Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Tezleri / Master Degree
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/26
Browse
Browsing by Language "de"
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Die Althochdeutschen zaubersprüche(Uludağ Üniversitesi, 1996) Aygün, Jale Işık; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Büyü dünyası ve bu dünyaya ait olan pratikler, en ilkel çağlardan günümüze kadar, çeşitli evrimler geçirdiği halde, varlığını ve amacını koruyarak nesilden nesile aktarılmıştır. Her kültürde olduğu gibi Alman kültüründe de kendine has yerini alan büyüler, dün olduğu kadar bugün de, insanın bilinmeyene karşı kullandığı en önemli silahıdır. Çalışmamızın konusu olan ve özellikle de VIII. - XII. yüzyıllar arasında yazıya dökülen bu metinler, aslında sözlü halk edebiyatının ürünleridir. Alman dil tarihinde ilk ölçünlü dil (Althochdeutsch) döneminin başlamasıyla birlikte, misyonerlerin ve bilim adamlarının yazma uğraşına duydukları büyük ilgi, bu küçük ve yalın kültür örneklerinin kağıda aktarılmasında en önemli etken olmuştur. insanoğlu dilinin özelliklerinden yararlanarak sözünü, görünmeyen güçlerden kaynaklandığına inandığı her türlü sorununda kullanma cesaretini göstermiş ve hayalinde canlandırdığı kötü güçlerle mücadele edebileceğini kanıtlamıştır. Bu bağlamda dil olgusu, büyülerin oluşturulmasında temel öğedir. Bu nedenle çalışmamızın ilk aşaması insanın en mükemmel varlık olmasını sağlayan dile ayrıldı. Canlı bir yapıya sahip olan dil, gelişim ve değişim süreçleriyle açıklanarak tanıtıldı. önceleri "Hint-Avrupa" dil ailesinin bir üyesi olan Almanca"nın ses ve sözcük bazındaki evrimlerinden sonra, çeşitli diyalekt gruplarının ortak dili kabul edilen "Germen"123 dil ailesini oluşturduğu ve ilk ölçünlü dile dönüştüğü evreler ve bu evrelerin özellikleri ana hatlarıyla anlatıldı. VIII. Yüzyıl başlarında yazılı edebiyat dönemine geçişin hızlanmasıyla birlikte kaleme alınmış, çok tanrılı Germen dininin izlerini taşıyan iki büyü metni günümüz Almancası'na çevrilerek dilsel özellikleri ve içerik açısından incelendi. Edinilen bilgiler doğrultusunda ortaçağ insanın çaresiz kaldığı her durumda büyü ve büyücüye başvurduğu belirlendi. Büyüyü büyü yapan ve onun gücüne güç katan faktörler önem derecelerine göre sıralandı. Her şeyden önce kendi gücüne ve diliyle biçimlediği sözünün gücüne "kesinlikle" inanan büyücünün, zaman zaman, doğada var olduğuna inanılan iyi güçlere de seslenip yardım istediği örnekler sunuldu. Batıl inanışa göre doğadaki varlıklar karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim varlıkların sahip oldukları bazı benzer noktalardan kaynaklanmaktadır (Tertium comparationis). Büyünün gücünü artırmak için, doğadaki, benzer özellikleri içeren varlıkların (dağ, taş, ağaç vs.) destekleyici unsur olarak kullanıldığı pratikler, önemleri vurgulanarak tanıtıldı. Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla, Germen inancını yavaş yavaş ortadan kaldırmak ve böylece de tek tanrılı dine geçişi hızlandırmak için, kilisenin direktifleri doğrultusunda eski inancın izlerini taşıyan büyülerin de içerik ve biçim açısından değiştirildiği saptandı. Bu değişim sonucunda Hıristiyanlığın ana öğeleri olan "Baba", "Oğul" ve "Kutsal Ruh" tek güç olarak. kabul edildiğinden, zamanla sadece bu sembolleri içeren duaların kullanıldığı görüldü. Değişim süreci içinde ve sonrasında ortaya çıkan dua tipi büyüler de yine ses, biçim ve içerik açısından bu dönem öncesinin özgün örnekleriyle karşılaştırılarak incelendi. P124 Bu çalışmalar sırasında özellikle bir büyü türünün (geri dönüşümlü), modern edebiyatın dalı olan "Konkrete Poesie" ile ortak olan bazı yönleri araştırıldı. Her iki metin türünün de amaçlarına ulaşmak için dili araç olarak kullandıkları ve bu aracı hem biçim hem de içerikle güçlendirmeye çalıştıkları belirlendi. Biri ateşli hastalıkları geri dönüşümlü biçimle iyileştirmeyi amaçlarken, bir diğeri yabancı dil eğitiminde dilin önemini, onu sisteminden soyutlayarak, en yalın haliyle görselleştirmiştir. Büyülerle ortak özelliklere sahip başka bir alansa, günümüz dünyasında önemli bir yere sahip olan ve reklam sektöründe kullanılan metin türleridir. özellikle de dili farklı biçimlerde,. ve farklı ritimlerle kullanarak (Apellfunktion) insanları etkilemesinin her iki metin türü için de tek amaç olduğu anlaşıldı. p "Aliterasyon", «üçlü tekrarlar", "seçkin kişiliklerin" metin içinde yer alması, sözle duygulara ve hayal dünyasına seslenerek (Suggestion), bilinçli ya da bilinçsiz düşüncelerin değiştirilmesini sağlamak, önemli benzerlikler olarak tespit edildi. Bu gerçekler doğrultusunda büyülerin salt "batıl inancın ürünleri" olarak adlandırılamayacağı düşünüldü, çünkü ileriye dönük çalışmalar için temel teşkil edebilecek özelliklere sahip oldukları ve bu çalışmaların genişletilmesi için de yeterli malzemeyi sunabilecekleri kanısına varıldı.Item Arbeit mit texten im fremdsprachenunterricht Deutsch (In den vorbereitungsklassen der Deutschabteilung)(Uludağ Üniversitesi, 1998) Mollaoğlu, Arzu; Kudat, Celal; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.In diesem Teil dieser Arbeit ist der Einstufungstest der letzten zwei Jahre der Deutschabteilung der Uludağ Universitât vorzufinden. Der Grammatikteil wurde unverândert auch am Anfang des Studienjahres 1997/98 verwendet. Nur fur das Leseverstandnisteil wurde ein anderer Text ausgesucht und dementsprechend wurden die Fragen vorbereitet. Auch fur den Teil, in die Schreibfertigkeit der Studierenden überprüft werden soil, wurde ein anders Bild eingesetzt. Hier muBten die Studierenden das Bild beschreiben, zum anderen muBten sie auch Stellung zu diesem Bild nehmen und ihre eigenen Gedanken und Meinungen zu Wort bringen. Der Hörverstândnisteil wurde nur am Anfang des Studienjahres 1996/97 verwendet. Am Studienjahr 1997/98 wurde er ausgelassen, da die Studierenden in diesem Teil nur ankreuzen muBten. Deshalb konnte man sich nicht richtig orientieren, ob die Studierenden diesen Teil verstanden haben oder ob sie einfach angekreuzt haben, ohne den Text, welcher ihnen vor der Prüfung vorgelesen wurde, zu verstehen.Item Attribuierung im Deutschen und Türkischen unter dem aspekt ihrer didaktisierung(Uludağ Üniversitesi, 1994) Taş, Hakan Yusuf; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Bu çalışma, bölümümüzdeki çeviri derslerini şu an olduklarından daha verimli bir duruma getirme isteğinden ortaya çıkmıştır. Öğrencilerimizin dil bilgisi düzeyleri göz önünde tutulduğunda, daha ilk sınıflardan çeviri becerisi kazandırmanın çok zor, hatta olanaksız olduğu görülecektir. O halde bu dersin çeviri becerisi kazandırma