Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25
Browse
Browsing by Department "Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Item Anöstrus dönemindeki köpeklerde östrus ve ovulasyonunun uyarılması üzerine çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1997) Günay, Aytekin; Soylu, M. Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada anöstrus dönemindeki köpeklerde, dört farklı yöntem denenerek östrus ve ovulasyonun uyarılmasında en olumlu sonuç veren ve pratikte de kullanılabilecek bir yöntem belirlenmeye çalışıldı. Çalışmada aynı bakım ve besleme koşullarında bulundurulan 35 adet Alman Çoban Köpeği ve 10 adet sokak köpeği materyal olarak kullanıldı. Çalışma başlangıcında köpeklerin genel muayeneleri yapılarak, anöstrus döneminde olduğu belirlenen köpeklerde aşağıdaki yöntemler uygulandı: I.Grup: Gebe Kısrak Serum Gonadotropini (PMSG) ve İnsan Koriyonik Gonadotropini (HCG) Uygulamaları: Bu gruptaki köpeklere günlük 20 IU/kg dozda PMSG 5 gün süreyle, son uygulamadan sonra ise 500 IU HCG i.m. yolla uygulandı. II.Grup: Dietilstilbestrol (DES), HCG ve PMSG Uygulamaları: Köpeklere günlük 5 mg. DES içeren tabletler oral yolla uygulandı. Uygulamaya proöstrus kanaması başlayana kadar yada en fazla 7 gün süreyle devam edildi. Proöstrusun 5. günü 500 IU HCG, 9-1 1. günlerde ise 200 IU PMSG i.m. yolla uygulandı. III.Grup: Pulzatil GnRH Uygulamaları: Anöstrus dönemindeki köpeklere günlük 25 mcg gonadorelin içeren ilaç bileşimi sekiz saat süreyle pulzatil olarak deri altı yolla uygulandı. Uygulama süresi maksimum 14 gün olarak belirlendi.IV. Grup: Cabergolin Uygulamaları: Uygulama grubundaki köpeklere 6 mcg/kg dozda cabergolin oral yolla en fazla 14 gün süreyle uygulandı. Daha önce proöstrus başlayan köpeklerde ilaç uygulamasına son verildi. V.Grup: Kontrol Grubu Bu gruba seçilen 5 adet köpekte hiç bir uygulama yapılmadı. Köpeklerin kendiliğinden östrus göstermeleri beklendi. Tüm uygulama gruplarındaki köpeklerin gün aşırı vaginal sitolojik muayeneleri yapılarak, östrus gösteren köpekler erkek damızlık köpeklerle çiftleştirildiler. Sonuç olarak I. Yöntemde %100 östrus ve %40 gebelik. II. Yöntemde %70 östrus ve %30 gebelik, III. Yöntemde %10 östrus oranı elde edilirken gebelik elde edilemedi. IV. Yöntemde ise %90 östrus ve %80 gebelik elde edildi. Sonuçlar istatistiki açıdan değerlendirilerek literatür verileri ile karşılaştırıldı. Bu verilere dayanılarak anöstrus dönemindeki köpeklerde 4. yöntemde kullanılan Cabergolin uygulamalarının östrusu uyarma ve gebe kalma oranı diğer yöntemlerden daha başarılı bulundu.Item Bursa Bölgesindeki süt sığırı işletmelerinde mastitise karşı hipramastivac ile aşılamanın profilaktik etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2005) Keskin, Abdülkadir; İntaş, Kamil Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıÇalışmada polivalan bir mastitis aşısının (Hipramastivac®) saha şartlarında etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Daha önce aşı uygulanmamış dört farklı işletmedeki 218 adet sağmal süt sığırı iki gruba ayrılarak aşı (n: 111) ve kontrol grupları (n: 107) oluşturuldu. Çalışma başlangıcında ineklerin bireysel Somatik Hücre Sayıları (SHS), California Mastitis Test (CMT) bulguları ve klinik mastitis vakaları belirlendi. Aşılama sonrası hayvanlar altı ay boyunca takip edilerek yukardaki bulgular yönünden aylık periyotlarda muayene edildi. CMT(+3) ve klinik mastitisli meme loblarından bakteriyolojik incelemeler için süt numuneleri alındı. Çalışma sonunda aşı grubunun somatik hücre sayısı ve CMT’ne göre subklinik mastitis oranı kontrol grubuna göre bir miktar düşük olmakla birlikte, gruplar arasındaki farklılıklar istatistiki açıdan önemsiz bulundu (P>0,05). Aşı grubunda toplam klinik mastitis %26,1, kontrol grubunda %18,7 olarak saptandı. Ancak gruplar arasındaki fark önemsiz bulundu (P>0,05). CMT(+3) pozitif meme loplarından alınan süt numunelerinde aşı ve kontrol grubunda sırasıyla %11,5 ve %15,6 Staphylococcus aureus (S. aureus) belirlendi. Tek kültür ve miks enfeksiyonlar şeklinde memede saptanan toplam Streptecoccus uberis (S. uberis) enfeksiyonu aşı grubunda %6,0 kontrol grubunda %4,3 olarak saptandı. Toplam Koagulaz Negatif Stafilokok (KNS) enfeksiyonu kontrol grubunda %6,2 aşı grubunda %9 olarak tespit edildi. Ancak S. aureus, S. uberis ve KNS enfeksiyonu bakımından gruplar arasında fark belirlenemedi. Aşının diğer komponentlerinin ilgili diğer bakterilere karşı koruma sağlayıp sağlamadığı değerlendirilemedi. Sonuç olarak; aşı grubunda meydana gelen klinik mastitislerin yangı derecesinin daha az ve iyileşme sürecinin daha hızlı olduğu kanısı uyanmakla birlikte, kullanılan polivalan mastitis aşısının mastitise karşı istenen düzeyde etkili olmadığı kanısına varıldı.Item Güç ve normal doğum yapan düve ve ineklerden elde edilen buzağıların kan kalsiyum ve glukoz seviyelerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-21) Kulay, Taner; Salcı, E. Sinem Özdemir; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6254-4914Bu araştırmada güç ve normal doğum yapan düve ve ineklerden elde edilen yavrularının kan total ve iyonize kalsiyum ile glukoz seviyeleri birlikte karşılaştırıldı. Çalışmanın materyalini Almanya Giessen Justus Liebig Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum, Jinekoloji ve Androloji Kliniği'ne doğumun takibi ya da güç doğuma müdahale için getirilen gebe hayvanlara ait buzağıların verileri oluşturdu. Bu hayvanlar içerisinden seçilen 30 düve ve 30 inek olmak üzere toplam 60 adet anneden elde edilen 60 buzağıya ait veriler bu çalışmada kullanıldı. Değerlendirmeye alınan buzağılar normal ve güç doğumdan elde edilen yavrular olarak iki gruba, her grup da kendi içerisinde düve ve ineklerden elde edilen buzağılar olmak üzere iki alt gruba ayrıldı. Buzağılardan doğum anından (PP0) başlayarak postpartum (PP) 2, 4, 6, 8, 12, 16, 24, 36, 48 ve 72'nci saatlerde alınmış kan örneklerinden ölçülmüş glukoz, total ve iyonize kalsiyum düzeyleri grup içerisinde ve gruplar arasında değerlendirildi. Buzağıların