerek veteriner pratiğe ve gerekse akademik çalışmalara katkı sağlayacağı kanısına varılmıştır.Item Sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine vinkristin ve zeytin yaprağı ekstratının (tyrosol) serum biyokimyasal ve histopatolojik etkilerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-25) Ateş, Özge; Topal, Ayşe; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0953-7923Gerçekleştirdiğimiz çalışmada sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine vinkristin ve zeytin yaprağı ekstratının (tyrosol) sıçanlara ait serum biyokimyasal, histopatolojik parametreler üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmada 49 adet Sprague Dawley sıçanı kullanıldı. Sıçanlar kontrol (K), doksorubisin (D), vinkristin (V), tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı) (T), doksorubisin+vinkristin (D+V), doksorubisin+tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı)(D+T), doksorubisin+vinkristin+tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı)(D+V+T) grupları olmak üzere her çalışma grubunda 7 denek olacak şekilde rastgele 7 grup oluşturuldu. Tüm sıçanlara gün aşırı 6 doz olmak üzere intraperitoneal ilaç uygulaması yapıldı. Çalışmanın son gününde, sıçanlar derin anesteziye alındı. İntrakardiyak olarak kalpten serum biyokimyasal incelemeler için kan numuneleri toplandı. Histopatolojik incelemeler için kalp, karaciğer ve akciğerden, gen analizi için kalpten dokular toplandı. İlaç uygulamaları süresince sadece D+V+T grubunda 2 adet sıçanda ölüm gözlenmiştir. Deneysel süreçte sıçanların haftalık ağırlık ölçümleri yapıldı. Ağırlık ölçümlerinde doksorubisin uygulanan sıçan gruplarında vücut ağırlıklarında azalma olduğu gözlendi. Biyokimyasal parametreler incelendiğinde, cTnI, ALT, LDH, CKMB verileri incelendiğinde gruplardan elde edilen sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı farklılıklar olduğu gözlendi (P<0,05). Mikroskobik değerlendirme için alınan kalp dokularında miyokard tabakasında ödem-şişme-kanama, disorganizasyon, vakuolizasyon, nekroz ve yangı lezyonları tespit edildi veskorlandı. Histopatolojik bulgular incelendiğinde sadece yangı değerinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı saptandı. Gruplara ait TNNT2 geninin mRNA ekspresyon düzeyindeki değişimleri incelendiğinde, kontrol grubuna göre doksorubisinin gen ekspresyonunu baskıladığı, ancak T (tyrosol) grubunun mRNA ekspresyon seviyelerini arttırdığı görüldü. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde, sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine zeytin yaprağı ekstratı(tyrosol), serum biyokimyasal olarak kardiyoprotektif etki sağlamazken, histopatolojik olarak ve TNNT2 geninin mRNA ekspresyon düzeyindeki değişimleri incelendiğinde kardiyoprotektif etki sağladığı belirlenmiştir. Koruyucu etkilerin oluşması için ilaçların uygulandığı günlerde değişiklik yapılması ve deney süresinin uzatılması gibi değişikliklerle ileri çalışmalara gereksinim vardır.Item Sığırlarda tek aşamalı ayakta laparoskopik abomazopeksi tekniğinde adezyonun ultrasonografik olarak değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-09) Şen, İsmail Altuğ; Çeçen, Göksen; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıAbomazum'un yer değiştirmeleri, özellikle sütçü sığırlarda görülen ve sahada sık karşılaşılan bir sorundur. Verim kaybına yol açması bir yana, ölümcül neticeler de doğurabilir. Zaman içerisinde, pek çok operasyon tekniği tanımlanmıştır. Tüm bu tekniklerinin başarısı yeterli düzeyde adezyon gelişimine bağlıdır. Laparoskopik teknikler son yıllarda geliştirilmiş olup, iki aşamalı ve tek aşamalı olarak uygulanmakta ve kullanımı da gitgide yaygınlaşmaktadır. Sunulan çalışmada, özellikle saha koşulları için avantajlı olduğu düşünülen ayakta tek aşamalı laparoskopik abomazopeksi tekniği (I.grup) kullanımı ile abomazopeksi yapılmaksızın abomazum'un serozasının travmatize edilmesi ile adezyon oluşumu hedeflenen yeni bir teknik (II.grup) kıyaslanmıştır. Bu kapsamda 10 adet I. grup, 5 adet ise II. grup olmak üzere toplam 15 sığır çalışmaya dahil edilmiştir. Adezyon gelişimi ultrasonografik olarak değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar, II. grup olgular için kullanılan tekniğin başarısız olduğunu, ayakta tek aşamalı laparoskopik abomazopeksi tekniğinin ise abomazum'un repozisyonu için ekstra uğraş gerektirmemesi, postoperatif iyileşme sürecindeki avantajları ve kısa operasyon süresi yönünden avantajlı olduğunu göstermiştir. 