hedefi, çevirinin bazı unsurlarından yararlanarak Alman dilini aktarmaya doğru yönelmelidir. Biz bu hedefi "dar hedef olarak tanımlamaktayız ve bu dar hedefi "geniş hedef diye adlandırdığımız, dil bilinci gibi daha soyut ve geniş bir amaca yönelik olan bir hedefle birleştirdik. Bu birleştirmenin sebebi bir üniversitede sadece dil eğitimi vermekle yetinilmemesi gerektiği savında olmamızdır. Aksi taktirde üniversitedeki eğitimin dil kursundan pek fazla bir farkı kalmayacak. Halen Edebiyat ve Dilbilim içerikli derslerin verilmesine karşın, eğitimin bir konuda yetersiz kaldığı kanısındayız. Öğrencilerimiz dili, insanlar tarafından bilinçli bir şekilde oluşturulmuş olan bir kurallar yığını olarak algılayıp bu kuralların öğrenilmesiyle bir dilbilimci olunabileceğini sanmaktadırlar. Su durumda dilin büyük bir özelliğinin bilincine ya varamıyorlar ya da çok geç varıyor; dil, insanlar vasıtasıyla gelişir, ancak bu süreç insanın bilinci dışında gerçekleşir. Böylece dilbilimciler, ki biz en basit dil eğitmeninden araştırmalarında dilin en ince ayrıntılarına kadar inen herkesi dilbilimci sayıyoruz, kural koymuyor, tam aksine kural arıyor, dilin işleyişini açıklamaya çalışıyorlar. Bu yüzden değişik dilbilimciler dildeki olguları farklı biçimde açıklayabilir, aynı olgu üzerine ayrı ayrı tezler geliştirebilirler ve her biri kendi tezini savunduğu eserler ortaya çıkarabilir. Nitekim her dil bilgisi (gramer) kitabını böyle bir eser olarak algılayabiliriz. Bunun bilincine vardığımızda elimize aldığımız her dil bilgisi kitabı kesin doğru olarak algılamamız bizi büyük yanılgılara sürükleyebileceğini görürüz. Özellikle bir dil öğretmeni bunun bilincinde olmalıdır ki, öğrencisi farklı bir kuraldan bahsettiğinde bunu hemen yanlış olarak kabul edip daha sonra aynı öğrenci karşısına bu farklı kuralı savunan bir yapıtla karşısına çıktığında güç duruma düşmesin.47 Çalışmamızda hem dar hedefe hem de geniş hedefe yönelik uygulamaya konulabilecek bir konu seçip dersteki pratik uygulamaya ışık tutacağını umduğumuz bir biçimde sergiledik. Seçtiğimiz konu Almanca' da bir ismi ya da isimsiyi tamlama görevi olan bir yan cümle türü olan "Relativsatz" dır. Bu cümle türüne kolaylık olması amacıyla "relativ cümle" diyeceğiz. İlk aşamada tanınmış dilbilimciler tarafından yazılmış ve bilimsel oldukları kabul edilen dört ayrı dil bilgisi kitabının relativ cümleyi işleyişini ve bu konuyu nasıl algıladıklarını inceledik. Gerek konuyu algılamalarda gerekse işleyişlerde belirgin farklılıkların var olduğunu, ikinci aşamada bu kitapları karşılaştırdığımızda ortaya çıkardık. Kitapları karşılaştırırken mümkün oldukça eleştirel bir yaklaşımda bulunduk, ki aynı yaklaşım daha sonra derste öğrencilerden beklenecektir. Bu incelemede kitaplar arasında çelişkiye kadar varabilecek farklılıkların yanısıra aynı kitap içerisinde bu konu işlenirken büyük bir çelişkiye düşüldüğü görülmekte; relativ cümle diğer yan cümlelerden ayırt edilirken bir cümle türünün relativ cümle türüne çok benzemesine rağmen bir özelliğinden dolayı relativ cümle olarak değerlendirilemeyeceğini ancak bu hataya sıkça düşüldüğünü vurgulandıktan sonra relativ cümle için örnekler verilirken bu sefer aynı hataya düşülmüştür. Bu tür çelişkilerin öğrenciler tarafından ortaya çıkarılmasının sağlanması, aynı zamanda onların böyle konulara daha fazla ilgi duymalarını ve böylece dersten de daha fazla zevk almanı sağlar. Üçüncü aşamadaysa relativ cümlelerin Türkçeye aktarılmasını inceledik ve burada da ummadığımız bulgular elde ettik. Yine tanınmış bir dilbilimci tarafından yazılmış ancak birbirileriyle karşılaştırdığımız kitaplardan ayrı olarak değindiğimiz bir dil bilgisi kitabında relativ cümle bölümünün sonunda değişik dil ailelerine bu cümlelerin nasıl aktarıldığını açıklamış. Bu açıklamaya göre Almancada'ki relativ cümle Türkçede bir partizip olarak ifade ediliyor ve tamladığı öğenin önüne getiriliyor. Biz bu aktarımı genel aktarım diye adlandırma gereğini duyduk, çünkü bunun dışında aktarımların da yapıldığını gördük. Türkçede'ki "ki" bağlacını kullanarak da relativ cümleler aktarılmaktadır. Tahir Nejat Gencan nekadar bu şekilde kurulmuş cümlelerin çeviri koktuğunu ve güzel bir Türkçe olmadığını söylese de ve biz bu görüşe katılsak da, "ki" bağlacıyla yapılan aktarımın relativ cümlenin bir biçiminde, bu biçim Almancada eskimiş olup artık pek fazla kullanılmasa da, en doğru aktarımolduğunu ortaya koyduk. Bunun dışında özellikle Türkçenin sözlü kullanımında "ki" bağlacıyla kurulmuş Almancada'ki relativ cümlenin gördüğü görevin aynısını gören cümlelerin kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır ve aynı yabancı sözcükler gibi dilimize zorla girme yolundadır. Biz de bu yazıda bu tür bir cümle kullandık. Dileriz mümkün olduğu kadar çok kişi bundan rahatsızlık duymuş olsun. Son aşamadaysa bu özetin başında belirttiğimiz yeni hedeflere vardık ve kendi dersimizden ders işleme konusunda örnekler verdik. Özellikle düştüğümüz bazı hataları dile getirip irdeledik. Belirttiğimiz hedeflerin yanı sıra dersin işlenme biçimi üzerinde de durduk. Bize göre derste öğretmenin öğrencilere bilgi aktarması yerine öğrencileri araştırmaya ve bir konu üzerinde sonuca varabilecek şekilde tartışmaya yönlendirmeli. Öğretmen kendisini mümkün olduğu kadar gerilerde tutmalı, öğrencilerin sorularına cevap vermektense sorularına başkasının yardımı olmadan nasıl yanıt bulabileceklerini, bir konuyu araştırırken nasıl bir yol ya da hangi yöntemleri izleyebileceklerini aktarmalıdır. Kısaca öğretmen, öğrencilere mümkün olduğu kadar edilgen görülmeli ve onlara he kadar etken olduklarını hissettirmeli. Bu, genelde insanımızda pek gelişmemiş olan özgüvenin gelişmesine olumlu bir katkıda bulunabilir. Biz özellikle öğretmenin edilgen görülmesi gerektiğini dedik, çünkü ne kadar öyle görülecekse de, gerçekte tam anlamıyla etken bir durumda bulunacaktır, öğrencileri yoğun bir şekilde yönlendirecek ancak bunu onlardan gizleyecektir. Böylece yabancı dil öğretiminde de ülkemizde halen geleneksel olan, fakat bir çok ülkede 70 li yıllarda terk edilen öğretmen odaklı dersten öğrenci odakli ders ve eğitim biçimine geçmiş olacağız. Böyle bir eğitimin geleneksel eğitimden çok daha zor olduğunun bilincindeyiz ve kendimiz de bu yöntemi yıllardır uygulamaya koymaya çalıştıysak da bazı olumlu sonuçlar elde etmemize rağmen henüz bizi tam anlamıyla tatmin eden bir eğitim / öğretim dönemi geçiremedik. Ancak çalışmalanmız bu yönde sürecektir.Item Die darstellung der frau in Türkischen Deutschlehrbüchern unter lexikologischem und Sozio-linguistischem aspekt(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arda, Bakiye; Kelling, Dieter; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Bir