2020 Cilt 29 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/16130
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item İbrahim Yalvacî’nin kasîde-i tantarâniyye tercümesi(Uludağ Üniversitesi, 2020-10-10) Öksüz, YılmazNizâmiye Medresesi müderrislerinden Muîneddin Ahmed b. Abdürrezzâk etTantarânî’nin (öl. 485/1092) Kasîde-i Tantarâniyye isimli eseri, üdebâ arasında kıymet bulan manzumelerden biridir. Cinas sanatının eşsiz örneklerini sunan ve ikili kafiye sistemine sahip olan eser, muhtelif kalemler tarafından Arapça olarak açıklandığı gibi Fars ve Türk diliyle de şerh ve tercüme edilmiştir. Eseri Türkçeye kazandıranlardan biri son dönem Osmanlı âlimi İbrahim b. Mehmed el-Yalvacî’dir (öl. 1293/1877). Tercümede kaynak metnin nazım biçimi, vezni ve kafiyesini kullanan Yalvacî, orijinal metnin başarısını gösterememiş; vezin açısından kusurlu, kafiye kelimeleri bakımından büyük ölçüde kaynak metne dayalı bir eser yazmıştır. Bazı beyitleri, uygun karşılıklar bularak çevirmeyi başarmış; fakat bunu eserin geneline yansıtamamıştır. Genellikle kaynak metnin kelimelerini aynen aktarmış veya küçük değişiklikler yaparak kullanmıştır. Kaynak metnin ikili kafiyesini belirli beyitlerde muhafaza edebilen Yalvacî, edebî sanatlara, bilhassa cinasa, yer vermeyi ihmal etmemiştir. Muhtevaya zenginlik katmaktan ziyade mana aktarımını tercih ederken övgüsü yapılan şahsı değiştirerek manzumenin türünü etkilemiştir. Dolayısıyla bir devlet büyüğü medhiyesi olan eser, naata dönüşmüştür. Bu makalede, Yalvacî’nin hayatından ve eserlerinden bahsedilerek söz konusu tercümenin incelemesi yapılmış ve transkripsiyonlu metni verilmiştir.Item İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan(Uludağ Üniversitesi, 2020-12-05) Yanç, Mustafa; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0002-7960-1655Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye b. Ebî Süfyan’a devretmesiyle birlikte tarihte Hulefâ-i Râşidîn döneminin sona ermiş olduğu kabul edilir. Ardından tarih sahnesine çıkan Emevîler, İslâm topraklarına yaklaşık 90 yıl hükmetmişlerdir. Bu zaman diliminde başarılı fetih hareketlerine, birçoğu günümüze kadar ulaşan imar faaliyetlerine, ekonomik ve sosyal alanda restorasyonlara imza atan Emevîler, zaman zaman Müslüman kamuoyunu rahatsız edecek davranış ve tutumlarda da bulunmuşlardır. Bunlara Kerbelâ vakası, Hucr b. Adiy ve Zeyd b. Ali gibi şahsiyetlerin katledilmeleri örnek gösterilebileceği gibi, Yezid b. Muaviye ve Velid b. Yezid gibi halîfelerin ahlak dışı davranışları da eklenebilir. Fakat Emevîleri İslâm Tarihi serüveninde farklı kılan en büyük özellikleri, onların Arapların idarede o döneme kadar tecrübe etmedikleri veliahtlık sitemini benimsemeleridir. Her ne kadar sonraki İslâm devletleri de veliahtlık ile idare edilseler de, genelde Emevîlere, özelde ise devletin kurucusu olarak kabul edilen Muaviye’ye yöneltilen en önemli eleştirilerden biri de veliahtlık sistemini uygulamaya koyarak selefleri olan Hulefâ-i Râşidîn’in uygulamasını terk etmiş olmalarıdır. Yukarıda bahsi geçenlerden de anlaşılacağı üzere Emevîler dönemi pek çok karmaşık hadisenin baş gösterdiği bir zaman dilimidir. Dolayısıyla dönemin şartlarını daha iyi anlayabilmek ve olayların arasındaki ilişkileri kavrayabilmek için gerek bu dönemi gerek devletin kurucusu olan Muaviye b. Ebî Süfyan’ı konu edinen araştırmalara fazlaca ihtiyacımız vardır. Tanıtmayı hedeflediğimiz İrfan Aycan’ın1 doktora tezi2 olarak hazırlanmış bu kitabı, Muaviye b. Ebî Süfyan’ın saltanata giden yoldaki mücadelesini konu edinmiştir.Item İtham ve gerçeklik arasında kesbî nübüvvet iddiaları(Uludağ Üniversitesi, 2020-12-12) Sarıca, A. İskenderPeygamberliğin verilişinin Allah Teâlâ’nın iradesine bağlı olmasında İslâm mezheplerinin ortak kabulüne rağmen, İslâm düşüncesinin satır aralarında rastlanabilen “peygamberliğin belirli bir gayret ve mücâhede sonucunda elde edildiği”ni ifade eden nübüvvetin kesbîliği nazariyesi, nübüvvet