glukoz seviyelerine ölçüm zamanının etkisi anlamlı olup, glukoz seviyesi örnekleme zamanı içerisinde linear, kuadratik ve kübik değişimler göstermiştir (p<0,001). PP2 ve PP48 arasında, buzağıların kan glukoz seviyesi bakımından istatistiksel açıdan önemli doğum sayısı x doğum şekli interaksiyonları gözlenmekte olup (p>0,05), bu dönemlerde, güç doğum yapan düvelere ait buzağılarda kan glukoz düzeyinin diğer gruplardaki buzağılardan göre daha düşük ortalama değere sahip olduğu görülmektedir. İyonize ve total kalsiyum değerlerinin PP0' da tüm gruplarda yüksek olduğu PP2'den itibaren referans değerler arasına yerleştiği ve gruplar arasında bir fark bulunmadığı belirlenmiştir (p>0,05). Buzağıların kan glukoz ve kalsiyum değerlerinin doğumdan kısa süre sonra bağımsız olduğu ancak hem glukoz hem de kalsiyum değerlerinin intrauterin yaşamda anneden etkilenerek regüle edildiği, PP0 değerlerine yansıması ile anlaşılmaktadır.Item İnek oositlerinin in-vitro olgunlaştırılmasında farklı vasatların etkileri(Uludağ Üniversitesi, 1998) Konuş, Ramazan; Ünal, E. Fatih; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışma inek oositlerinin in-vitro olgunlaştınimasında (maturasyonunda) farklı vasatlar içine değişik maddelerin katılmasının etkilerini ortaya koymak için yapılmıştır. Kullanılan vasatlar; Tissue Culture Medium - 199 (TCM-199), Ham's F-10 ve Minimum Essential Medium (MEM), katkı maddeleri ise; Estrus Cow Serum (ECS), Fetal Calph Serum (FCS) ve Hormon Kombinasyon (FSH, LH, Estradiol 17(3)' larıdır. Üç çalışma grubu oluşturuldu ve her grup dört alt gruba ayrıldı. Grup A : 1 TCM-199 + %20 ECS, 2.TCM-199 + %20 FCS, 3.TCM-199 + Hormonlar, 4.TCM-199 (Kontrol). Grup B : 1. Ham's F-10 + %20 ECS, 2Ham's F-10 + %20FCS, 3Ham's F-10 + Hormonlar, 4.Ham's F-10 (Kontrol). Grup C : l.MEM + %20 ECS, 2.MEM + %20 FCS, 3. MEM + Hormonlar, 4.MEM (Kontrol). İnek oositleri mezbahadan kesim sonrası toplanan inek ovaryumlanndan elde edilerek, IVM için kumulus ile sarılı olanlar seçildiler. Hazırlanan kültür vasatlarına konularak, %5 CO2 ve maximum nemli hava içeren etüvde, 39°C'de, 24 saat süreyle inkubasyona bırakıldılar. Yapılan bu çalışmada toplam 1116 COC (Cumulus Oosit Complex) kullanıldı. Kültür sonucunda, oositler mature olup olmadıklarının tespiti amacıyla, pastör pipetleriyle mekanik olarak kumulus hücrelerinden soyuldular, %1'lik aseto-orseinle boyamadan önce asetik alkolde fixe edildiler. Daha sonra boyanan oositler faz-kontrast mikroskopta muayene edildiler. Boyanan oositlerde maturasyon kriteri olarak 1. polar hücresi ve Mü'ye ulaşan yumurta hücresinin kromozoma! yapısının tespiti yapıldı.Her gruptaki maturasyon sayılan ve yüzde oranlan sırasıyla : Grup A ; 87/124 (%70.16), 65/91 (%71.48), 58/81 (%71.60), 13/85 (%15.30), Grup B ; 67/92 (%72.82), 60/93 (%64.51), 63/91 (%69.23), 21/52 (%40.38), Grup C ; 73/113 (%64.60), 72/95 (%75.78), 76/105 (%72.38), 42/94 (%44.68) olmuştur. Buaraşurma sonuçlarına göre, kültür vasatına katılan serumlar ve hormonlar kontrol gruplarına karşılık IVM yüzde oranlarım istatistiki açıdan önemli oranda artırmışlardır (P<0.001). Bulguların istatistiki analizleri Chi-square test yöntemine göre yapılmıştır.Item İneklerde pneumovagina ve ürovaginanın karşılaşılma sıklığı ve fertiliteye etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2009-10-02) Kumru, İsmail Hakkı; İntaş, Kamil Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalıİneklerde kongenital konformasyon bozukluğu, perineal atrofi, güç doğum sonrası rektovaginal yaralanmaları takip eden fistül ve üçüncü derece laserasyonlar sonucu şekillenen pneumovagina ve/veya ürovaginanın uterus hastalıklarına predispozisyon yaratması ciddi ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu çalışma ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesindeki sütçü ineklerde kongenital veya edinsel perineal yapısal bozukluklar ile pneumovagina ve ürovaginanın insidansı, fertiliteye etkisi, takiben medikal ve operatif tedavi yöntemleri sonrasında sağaltımdaki başarının karşılaştırması amaçlandı. 1537 inek ve düvede yapılan taramada, 193 süt sığırında pneumovagina belirtileri tespit edildi. Çalışma grupları medikal tedavi (Grup 1) (n=113), operatif tedavi (Grup 2) (n=20) ve kontol (Grup 3) (n=60) grubu olmak üzere üç grup oluşturuldu. Medikal tedavi grubu [(ceftiofur hidroklorid (Grup 1a) (n=50), oksitetrasiklin (Grup 1b) (n=63)], olmak üzere iki ayrı alt grupta incelendi. Muayene sonuçlarımıza göre; pneumovagina insidensi % 12,5, ürovaginanın insidensi % 3,1 olarak hesaplandı. Çalışma sonunda pneumovagina gruplarının her birinin gebelik oranları; medikal tedavi % 46,8, operasyon % 65 ve kontrol % 23,3 olarak saptandı. Ürovagina gruplarının gebelik oranları aynı gruplar için sırasıyla % 37,5, % 80,0 ve % 25,0 olarak bulundu. Bu sonuçlar operasyon ile tedavinin, medikal tedaviye kıyasla daha etkili olabileceğini gösterdi. Pneumovagina tedavisi sonrası gebe ve gebe kalmayan ineklerin nötrofil yüzdeleri arasındaki fark istatistikî açıdan anlamlı olarak tespit edildi (P<0,01). Pneumovagina belirtileri görülen ve görülmeyen ineklerin arcus ischiadicum üzerindeki vulva uzunluğu ortalamaları arasındaki farkın istatistiki açıdan önemli olduğu bulundu (P<0,01).Pneumovagina, ürovagina ve bunlara bağlı endometritislerin kısraklarda olduğu gibi sığırlarda da sık karşılaşılan bir problem olduğu görüldü. Pneumovagina veya ürovaginanın kolayca gözden kaçabildiği, bu nedenle de süt sığırı işletmelerinde fertilite açısından önemli problemlere yol açabileceği ve buna paralel seviyede ekonomik kayıplara yol açtığı kanısına varıldı.Item İneklerde sakin kızgınlık ve gözlenemeyen östrusların tanı ve tedavisine yönelik çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 2002-11-01) Kuzugüden, Fatih; Ünal, E. Fatih; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışma, Bursa ilinde bulunan üç adet damızlık sığır işletmesinde yapıldı. Çalışmada 40 adet Holstein ırkı doğumu takiben 50-60 gün geçmiş ancak hiç kızgınlık tespiti yapılmamış inek kullanıldı. Sunulan bu