çok toplumlarda, toplumsal yapı gereği erkek para kazanarak ailesini geçindirirken, kadın ev işini ve çocuk bakımını üstlenerek sürekli erkeğe maddi ve manevi açıdan destek ol muştur; fakat bunun yanı sıra erkekler tarafından da "saçı uzun, aklı kısa" diye suçlanarak, dış dünyadan soyutlanmışlardır. Kadının gelişiminde rol oynayan en önemli faktörlerden biri endüstrinin gelişmesi ve modernleşmesidir. Bu modernleşme toplumun yapısını değiştirerek kadının mutfaktan çıkmasına sebep olmuştur ve erkek kadar zeki ve akıllı olduğunu kanıtlamıştır. "Sosyolinguistiğin", dili sosyal bir olgu olarak kabul eden ve bunu bireylerin sosyal yaşam tarzı ile bağdaştıran toplum bilimi ile yakın bağları vardır. Sosyolinguistik günümüzde dili sadece sosyal statü ile olan bağı açısından değil aynı zamanda sosyal faktörlerin dile olan etkilerini de incelemektedir Sosyolinguistik kendi ' içinde birçok gruplara ayrılmaktadır, bu gruplardan bir tanesi de "feminist dilbilimidir." "Feminist dil bilimi" 70 li yıllarda Amerikada doğup uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Feminist dilbilimi, dil sistemini ve bireylerin konuşma tarzlarını incelemektedir. Konuşma tarzına bağlı olarak kadın ve erkeklerin tipik konuşma stratejilerini de araştırmaktadır. Bu araştırmanın sonucu olarak kadınların gerek konuşmalarda ve gerekse tartışmalarda erkekler tarafından sözlerinin kesildiği ve dil ile baskı altında tutuldukları ortaya çıkmıştır.71 Her iki cinsin konuşurken farklı davranış tutumları ve kadınların dil sisteminde küçük görülmesi nedeni ile son 20 yılda feminist akımla birlikte bu bilim dalı dil bilimindeki yerini almıştır. Dil insanların tecrübelerini, duygularını ve düşüncelerini ifade ettikleri ve kendi aralarında anlaşmayı sağlıyan bir iletişim aracı olmakla beraber aynı zamanda sosyal bir olgudur. Dil yeteneğinin gelişimi toplumdaki bireylerin almış oldukları eğitimlerine ve sosyal statülerine bağlıdır, bu durum bireylerin üstlendikleri görev ve dil davranışları ile yakından ilgilidir. Toplumda yapılan görev dağılımları hangi statünün ve konuşma tarzının ön plana çıkacağını belirler. Schelsky'nin "Dile hakim olan, insanlara da hakimdir" sözü, dilin güçlü bir silah olduğu olduğunu, düşünme ile konuşma arasında kuvvetli bir bağın var olduğunu gösterir. Öyleyse, dil sayesinde bir toplumun konuşma, düşünme tarzı ve bilinci değiştirilebilir. Bundan dolayıdır ki, bir toplumun hem dilsel açıdan hem de toplumsal yapıda değişimin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ders kitaplarındaki kadının konumu ve tasviri değiştirilmeli ve sürekli gelişen dünya ile paralellik göstermelidir. Fakat ne yazık ki kadınlara tanınan anayasal haklar, ne sosyal yaşamda, ne de ders kitaplarında göz önünde bulundurulmuyor. Bu sonuca hem Türkiye'de orta öğretimde okutulan ders kitaplarında, hem de "Deutsch aktiv Neu I C" de kadının sosyal statüsünü inceleyerek ulaştım. Kadınlar metinlerde ve resimlerde geleneksel rollerinde, yani ev kadını ve anne olarak tasvir edilmektedir. Çalışan kadın figürlerine ise sekreterlik, tezgahtarlık, memurluk gibi meslek gruplarında olmak üzere çok az rastlanmaktadır. Buna karşılık72 erkekler kadınlara oranla adeta toplumsal yaşamın kilit noktası olarak karşımıza çıkmaktadır, doktorluk, mühendislik, öğret menlik, eczacılık ve yöneticilik gibi mesleki alanlarda görev yapmaktadırlar. Oysa düşünme açısından kadınlar da erkeklerle aynı yeteneklere sahip olduklarına göre erkeklerin çalıştığı mesleklerde aynı ölçüde başarı sağlayabilirler ve bu durum ders kitaplarında kadınlara daha aktiv roller verilerek yansıtıla- bilir. Geleneksel yaşam tarzında alışıldığı üzere kadın mutfak tadır ve mutfakta annesine yardım eden kız figürü yerine erkeğe de aynı rol verilebilir, veya her iki cinste mutfakta yemek hazırlarken is bölümü anlayışı içinde ele alınabilir, yani kadın mutfakta yemek hazırlarken, erkek eline gazetesini alıp okuma malıdır. Kadına ve erkeğe eşit şekilde sorumluluk ve iş bölümü paylaştırılarak ders kitaplarında tasvir edilirse, birey yabancı dil eğitimini alırken tipik kadın veya erkek işi diye bir ayrım olmadığını ve sosyal hayatta her iki cinse de eşit görevler düştüğü fikrini benimser. Toplumlarda var olan kurallar, toplumdaki bireyler tarafından benimsenir ve hayata geçirilir. Öyleyse dil kurallarını ve konuşma tarzını belirleyen bireyler olduğuna göre, bunları değiştirecek olan yine bireylerdir. Bu bakımdan kadınların toplumda hak ettikleri düzeye ulaşabilmeleri hem devletin, hem de Milli Eğitim Bakanlığının ortak çalışması sonucu gerçekleşebilir. Bunun yanısıra toplumdaki cinsiyetlerin rol dağılımları eşit bir şekilde yapılmalıdır. Böylece yeni yetişen nesil kadınlara tanınmış olan anayasal haklara sahip çıkar, eşitliğe gerek sosyal yaşamda, gerekse konuşma tarzında daha çok önem verilir.Item Die Darstellung des fremden in Deutschen und Türkischen kinderbüchern (altersgruppe 8 bis 12 Jahre)(Uludağ Üniversitesi, 1998) Çakır, Nermin; Schatter, Antje Grimm; Uludağ Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili ve Eğitimi Bilim Dalı.Ich möchte kurz auf das Symposium eingehen, dass ich im Haupteil erwahnt habe. Dieses Symposium fand im Jahre 1981 vom 11.-13. November in Ankara statt. Es ging um die Entwicklung der Kinderliteratur in der Türkei. Es wurden viele Punkte kritisiert:. Dass die Autoren viel mehr auf die Kinderliteratur eingehen sollten und qualitativ bessere Werke herausbringen;. Dass die herausgebraehten Werke kontinuierlicher von Kritikern auf ihren Wert untersucht werden sollten;. Dass die publizierten Werke strenger kontrolliert werden sollten, und vorhandene Kontrollen von "Talim Terbiye Kurulu" nicht ausreichend fîir aile auf dem Markt erscheinenden Werke sind. Man ging auch auf das Jahr 1979 ein, weil es von der UNESCO als "Internationales Kinderjahr" verkündet wurde. In dem Jahr wurden in der Türkei insgesamt 682 Bücher fur Kinder herausgegeben. Davon waren gegen 400 Stuck fur die Unterhaltung der Kinder verfasst. im Vergleich mit anderen Lândern stellte sich aber heraus, dass innerhalb der Türkei wenige Kinderbücher publiziert werden. Nach dem Jahr 1979 bemerkte man eine Abnahme an herausgegebenen Kinderbuchern.Gegenwartig kommen zwar sehr viele Bücher auf den Markt aber es geht bei diesen Werken mehr um den Gewinn als um die Qualitat. Aus einer Statistik, die in der Volkbücherei in Bursa gemacht wurde, ergab sich, dass Autoren von türkisehen Kinderbuchklassikern, wie Ömer Seyfettin, Abdullah Ziya Kozoğlu und Kemalettin Tuğcu zu den meistgelesenen gehören. Von daher kam man zu der Ansicht, dass Romane und Gedichte, die Themen aus