120. güne kadar yapılan klinik ve ultrasonografik takipte adezyon formasyonunun stabil kaldığı izlenmiştir. Sonuç olarak, abomazum'un repozisyonu sonrasında yeterli düzeyde adezyon gelişebilmesi için sabitleyici bir aracıya ihtiyaç vardır. Abomazopeksi alanının ultrasonografik takibi adezyonun yapısının ve kalitesinin değerlendirilmesi için ideal bir tanı tekniğidirItem Süt sığırlarında bazı tırnak hastalıklarının iyileşme sürecinde kan serumu ve tırnak dokusu iz element düzeyleri ile yeni oluşan tırnak dokusunun histolojik kalitesi arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2008) Akın, İbrahim; Görgül, O. Sacit; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıSunulan çalışmada; sağlıklı hayvanların kan serumu, karaciğer dokusu ve tırnağın taban, ökçe ve beyaz çizgi bölgelerinde bulunan bazı iz element düzeyleri ve taban ülseri, ökçe erozyonu ve beyaz çizgi hastalıklarının tanı ve iyileşme süreçlerinde kan serumu ve tırnak dokusu iz element düzeyleri ile bu süreçte tırnak dokusundaki değişimlerin histopatolojik olarak ortaya konulması amaçlanmıştır.Hastalık gruplarını (taban ülseri, ökçe erozyonu ve beyaz çizgi hastalığı) oluşturan, toplam 18 baş Holstein ırkı sığırdan, tedavi öncesinde (0. gün) ve tedavi sürecinde (15, 30 ve 45. günler) kan ve lezyonlu bölgeden tırnak örnekleri, aynı zamanda kontrol grubunu oluşturmak amacı ile de mezbahada kesilen 6 baş sağlıklı Holstein ırkı sığırdan kesim öncesi kan, kesim sonrası tırnak ve karaciğer doku örnekleri alınmıştır.Sağlıklı sığırlarda serum çinko 28,1±3,3 µg/dl, bakır 36,6±4,8 µg/dl, demir 31,8±3,5 µg/dl, manganez 2,6±0,1 µg/dl olarak; karaciğer çinko 205±12 ppm, bakır 27±2 ppm, demir 541±274 ppm, manganez 2±1 ppm olarak belirlenmiştir.Hastalık grupları kan ve tırnak dokusu çinko, bakır, demir ve manganezin 0, 15, 30 ve 45. gün düzeyleri ile kontrol grubu düzeyleri arasında istatistiki olarak önemli değişimler saptanmıştır. Histopatolojik değerlendirmelerde tırnak dokusundan alınan örneklerde iyileşme sürecine paralel olarak selüleritenin arttığı, keratinizasyonun ise azaldığı belirlenmiştir.Sonuç olarak, sığırlarda ayak hastalıklarına ilgili olarak tırnak dokusu iz element düzeylerinde önemli değişimler meydana geldiği, bazı iz element düzeylerinin yüksek bulunmasının tırnağın sağlıklı olduğuna işaret etmediği, klinik olarak iyileştiğine karar verilen tırnakların henüz yeterli histolojik kaliteye ulaşmadığı kanısına varılmıştır.Item Tavşanlarda kırık iyileşmesinde helyum-neon (He-Ne) ve galyum-alüminyum-arsenit (Ga-Al-As) lazerin kallus formasyonu ve mineral yoğunluğu üzerine etkilerinin deneysel araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2005) İlman, Aysu Altıkardeşler; Yanık, Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Cerrahi Ana Bilim DalıBu çalışmada, Helyum Neon (He-Ne) ve Galyum Alüminyum Arsenit (Ga-Al-As) lazerin kırık iyileşmesini hızlandırıcı etkisinin, kırık uçlarının osteojenik tabakasının kaynaşması için gerekli periostal ve endostal kallus oluşumunu erken dönemde sağlayıp sağlamadığının araştırılması ve buna bağlı olarak internal veya eksternal fiksasyonda kullanılan gereçlerin uzaklaştırılması için beklenmesi gereken periyodun kısaltılması ve erken fonksiyon kazandırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini yaşları ortalama 8-9 aylık, 60 adet beyaz Yeni Zelanda tavşanı oluşturdu. Bu çalışma iki bölüm halinde gerçekleştirildi. Birinci bölümde tibia’da defekt, ikinci bölümde ise deneysel kırık oluşturuldu. Her iki bölümde de n=30’ar adet tavşan uygulama için kullanıldı. Tavşanlar her bölümde Kontrol, He-Ne ve Ga-Al-As Lazer grubu olarak n=10’arlı üç gruba ayrıldı. Operasyondan bir gün önce ve postoperatif 7., 14., 21. ve 28. günlerde tavşanların tibia’larının Antero-Plantar (A-P) ve Medio-Lateral (M-L) pozisyonlarda radyografileri alındı. Postoperatif radyografiler kırık ve defektli bölgelerdeki kallus formasyonu açısından değerlendirildi. Operasyondan bir gün önce ve postoperatif 7., 14., 21. günlerde kalsiyum (Ca), fosfor (P) ve alkalen fosfataz (ALP) ölçümleri için kan alındı. He-Ne lazer grubunda, operasyon bölgesine