çalışmada suböstrus ve gözlenemeyen östrusun tedavisinde çift enjeksiyonlu PG F2 α, PRID-PMSG ve GnRH- PG F2α kombinasyonu yöntemlerinin östrusu uyarma üzerindeki etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlandı. İşletmelerde bulunan ineklere 10 gün arayla rektal ve ultrasonografîk muayene yapıldı. Her iki muayenede de kan alınarak serum progesteron konsantrasyonu ölçüldü. Bu muayenelerin birinde veya her ikisinde ovaryumlarında corpus luteum bulunan ve yüksek progesteron konsantrasyonuna sahip, herhangi bir metritis bulgusu tespit edilmemiş ineklere gözlenemeyen östrus ve suböstrus tanısı koyularak 3 tedavi ve 1 kontrol grubuna rast gele ve eşit olarak dağıtıldı. Tedavi ve kontrol gruplarında aşağıdaki uygulamalar yapıldı. I. Grup : Bu gruptaki ineklere 1 1 gün arayla 25 mg dinoprost kas içi enjekte edildi. II. Grup : Bu gruba ayrılan 10 ineğe 12 gün boyunca intravaginal PRID (progesterone releasing intravaginal device) uygulandı. Uygulamanın bittiği gün 600 1.U PMSG (pregnant mare serum gonadotrophine) kas içi enjekte edildi IIL Grup : Bu gruba ayrılan 10 ineğe 1. gün 100 ug gonadorelin 7. gün 35 mg dinoprost ve 9.gün 100 ug gonadorelin kas içi enjekte edildi IV. Grup : Bu gruba ayrılan 10 ineğe herhangi bir uygulama yapılmadı. östrus hormonal uygulama yapılan gruplarda,uygulamaların bitimini izleyen 3 günlük ve kontrol grubunda ise ikinci muayeneyi takip eden 2 haftalık bir zaman süresince gözlendi Östrus gözlem periyodu sonunda gruplarda ineklerin sırasıyla : % 80,% 60, %20 ve % 40 'mm kızgınlık gösterdiği belirlendi Hormonal uygulamaları takip eden ilk 3 gün içerisinde kızgınlık gösteren inek oranının I. ve II. gruplarda diğer gruplara göre istatistiki açıdan önem taşıyacak düzeyde yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak; suböstrus ve gözlenemeyen östrus teşhisi yapılmış laktasyondaki ineklerde 11 gün arayla PGF2α (prostaglandin F20) enjeksiyonu metodu ile PRID-PMSG kombinasyonu metodlarının östrusun dış belirtilerinin uyarılmasında daha etkili olarak kullanılabileceği tespit edildi Bulguların istatistiki analizi student's t testi yöntemine göre yapılmıştır.Item Kistik endometriyal hiperplazi köpeklerin endometriyum kanseri midir?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-04-24) Korlu, Yeşim; Özalp, Rabia Gözde; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5641-6214Kistik endometriyal hiperplazi (CEH), kısırlaştırılmamış dişi köpeklerin önemli bir uterus patolojisidir. CEH’e neden olan önemli değişiklikler çoğunlukla, östrus siklusu boyunca gözlenen, endometriyal östrojen/progesteron dengesizliği olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan, östrus siklusu boyunca steroid hormon konsantrasyon değişimleri, köpeklerde uterusun immun kontrolünü etkilemektedir. Bu sürecin kontrolü prostaglandinler tarafından gerçekleştirilmektedir. Çünkü geri dönüşsüz doku farklılaşmasının, iyileşmeyen yaralar gibi davrandığı kabul edilmektedir. İnsanlarda, malignite ve prostaglandin sentezi arasındaki ilişkiye dair detaylı bilgiler ışığında, köpek kistik endometriyal hiperplazide prostaglandin sentezini kodlayan genlerin olası transkripsiyon modeli araştırılmıştır. Endometriyal hiperplazi, kadınlarda endometriyal karsinomanın prekürsör lezyonu olarak kabul edilir. Kistik endometriyal hiperplazi yaygın olarak köpeklerde bir malignite olarak kabul edilmese de, bir köpek ve bir kedide kistik endometriyal hiperplazi-pyometra kompleksi ile adenokarsinom vakaları birlikte bildirilmiştir. Bir dişi köpekte kistik endometriyal hiperplazi, pyometra ve uterus neoplazisi tanısı hakkındaki bilgiler sayesinde, bu çalışmanın hipotezinin sonuçları köpek uterin hastlalıklar hakkında yeni bilgi sağlayabilir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, kistik endometriyal hiperplazideki yüksek prostaglandin enzim seviyeleri ve düşük östrojen reseptör (ER) skorları, endometriyumun şiddetli farklılaşmasından önce bir ön adım olabilir.Item Köpeklerde lokal ileri evre meme tümörlerinde neoadjuvant kemoterapide kullanılan iki farklı kemoterapi protokolünün etkinliğinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-20) Kuruoğlu, Fikriye Ecem; Nak, Deniz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6715-8529Köpek meme tümörleri dişi köpeklerde görülen en yaygın tümördür. Bu tümörlerde güncel tedavi seçeneği operasyondur. Bu çalışmada; lokal ileri evre meme tümörlü köpeklerde doksorubisin/siklofosfamid kombinasyonu ve paklitaksel'den oluşan iki farklı neoadjuvant kemoterapi protokolünün tedavide klinik etkinliği ve güvenilirliğinin gösterilmesi, neoadjuvant kemoterapi öncesi alınan biyopsi numunelerinde Ki67, HER-2, östrojen ve progesteron biyobelirteçlere dayanarak subtiplerinin belirlenip, bu subtiplerin neoadjuvant kemoterapiye klinik cevabı tahmin etmede prognostik değerinin belirlenmesi ve operasyon sonrası alınan meme dokularında da neaodjuvan kemoterapinin bu biyobelirteçler üzerinde yapmış olduğu değişikliklerin immunohistakimyasal olarak karşılaştırılmalı değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışmada 30 adet lokal ileri evre meme tümörlü köpek rastgele iki gruba ayrılarak gruplardan birine neoadjuvant doksorubisin/siklofosfamid kombinasyonu doksorubisin 25-30 mg/m2ve siklofosfamid 100 mg/m2 hesabıyla i.v yavaş enjeksiyon şeklinde 3 hafta ara ile 4 kür şeklinde kullanılırken diğer gruba paklitaksel kemoterapisi 60mg/m2 i.v yavaş enjeksiyon şeklinde haftada 1 kez 12 hafta süre ile uygulandı. Kemoterapiden önce ve kemoterapinin bitiminden 4 hafta sonra alınan tümör dokularında immunohistokimyasal olarak Ki67, HER-2, östrojen ve progesteron biyobelirteçlerinde meydana gelen değişiklikler araştırıldı. Çalışmadaki köpeklerde antrasiklin/siklofosfamid(A/C) kemoterapisi uygulananların 3/15(%20)'si tam cevap, 10/15 (%66,66) 'ı parsiyel cevap, 1/15(%6,66)'si stabil hastalık ve ilerleyen hastalık gösterdiği belirlendi. Paklitaksel kemoterapisi uygulanan köpeklerin de 1/15(%86,66) 'sı parsiyel cevap verirken,1/15(%6,66) 'si tam cevap ve ilerleyen hastalık