der Nationalgeschichte und Erzâhlungen über bekannte Persönlichkeiten beinhalten, beliebt sind und als nützlich angesehen werden. Dieses Symposium regte mich zu einer kleinen Fragebogenaktion an, wie auch im41 Haupteil erwahnt, die ich in einer Grundsehule, in der ich mich zur Zeit beruflich befinde, in den 4. bis 7. Klassen durchführte. In der Fragebogenaktion wollte ich vor allem die Meinungen der Schüler im Bereich meines Themas herausfinden. Es stellte sich heraus, dass dem Schüler viel mehr an Büchem in Richtung Abenteuer liegt. Für die Frage "Bücher, die das Fremde behandeln" bestand kaum Interesse. Die Ergebnisse der Fragebogenaktion stimmen überein mit den Schlussfolgerungen der Zusammmenfassung. Zur Zeit scheint das Fremde/der Fremde noch nicht so sehr im Mittelpunkt des Interessen zu sein.Item Der Einfluss Frank Wedekinds auf die figurenkonstellation bei Friedrich Dürrenmatt: Untersucht an Wedekinds "Der Marquis von Keith" und Dürrenmatts Sttücken "Die Ehe des Herrn Mississippi" und " Der Besuch der altan Dame"(Uludağ Üniversitesi, 1996) Eriş, Esin Derya; Grimm, Antje; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi/Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı.Tiyatro yazarı Frank Wedekind (1864 - 1918) kendinden sonra gelen yazarları drama gücüyle etkilemiş olmasına rağmen, yaşadığı dönemde beklediği ilgiyi görememiştir. Yazarın en çok tanınan eseri "Frühlings Erwachen" adlı tiyaro oyunu olmuştur. Bunun dışında, "Lulu-Dramen" ile de adından bahsedilir. Sahnelenme açısından bakıldığında "Der Marquis von Keith" ise adı geçen tiyatro eserleri yanında biraz daha gölgede kalır. Friedrich Dürrenmatt (1921 - 1990) hem Almanya'da hem de tüm dünyada beğeniyle okunan bir yazardır. Yazar tiyatro eserleriyle olduğu kadar roman ve eleştiri yazıları ile de tanınır. Ülkemizde de çeviriler vasıtasıyla Alman edebiyatını temsil eden bir edebiyatçı, yazar ve eleştirmendir. Bu çalışmada, Friedrich Dürrenmatt' in tiyatroculuğunda gözlemlenebilen, çok güçlü tiyatro eseri yazma potansiyeline sahip olan Frank Wedekind' in etkileri incelenmiştir. Wedekind in drama gücü özellikle tiyatro eserlerindeki şahıs oluşumunda kendini gösterir. Wedekind "Der Marquis von Keith" adlı tiyatro eserinde şahısların birbirleriyle olan durumlarını, ilişkilerini düzenlerken bazı prensiplere göre hareket eder. Yararlandığı bu prensipler ise 101şahıslar arasındaki diyalektiğin prensibine ve belli bir çıkara, amaca dayalı bağlantılardır. Yazar, diyalektik mantığın temelinden hareket eder. Diyalektiğin temelini düşünce ve varoluşdaki aykırılıklar, çelişkiler, karşıtlıklar oluşturur. işte diyalektiğin bu temel mantığını, Wedekind eserlerine uyarlar. Yazarın gerçekleştirdiği uyarlama karakterler tiplemelerinin oluşumunda önemli bir etken olur. Wedekind tiyatro oyunundaki şahısları diyalektiğin bu temel işleyişine göre düzenler. Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı 5 perdelik tiyatro eserinde şahıslar bu mantığa göre rollerini oynarlar. Burada diyalektiğin iki farklı yönü ele alınır. Tespit edilebilen diyalektik bakış açıları, yapılan bu çalışmada "sevgiye yönelik diyalektik" ve "yaşam biçimlerine yönelik diyalektik" olarak iki ana başlıkta incelenmiştir. iki aşamada incelenen bu diyalektiklerin yanı sıra, yine aynı eserde çıkara dayalı ilişkiler gözlemlenir. Burada şahıslar arasındaki ilişkiler çıkar bağlantısı var olduğu müddetçe devam eder. Şahıslar arasındaki beklentiler hedefine ulaştığında ise, bu ilişkisi sona erer. Yukarıda kısaca değinmeğe çalıştığım şahıs ilişkileri ve eserdeki şahısların biraraya gelmesinde Wedekind' in yaptığı düzenlemeler Friedrich Dürrenmatt' ı çok etkilemiştir, özellikle, 102Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı eserinde bu temel ilkeler üzerine kurulu şahıs düzeni, Dürrenmatt için yol gösterici nitelik taşır. Dürrenmatt "Der Marquis von Keith" adlı eserdeki prensipleri kendine çıkış noktası kabul eder. Buna göre, 1952 yılında yayımladığı "Die Ehe des Herrn Mississippi" adlı komedisinde, bu prensipleri eserin 5 ana oyuncusunu düzenlemede ve karşılıklı ilişkilerde bulunmada temel ilke edinir. Bu noktada bir edebiyat eleştirmeni olarak Dürrenmatt öz eleştiride bulunur. iki eser arasındaki benzerliklerden ötürü de kendini "Plagiator" yani eser calici olarak niteler. Wedekind' in etkisi sadece "Die Ehe des Herrn Mississippi" ile sınırlı kalmaz. Dürrenmatt ilerleyen yıllar ile tiyatroculuk sanatını kullanma açısından kendini geliştirir. Böylece yazarın diyalektiği işleyişinde de gelişmeler tespit edilebilir. Yazarın 1956' da yazdığı "Der Besuch der alten Dame" adlı trajik komedisinde gelişmiş bir diyalektik şahıslar arasındaki ilişkileri düzenler. Burada söz konusu olan diyalektik ise "dramatik gelişmelere sebep olan sevgiye yönelik diyalektik" tir. Bunun yanısıra yine şahıslar ile toplum arasında çıkar ilişkileri gözlemlenir. Sonuç olarak, bu çalışmada Dürrenmatt* in kendisi hakkındaki eleştirileri de göz önüne alınarak, Wedekind' in etkisi iki farklı 103eser üzerinde gösterilmiştir. Frank Wedekind' in "Der Marquis von Keith" adlı tiyatro eseri çıkış noktası kabul edilir. Yapılan bu çalışmada yukarıda adı geçen Wedekind* in tiyatro eseri ile Friedrich Dürrenmatt' m "Die Ene des Herrn Mississippi" ve "Der Besuch der alten Dame" adlı tiyatro eserlerinde görülen şahıs oluşumunda ve tiplemelerde görülen benzerlikler ve bu benzeri iklerdeki Frank Wedekind' in etkisi araştırılmıştır.Item Erzöhltechnik in den werken von Peter Bichsel (untersucht anhand von vier ausgewahlten erzahlungen)(Bursa Uludağ Üniversitesi, 1999) Mecit, Hakan; Uysal, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Wir wollten in dieser Arbeit, einige Erzâhlungen aus Peter Bichsels Werken, Kin- dergeschichten und Eigentlich möchte Frau Blum den Milchmann kennenlernenl, nach der Erzâhltechnik analysieren. Im ersten Kapitel sollte gezeigt werden, was man in der Literatür unter Erzâhl technik versteht und wie ein literarischer Text nach seiner Erzâhltechnik analysiert wird, nach welchen Gesichtspunkten das geschiet. Im zweiten Kapitel wird versucht Bichsels Leben und seine Werke bekannt zu machen. Danach werden die ausgewahlten Werke vorgestellt. Nach der Vorstellung, kommt die eigentliche Absicht: Erzâhltechnik in den Werken von Peter Bichsel. Nach einer ausfîihrlichen Untersuchung der ausgewahlten Geschichten, werden die Ergebnisse mit Zitaten belegt. Als Resultat der Untersuchung kann man sagen, daB Bichsel sich als Erzâhlform die Er-Form gewahlt hat und selten in İch-Form eingreift. Als Erzâhlverhalten vorwiegend das neutrale Erzâhlverhalten, und als Erzâhlperspektive hat er meistens die Aufiensicht