2015 Sayı 25
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13097
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Item Gri bölgede iki yitik özne: Muselmann ve sonderkommando(Uludağ Üniversitesi, 2015) Topuz, MetinBu çalışmanın amacı Primo Levi, Jean Améry ve Victor Klemprer’in aktardıklarının ışığında toplama kampının ve toplama kampının yarattığı iki varolma biçimi olan Muselmann ve Sonderkommando’nun etik açıdan konumunu ele almaktır. Bu amaçla toplama kampı, insanın değerinin ve ahlaki ilkelerin askıya alındığı bir gri bölge olarak değerlendirilecektir. Gri Bölge iyi-kötü, doğruyanlış, yasaklı-izinli, insan-insan-olmayan arasındaki ayrımların ortadan kalktığı bir alandır. Muselmann ve Sonderkommando ise bu gri bölgenin bir uzantısı olarak değerlendirilecektir. Gri bölgenin zorunlu üyesi olarak onların yaşamlarını radikalleştirdikleri ve özneliklerini yitirdiklerine değinilecektir. Sonuç bölümünde ise Muselmann ve Sonderkommando’nun durumunun etik tartışmaların odağında tutulması gerektiği çünkü onların ortaya çıkmasına neden olan koşulların bütünüyle yok olmadığı vurgulanacaktır.Item Hannah Arendt’te kötülük problemi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Bakır, KemalHannah Arendt, Yahudi kökenli bir Alman yurttaşı olarak II. Dünya Savaşı sürecinde Nazilerin güttüğü antisemitist siyasete ve Yahudi soykırımına tanıklık etmiş ve bütün bu olup bitene bir anlam verme gayretiyle kötülük problemi üzerine odaklanmıştır. Arendt’e göre, Naziler yalnızca Yahudilere değil bütün insanlığa karşı suç işlemiştir. Bu ise ahlâki anlamda kötülüğün ta kendisidir. Kötülüğün sebebini ortaya koymaya çalışan Arendt, Nazilerin işlediği suçların geleneksel kötülükten farklı olduğunu ve insanca anlaşılabilir sebeplerle açıklanamayacağı sonucuna varmış, bu yeni suç türünü “radikal kötülük” olarak adlandırmıştır. Sonrasında ise eski Nazi subayı Adolf Eichmann’ın işlediği savaş suçları nedeniyle Kudüs’teki yargılanma sürecine gözlemci sıfatıyla katılmış ve bu dava sürecinde kötülüğe ilişkin yeni bir açıklama geliştirerek “kötülüğün sıradanlığı” kavramını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, kötülüğün kaynağı “düşünce yoksunluğu” eş deyişiyle “fikirsizlik”tir. Bu çalışmada, Arendt’in kötülük üzerine düşünceleri ele alınarak açıklanmaya çalışılacak ve kötülüğün epistemik boyutu tartışılacaktır.Item Kent ve felsefe ilişkisi üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2015) Becermen, Metin; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Kentin bağrından çıkan felsefi düşünce, hayata, olan-bitene, varolana, dünyaya yönelik farklı bir bakışı ifade etmektedir. Kent, sadece felsefeye değil, insani olan her şeye zemin oluşturmaktadır. Kent kavramı, kentin ne olduğu üzerine oldukça geniş bir “literatür” bulunmaktadır. Ancak kent ve felsefe ilişkisi üzerine, bu yazıda, farklı bir düşünme gerçekleştirilmektedir. Felsefi düşüncenin kent yaşamına ait olduğu zaten bilinmektedir. Felsefi düşüncenin olgunlaşması için, kültürün olgunluk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Kültürün en önemli taşıyıcısı da dildir. Dil sanatla –özellikle şiirle-, dinle, politikayla yoğrularak belirli bir olgunluğa ulaşır; bu olgunluğun kendini gösterdiği en üst düzey, felsefi düşünmedir. Felsefe dilin, konuşmanın ve yazının, ulaşabileceği en olgun düzeydir. Dil felsefeyi, felsefi düşünceyi taşıyan yegane unsurdur. Felsefenin dili de kültürle ve kültürün şekillendiği temel mekân olan kentle ve kentte bu olgunlaşmayı