2015 Cilt 16 Sayı 28
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/14065
Browse
Browsing by Title
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Item +Ak ve+(I)k eklerinin Türkiye Türkçesi ağızlarında kullanımı üzerine bir değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Özek, Fatih+Ak ve+(I)k ekleri, Eski Türkçeden itibaren Türkçenin çeşitli dönemlerinde kullanılan, sevgi ve küçültme bildiren eklerdir. +Ak ve+(I)k ekleri, sevgi ve küçültme işlevine bağlı olarak zamanla yavru hayvan adları, bir nesnenin parçası veya küçüğü anlamında isimler türetmiştir. Ancak eklerin kullanımı, hem Türkçenin tarihî, hem de çağdaş dönemlerinde sınırlıdır. Bugün Türkiye Türkçesi yazı dilinde, kalıplaşmış olarak, yalnızca bazı kelimelerde görülür. +Ak ve+(I)k ekleri, Türkiye Türkçesi ağızlarında da görülür. Derleme sözlüğünden hareketle ek ile ilgili tespit ettiğimiz örnekler, eklerin Türkçenin tarihî ve çağdaş dönemlerine göre ağızlarda daha canlı olduğunu göstermiştir. Ayrıca, ekler temel işlevlerine bağlı olarak, yeni işlevler de kazanmıştır. Çok sayıda kelimede ise şekil ve anlam olarak ekler varlıklarını hissettirmiştir. Çalışmada bu kelimelerin kök-gövde (anlam) ilişkisi de kurulmaya çalışılmıştır. Bu noktalardan hareketle makalede, +Ak ve +(I)k eklerinin Türkiye Türkçesi ağızlarındaki genel görünümünü ve de işlevlerini ortaya koymak hedeflenmiştir.Item Aka Gündüz’ün kaleminden fuhuşa sürüklenen kadınlar(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Uğurlu, Alev Sınar; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.Fuhuş batağına düşen ya da düşmek üzere olan kadına el uzatıp onu kurtarmak gerektiğini edebiyatımızda ilk defa Ahmet Midhat Efendi Mihnetkeşan ve Henüz On Yedi Yaşında adlı romanlarında ele almıştır. Bu meseleyi işleyen ilk çarpıcı örnekler arasında Abdülhak Hamid Tarhan’a ait olan Bir Sefilenin Hasbıhali, Tevfik Fikret’in “Nesrin” adlı manzum hikâyesi ve Halit Ziya’nın Sefile adlı romanı yer alır. Bu yazarlarla birlikte edebiyatımızda, toplumun ön yargı ile yaklaşıp dışladığı, ahlâkî açıdan yargıladığı, bu yargılamanın sonucunda da genellikle mahkûm ettiği düşmüş kadına farklı bir gözle bakılmaya başlanır. Acıma duygusu ön plana geçer. Mutlak kurallara bağlı ahlâk anlayışının dışına çıkılır, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle “insanî ahlâk” harekete geçer. Bu kadınları düşüren sebepler üzerinde düşünmek, bu sebepleri ortadan kaldırmak, onların dertlerini paylaşmak ve düşmek üzere ya da düşmüş kadını topluma kazandırmak gerektiği mesajı ile konu farklı bir bakış açısından edebiyata yansımaya başlar. Gerek Batı edebiyatının gerekse yazarların kendi hayat tecrübelerinin etkisiyle düşmüş kadına acıma Türk edebiyatına yeni bir tem olarak girer. Bu tem Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda sosyal bir duyarlılığa dönüşür. Fuhuş batağı içine saplanmış kadının iç dünyası, çevresi ile ilişkisi, kötü yola düşmede ailevi ve sosyal sebepler, bu durumun birey ve toplum üzerinde etkisi ve çıkış yolları Türk yazarlarının işlediği konulardan biri haline gelir. Yazarlarımız içinde bu sosyal yarayı en geniş şekilde ele alan Aka Gündüzdür. Aka Gündüz Türkiye’de sosyoloji araştırmalarının sınırlı