gewahlt. Die Darbietungsweisen sind uberwiegend wortliche Rede und neutrale Beschrei- bung, selten Gedankenbericht. Peter Bichsels Haltung zu seinen Geschichten ist hin und wieder kritisch und iro- nisch. Die Geschichten sind zwar fast ohne Handlung, doch ziehen sie den Leser an und lassen ihn dann mit den Gedanken zuriick, wie wurde die Geschichte wohl geendet haben oder: Es ware doch besser, wenn es so und so passierte. Die Absicht des Autors kann man nicht gleich feststellen, das lockt den Leser an. Es wurde darauf hingewiesen, daB und inwiefern Erzâhltechnik und Inhalt zusammenpasseaItem Das frauenbild in den werken "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" von Duygu Asena und in den werken "Die Liebhaberinnen" und "Die Klavierspielerin" von Elfriede Jelinek(Uludağ Üniversitesi, 1998) Akay, Dilek; Uysal, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Geçmişten bugüne bazı toplumlarda kadınların ezilmesi, küçük görülmesi ve baskıya uğraması gibi olayların yaşandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu tür toplumlarda erkeklerin görevi çalışıp, evin geçimini sağlamak iken, kadının görevi ev işleri ve çocuk bakımı ile sınırlı tutulmuştur. Birçok faktörün yanında, erkeklerin evin geçimini sağlaması da kadınların küçük görülmesine bir sebep oluşturmuştur. Kadınlar "saçı uzun aklı kısa" veya "elinin hamuruyla erkek işine karışıyor" gibi sözlerle hor görülmüştür. Oysa ki kadınların ev içindeki görevleri de küçümsenemeyecek kadar anlamlı ve önemlidir. Ancak sanayileşme, şehirleşme ve modernleşmeyle birlikte kadının toplum ve aile içindeki konumu da değişmiştir. Kadın, iş hayatında ve sosyal yaşamda aktif bir şekilde yer almaya başlamış, böylelikle öz güven duygusunu tanımış, haklarının bilincine varmış ve haksızlıklara karşı savaşmaya başlamıştır. Bu aşamada birçok kadın dernekleri kurulmuş, çağdaş kadınlar, yaşanan haksızlıklar üzerine konuşmaya ve yazmaya başlamışlardır. Böylelikle bu konu üzerine yazılan eserlerden oluşan 'Kadın Edebiyatı' doğmuştur. Kadın edebiyatının kadın haklarının kazanılması ve korunmasında büyük katkılarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim böylelikle kadınlar seslerini topluma  duyura bilmişler ve bazı yanlışları ve tutarsızlıkları gün ışığına çıkartmışlardır. Bu çalışmada ele alınan dört eser de kadın edebiyatından seçilmiştir. Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok", "Aslında Aşk da Yok" ve Avusturya'lı yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" ile "Die Klavierspielerin" adlı eserlerinde kadın imajı, alıntılarla adım adım incelenmiştir. Böylelikle Avusturya ve Türk toplumunda kadının konumunun, aralarındaki fark ve benzerliklerin, bu konuların yazarlar tarafından işleniş tarzının ortaya konması amaçlanmıştır. Her iki yazarın da ele aldığı konu, kadının toplum ve aile içinde ezilmesidir. Ancak doğal olarak sunuş şekillerinde ve ele aldıkları yaşantılarda bazı farklılıklar bulunmaktadır. Duygu Asena, konuyu, seçtiği kahramanının dilinden oldukça eleştirel bir97 biçimde sunmaktadır. Toplumda kadın haklarının çiğnenmesi konusunda erkekleri, yetiştirilme tarzlarını ve toplumu suçlamaktadır. Ancak zaman zaman erkeklere karşı çok katı bir tutum sergilediği görülmektedir. Hatta bazı durumlarda tek bir erkeğin kötü davranışının tüm erkeklere maledilerek genelleme yapıldığına rastlanmaktadır. Türk toplumunda bekaret ile namusun özdeşleştirilmesi, kız çocuklarının bu yüzden baskı altında tutulması, erkeklere birçok şey serbestken, kadınlara yasak olması, cinselliğin aile ve toplum içinde bir tabu olması ve bu konu hakkında konuşmanın ayıp olması, yazar tarafından katı bir şekilde eleştirilerek sunulmaktadır. Yazarın bu eleştirel tutumunun yadırganması, bahsedilen konuların yaşanmıyor ve yaşanmamış olmasını gerektirir. Oysa Türk toplumunda günümüzde bile bu tür baskılar yaşanmaktadır. Yazarın bu konulan eleştirel bir şekilde gözler önüne sermesi okuyucuların üzerinde daha derin bir etki yaratabilmektedir. Avusturya'lı Yazar Elfriede Jelinek'in "Die Liebhaberinnen" adlı eserinde de kadının aile ve toplumda ezilmesi konu edilmektedir. Kahramanların biri köyde, diğeri şehirde yaşamaktadır, böylelikle kadının hem köydeki, hem de şehirdeki konumu yansıtılabilmiştir ve eserde, her iki kahramanın yaşantıları birbirine paralel olarak sunulmuştur. Bu eserde sevgi ve evlilik kavranılan, kadınlan bulunduklan kötü konumdan kurtaracak bir araç olarak görülmektedir. Bu da yazar tarafından ironik ve eleştirel bir biçimde sunulmaktadır. Kadın sorunlan, Türkiye'deki ve D. Asena'nın eserlerindeki sorunlarla benzerlikler taşımaktadır. Kısacası kadının ikinci plana itilmesi, tacize ve şiddete maruz kalması, bekaretle namusun özdeşleşmesi gibi konular bu eserde de ağırlıklı olarak yer almaktadır. Yazarın diğer eseri "Die Klavierspielerin" 'de ise kadının ezilmesi başka bir açıdan ele alınmıştır. Eserde kadının erkek tarafından ezilmesi ve bastırılması değil, anne tarafından kızın kısıtlanması ve şiddete uğraması konu edilmektedir. Yazar, bu eserde annenin anormal davranışlannı, ve bunlann kızında sebep olduğu psikolojik rahatsızlıktan ele almaktadır. Zaman zaman yazann annenin kısıtlamalarını ve bencilliğini 98 eleştirel bir şekilde sunduğu görülmektedir. Bunun dışında olaylar genel olarak tarafsız bir şekilde sunulmaktadır. E. Jelinek'in teDie Klavierspielerin" adlı romanının dışında yukarıda incelenen diğer eserler, açık ve anlaşılır bir dile ve sürükleyici bir anlatıma sahiptir. Ancak "Die Klavierspielerin" adlı romanda okuyucunun dikkatini bozabilecek uzun tasvirlere rastlanmaktadır. Bu nedenle eser okuyucuya zaman zaman sıkıcı gelebilmektedir. Asena'nın eserlerinde sorunun çözümüne ilişkin mesajlarla karşılaşılırken, Jelinek'in romanlarında böyle bir yaklaşım görülmemektedir. İncelenen dört eserde de güncel ve argo konuşma kalıplan ve günlük hayatta kullanılan deyimlere rastlanmaktadır. Her ne kadar bazı eleştirmenler ve yazarlar tarafından bu türde eserler basit ve kötü olarak nitelendirilse de bu yargı, eserlerin kadın problemlerini açıkça dile getirmeleri ve bu problemleri gözler önüne sermeleri nedeniyle yanlıştır. Nitekim kadın problemlerinin yanı sıra, diğer toplumsal olayların da kaleme alınmasıyla ancak sorunlar gündeme getirilebilir. Bu nedenlerden dolayı Türk ve dünya edebiyatında bu tarz eserlerin devamının gelmesi gerektiği kanısındayım.Item Fremdkonfix(Uludağ Üniversitesi, 1994) Yetim, Munise; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Çalışmamda Almanca Dilbilimi alanında henüz çok az araştırmaya konu olan, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen en az iki yabancı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan bileşik sözcükleri inceledim. Alman dilinde bu sözcüklere "Fremdkonfix" denmektedir. Konunun temelinde yabancı sözcükler yattığından, ilk bölümde Alman Diline girmiş ve kendini kabul ettirmiş olan yabancı sözcükleri anlam, biçim ve gelişim bakımından inceledim. Yabancı sözcükler genelde biçim olarak ya da telaffuz ve vurgu açısından Almanca olanlardan ayrılabiliyorlar. Ne var ki Almanca ' nın her alanında istisnalara rastlandığı gibi, bu alanda da kurallara uymayan birçok uygulamaların var olduğunu bu inceleme sonucunda ortaya koydum. İkinci bölümde yine Fremdkonfix'le yakından bağlantılı olan sözcük türetimi konusunu araştırdım. Bu konunun değişik tanımlarını karşılaştırdıktan sonra sözcük türetiminin işlevlerini saptamaya çalıştım. Daha sonra sözcük türetiminin çeşitleri üzerinde durdum. Her Fremdkonfix ya aynı cinsten ya da başka bir kelimeyle yan yana geldiğinden, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, her Fremdkonfix bir bileşik kelimenin bir unsuru olduğundan kelime bileşimi konusuna da çalışmamda yer vermeyi gerekli gördüm. Bu bileşik kelimeleri, incelerken, Almanca ve yabancı bileşik kelimeler olmak üzere iki açıdan ele aldım ve bunun sonunda yabancı bileşik kelimelerde karşılaşılabilecek sorunları inceledim ve bu sorunların genel olarak bu tür kelimelerin analizinde ve sınıflandırılmasında çıkmakta olduğunu tespit ettim.46 Bir sonraki bölümde de Konfix konusunu araştırdım. Konfixvin tanımından sonra, henüz çok yeni bir konu olduğundan, konuya açıklık getirmeye çalıştım. Bunun ardından sözlükle çalışmaya başladım ve Fremdkonfixleri gruplara ayırdım. Birinci grupta, bileşik kelimelerde ilk unsur olarak yer alanları inceledim ve sadece Fremdkonfixlerden oluşan bileşik kelimeleri içeren ikinci bir taramadan sonra özel bazı durumları ele aldım. Son olarak sözcük türetimini dilbilgisi kurallarıyla karşılaştırılması açısından ele alıp, sözcük türetimi konusunun derse aktarılmasına yer verdim. Amacım, henüz çok yeni olan bu konunun tanıtılmasına ve bu alanda konuyu geliştirici araştırmaların yapılmasına katkıda bulunmaktır.Item Die Funktion des vielperspektivischen Erzahlens in Anna Seghers roman "Das Siebte Kreuz"(Uludağ Üniversitesi, 1996) Şahin, Nuray; Grimm, Antje; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Das ” Siebte Kreuz " wird aus dem Bewusstsein der verschiedenen Eomangestalten dargestellt . ” Der Erzähler lenkt den Blick vom äusseren Geschehen weg auf das Innere einer beteiligten Person . Statt der Handlung selbst schildert er ihren Eindruck durch den Helden , und die Reflexionen , zu denen es anregt , die Assoziationen , die von ihm ausgelöst werden . ” ( Neuhaus , S.118 ) Ich interessiere mich für die Funktion dieses vielper - spektivischen Erzählens . In dieser vorliegenden Arbeit möchte ich gerne sehen , inwieweit diese Erzähltechnik die Beziehungen der Menschen untereinander zeigt , also deren Liebe , Hass , Freundschaft , Gleichgültigkeit und Solidarität . Von dieser Erzähltechnik erhoffe ich mir einen Einblick in die Gesellschaft des Dritten Reiches . Mein Ziel ist es , eine Antwort auf die Fragen zu finden , warum das deutsche Volk nichts gegen das Nazi - Regime unternommen hat und passiv blieb ; wie war das Verhalten der Nationalsozialisten zu ihren Gegnern oder Mitmenschen ; wie ist die Biographie des Helden dargestellt. Ein weiterer Punkt , der mich interessiert , ist das damalige aktuelle Bild der Wirklichkeit im DrittenItem Hilde Domins Lyrik: Charakteristische form und gehaltsmerkmale(Uludağ Üniversitesi, 1997) Özmut, Orhan; Schatter, Antje Grimm; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Item Linguistische probleme der genusdif ferenzierung(Uludağ Üniversitesi, 1994) Güleç, Yasemin; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Dller Eğitimi Anabilim Dalıl/Almanca Dili Eğitimi Bilim Dalı.70'li yıllardan itibaren tüm dünyada ve özellikle Avrupa ülkelerinde kadın hakları ve kadın erkek eşitliği konuları büyük bir tartışma ortamı yaratmıştır. Günümüzde Avrupa Asya'ya karşı bu konuda daha medeni olduğunu öne sürdüğü halde, bu savlarının temelinde büyük bir çelişki yatmaktadır. Örneğin Almanya'yı ele aldığımızda, kadın erkek eşitliği konusunda büyük aşamalar kaydetmiş görünüyorsa da, bu ülkenin dilini incelediğimizde, ki genelde bir dilin o ülkenin kültürünü yansıttığı kanısının yaygın olduğu bir gerçektir, Almanca’nın dil yapısında ağırlıklı olarak maskulin tanımlamalara yer verildiği görülmektedir. Bir yanda dilin, ait olduğu toplumun kültürel yapısını yansıttığı düşüncesi yaygın iken, diğer yanda Almanya'yı göz önünde bulundurduğu¬ muzda, bu ülkenin sosyal yapısının, dilinin gösterdiği kültürel düzeyden çok daha ileri bir düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Bu çelişkiyi daha ayrıntılı incelemek istediğimden, böyle bir çalışma ortaya koymaya gerek duydum. Bu konunun güncel bir konu olması, dolayısıyla medyadan yakın takip etme imkanının var olduğu ve hem kadınları hem de erkekleri yakından ilgilendirdiği için, çevremdeki herkesle bu konuda fikir alışverişinde bulunabilmem, çalışmamda bana büyük kolaylık sağladı. Bunun yanında konumun kaynak açısından zengin olması da bu kolaylığı sağlamada büyük rol oynadı. Çalışmamın ilk bölümünde feminist dilbilimi tarihçesine değindikten sonra, bu bilim alanını oluşturan iki konu üzerinde şimdiye kadar yapılan bilimsel araştırmaları ve bunların günümüzdeki gelişmelerini ele aldım. Feminist dilbiliminin bir dilin yapısını inceleyen bölümü sistem linguistik olarak isimlendirilmektedir ve özellikle maskulünden feminin oluşturan tanımlamaları incelemektedir. Araştırmam öncelikle bu bölüm üzerindeydi ve Almanca'da maskulinden feminin yapılmasındaki dilbilimsel problemleri kapsamaktadır. Diğer konu alanı ise iletişimsel ağırlıklı yönüdür. Burada, kadınların ve erkeklerin konuşurken seçtikleri kelimeler, ses tonları ve konuşma davranışları araştırılmaktadır. İkinci bölümde sistem linguistik konusunu daha ayrıntılı işledim. Feminini oluşturan eklerin tanımları örnekleriyle birlikte bu bölümdedir. Araştimanın üçüncü aşamasında Alman dilindeki çözümler üzerinde durdum. Burada seçtiğim örnekler hitap etme şeklini, gazetelerdeki iş .ilanlarını ve bazı hukuksal yazıları içermek¬tedir. Sonuçta ise Almanya'nın sosyal düzeyinin yüksek olmasına karşılık, dilinde henüz maskulinin ağır bastığı görülmektedir. Daha sonra Alman toplumunun bu konudaki düşünceleri çeşitli dergilerden alınan örneklerle verilmektedir. Son bölümde ise Alman ve Türk dilinin bu konu açısından gösterdikleri ortak ve farklı yönlerine değinilmektedir. Bu karşılaştırmada Almanca ve Türkçe'nin yapısal açıdan