bahisleri içerisinde merkezî bir yer tutmaktan ziyade tâli bir tartışma konusudur. Konuyla ilgili tespit ve iddia içeren kayıtların kısa ve yer yer bağlamdan kopuk pasajlar şeklinde olması, bunun yanı sıra şahıs ve akımların ortaya koyduğu eserlerin yeterli tetkikinin gerçekleştirilmeyerek ikincil kaynaklara yani iddiayı ortaya koyan eserlere dayalı okuma yapılması, bağlamından uzak değerlendirmelere sebebiyet vermiştir. Kaynaklarda şahıs ve akımların düşüncelerinde nübüvvetin kesbîliğine yönelik ipuçları bulunmakla birlikte, kavramların hangi bağlamda tartışıldığı ve şahısların hangi gayeyi güttüğü tespit edildiğinde, meselenin alışılagelen toptancı anlayıştan daha farklı bir sonuca evrildiği görülmüştür. İşte elinizdeki bu kısa çalışma, kavramsal ve bağlamsal zemin olmak üzere iki kısımda konuyu inceleyerek, klasik ve modern kaynaklarda kendilerine nübüvvetin kazanılan bir makam olduğu görüşü nispet edilen Abbâd b. Süleymân, İbn Meserre, İhvân-ı Safâ ve İbn Sebʻîn’e yönelik kayıtların doğruluk ve geçerliliğini tartışmayı amaçlamaktadır.Item Jews in the ottoman foreign service dispatched in the romanian principalities (Wallachia and Moldova) until early 20th century(Uludağ Üniversitesi, 2020-11-12) Şenay, Bülent; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0002-4683-3417This paper deals with the Jewish diplomatic representatives dispatched by the Ottomans in the Romanian principalities (Wallachia and Moldova) during the 19th century. Throughout history, various types of representatives of the Ottoman Sublime Porte (Bâb-ı Âli) could be met first at the Wallachian and Moldovan Princely Courts, and later on at Romania’s Princely Court (after 1859), respectively Royal Court (after 1866). These included what could be called “official diplomats,” but also other types of envoys, such as financial delegates. At the same time, the Sultan could choose to be represented by a special emissary sent from Constantinople or by a local resident who would serve as what we would call today “honorary consul.” Not surprisingly in the Ottoman tradition, among these representatives of the Sublime Porte one can find a number of Jews, mostly, but not exclusively, Sephardic. Surprising, on the other hand, is the fact that some of these Jews were legal subjects of other states (i.e. the Austrian Empire), but this did not prevent the Ottoman officials from appointing them as their personal envoys. The paper therefore traces the evolution of this complex diplomatic representation from the 16th century until the turn of the 20th century.Item Kasten terk edilen bir farz namazın kaza edilebileceğine delil getirilen bir hadis ve değerlendirmesi(Uludağ Üniversitesi, 2019-09-12) Kahraman, Hüseyin; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0002-1345-4429Bir Müslümanın uyku veya unutma sebebiyle vaktinde eda edemediği bir farz namazı daha sonra kaza edebileceği hatta bunun gerekliliği konusunda ulema arasında ittifak vardır. Nitekim Hz. Peygamber’in beyanına göre bu durumun başka bir kefareti yoktur. Bununla birlikte âlimler, bir kişinin kasten terk ettiği yani kılması gerektiğine inanmasına rağmen tembellik ve başka işlerle meşguliyet gibi sebeplere binaen vaktinde eda etmediği namazları kaza edip etmeyeceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf büyük oranda, namazın terki ile iman arasında kurulan alakaya göre şekillenmiş görünmektedir. Uyku ve unutmaya ilaveten kasten terkedilen namazların da kaza edilmesi gerektiğine inanan âlimlerin tamamı, bu görüşlerinin delili olarak belli bir hadise işaret etmektedir. Bu hadise göre Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Biriniz uyku veya gaflet sebebiyle namazı terk ederse onu hatırladığı vakit kılsın. Zira Allah ‘namazı, beni hatırlamak için kıl’ buyurur”. Makale, bu hadisin söz konusu görüşün delili olup olamayacağı konusuna yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda dinin diğer