olduğu bir dönemde meseleyi sosyal boyutu ile ele almış, nedenler ve sonuçları roman vasıtası ile yansıtmış ve yine roman çerçevesi içinde çözüme yönelik öneriler getirmiştir. Aka Gündüz’ün romanlarında fuhşa sürüklenen kadınlar dikkat çekici yoğunluktadır. Bu kadınların büyük kısmı, yaşadıkları devre göre eğitimlidirler, saygın ailelere mensupturlar. Ancak çeşitli sebeplerle ailelerinden uzaklaşmıştırlar. Hayat tecrübeleri hiç yoktur. Saflıklarının ve tecrübesizliklerinin kurbanı olurlar. Kimi tecavüze uğrar; kimi evlenme vaadi ile kandırılır; kimi bir aile bireyinin, kimi dost zannedip en fazla güvendiği kişinin ihanetine uğrar; kimi kadın tacirlerinin tuzağına düşer… Düşme sebepleri farklıdır ama bu kadınların hepsi aile korumasından, özellikle öz anne ilgi ve korumasından mahrumdurlar. Hepsi toplum tarafından dışlanmıştır. Tek başınadırlar. Sokakta, barda, randevuevinde veya ahlâkî açıdan yozlaşmış salonlarda sömürülürler. Hakaret ve şiddet görürler. Katlanmak zorunda bırakıldıkları sefil hayat içinde yüreklerindeki temizliği korurlar. Bu kadınları görülen manzaraya göre değerlendirmemek gerektiğine inanan yazar özellikle düşme sebepleri üzerinde durur. Onlara elbette acımak lâzım geldiğini ancak kucak açmanın tek gerekçesinin acıma duygusu olmaması gerektiğini, böyle bir yaklaşımın gurur kırıcı olduğunu ifade eder. Aka Gündüz’ün asıl istediği, kurtarmaya yönelik çözüm yolları bulmaktır. Romanlarında yer yer cumhuriyetin temel prensiplerini içine sindirmiş ve sosyal duyarlılığı olan kahramanların bireysel çabaları ile tehlikede olan kadınların bazılarını kurtarır. Ancak aile dışındaki bireylerden gelen çabaların yetersiz olduğunu bilen yazar, önce aile himayesini şart koşar. Aile himayesinin olmadığı yerde devlet himayesinin zorunlu olduğunu anlatmaya çalışır. Fuhuşla mücadelede okuyucuyu ikaz etmenin yanı sıra konuya yetkililerin dikkatini çekmek ister. Türkiye’de ilk kez roman sınırları içinde kadın sığınma evlerinin gerekliliği üzerinde durur ve bugünkü işleyişinden çok farklı bir kadın sığınma evi projesi sunar.Item Bazı Türkçe Kısasü’l Enbiyalara göre Âdem’in dili(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Nalbant, Bilge ÖzkanKısasü’l-Enbiya’lar(KE), sadece dinî bilgilerle değil insanlık tarihine ilişkin içerdikleri başka bilgilerle de önem taşırlar. Türkçe yazılmış Kısasü’lEnbiya’lar, dinî bilgiler yanında dilin oluşumu ve bu arada ilk insanın dili ile ilgili de bilgiler vermektedirler. Bu bilgi, Kur’an’ın tefsirinden kaynaklanan başka eserlerdeki bilgilere dayanmakla birlikte Türkçenin Âdem’in dili oluşu ile ilgili verdiği bilgilerle de dikkat çekmektedirler.Item Kemandan viyolaya geçiş süreci(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Çalgan, Görkem; Uludağ Üniversitesi/Devlet Konservatuvarı.Kemandan viyolaya geçiş sürecinde, bu iki çalgı arasındaki yapısal farklılıklar nedeniyle öğrenciler karmaşık bir uyum süreci geçirmektedirler. Fizikteknik, ton üretme, vibrato, entonasyon ve anahtar değişikliği gibi sorunların yaşandığı bu sürecin çabuk ve kolay aşılması, öğrencinin viyola üzerindeki kontrolünün bir an önce oluşturulması açısından önemlidir. Bu çalışmada, geçiş sürecinde doğabilecek sorunları birebir yaşamış öğrencilere