büyük bir fark göstermelerine rağmen, bu farktan dolayı da ortak bir özelliğe sahip oldukları sonucuna vardım. Almanca'da maskulin tanımlamalar ağırlıkta olup, genelde erkeklere hitap etmektedir. Oysa Türkçe'deki tanımlamalar, birkaç istisna dışında, tarafsızdır: Sözgelimi, öğretmen dediğimizde hem kadın hem de erkek kastedilmektedir. Ortak yönleri ise, her iki dilin toplumsal yapısını ve düşüncelerini yansıtmadığıdır. Bu açıdan Almanya'yı Türkiye ile karşılaştırdığımızda, kadın hakları ve kadın erkek eşitliği gibi konularda bizden ileri oldukları bir gerçektir. O halde "Acaba bir dil o ülkenin kültürünü gerçekten yansıtıyor mu?" sorusunun cevabı tartışılabilir.Item Mythologie and Deutsche volksmarchen im verglerch mit Turkischenn volks marchen(Uludağ Üniversitesi, 1994) Arslan, Neriman; Kelling, Ingrid; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Die vorliegende Arbeit beabsichtigt, hauptsâchlich die psychologische Seite der Symbol und Bildgestaltung in den Mârchen zu untersuchen. Ich bin ausgegangen von Drewermann, der die psyehologisehe Seite der Volksmârchen untersucht hat. Die wichtigsten psychoanalytischen Forschungen der Volksmârchen in Deutschland sind von Drewermann vorgelegt, der den fundamenta- listischen Katholizismus des Vatikans kritisiert hat und zur Ergânzung seiner Forschungen die Grimmschen Volksmârchen umfassend untersucht hat. Die psychoanalytische Forschungen Drewermanns ermöglichen den tiefen Sinn des Mârchens aufzu- decken und unsere Gefühle auf aussergewöhnliche Weise anzuregen. Die Volksmârchen, deren Ursprung auf mündliche volkstümliche Tradition beruhen, werden von Grimm als abgesunkener Mythos gedeutet. Aber eine seharfe Abgrenzung İst nicht immer möglich, da in dieser Gattung auch andere Faktoren in unterschiedlichem Gewicht eine Rolle spielen. Das Mârchen ist eine phantasievoll gestaltete fiktive Geschichte, in der vielerlei Wunder möglich sind. Es hat auch Realitâtsgehalt, da es über menschliche Probleme etwas aussagt. Das am Anfang unsere pessimistisehen Gefühle anregende Mârchen endet auf optimistisehe Weise, weil das Gute siegt und das Böse unterliegt. Die Mârchen dienen dazu, den harten Realitâten des Lebens gegenüber, unsere Widerstandsfâhigkeit zu bekrâftigen. Darüber hinaus tragen sie dazu bei, dass wir unsere innere Kraft durch eine Phantasie- und Traumwelt bereichern. In dieser Hinsicht haben die Mârchen einen unschâtzbaren Wert, weil sie die Horizonte unseres geistigen und seelisehen Lebens ausdeh Nen. Als berühmteste deutsche Volksmârchen gelten die "Kinder- und Hausmârchen" der Brüder fflilhelm und Jacob Grimin. Es gibt in ihnen eine charakteristische Mârchenwelt. Die scharfe Gegen- stândlichkeiten wie Gut und Böse, Glück, und Unglück, Schönheit und Hâsslichkeit usw. sind kennzeichnend in diesem Mârchen. Die profane Welt, der der Held entfliehen muss, İst meistens ungerecht und sogar grausam, wâhrend im türkischen Mârchen der Held im Alltagsleben nicht unterdrückt und geguâlt wird. Es ist meist ein Königliches Schloss, in dem er im Wohlstand lebt. Die irrealen Welten in Grimmschen und türkischen Mârchen zeigen auch gegensâtzliche Eigenschaften. Der Wald, in dem der Held Zuflucht sucht, ist ein friedlicher Ort und er wird von ihm freudlich empfangen, wâhrend im türkischen Mârchen der Held in einer grausigen Dâmonenwelt auftritt. Die patriarchalische Gesellschaftsordnung im alttürkischen Alltagsleben spiegelt sich in den Mârchen wider. In Grimmschen Mârchen erden die patriar- chalischen Elemente durch die Jenaer Frühromantik, aber âuch durch die Spâtromantik erheblich zurückgenommen. Die Entfaltung der weiblichen Einfühlungskraft war erst in der Romantik möglich. Die Schriftstellerinnen wie B. Brentano, C. Schlegel hatten im literarischen Leben einen bedeutenden Platz. Die bekannten weiblichen Mârchenfiguren verdanken ihre Weltberühmt- heit dieser anerkannten_Position der Frauen in der Romantik. Das Mârchen viderspricht den Kausalgesetzen der Natur durch die Verwandlungen und Vermenschlichung der Tiere, Pflanzen und Gegenstânde, die auch symbolische Bedeutung haben. In vielen Grimmschen Mârchen erscheinen Gott, Engel und christliche Heilige als handelnde Personen auf der Erde, was in den türkischen Mârchen fehlt, da es in der islamischen Religion bekannterweise fremd ist.Item Symbolisches in "Levins Mahle" von Johannes Bobrowski und in der "Blechtrommel" von Günter Grass(Uludağ Üniversitesi, 1994) Özdemir, Berrin; Kelling, Dieter; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Macht und hat keinen Platz mehr Unter den Menschen. Oskar, Hauptperson bei Grass ist ein Zwerg und durch ihn und seine Froschperspektive werden alle Symbole und zeitgeschichtlichem Ereignisse der Zeit dargestellt. So bringt Grass im Roman eine Parallelisierung von privater und offizieller Gesçhichte. Die Symbole von Grasser sollen den Leser provbzieren, aufrütteln und zugleich wachrutteln. Von einer Übernahme aufklârerischer Symbole aus der Antike öder aus dem 18. Jahr- hundert halt Günter Grass wenig. Seine Symbolgestaltung zielt auch auf eine Ablehnung der deutschen Klassik. Bobrowski hingegend will mit Traumsymbolen und Geistererscheinungen eine emotionale Gesçhichte erzâhlen, ohne die klassischen Traditionen der deutschen Klassik anzugreifen, wohlwissend, dass das Polenbild in der deutschen Literatür durch Goethe eingeleitet worden ist. Goethe war ein Gegner der polnischen Teilungen im 18. Jahrhundert. Aus diesem Grunde vermeidet Bobrowski jegliche Polemik.politischen und. militârischen Zeitereignisse wiederspiegeln, durch zeitgeschichtliche Aspekte wie z.B. ; Atlantikwall, Kristallnacht, Eroberung Danzigs durch die Rote Armee usw. dargestellt. Die Symbolik in der "Blechtrommel" von Günter Grass ist schwer zu verstehen. im Sinne der klassischen Symbolik verwendet er nur "die Schwarze Köchin", die als "Schwarze Madonna von Tschenstochau" zu interpretieren ist. Die anderen Symbole s'ind durch die Tiere oder zeitgeschichtliche Aspekte gegeben. Beide Autoren kritisieren die Religion, aber bei Bobrowski ist das nicht zu hâufig zu sehen. Grass kritisiert nicht nur die Kirche, sondern auch Gott selbst. Bobrowski geht in seiner Kritik nicht so weit, er schreibt nur, dass die Deutschen ihre Glaubensspaltungen uberwinden müssen, wenn es um nationale Probleme geht, wie bei dem Grossvater und dem Juden Levin. Bobrowski kritisiert religiose Intoleranz. Grass übt in vielen Kapiteln des Romans seine Kritik am Katholizismus, und so kritisiert er auch die antisemitischen Polen mehr als Bobrowski. Denn Bobrowski hatte "Levins Muhle" in der sechziger Jahre geschrieben und konnte in der damaligen