He-Ne lazer (632.8 nm) gün aşırı, 1000 Hz dozunda (9J) ve 15 dakika, Ga-Al-As lazer grubunda ise Ga-Al-As lazer (904 nm) günaşırı, 1000 Hz dozunda (13.5J) ve 15 dakika süre ile toplam 12 seans uygulandı. Postoperatif 14. günde operasyon bölgesinden histopatolojik inceleme için kemik doku örneği alındı. Tüm olguların 35. günde ötenazi yapılmasını takiben, operasyon bölgesinden histopatolojik inceleme ve kemik külünden Ca, P ve Ham kül ölçülmesi amacıyla iki ayrı doku örneği daha alındı. Kandan ölçümleri yapılan Ca, P ve ALP, kemik külünden ölçümleri yapılan Ca, P ve ham kül bulguları istatistiki olarak değerlendirildi. Tavşanlardaki Ca metabolizmasının farklı olması nedeniyle He-Ne ve Ga-Al-As lazerlerin kan Ca oranları üzerine anlamlı etkileri saptanamadı (p>0,05). Histopatolojik inceleme sonucunda He-Ne ve Ga-Al-As lazerin osteoblastik hücre gelişimini ve buna bağlı olarak da kemik rejenerasyonunu destekleyebileceği yönünde bulgular saptandı. Kemikte ham kül değerinin He-Ne lazer grubunda artmış olduğu saptandı (p<0,05). Bu artışın, lazerin diğer mineraller üzerindeki pozitif etkilerinden kaynaklanmış olabileceği düşünülmektedir. Radyolojik incelemede Ga-Al-As lazer uygulanan olgularda kallus yoğunluğu ve kırık iyileşmesinin daha iyi olduğu, ALP aktivitesi üzerine ise He-Ne lazerin özellikle erken dönemde daha etkili olduğu saptandı. Bu çalışmada implantların erken uzaklaştırılmasını ve hastaya erken hareket verilmesini destekleyici kallus formasyonunun ve mineral yoğunluğunun (Ca, P) özellikle tibianın kortikal kısmında yeterli olmadığı kanısındayız. He-Ne ve Ga-Al-As lazerlerin hasarlı kemik dokusu onarımını aktive ederek kemik rejenerasyonunu artırdığı görüşlerini destekleyebilecek bulgularımız olsa da, gerçekleri saptamak için, özellikle klinik olgular üzerinde birçok araştırma yapılmasının gerekli olduğu görüşündeyiz.Item Tavşanlarda uzun süreli derin sedasyon için propofolün farklı sürelerde uygulanmasının fiziki ve biyokimyasal değerler üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-30) Uçkan, Elyesa Melih; Topal, Ayşe; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-9587-9032Gerçekleştirdiğimiz çalışmada propofolün tavşanlarda farklı sürelerde infüzyon şeklinde derin sedasyon oluşturmak için kullanımının tavşanlara ait fizyolojik, biyokimyasal ve moleküler parametreler üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmada 24 adet Yeni Zelanda Tavşanı kullanıldı. Tavşanlar kontrol ve 6- 12-24 saat infüzyon grupları olmak üzere rastgele 4 gruba ayrıldı. Çalışmada kullanılan tüm tavşanlara infüzyon uygulaması başlatılmadan önce sedasyon ksilazin HCl, indüksiyon ise ketamin HCl uygulaması yapılarak sağlandı. Hayvanlara uygulanan ketamin anestezisinin 20. dakikasından itibaren propofol infüzyonu başlatıldı. Tüm gruplarda propofol ilk bir saat 40-50 mg/kg/sa dozunda uygulandı ve daha sonrasında infüzyon süresi uzadıkça kademeli olarak azaltıldı. Kontrol grubu indüksiyon sonrasında, diğer gruplarda infüzyon süreleri sona erdikten sonra ötenazi edildi ve doku örnekleri alındı. Kan örnekleri ise hem infüzyon işlemi başlatılmadan önce hem de infüzyon uygulaması sona erdirildikten sonra alındı. Tavşanlara uygulanan infüzyon süresince kalp atım sayısı, solunum sayısı, endtidal karbondioksit düzeyi, oksijen satürasyonu düzeyi ve vücut sıcaklıkları monitör aracılığıyla takip edildi. Oksijen satürasyonu dışındaki tüm parametrelerde infüzyon süresi uzadıkça değişiklikler olduğu saptandı. Biyokimyasal parametreler incelendiğinde sadece kreatin değerinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı saptandı. Moleküler parametreler incelendiğinde ise sadece katalaz düzeyinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı diğer parametrelerde hem doku türüne hem de infüzyon süresine göre değişiklikler olduğu saptandı. Tavşanlarda 6-12-24 saat süresince derin sedasyon amacıyla gerçekleştirilen propofol infüzyonu süresince hiçbir tavşanda bradikardi, aritmi, desaturasyon (<%90) gibi patolojilere rastlanmadı. Sadece 4 adet tavşanda oluşan apne kaynaklı olarak mekanik ventilasyon uygulamasına ihtiyaç duyuldu. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde propofolün uzun süreli infüzyon uygulamasının 24 saate kadar olan süreçte güvenli olarak tavşanlarda uygulanabileceği görüldü.