gözlendiği tespit edildi. Her iki grupta da tedaviye cevap verenlerin oranı tedaviye cevap vermeyenlerin oranına göre istatistiki olarak anlamlı bulundu. Neoadjuvant kemoterapi öncesi alınan biyopsi numunelerinde Ki67, HER-2, östrojen ve progesteron biyobelirteçlerine dayanarak KMT'lerin subtipleri belirlendi. Luminal A tipi meme tümörünün fazlalığı istatistiki olarak anlamlı bulundu. Antrasiklin/Siklofosfamid grubunda triple-negatif subtipinin tam cevap verme yüzdesi diğerlerinden yüksek olarak tespit edildi. Tedavi öncesi ve sonrası biyobelirteçlerdeki değişiklikler istatistiki olarak anlamlı bulunmadı. Sonuç olarak, bu kemoterapi protokollerinin neoadjuvant kullanımının uygulanan doz ve aralıkta etkili, güvenilir ve güncel tedavi yaklaşımına alternatif bir tedavi seçeneği olduğu tespit edildi.Item Köpeklerde nano-ozon solüsyonunun in vitro nükleer oosit maturasyonu üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-01) Bari, Özge; Özalp, Rabia Gözde; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7017-5485Köpek oositlerinin in vitro maturasyon (IVM) oranları diğer türlere göre oldukça düşüktür. IVM’deki önemli problem, reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumu olup, bunun önlenmesinde en basit yaklaşım, medyumların antioksidan madde ile hazırlanmasıdır. Bu çalışmada, hem oksidan hem de antioksidan özelliğe sahip nano-ozon solüsyonu kullanıldı. Nano-ozon solüsyonunun köpek oositlerinde nükleer morfolojiye etkisi, kültür medyumunun oksidan/antioksidan durumu ve maturasyon ilişkili genlerin (Siklin bağımlı kinaz 1 (CDK1) ve Siklin B1)ekspresyon seviyeleri değerlendirildi. Ek olarak, antioksidan kapasitenin değerlendirilmesi için demir iyonu indirgeyici antioksidan güç (FRAP) testi kullanıldı. Kumulus-oosit kompleksi (COCs) 130 köpekten toplandı. COCs farklı konsantrasyonlarda nano-ozon solüsyonu eklenen maturasyon medyumunda inkübe edildi (0, 0,5, 1, 2, ve 5 µg/ml). Kültür medyumları toplanarak Malondialdehit (MDA), Glutatyon (GSH), Süperoksit-dismutaz (SOD) ve FRAP ölçümü için saklandı. Parteno genetik aktivite sonrasında, nükleer morfolojiler mikroskop altında germinal vezikül (GV), germinal vezikül parçalanması (GVBD), metafaz I (MI), metafaz II (MII), ve dejenere (DEG) oosit olarak değerlendirildi. Aktivasyon sonrası toplanan oositlerde, CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları Real-Time PCR ile değerlendirildi. Nükleer morfoloji oranları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). Mayotik süreci tamamlayan oosit oranı (MI+MII) en yüksek Grup B ve C’de bulunurken, MII aşamasına ulaşan en yüksek oosit sayısı Grup C’de gözlendi. MDA ve SOD konsantrasyonları arasında fark bulunamadı (p>0,05) ancak GSH ve FRAP düzeyleri istatistiksel olarak farklı bulundu (p<0,05). Bunun ötesinde CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). En yüksek oran Grup B ve C’de belirlendi. Sonuçlarımız nano-ozon’un IVM’de oksidatif stres parametrelerini hafifleterek MII aşamasına gelişimi indüklemiş ve maturasyon-ilişkili genekspresyonunu artırmıştır. En uygun doz olarak 0,5 µg/ml, 1 µg/ml nano-ozon katkısının IVM’de kullanılması önerilebilir.Item Köpeklerde ovaryumların ve üzerindeki fonksiyonel yapıların ultrasonografi ile belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Yılmazbaş, Gülnaz; İntaş, Kamil Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada seksüel siklusun farklı dönemlerindeki köpeklerde, ovaryumların ve üzerindeki fonksiyonel yapıların ultrasonografi ile belirlenmesi amaçlandı.Çeşitli ırklardan, 9.5-38 kg canlı ağırlığında, 50 adet dişi köpek kullanıldı. Ovaryumlar 7.5 MHz'lik lineer array prop ile in-vivo ultrasonografik olarak muayene edilerek, ovaryumun lokalizasyonu ve büyüklüğü, üzerindeki fonksiyonel yapılar, kranio-kaudal uzunluğu ve latero-medial genişliği kaydedildi, siklus dönemleri belirlendi. Elde edilen değerler in-vitro ovaryum verileri ile karşılaştırılarak değerlendirildi. Köpeklerin (n=50) % 74'ünün anöstrusta, % 4'ünün östrusta (post ovulatör evre), % 22'sinin diöstrusta olduğu belirlenirken, pröstrusta ve östrusun pre ovulatör evresinde olan köpeğe rastlanmadı. Ultrasonografik olarak sol ve sağ ovaryumlar sırasıyla % 100 ve 98 oranlarında, böbreğin kaudalinde, hipoekoik yapıda görüntülenirken her iki ovaryumun ultrasonografik muayenesi 9 sn-15 dakika arasında gerçekleştirildi. İn-vivo ve in-vitro ultrasonografik muayenelerde ovaryumların kranio-kaudal ortalama uzunlukları sırasıyla sağda 12.30 ±0.59 ile 12.99 ±0.57 mm ve solda 12.4±0.59 ile12.9 ±0.65 mm tespit edildi. İn-vivo ve in-vitro ultrasonografik muayenelerde ovaryumların latero-medial ortalama genişlikleri sırasıyla sağda 6.5 ±0.43 ile 6.4 ±0.33 mm ve solda 6.5 ± 0.43 ile 6.6 ± 0.37 mm tespit edildi. Ovaryumların ultrasonografik muayenesi için bugüne kadar bildirilenlere ilave olarak corpus luteumun gelişim evresi ve yaşına göre karakteristik ultrasonografik görüntüler verdiği ortaya konmuştur.Köpeklerde ovaryumların, östrus ve diöstrus dönemlerinde boyutlarının ve üzerlerindeki fonksiyonel yapıların daha kolay görüntülenebildiği, siklus dönemlerinin ultrasonografik muayene ile belirlenebileceği, anöstrus dönemindeki köpeklerde güç olsa da gerçek ölçülerine uygun şekilde görüntülenebileceği kanısına varılmıştır. Bu sebeple köpeklerde ovaryumun ultrasonografik muayenesinin veteriner hekimliği rutininde önemli bir yardımcı muayene yöntemi olarak yüksek doğruluk payıyla kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.Item Koyunlarda farklı doğum indüksiyon yöntemlerinin hormonal ve immünolojik yönden karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-11) Salcı, Emsal Sinem Özdemir; İntaş, Kamil Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı koyunlarda farklı doğum indüksiyon yöntemlerini serum prolaktin, oksitosin ile kolostrum ve kuzularda serum IgG düzeyleri yönünden hormonal ve immünolojik olarak karşılaştırmaktır. Çalışma materyalini Kıvırcık ırkı, 3. gebelik döneminde sağlıklı, toplam 24 adet koyun (n=24) ve bu koyunlardan doğmuş sağlıklı 24 adet kuzu (n=24) oluşturdu. Koyunlar her grupta rastgele 6 koyun ve 6 kuzu olacak şekilde 4 gruba ayrıldı [grup I (GRI), grup II (GRII), grup III (GRIII), grup IV (GRIV)]. 