verilerinde namaza yapılan vurgular ve özellikle de hangi durumlarda terki için kaza öngörüldüğüne işaret edilmekte, bu bilgilerle söz konusu hadisin uyumu araştırılmaktadır.Item Klasik arap edebiyatında bir mizah ögesi olarak alem (özel isim), lakap ve künyeler(Uludağ Üniversitesi, 2020-10-27) Şahin, Şener; Kavak, Fadime; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0002-2499-7672; 0000-0002-8817-4771Arapça’da hem “alem” tabir edilen özel isimler hem de Arap kültürünün karakteristik hususiyetlerinden biri olan lakap ve künyeler, gerek edebiyat sahasının muazzam geniş düzlüklerinde at koşturan ahbar ravileri, gerekse de linguistik şakalara düşkün kalem erbabı nezdinde özel ilgiye mazhar olmuş sıra dışı edebi temalardan biridir. Özel isimleri oluşturan sözcüklerin ya da künye ve lakapların mana çağrışımlarını kullanmak suretiyle nükteye başvurma sanatı; başta edip, şair, nedim ve dil âlimleri olmak üzere şaka ve latifeye meyilli şahsiyetlerce asırlar boyu uygulanan mizahi bir uğraş olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, ilk örneklerinin bizzat Hz. Peygamber tarafından veriliyor olması, bu mizah tarzına başvuran ediplerin cesaretini daha da artırmış ve yüzyıllar içerisinde bu sahada biriken edebi malzemenin revaç bulmasında meşhur birkaç hadis metninin de payı olmuştur. İşte bu makale, tarihi Hz. Peygamber zamanına uzanan köklü bir edebi uygulamanın ve mizahi geleneğin yansımaları durumundaki özel isimler, künyeler ve lakaplar üzerinden sergilenen anekdotik anlatılara odaklanmaktadır. Makalede öncelikle böyle bir nükteye başvurmanın gerekçeleri sıralanmakta, akabinde bu özel mizah biçiminin sergileniş biçimleri ortaya konulmaktadır.Item Kur’an-ı Kerîm’de israf kavramı ve inançla ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2020-12-05) Cankılıç, İdris; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0001-8834-0015İsraf, lügatlerde genel olarak haddi aşma, itidalden ayrılma, aşırılık, savurganlık gibi anlamlara gelmektedir. Kendi tarihi süreci içerisinde zamanla anlam daralmasına uğrayan israf kavramı, insanın sahip olduğu maddi değerlerdeki ve imkânlardaki savurganlık, anlamıyla ön plana çıkmıştır. İsraf kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de farklı alanlarda birçok hususta haddi aşmaları ifade eden geniş bir anlam yelpazesinde kullanılmıştır. Amelî hususlarda haddi aşmaları ifade etmek için kullanıldığı gibi inanç hususlarındaki bir kısım haddi aşmaları ifade etmek için de kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de küfür, şirk ve hak dine karşı isyan niteliğinde olan bazı tutum, davranış ve fiiller israf kavramı ile ifade edilmiştir. İslâm inancına göre insan, bu dünya hayatında imtihandadır. Dolayısıyla insanın bu dünya hayatında karşılaştığı, yaşadığı olumlu - olumsuz durumların tamamı, bu imtihan dâhilinde değerlendirilir. İnançta haddi aşmanın asıl ceza yeri ahirettir. İnsanın, ahirette ebedi bir ceza ile karşılaşmaması için inanç alanında hak dinin sınırlarını öncelikli olarak dikkate almalı ve haddi aşmamalıdır. Bir diğer ifade ile itidal üzere olmalıdır.Item Manevi danışmanlığın felsefi temelleri bağlamında stoa ahlak öğretisi(Uludağ Üniversitesi, 2020-10-24) Güvenç, Emel; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0003-2885-7826Bu çalışmada Stoik ahlak öğretisinin insanın ruhsal sağaltımı üzerine olası katkıları, manevi danışmanlık alanı bağlamında ele alınmaktadır. Makale boyunca, kendilik bilinci, ölüm, mutluluk getirici özelliğiyle erdem, arzuların sınırlandırılması, acıyla baş etme yöntemleri, ruhsal dinginlik, kozmopolitist yaklaşım, doğaya uygun yaşama, kader inancı, şimdi ve burada olma, acıya ilişkin rasyonel düşünebilme, insana dair iyicil yaklaşım gibi konular üzerine Stoik filozofların düşünceleri açımlanmaktadır. Bu doğrultuda bireylerin manevi inançlarının onlarda bir değişim motivasyonu olarak etkinleştirilebileceği kabulünden hareketle Stoik metinlerin manevi