rehberlik edilerek oluşturulmuş çözümler için tutulan yol ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Bu yöntem ve öneriler kullanılarak, öğretmenlerin öğrencilerine rehberlik edip onları kemancı konumundan, gerçek viyolacı konumuna getirmelerine yardımcı olmak amaçlanmıştır.Item Kirkor Ceyhan’ın kısa öykülerinin dili ve tehcir(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Sarıçiçek, MümtazTürkler 1071'de Anadolu'ya geldiklerinde orada sığınmacı olmayı değil; bilakis orayı yurt edinme amacı güdüyorlardı. Derin bir devlet kuruculuk geleneği olan Türkler, siyasi egemenlik tesisinin halklarla savaşarak değil öteki egemenliklere karşı başarı kazanarak mümkün olacağının da bilincindeydi. Bu sebeple, Anadolu'da yerleşik olan halklarla iyi geçinmeyi; onların dil, din ve kültürlerine müdahil olmamayı genel bir ilke olarak benimsediler. Türklerle Ermenilerin tarihsel ilişkilerinin ana çerçevesini bu çizgi oluşturdu. Birlikte geçirilen dokuz yüz yıl içinde egemenlik daima Türklerde kalmış olsa da Ermeniler, ekonomik ve kültürel özgürlük içinde yaşadı. Ancak modernleşmeyle birlikte milliyetçiliğe dayalı ayrılıkçılık fikirleri, önce Ermeniler arasında yayıldı. Bu çerçevede, Sultan Hamid'e suikast girişimi gibi çarpıcı örnekleri olan terörizm yoluyla, Ermeniler yeni bir egemenlik oluşturmaya çalıştılar. 20. yüzyılın başlarında, Osmanlı coğrafyasındaki Ermeni ayaklanmaları bu amaca yönelik yoğun bir çatışma ortamı oluşturdu. Bilhassa Doğu Anadolu'da Ermeni tedhiş hareketleri soykırım düzeyine ulaştı. 1915 Tehcir Yasası bu ortamda, Osmanlı Devleti’nin aldığı bir tedbir kararıydı. Bu karar gereğince sadece Doğu Anadolu'dakiler değil İmparatorluğun geniş coğrafyasına yayılmış Ermeniler yine bu coğrafya sınırlarında kalmak şartıyla yer değiştirmeye tabi tutuldular. Kirkor Ceyhan'ın ailesi de bu göç ettirilenler arasındaydı. Sivas'tan Besni'ye kadar götürülen aile, geçici bir süre orada ikamet etmiş, tehcir kararının kaldırılması ile de yeniden Zara'ya dönmüştür. 1924 doğumlu Ceyhan, tehciri babasından dinlemiştir. Türkçe yazılmış beş kitabı bulunan yazar, bu hatıraları, uzun yıllar sonra "Kapıyı Kimler Çalıyor" başlıklı eserinde öyküleştirmiştir. Bu çalışmada, bu kitapta yer alan öyküler, tehcir merkezli bir incelemeye tabi tutulmuştur.Item Osmanlı Bursa’sında eczaneler, eczacılar ve ecza tüccarları (1861-1919)(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Yaşayanlar, İsmail; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Tarih Anabilim Dalı.Hastalıkların tedavisinde hekimlik hizmetinin yanında vazgeçilmez bir unsur olan eczacılık mesleği, bir zanaat dalından okul eğitimi gerektiren profesyonel bir meslek haline ancak on dokuzuncu yüzyılda gelebildi. Tıp eğitiminin geliştiği süreçte eczacılık mesleğinin öğretilmesi ve icra edilmesi hususunda da pek çok değişim yaşandı. 