DDR aus den kultur- politischen Gründen die Polen nicht kritisieren. Die Hauptfigur bei Bobrowski ist der Grossvater, der in den Geistererscheinunggen irratipnale Trâume hat.. Durch seine Trâume werden die reale welt, die logisch nicht zu begreifen ist und die Psyche des bösen Grossvaters dargestellt. Rassistische, antisemitische und antipolnische Vorstellungen bestimmen seine Psyche und so hat er grosse Charakterzüge mit Hitler. Am Ende des Romans findet der Grossvater einige Gegner, die sich von anderen deutschen und von der rassistischen Denkweise absondern. Ond der letzte Satz des Romans endet mit dem bedeutungsvollen Satz:"Nein ! " Also er verliert seine Macht und hat keinen Platz mehr Unter den Menschen. Oskar, Hauptperson bei Grass ist ein Zwerg und durch ihn und seine Froschperspektive werden alle Symbole und zeitgeschichtlichem Ereignisse der Zeit dargestellt. So bringt Grass im Roman eine Parallelisierung von privater und offizieller Gesçhichte. Die Symbole von Grasser sollen den Leser provbzieren, aufrütteln und zugleich wachrutteln. Von einer Übernahme aufklârerischer Symbol® aus der Antike öder aus dem 18. Jahr- hundert halt Günter Grass wenig. Seine Symbolgestaltung zielt auch auf eine Ablehnung der deutschen Klassik. Bobrowski hingegend will mit Traumsymbolen und Geistererscheinungen eine emotionale Gesçhichte erzâhlen, ohne die klassischen Traditionen der deutschen Klassik anzugreifen, wohlwissend, dass das Polenbild in der deutschen Literatür durch Goethe eingeleitet worden ist. Goethe war ein Gegner der polnischen Teilungen im 18. Jahrhundert. Aus diesem Grunde vermeidet Bobrowski jegliche Polemik.Item Vergleich Deutscher und Turkischer phraseologismen(Uludağ Üniversitesi, 1994) Başar, Çiğdem; Tuncer, Zihni; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.İster kendi anadilinizi, ister bir yabancı dili öğrenirken; örneğin "İngilizceyi konuşabiliyorum" diyebilmek için bir dilin sadece sözcüklerini ve gramerini (dilbilgisini) öğrenmek yeterli almayacak, bir dilin tuzu biberi sayılan, iletişim ağını genişleten ve dili zenginleştiren deyimlerin de bilinçli olarak edinilmesi gerekecektir. Hangi çevrede, düzeyde ve konuda olursa olsun, bu sözlerin kişisel konuşma ve yazışmalarda, gazete dilinde, televizyonda ve kitaplarda mutlaka karsımıza çıkacaktır. Bu çalışmada her dilin kendine has bu frazeolojik (deyimsel) yapısını Almancayı baz alarak Türkçeyle karşılaştırmaya çalıştık. öncelikle frazeoloji alanında kavram çeşitliliğinin yarattığı anlamsal kargaşayı gidermek amacıyla deyimin gerçek sınırını çizmeye; deyim nedir, ne değildir sorusuna cevap bulmaya çalıştık. Burada sözlük çalışması alanında, örneklerimizi seçerken, gerek tek dilli olanlardan Almanca ve Türkçe Deyimler, Atasözleri, üslup ve Günümüz Almancası Sözlüklerinde tarama yaparken olsun, gerekse karşılaştırmalı dilbilim alanında yayınlanan iki dilli deyimler sözlüklerini incelerken olsun büyük özen göstererek özellikle karşılaştırmada yapılan eksiklik ve anlam yanlışları vurgulanmış, sözlük hazırlamanın ne denli büyük bir titizlik gerektirdiğini ve yeni bir karşılaştırmalı sözlüğünün hazırlanması zorunluluğuna dikkat çekilmiştir. Karşılaştırmalı bu sözlüklerde karşılığı olmayan deyimlere, edebi ve gazete metinlerinde en sık rastlanan anlaşılması güç olan bu türe yer verilmemiştir. Ayrıca aralarında eşadlılık (homonymie) bulunan ancak anlamsal açıdan örtüşmeyen deyim örneklerine de rastlamak mümkün. Karşılaştırmamızın anlamsal görünüş bölümünde (bak. 3.2.) sözcüğü sözcüğüne aynı ve benzer nitelikte olan deyimleri Türkçe karşılıklarıyla, karşılğı bulunmayan örneklerde ise çeşitli anlatım yollarına başvurarak oluşturulmuş yabancı dil öğretiminde kullanılmak üzere bir nevi karşılaştırmalı sözlük önerisi yapılmıştır. Günümüzde yabancı dil öğretiminin politik, ticari ve kültürel ilişkiler nedeniyle bildirişimi sağlamak acısından ne büyük önem taşıdığı, ülkemizde bulunan Almanların dilimizi edinmesinde, daha da önemlisi Federal Almanyada yaşayan iki milyonu aşkın i., 2. ve (bu çalışma içerisinde bizi asıl ilgilendiren) 3. nesilden gelen Türk aile fertlerinin Türkceyi anadili, Almancayı da 2. dil olarak konuştukları ve bu konudaki eksiklikleri gerçeğinden yola çıkacak olursak, dilin önemli bir bölümünü teşkil eden deyimleri de bu alana dahil etmeliyiz. Deyimleri dilin kendine has diğer özel yapılarından ayrıştırarak yabancı dil öğretimi içerisinde ayrı ve özel bir derste uygulayarak edebiyat, yazılı anlatım ve de çeviri derslerinin yükünü hafifletebiliriz, zira bu konu, yaptığımız ders içi araştırmalarla birlikte, çalışmamızın 4. bölümünü oluşturmaktadır, özellikle çeviri derslerin de edindiğimiz izlenim, öğrencinin metnin cümle yapısı içindeki deyimi görebildiğini ancak bütüncül anlamı çıkarmakta zorlandığını, bu yüzden de sözcüğü sözcüsüne çeviri yoluna başvurduğunu gösterdiğinden bu deyimsel sözcük gruplarının örneğin stilistik dersinin bir bölümünde karşılaştırmalı olarak işlenebileceği sonucuna vardık.Item Wortschatzerwerb im Unterricht Deutsch als zweite Fremdsprache/Tertiaersprachenunterricht(Uludağ Üniversitesi, 2006) Gürel, İnci Hülya; Güler, Gülten; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Yabancı Diller Eğitimi Anabilim Dalı/Alman Dili Eğitimi Bilim Dalı.Die Mitgliedstaaten der Europäischen Union haben sich zum Ziel gesetzt, dass alle EU-Bürger mindestens drei Fremdsprachen lernen. Sie fordern also eine Erziehung der Mehrsprachigkeit und haben ihren schulischen Fremdsprachenunterricht dementsprechend angeordnet, wobei Englisch, auch wie in der Türkei, als Leitsprache anerkannt wird. In der Türkei wird Deutsch in der Regel als zweite Fremdsprache nach Englisch gelehrt bzw. gelernt. Diese Tatsache erfordert die Gestaltung und Durchführung des Deutschunterrichts nach den Prinzipien eines Tertiärsprachenunterrichts. Zu diesem Zweck wird in dieser Arbeit das Wortschatzlehren und –lernen einer Tertiärsprache untersucht und die Besonderheiten der Tertiärsprachendaktik erörtert. Hierzu wird auf die lerntheoretischen Grundlagen eingegangen um die Beschaffenheit des L2-mentalen Lexikons, das Gedächtnis in Bezug auf das Wortschatzlernen und die Klassifikation/die Rolle des Wortschatzerwerbs, der Wortschatzvermittlung darzustellen, um somit Aspekte des Wortschatzlehrens und –lernens zu erläutern und andererseits Überlegungen anzustellen, wie der Wortschatz systematisch und effektiv vermittelt und nicht zuletzt gelernt werden soll. Ferner wird auf die Tertiärdidaktik eingegangen, der Ist-Stand der Tertiärdidaktik in der Türkei geschildert und das Lehrwerk „Hier sind wir!“ auf der Basis der Tertiärsprachendidaktik analysiert.