138. gebelik gününde yapılan klinik, hematolojik ve ultrasonografik muayeneler sonrası, GRI'e 1ml, im. %0,9 NaCl; GRII'ye 16 mg, im. deksametazon; GRIII'e 5mg/kg, sc. aglepriston ve GRIV'e 2,5 mg/kg, sc. aglepriston + 8 mg, im. deksametazon kombinasyonu uygulandı. Bu uygulamaların takibinde ve doğumdan sonraki 2. güne kadar 12 saat aralıklarla prolaktin, oksitosin analizi için koyunlardan kan numuneleri, doğum sonrası ve takip eden 2 gün boyunca 12 saat aralıklarla IgG düzeyi tespiti için kolostrum numunesi alındı. Doğum sonrası kolostrum alımı öncesi ve sonraki 12, 24, 36 ve 48. saatlerde kuzulardan serum IgG düzeyi tespiti için kan numuneleri alındı. Alınan numunelerin serum prolaktin, oksitosin, kolostrum ve kuzu serum IgG düzeyleri ELISA ile analiz edildi. Elde edilen veriler gruplar arası ve grup içi olarak sırasıyla Kruskal Wallis ve Mann Whitney U, Friedman ve Wilcoxon testleri ile değerlendirildi. Kolostrum ve kuzu serum IgG düzeylerinin korelasyonu Spearman Korelasyon testi ile yapıldı. Doğum indüksiyon günü (138. gün) baz alınarak yapılan karşılaştırmalarda prolaktin düzeyleri yönüyle doğum sonrası 24. saatte GRIII ve GRIV arasında anlamlı bir fark belirlenmiş olup (p≤0,05), doğumun olduğu an baz alınarak yapılan karşılaştırmada da gruplar arası fark belirlenmemiştir (p>0,05). Benzer şekilde yine kontrol ve deney grupları arasında oksitosin hormon seviyesi yönüyle da anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Kolostrum IgG seviyeleri yönünden ise sadece doğum sonrası 48. saatte GRII ve GRIII arasında farklılık saptanmıştır (p≤0,05). Kuzu serum IgG seviyeleri bakımından gruplardaki kuzular karşılaştırıldığında da sadece doğum sonrası 24. saatte GRIII'te bir farklılık gözlenmiştir (p≤0,05). Prolaktin ve oksitosin hormonu ile kolostrum ve kuzu serum IgG seviyelerinde istatistiksel olarak gruplar arası ve grup içi bariz bir fark görülmemesi, deney gruplarında uygulanılan doğum indüksiyonun yöntemlerinin hormonal ve immünolojik yönden güvenilir olduğunu göstermiştir.Item Laktasyondaki ineklerde nonrezidüel H2O2'nin intrasisternal uygulamasının subklinik mastitiste sağaltıcı etkinliği(Uludağ Üniversitesi, 2010) Çalışkan, Çağlar; İntaş, Kamil Seyrek; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıSubklinik mastitisli ineklerde meme içi hidrojen peroksit sağaltımının etkinliği değerlendirildi. Hidrojen peroksit solüsyonu, bir meme sondası ve plastik bir infüzyon hortumuyla meme içine infüzyon şeklinde uygulandı. Subklinik mastitisli 34 Holştayn ineğe ait 88 meme lobu iki gruba ayrıldı: 50 meme lobu hidrojen peroksit ile, 38 meme lobu ise izotonik sodyum klorür ile sağaltıldı. Gruplar arasında; California Mastitis Test skorları, mastitis etkeni patojenler, sütün elektriksel iletkenliği, sütün pH'si, sütteki somatik hücre sayısı ve sütün strip cup testi bulguları karşılaştırıldı. Hidrojen peroksit ile sağaltılan enfekte meme loplarından % 67'si (20/30) mikrobiyolojik olarak iyileşti. Bunlardan; koagülaz negatif stafilokoklar ile enfekte 12 olgudan 11'i ve Corynebacterium spp ile enfekte sekiz olgunun tamamı iyileşti. Tedavi sonrası 21. günde hidrojen peroksit sağaltımıyla % 74 olarak saptanan somatik iyileşme, istatistiki olarak anlamlı bulundu (p < 0,001).Güvenli, ekonomik, sütte ilaç rezidüsü şekillendirmeyen bu yeni sağaltım yöntemi, özellikle koagülaz negatif stafilokoklar ve Corynebacterium spp üzerine etkili bulundu.Item Post-partum anostrusta teşhis ve tedavi metodları(Uludağ Üniversitesi, 1994) Nak, Yavuz; Ünal, Fatih; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışma, 1992 - 1994 yıları arasında Bursa yöresinde, doğumdan 60 gün veya daha uzun bir süre geçmesine rağmen kızgınlık göstermemiş olan ineklerde, 6 farklı hormonal uygulamanın fertil bir kızgınlığı uyarmadaki etkinliğini araştırmak amacıyla yapıldı. Çalışma materyali olarak 140 sütçü inek kullanıldı, ineklere 11 gün arayla iki kez rektal muayene uygulandı. İnekler elde edilen ovaryum bulgularına göre " aktif " ve " inaktif " ovaryumlara sahip inekler olmak üzere ikiye ayrıldı. ineklerden,, her birinde eşit sayıda hayvan olmak üzere 7 grup oluşturuldu ve aşağıdaki uygulamalar yapıldı. Grup 1 : Bu gruptaki ineklere, 15 mg. luprastiol ( bir PGF2 alfa analoğu) kas içi yolla uygulandı. Grup 2 : ikinci gruptaki ineklere, 15 mg. luprastiol 1 1 gün arayla iki kez, kas içi yolla uygulandı. Grup 3 ( SMB tedavisi ) : Bu gruptaki her bir ineğin kulaklarının arka yüzeyinin derisi altına, her biri 3 mg.norgestomet ( sentetik bir progestagen ) içeren kulak implantları yerleştirildi, implantlar yerleştirildiği anda,3 mg. norgestomet ve 6 mg. östradiol valerate içeren solüsyon kas içi yolla uygulandı. İmplantlar 9 gün sonra uzaklaştırıldı. Grup 4 : SMB tedavisi + implantlar uzaklaştırıldığı anda 15 mg. luprastiol kas içi yolla uygulandı. Grup 5 : SMB tedavisi + implantlar uzalaştırıldığı anda 600 IU PMSG kas içi yolla uygulandı. Grup 6 : SMB tedavisi + implantlar uzaklaştırılmadan 2 gün önce 15 mg. luprastiol ve implantlar uzaklaştırıldığı anda 600 İL) PMSG kas içi yolla uygulandı. Grup 7 : Bu gruptaki ineklere hormonal uygulama yapılmadı ve bu grup kontrol olarak değerlendirildi.Kızgınlıklar hormonal uygulama yapılan gruplarda, uygulamaların bitimini izleyen 5 günlük ve kontrol grubunda ise uygulamaların bitimini izleyen 21 günlük bir zaman süresince belirlendi. Kızgınlık gösteren ineklere sun'i tohumlama uygulandı. Hormonal uygulamalardan önceki rektal palpasyon bulguları dikkate alındığında, 11 ineğin (%7,85) asiklik ve 129 ineğin (%92) siklik ovaryum yapılarına sahip olduğu belirlendi. Hormonal uygulamaları takip eden 5 günlük süreç içerisinde ;1, 2,3, 4, 5, 6. gruplarda ve kontrol grubundaki ineklerin sırasıyla ; %10, %15, %16, %17, %18, %16, %1'inin kızgınlık gösterdiği belirlendi. Hormonal uygulamaları izleyen ilk 5 gün içerisinde kızgınlık gösteren