danışmanlık açısından bir kaynak olarak ele alınmasının imkânı tartışılmaktadır. Bu makalede günümüz Türkiye’sinde kurumsallaşma yolunda olan manevi danışmanlık alanından çok daha önceleri Stoa Okulu’nun kendine has yöntemlerle yürüttüğü insana rehberlik edici uygulamaların olduğu öne sürülmektedir ve ağırlıklı olarak son dönem Stoacılığı üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda felsefenin sosyal hayattaki yeri, insana dair sorunların temelden halledilmesine ilişkin getirdiği çözümler irdelenmektedir. Stoik düşün evreninde oldukça önemli yere sahip olan doğaya uygun eyleme, erdem eksenli yaşama, çeşitli manevi egzersizlerle yol alma gibi temel prensipler aracılığıyla bulunan bu çözümler manevi danışmanlık alanı için de umut vericidir.Item Nâsır-lidînillâh dönemi abbâsî vezirleri (575-622/1180-1225)(Uludağ Üniversitesi, 2020-12-07) Hançabay, Halil İbrahimAbbâsî halifeleri arasında en uzun süre tahtta kalan Nâsır-Lidînillâh (575-622/1180-1225) kırk beş yıllık halifeliği döneminde Abbâsîler’in metbû bir devlet olarak bütün müslümanlar tarafından tanınmasını hedeflemiştir. Bu hedefini gerçekleştirmek için Irak Selçukluları’nın (511-590/1118-1194) nüfuzunu ortadan kaldırmış, Hârizmşahlar’a (490-628/1097-1231) karşı ise denge siyaseti izlemiştir. Ayrıca Abbâsî toplumu içinde itikadî ve siyasî açıdan farklı görüşlere sahip çeşitli zümreleri birbirine yaklaştırmaya çalışmıştır. Nâsır’ın izlemiş olduğu siyasetin bir parçası olarak bu süreçte görev yapan vezirlerin başta halife olmak üzere diğer üst düzey devlet adamlarıyla ilişkilerinin ve faaliyetlerinin bilinmesi Nâsır’ın gerçekleştirmek istediği hedeflerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Nâsır’ın halifeliği süresince vezirlik makamına tekrarlarla birlikte on altı defa atama yapılmıştır. Bunlardan İbn Yûnus, İbn Hadîde, İbnü’l-Kassâb ve İbn Mehdî vezir olarak atanırken, kalan sekiz kişi ise vekâleten (nâibülvezîr) görevlendirilmiştir. Bu makalede diğerlerine kıyasla devlet idaresinde daha etkin oldukları öngörülen bu dört kişinin incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. Bunun için kronolojik sıraya riayet edilerek bu dönemde görev yapan vezirlerin yetişmeleri, faaliyetleri, devlet kademelerinde üstlendikleri görevler, tayin ve azil süreçleri, halife ve diğer görevlilerle ilişkileri detaylı bir şekilde ele alınmıştır.Item Toplumsal cinsiyet ekseninde din ve aile İçi roller(Uludağ Üniversitesi, 2020-11-12) Turan, Sümeyra Ünalan; Bilgin, Vejdi; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.; 0000-0003-3900-0369; 0000-0002-2161-4875Zihniyet oluşturmada yadsınamaz bir rol oynayan din, bireylerin toplumsal cinsiyet rol tutumlarının inşasında kilit öneme sahiptir. Bu makalede dinin, yükseköğrenim görmüş, çalışan, dindar, 0-6 yaş çocuğa sahip kadınların ve eşlerinin toplumsal cinsiyet tutumlarının oluşumu, eş seçimi, kadınlık ve erkeklik algısı, ev işi ve ebeveynlik rolleri paylaşımını nasıl etkilediği araştırılmaktadır. Çalışmada, din kurumunun bahsi geçen nitelikleri taşıyan 25 evli çifti, eş seçimi, toplumsal cinsiyet rol tutumlarının oluşumu ile ev işleri ve çocuk bakım sorumluluklarının paylaşımı hususunda nasıl etkilediğini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Derinlemesine görüşme tekniği ile elde edilen verilere dayanan bu araştırma neticesinde, katılımcıların toplumsal cinsiyeti, dinî bir üst değer olarak gördükleri adalet penceresinden ele aldıkları ve ev işi ile çocuk bakım sorumluluk paylaşımı konusunda Hz. Muhammed örneğinde somutlaşan dinî arka planın kadın katılımcıları güçlendirici argümanlar sağladığı tespit edilmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed’in ev işlerini paylaşması, ev işi yapmayan erkek katılımcılar tarafından dinî bir emir değil tavsiye olarak yorumlanırken; ev işlerine katılımı yüksek erkekler için ise geleneksel ailelerine karşı ev işi yapmalarını meşrulaştırıcı dinî bir açıklama zemini sağlamıştır.