1830’larda öncelikle İstanbul’da, yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise taşrada sivil eczaneler açılmaya başladı. Ecza ticareti de Osmanlı kentlerindeki ticari faaliyet alanlarına on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde eklendi. Bu makalede bir taşra şehri olan Bursa’da açılan eczaneler, eczacılar ve ecza tüccarları modernleşme sürecinde tıbbi faaliyetlerin gelişimi çerçevesinde incelenmeye çalışılacaktır.Item Osmanlı donanmasında modern teknolojiyi yakalamak: Bahriye Sanayi Alayları(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Kurt, BurcuSanayi Devrimi tüm dünyayı olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu da derinden etkilemiştir. Özellikle 19. yüzyıl başlarından itibaren makinelerin gemilerde kullanımı ve buhar teknolojisinin gelişimi, dönemin güçlü devletlerini donanmalarını kuvvetlendirmek için bir teknoloji yarışının içerisine sokmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da imkanları dahilinde bu yarışın içerisinde kalmaya ve donanmasını yeni teknolojiye uygun hale getirmeye çabalamıştır. Dünyada deniz ulaşımı ve teknolojisi konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm, kurulan yeni fabrika ve imalathanelerde çalışabilecek ve teknolojik değişimlere adapte olabilecek kalifiye bir iş gücünün mevcudiyetini de zorunlu kılmaktaydı. 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nda ise denizcilik alanındaki bu teknolojik yenileşmeyi besleyebilecek bir işgücü bulunmamaktaydı. Bu çalışmada, Osmanlı’nın donanma teknolojisine adapte olma çabaları bağlamında Bahriye Sanayi Alayları mercek altına alınacak ve alayların kuruluş nedenleri, gelişimleri ve değişen fonksiyonları üzerinde durulacaktır.Item Oyunun kurallarını yok saymak: Heath W. Lowry'ye cevap(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Kılıç, AyşegülBu makale, 2011 yılında Gazi Evrenos Bey üzerine tamamladığım doktora tezimin ardından yayınlanan diğer makalelerimde tekrar ettiğim bazı yeni bulgular üzerine tarihçi Heath W. Lowry ile başlayan polemik ve iddialarımı içermektedir. Yayınlarımda ilk defa bahsettiğim, Gazi Evrenos Bey’in etnik menşei üzerine yeni bulgu ve belgelerin yanı sıra ulaştığım sonuçların da söz konusu tarihçi tarafından intihal yoluyla çeşitli vesilelerle yayınlandığını tespit ettim. Bunun üzerine aramızda başlayan akademik tartışma, son olarak kendisinin yayın kurulunda olduğu dergide yazdığı cevapla devam etti. Burada hem kendi iddialarım hem de söz konusu tarihçinin kimi iddialarına karşı bilim camiasını mesele hakkında aydınlatmak amacıyla detaylı bir cevap kaleme alınmıştır.Item Selâhattin Enis'in Neriman romanında kadın(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-01) Ecevit, Hümeyra; Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.Batılaşma sürecinde, Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki temel ayrımlardan birinin “kadın hürriyeti” olduğunu fark eden aydınlar ve sanatçılar, bu sorunu eserlerinde kuvvetle işlemişlerdir. Başlarda modernleşmenin nesnesi olan kadın, Servet-i Fünûn dönemi eserlerinde; özgür, eğitimli bireyler olarak işlenmiştir. Meşrutiyet dönemindeyse zihinlerdeki "ideal kadın" imajına, “Türk milletini yükseltecek temel varlık” imgesi eklenmiştir. “Neriman” romanı, Servet-i Fünûn zevk ve anlayışının etkisini göstermekle birlikte bir Meşrutiyet dönemi eseridir. Bu çalışmada; ileride, toplumun sosyal sorunlarını acımasızca ele alacak olan ve kadını yozlaşmanın birinci derecede sorumlusu gören Selâhattin Enis'in ilk romanı Neriman'da, kadın sorununu hangi boyutuyla işlediği üzerinde duruldu.