inek oranının, 1. ve 7. gruplarda diğer gruplara göre, istatistiki açıdan önemli düzeyde az olduğu gözlendi. Buna karşılık 1. grupta kontrol grubuna göre. daha fazla ineğin kızgınlık gösterdiği tespit edildi(P < 0.01). Gebe kalma oranı ; 1,2,3,4,5, 6. gruplarda ve kontrol grubunda sırasıyla, %40, %40, %37,5, %47,05, %55,55, %87,5, %83,3 olarak belirlendi. Gebelik oranları ise, %20, %30, %30, %40, %50, %70 ve %25 olarak tespit edildi. Gebe kalma ve gebelik oranlarının 6. grupta diğer gruplara göre daha yüksek olduğu gözlendi(P < 0.05). Sonuç olarak SMB tedavisi prostoglandin F2 alfa uygulaması ve gonadotropik stimulasyon ile kombine edildiğinde, iyi bir sinkronizasyon ve daha yüksek seviyede bir fertilite elde edildi.Item Postpartum nonsiklik sütçü ineklerde progesteron-östradiol, progesteron-GnRH-prostaglandin F2α veya-östradiol ile tedaviden sonra folliküler değişiklikler ve reprodüktif performans(Uludağ Üniversitesi, 2005-10-04) Tek, Hasan Basri; Nak, Yavuz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıÇalışmanın amacı; postpartum nonsiklik ineklerde progesteron, GnRH, PGF2CE ve östradiol benzoat gibi hormonları içeren farklı tedavi yönternlerinin folliküler gelişim ve progesteron konsantrasyonları üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Bu araştırmada doğum sonrası en az 44. günden itibaren hiç östrus göstermemiş 102 inek ultrasonografî ile ovaryumlan yönünden incelendi. Nonsiklik olarak çalışmaya dahil edilen inekler (n=20); 1. Grup (n=7), 2. Grup (n= 6) ve 3. Grup (n=7) arasında rast gele olacak şekilde dağıtıldı. Birinci grupta yer alan ineklere 12 gün süre ile vagina içi progesteron salan ve östradiol benzoat kapsülü içeren PRID (kapsüllü) yerleştirildi. İkinci grupta bulunan hayvanlara 0. günde 10 mcg GnRH ve PRID (kapsülsttz) ve PRID' lerin uzaklaştırıldıkları 7. günde 25 mg PGF2a tedavileri uygulandı. Üçüncü gruptaki hayvanlara ise 2. Gruptan farklı olarak kapsülsüz PRID' lerin uzaklaştırılmalarını takiben 10. saatte östradiol benzoat uygulandı. Sıfırıncı günde GnRH uygulamalarına cevap olarak 2. Grupta yer alan ineklerde (6/6) ortalama 2,5±0,2. günlerde 12,0±0,7 mm çaplı folliküllerde ve 3. Gruptaki ineklerde (5/7) ise, 2,2±0,2. günlerde 1 1,0±0,9 çaplı folliküllerde ovulasyonlar tespit edildi. PRID' lerin vaginadan uzaklaştırılmalarını takiben 1. Grupta bulunan ineklerde (7/7) persistent follikül oluşumu gözlenirken, 2. Grupta yer alan ineklerde (4/6) 4,8±0,6. günde ve 3. Gruptaki ineklerde (6/7) ise 3,5±0,3. günde ovulasyonlar tespit edildi. Sonuç olarak; nonsiklik ineklerde 12 gün süreli kapsüllü PRID tedavisi, siklik aktivitenin başlatılmasında başarısız kaldı ve persistent follikül oluşumuna neden oldu. Buna karşılık, 2 ve 3. Gruplarda uygulanan tedavilere cevap olarak siklik aktivitelerin başlatılmasında benzer başarılı sonuçlar alındı. Bununla beraber, östradiol benzoat tedavisi nedeniyle 3. Gruptaki ineklerde 2. Gruptakilerden daha erken ovulasyonlar meydana geldi (P<0,05).Item Repeat breeder (döl tutmayan) ineklerde plateletten zengin plazma (PRP) uygulamasının fertilite üzerine etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-12) Ortaç, Cihan Tolga; Gümen, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-8948-3835Bu çalışmada; platelet zengin plazma (PRP) kullanılarak repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması hedeflendi. Bu amaçla çalışmaya, 3 ve üzeri tohumlandığı halde gebe kalmayan ve laktasyon sayısı 1-7 arasında değişen (primipar, n= 110; multipar, n= 250), toplam 360 adet Holştayn ırkı inek dahil edildi. İşletmenin reprodüktif yönetimine göre ineklere resenkronizasyon amaçlı zaman ayarlı suni tohumlama protokolü (Resynch-Ovsynch) uygulandı ve tohumlama anında inekler rastgele iki gruba (PRP ve Kontrol) ayrıldı. PRP grubundaki ineklere (n= 180), suni tohumlamadan 24 saat sonra otolog olarak hazırlanan PRP (15 ml) intrauterin yolla tek doz uygulandı. Kontrol grubundaki (n=180) ineklere suni tohumlama sonrası herhangi bir uygulama yapılmadı. Farklı nedenlere bağlı olarak gebelik muayenesi öncesinde PRP grubunda 27, Kontrol grubunda 30 inek çalışma dışı bırakıldı. Transrektalu ltrasonografi ile tohumlama sonrası 30. ve 60. günlerde gebelik muayenesi gerçekleştirildi. Gruplar arasında, sağılan gün, laktasyon ve tohumlama sayısı açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Gebelik oranları 30. günde; PRP grubunda%36,6 (56/153), Kontrol grubunda %34,7 (52/150) olarak saptandı. Gebelik oranları60. günde; PRP grubunda %33,3 (51/153), Kontrol grubunda %31,3 (47/150) olarak belirlendi. Embriyonik ölüm oranları, PRP grunda %8,9 (5/56), Kontrol grubunda%9,6 (5/52) olarak tespit edildi. Gruplar arasında 30. ve 60. gün gebelik oranları ile embriyonik ölüm oranları açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Çalışma sonucunda tohumlama sonrası tek doz intrauterin otolog PRP uygulamasının repeat breeder ineklerde döl verimi üzerine herhangi bir etkisi saptanamadı. Bununla birlikte, repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması amacıyla intrauterin PRP kullanımında standardizasyonun sağlanması için uygulama zamanı, sıklığı ve miktarını değerlendirebilecek daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğu sonucuna varıldı.Item RIA yöntemiyle kanda ovPAG ölçümüne dayalı koyunlarda erken gebelik teşhisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-11-11) Yavuz, Ahmet; Özalp, Gözde; Barbato, Olimpia; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıKoyunlar ülkemizin coğrafi konumundan dolayı mevsime bağlı poliöstrik hayvanlardır. Koyunlarda, çiftleşme sezonu içinde gebe kalmadıkları sürece 17-20 günde bir ovulasyon şekillenir. İdeal bir sürü yönetiminde, çiftleştirilmiş ya da tohumlanmış koyunların gebelikleri 17 gün içinde tespit edilerek, gebe kalmamış olanların bir sonraki östrus siklusunda gebe bırakılması önemlidir. Bu yüzden gebelik teşhisinin çiftleşmeden sonraki 17 gün içinde yapılması üretim planlaması açısından büyük önem arz etmektedir. Bu sebeple, koyunlarda, kanda gebelikle ilişkili