gerçekleştirir. Kent, felsefi düşüncenin kendine bir yaşam ve ifade alanı bulduğu yerdir. Felsefe hem kentle ilişkisinde sanatla, dinle, politikayla zenginleşerek hem de bütün bu alanlar üzerine bir düşünme etkinliği olarak kendini kentte ortaya koymuştur. Felsefe kentin çocuğudur. Kültürün kendini ifade ettiği en iyi yer olan kent felsefenin de doğup şekillenmesine zemin oluşturmuştur. Bu nedenle kent üzerine düşünmek ve kent üzerine felsefi bir bakış ortaya koymak için böyle bir yazı kaleme alınmıştır.Item Platon’da demokratia kavramı(Uludağ Üniversitesi, 2015) Yıldızdöken, Çiğdem; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.Halkın elinde bulundurduğu kamusal güç olarak tanımını yapabileceğimiz demokrasi kavramı insanların her dönemde ilgilendiği ve içeriğine farklı anlamlar yüklediği bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu kavramı felsefe alanda tartışan ve kavramla ilgili oluşan sorunlara yönelik yanıt denemesine girişen Platon demokratia kavramını diğer yönetim biçimleri (timarkhia, oligarkhia, patriarkhia, tyranlık) arasındaki dönüşümlere bağlı olarak ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu çalışmada Platon’un demokratia anlayışını temellendirmek üzere filozofun demokrasiye ilişkin kaygılarını daha iyi anlayabilmek için demokratia kavramının Eski Yunan’da nasıl bir düşünce -eylem alanı bulduğuna değinilecek ve buna bağlı olarak kavramın felsefi alanda filozofun eserlerinde nasıl tartışıldığı Devlet, Devlet Adamı ve Yasalar diyalogları temel diyaloglar olarak ele alınarak araştırılacaktır. Çalışmamızda ileri sürülecek tez ise Platon’un demokratia karşıtı bir tavır sergilemesidir. Her ne kadar düşünür, olgunluk ve yaşlılık olarak ifade edebileceğimiz dönemlerinde yer yer demokratia’ya yönelik ılımlı bir tavır içine girse de söz konusu yönetim biçiminin toplumu yozlaşmaya götüreceğini de ısrarla vurgulamaktadır.Item Walter Benjamin’in mistisizmi ile tasavvuf felsefesine bir bakış(Uludağ Üniversitesi, 2015) Soya, Harun ReşitBu makalede orijinal bir mistik yoruma sahip olan W. Benjamin’in düşüncelerinden hareketle Tasavvuf Felsefesine bakabilmenin yolları aranacaktır. Benjamin’in düşüncesindeki orijinallik; Sanayi devrimiyle birlikte Kıta Avrupası’nda gerçekleşen, köklü kültürel değişikliklerin etkilerini ve daha sonra tanıştığı Marksizm’i, Yahudi mistik geleneğiyle harmanlamasından gelmektedir. Bahsedilen orijinallik, aynı zamanda Benjamin’in tam olarak anlaşılması veya bu makalede olduğu gibi onu tek bir yönden ele almak adına çeşitli zorluklar doğurur. Mistik yönünü kıyaslarken, onu tam bir mistik gibi göstermek ya da materyalist görüşlerinin art alanında bulunan mistisizmini gözden kaçırmak Benjamin’e adeta bir ihanet olacaktır. Bu yüzden bir kıyasa girmeden önce Benjamin’in mistisizmini açık bir şekilde ortaya koyabilmek için felsefesini ve yaşama şeklini açıklamak gerekir. Tarih, hukuk ve dil felsefesi hakkındaki görüşlerinden, esrar deneyimine; yazma ve yaşama şeklinden, sıklıkla kullandığı (aura, flaneur, hikâye anlatıcısı vb.) kavramlarına kadar, onun mistik yönünü anlaşılabilir kılacak her noktasına değinilmeye çalışılacaktır. İçinde Marksist söylemler bulunan ve başta Sufi geleneğe çok aykırı görünen düşünme şekliyle Tasavvufu bir arada okuma çabası, kabaca Yahudi ve İslam mistisizmlerini karşılaştırmak olmayacaktır. Peygamber-devrimci, cennet-komünizm gibi kıyaslamaların sıklıkla yapıldığı bu dönemde, daha fazla ortak nokta keşfetme umudu bu makalenin çıkış noktası olmuştur.