glikoprotein (Pregnancy Associated Glycoprotein, PAG) konsantrasyonlarının radyoimmunoassay (RIA) yöntemiyle ölçülerek gebelik teşhisinin mümkün olan en kısa sürede yapılması amaçlanmıştır. Bu tezde PAG konsantrasyonları, serum örneklerinden RIA yöntemi ile doku örneklerinden real-time PCR yöntemi ile ölçüldü. Materyal olarak Türkiye' de Bursa ili Nilüfer ilçesine bağlı Görükle mahallesinde bulunan bir (40⁰ 23' N, 28⁰ 85' E) özel koyun çiftliğinden, T.C. Gıda Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı Bursa İl Tarım ve Orman Müdürlüğü kayıtları esas alınarak 2-4 yaş aralığındaki multipar özellikte olan ve en son 4 ay önce doğum yapmış koyunlar kullanıldı. Kan örnekleri için 20 koyun (Gebe:10, Gebe olmayan:10, n=20), doku örnekleri içinde 12 adet koyun (n=12) kullanıldı. Örneklerin toplanması için gerekli olan koyunların östrus senkronizasyonuna 2017 yılı mayıs ayında başlandı. Koyunlarda erken dönemde gebelik teşhisi için 6 farklı RIA yöntemi test edildi. Bu amaçla koyunlar çiftleştirildikten sonra 0., 10., 15., 16., 17., 18., 19. ve 20. günlerde kan örnekleri alınarak kan serumunda ovPAG konsantrasyonu RIA-497, RIA-706, RIA-780, RIA-860, RIA-srPool ve RIA-wbPool yöntemleriyle ölçüldü. Koyunlarda gebelik teşhisi için RIA-860 ve RIA-wbPool yöntemleri ilk defa bu tez çalışmasında test edildi. Ayrıca uterus dokusunda ovPAG ekspresyonunu ortaya koymak için real-time PCR ölçümü yapıldı. Doku örnekleri çiftleştirmeyi takiben 0., 14., 20. ve 30. günlerde toplandı. Ortalama PAG konsantrasyonları, RIA-780'de 17. günden, RIA-706'da 18 günden, RIA-srPool ve RIA-wbPool'da 19. günden itibaren arttığı görüldü (P <0.001). Real-time PCR'da ölçülen PAG1 ekspresyonunun, upregüle veya downregüle olmadığı tespit edildi. Periferal kan serumu örneklerinde 17. günden itibaren ovPAG konsantrasyonunun ölçülebiliyor olması, RIA yönteminin hem güvenilir hem de erken dönemde gebelik teşhisi yapabildiğini göstermiştir.Item Sağmal sütçü ineklerde cinsiyeti belirlenmiş spermanın kullanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-28) Serim, Enes; Mecitoğlu, Gülnaz Yılmazbaş; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2727-387XBu çalışmada senkronizasyon protokolü uygulanan sağmal ineklerde cinsiyeti belirlenmiş sperma ile farklı zamanlarda tohumlamanın gebelik oranları üzerine etkisini belirlemek amaçlandı. Bu amaçla doğum sonrası 43-49. günler arasında ilk tohumlama için pre-senkronizasyon protokolüne (G7G;PGF2α-2g-GnRH-7g-GnRH-7g-PGF2α-56s-GnRH) alınan ikinci laktasyon Holstein ırkı inekler (n=611), tohumlamadan önce rastgele 4 gruba ayrıldı. Protokolün son GnRH uygulamasından sonra kontrol grubundaki inekler (KON, n=154) 12,0-16,0. saatler arasında konvansiyonel sperma ile; CBS grubundaki inekler (n=152) 12,0-16,0. saatler arasında; CBS4 grubundaki inekler (n=153), tohumlama zamanı 4 saat ertelenerek, 16,1-20,0 saatler arasında; CBS8 grubundaki inekler ise (n=152) tohumlama zamanı 8 saat ertelenerek 20,1-24,0. saatler arasında cinsiyeti belirlenmiş dişi sperma (CBS) ile tohumlandı. Tüm tohumlamalarda aynı boğaya ait sperma kullanıldı. Tüm ineklerde, protokole alınan ovaryan yanıtın değerlendirilmesi amacıyla kritik kabul edilen noktalarda ve gebelik tespiti için tohumlama sonrası 36±3. ve73±3. günlerde ultrasonografik muayeneler gerçekleştirildi. Gruplar arasında VKS, süt verimleri, protokol başındaki siklik durum, protokole yanıt oranları ve tohumlama günü folikül çapları yönünden fark saptanmadı. Gebelik oranları, konvansiyonel sperma ile KON'da %50,0 (77/154), cinsiyeti belirlenmiş dişi sperma ile CBS'de %42,8 (65/152), CBS4'te %48,4 (74/153) ve CBS8'de %43,4 (66/152) olarak tespit edildi. Embriyonik kayıp oranları KON'da %5,2, CBS'de %9,2, CBS4'te %4,1 ve CBS8'de %13,6 olarak tespit edildi. Sonuç olarak, sağmal ineklerde zaman ayarlı tohumlama protokolleriyle birlikte cinsiyeti belirlenmiş sperma kullanımı söz konusu olduğunda, tohumlama zamanının 4 saat ertelenerek, son GnRH uygulamasından sonra 16-20. saatlerde uygulanması ile sayısal olarak daha iyi gebelik oranları elde edilmiş ve neredeyse konvansiyonel sperma ile benzer elde edilen gebelik oranlarına ulaşılmıştır.Item Siyah alaca sütçü düvelerde vitamin D3 uygulamalarının kan serumu anti-müllerin hormon seviyesi üzerine etkilerinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-05-11) Koca, Davut; Nak, Yavuz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7962-6959AMH düzeyini etkileyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Vitamin D, AMH düzeyini etkileyen faktörlerden sadece biridir. Başta insanlar olmak üzere yapılan çok sayıda in vivo ve in vitro çalışmada, Vitamin D’nin AMH düzeyini doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği bildirilmektedir. Ancak düvelerde Vitamin D’nin serum AMH düzeyleri üzerine etkilerinin incelendiği bir araştırma bulunmamaktadır. Bu çalışmada tohumlanmamış 11-13 aylık sütçü düvelerde oral ve kas içi Vitamin D3 uygulamalarının AMH ve 25(OH)D düzeyleri üzerine etkileri araştırılmıştır. Çalışmada kullanılan hayvan materyali, oral (Grup1, n=20), kas içi (Grup2, n=20) ve kontrol grubu (Grup3, n=20) olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır. Oral gruba ve kas içi gruba tek seferde 5 milyon IU Vitamin D3 uygulaması yapılmış, kontrol grubuna ise Vitamin D3 uygulaması yapılmamıştır. Kan örnekleri uygulama öncesi (0. gün) ve uygulamayı izleyen 7, 14 ve 28. günlerde toplanmıştır. AMH konsantrasyonları kan serumunda elektrokemilüminesans yöntemiyle, 25(OH)D konsantrasyonları ise kemilüminesan immunolojik test yöntemiyle belirlenmiştir. Çalışma sonucunda oral ve kas içi vitamin D3 uygulamasının 25(OH)D konsantrasyonunu 7, 14 ve 28. günlerde uygulama öncesine göre önemli düzeyde artırdığı belirlenmiştir (p<0.05). Oral Vitamin D3 uygulaması sonrası 25(OH)D düzeyinin 7. günde pik seviyeye ulaştığı, 14 ve 28. günlerde ise azaldığı tespit edilmiştir (p<0.05). Kas içi uygulamada ise 25(OH)D düzeyinin, uygulama öncesine göre sürekli artış gösterdiği ve 28. günde pik düzeye ulaştığı belirlenmiştir (p<0.05). Oral ve kontrol grubunda uygulama öncesine göre 7, 14 ve 28. günlerdeki AMH düzeyi değişimlerinin istatistiki açıdan önemsiz olduğu tespit edilmiştir (p>0.05). Kas içi grupta ise AMH düzeyinin 7. ve 28. günlerde uygulama öncesine göre istatistiki açıdan daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Kontrol grubunda 0. güne kıyasla AMH düzeylerinde azalma gözlemlenmiştir. Elde edilen bulgulara dayanarak, Vitamin D3’ün veriliş yolunun 25(OH)D düzeyini etkilediği, oral grupta 7. günde pik düzeye ulaşırken, kas içi grupta sürekli bir artış sağladığı belirlenmiştir. Vitamin D3 uygulanan gruplarda AMH konsantrasyonunda artışlar gözlenmiş ve kontrol grubunda gözlenen AMH konsantrasyonlardaki dalgalanmalardan farklı olarak düzenli bir seyir izlediği tespit edilmiştir.Item Subklinik mastitislerin teşhis yöntemleri üzerine çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1994) Nak, Deniz; Ünal, Fatih; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışma, California Mastitis Test (CMT), Direkt Mikroskopik Somatik Hücre Sayımı(DMSHS), Ayırıcı hücre sayımı bulgularına dayanarak normal ve subklinik mastitisli olarak ayrılan süt örneklerinde çeşitli biyokimyasal testleri karşılaştırmalı olarak incelemek ve bu testlerin ineklerde subklinik mastitislerin teşhisinde kullanılabilirliğini saptamak için yapıldı. Bu çalışmada, Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Uygulama ve Araştırma Çiftliğinde ve Bursa bölgesindeki ticari sütçü işletmelerde bulunan 3-7 yaşlı, Holstein, Montofon ırklarına ait 100 adet inek araştırma materyali olarak kullanıldı. Bütün ineklere, ilk önce CMT uygulandı. CMT sonuçlarına göre (-) reaksiyon gösteren 30 meme lobu sağlıklı, (?, +,++, +++) reaksiyon gösteren 70 meme lobu subklinik mastitisli olarak ayrıldı. Somatik hücre sayıları (SHS), subklinik mastitisli süt örneklerinde 1.087.571 ±58.489 hüc/ml iken, normal süt örneklerinde 134.666±1 5.798 hüc/ml olarak bulunduCPOjOOI). Ayırıcı hücre sayımı bulguları; toplam SHS'nın, normal süt örneklerinde %83,41'ini epitel hücrelerin, % 16,58'ini lökositlerin, subklinik mastitisli süt örneklerinde İse % 31,44'ünü epitel hücrelerin, % 68,55'ini lökositlerin oluşturduğunu gösterdi. PMN lökositlerin, toplam lökosit sayılarının normal süt örneklerinde % 20,89'unu, subklinik mastitisli süt örneklerinde ise %81,20'sini oluşturduğu saptandı. Sağlıklı ve subklinik mastitisli ineklerden toplanan süt serumlarının mineral madde analiz sonuçları sırasıyla şöyledir; Na, % 43,37±2|92 mg - %58;51±3,68 mg (P<0,005); K, % 97,53±4/44 mg - % 80,37±4,56 mg (P<0;02); Cl, %72,95±3,26 mg - % 108,27±4,50 mg (P<0,001); Pi, %2,34±0/1 *ng - % 2,29±0,04 mg (P>0,90);. Mg, % 2,63±0,07 mg - %2,51±0,04 mg (P>0,20); Ca, % 40,36±2,29 mg - % 49;05±1,85 mg (P<0,05). Sağlıklı ve subklinik mastitisli ineklerden toplanan süt serumlarının enzim analiz sonuçları sırasıyla şöyledir; LDH, 39;83±10;98 U/L -..:" « '. 410,47±59;26 Ü/L (P<0,001); AST, 2;5±0,71 U/L - 22;74±4;92 U/L (P<0,02); ALT, 4,5±0,99 U/L - 12,23±1,88 U/L (P<0,05); Amilaz, 5;46±1,53 U/L - 6,6711,86 U/L (P>0;50); GGT, 1 326;38±1 60,37 U/L - 1710,77±151;53 U/L (P^IO); CK, 4;86±0,68 U/L - 14;04±1,91 U/L (P^OOö); ALP, 261,47±34,25 U/L -723,79164,66 U/L (P<0;001); ASP, 0,6310,20 U/L - 2,1610,34 U/L (P<0,005). Sağlıklı ve subklinik mastitisli ineklerden toplanan süt serumlarının metabolit analiz sonuçları sırasıyla şöyledir; glikoz, 3,5210,42 mg/dl - 1,5310,15 mg/dl (P<0;001); kolesterol, 7,2710,76 mg/dl - 8,0410,57 mg/dl (P>0,20); trigliserid, 19,3311,71 mg/dl -25,6411,81 mg/dl (P>0.05). Sonuç olarak, sütte yapılan direkt ve indirekt somatik hücre sayımlarının, süt serumlarında Na, K, Cl gibi mineral maddelerin, LDH, AST, ALT, CK, ALP enzim aktivitelerinin, glikoz metabolitinin saptanmasının subklinik mastitislerin teşhisinde başarılı bir şekilde kullanılabileceği sonucuna varıldı. Ayrıca, eğer uygun koşullar sağlanır ise, subklinik mastitislerin teşhisinde süt serumu örneklerinin AST enzim aktivitesindende faydalanılabilir.Item Sütçü ineklerde cinsiyeti belirlenmiş spermanın kullanımı(Uludağ Üniversitesi, 2014) Karakaya, Ebru; Gümen, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada senkronizasyon protokolü uygulanmış sütçü ineklerde cinsiyeti belirlenmiş sperma (CBS) ve normal semen (NS) ile yapılan tohumlamalardan elde edilen gebelik oranlarının karşılaştırılması amaçlandı. Çalışma Bursa bölgesinde yer alan 1000 başlık bir sütçü işlemede 302 adet Holştayn ırkı sütçü ineğin kullanılmasıyla yapıldı. Çalışmaya dahil edilecek ineklerin günlük süt verimleri, daha önceki reprodüktif kayıtları, sağlık ve yönetim ile ilgili verileri her bir hayvan için Alpro 2000 (DeLaval, Tumba, Sweden) software sisteminden alındı. Çalışma grubuna sağlık problemleri olmayan inekler dahil edildi. Tüm ineklerin vücut kondüsyon skorları çalışmaya alındıkları gün, 1 ve 5 skorlama aralığında 0.25'lik artış katsayısı olan bir skorlama sistemine göre belirlendi ve kaydedildi. Çalışma grubundaki ineklerde kullanılacak olan Ovsynch senkronizasyon protokolüne ovaryumları üzerinde bir adet korpus luteum ile 10 mm ve üzerinde folikülü olan inekler alındı. Tohumlama zamanında 12-18 mm arasında folikülü olan ve temiz çara akıntısı tespit edilen inekler muhtemel ovulasyonun olacağı büyük folikülün bulunduğu ovaryum tarafındaki kornu uteriye spermanın bırakılması yöntemi ile tohumlandı. Çalışmadaki tüm ineklerin foliküler dinamikleri uygulanan senkronizasyon periyodu içerisinde belirli aralıklarla takip edilip kayıt altında tutuldu. Tohumlamalar rastgele bir dağıtım şeklinde cinsiyeti belirlenmiş sperma (n=148) ya da normal semen (n=154) ile yapıldı. Çalışmadaki gebelik oranları CBS'da %31.8, NS'de %40.9 bulundu (P=0.09). Sonuç olarak; yapılan çalışmada Ovsynch ile senkronize edilen ineklerde CBS ile elde edilen gebelik oranlarının NS'den daha düşük bulunmasına rağmen belirli kriterler eşliğinde tohumlamaların yapılması sonucunda özellikle dişi buzağı elde etmek isteyen sütçü işletmelerde kullanılabileceği ortaya konulmuştur.