2023 Cilt 49 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/33164
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Relaps refrakter multiple myelomda iksazomib, lenalidomid, deksametazon kombinasyonu deneyimi: Gerçek yaşam verisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-04-20) Ersal, Tuba; Özkocaman, Vildan; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Candar, Ömer; Çubukçu, Sinem; Koca, Tuba Güllü; Hunutlu, Fazıl Çağrı; Yavuz, Şeyma; Pınar, İbrahim Ertal; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; 0000-0001-5419-3221; 0000-0003-0014-7398; 0000-0002-5129-2977; 0000-0003-3970-2344; 0000-0001-7602-6926; 0000-0001-9623-8096; 0000-0003-4168-2821; 0000-0002-4991-9830; 0000-0003-1250-644X; 0000-0001-9907-1498; 0000-0001-6486-3399; 0000-0001-9710-134Xİlk oral proteazom inhibitörü (PI) olan iksazomib, lenalidomid ve deksametazon (IRd) ile kombinasyon halinde relaps refrakter multipl miyelomun (RRMM) tedavisi için onaylanmıştır. Bununla birlikte, klinik çalışma sonuçları her zaman gerçek dünyadaki sonuçlarla örtüşmez. Bu çalışmanın amacı, gerçek yaşamda RRMM'li hastaların tedavisi için iksazomib bazlı kombinasyon tedavisinin sonuçlarını değerlendirmektir. Çalışmaya Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’ndan toplam 45 RRMM tanılı hasta retrospektif olarak dahil edildi. Medyan takip süresi 15.9 ay (0.3-53.8) ve medyan yaş 66 (40-84) idi. Hastaların %8.8’i 2. sırada, % 15.5’i 3. sırada, %35.5’i 4. sırada ve %40’ı da ≥5. sırada iksazomib aldı. Genel olarak, IRd’den önce hastaların %100’ü PI (bortezomib %100, karfilzomib %31.1), %88.8’i immünomodülatör ilaç (IMID) (lenalidomid %86.6, pomalidomid %33.3, talidomid %4.4) almış ve %55.5’ine de otolog kök hücre nakli yapılmıştır. Hastaların hepsi lenalidomid ve deksametazon ile kombinasyon halinde iksazomib almıştır. Tedavi, yan etki nedenli düşük bir kesilme oranıyla (%6.6) iyi tolere edilmiştir. En sık görülen yan etkiler sitopeni (%50) ve enfeksiyon (%25) olmuştur. Genel yanıt oranı %77.7, çok iyi kısmi yanıt oranı %20, tam yanıt oranı % 28,5 kısmi yanıt oranı %11.4, minimal yanıt oranı %5.7, stabil hastalık oranı %5.7, progresif hastalık oranı %28.5 saptandı. İksazomib tedavisinde medyan progresyonsuz sağkalım (PFS) 29.1 aydı (%95 GA 17.2–40.9). PFS 12 ve 24 ayda sırasıyla %75 ve %59 idi. Medyan genel sağkalım (OS) 22.6ay (%95 GA 18.8–40.9) idi; OS 12 ve 24 ayda sırasıyla %73 ve %49 idi. Gerçek yaşamda RRMM hastalarında IRd etkili, güvenli ve oral verilebilmesi nedeniyle kolay uygulanabilir bir rejimdir.Item Farklı epon solventlerinin yarı ince kesitlerde boyanma üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-29) Akbaş, Ayşe; Yavaş, Senem Esin; Ersoy, Semiha; Usta, Çiğdem; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0091-9012; 0000-0002-6949-1210; 0000-0002-6419-0304; 0000-0002-3923-2875Yarı ince kesitlerin kullanımı histolojik ve klinik tanı çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Fakat bu amaçla kullanılan plastik gömme ortamları hidrofobik oldukları için boyaların dokulara girişini sınırlandırmaktadırlar. Bu çalışmada; yarı ince epon kesitlerin boyanmasında daha çok detay sağlamak üzere bilinen epon solventleri ile asetonun karşılaştırılması ve daha önce denenmemiş toluidine blue-eozin ikili boyamasının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada sıçan beyin, ince bağırsak ve pankreas doku örneklerine ait epon bloklardan ultramikrotom ile 1µm kalınlığında yarı ince kesitler alındı. Boyama öncesi epon kesitlere boyaların penetrasyonunu kolaylaştırmak amacı ile sodyum hidroksit, periyodik asit ve aseton ile üç ayrı etching uygulandı. Bir grup kesitte epon uzaklaştırılmadı. Toluidine blue ve toluidine blue-eozin ikili boyaması uygulanan kesitler ışık mikroskobunda değerlendirildi. Aseton ile etching sonrası üç dokuya ait toluidine blue boyama sonuçları, alkali ve asit etchingi sonrası boyamalara ve etching uygulanmadan yapılan boyamalara göre çok daha başarılı olarak değerlendirildi. Özellikle pankreasta daha berrak görüntüler sayesinde daha iyi detay sağladığı görüldü. Toluidine blue-eozin boyaması ile beyin ve pankreas dokularında olumlu sonuçlar elde edildi. Eponun uzaklaştırılması amacıyla ilk kez denenen aseton ile başarılı sonuçlar elde edildiği için diğer solventlere alternatif olarak asetonun rutinde kullanılabileceği düşünüldü. Yine ilk kez denenen toluidine blue-eozin ikili boyamasından epon kesitlerin değerlendirilmesinde yararlanılabileceği sonucuna varıldı.Item İskemik beyin hasarında reaktif astrositlerin fonksiyonları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-25) Akbulut, Nursel Hasanoğlu; Topal, Gonca; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp-Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-5704-5793; 0000-0003-0426-2684; 0000-0003-3463-7483İnme, dünya çapında ikinci önde gelen ölüm nedenidir. Memeli merkezi sinir sistemindeki (MSS) en yaygın glial hücre grubunu oluşturan astrositlerin inmenin akut ve kronik evresindeki patofizyolojilerinin araştırılması önemlidir. Hastalık ve beyin hasarlarını takiben görülen patolojik durumlarda astrositler reaktif forma dönüşürler. İskemik hasar sonrası Glutatyon (GSH) salgılayarak oksidatif stres hasarını hafiflettikleri, nörotrofik faktörler salgılayarak nöron gelişimi ve sağ kalımına katkıda bulundukları, serebral ödemin düzenlenmesinde rolleri olduğu ve eritropoietin salgılayarak anjiyogeneze katkı sağladığı ve nöronal apoptozu inhibe ettiği yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Ancak tüm bunların yanı sıra, iskemi sonrası eksitotoksisiteyi indükleyerek ve inflamatuar faktörlerin aşırı salınımına yol açarak nöronal ölüme yol açtığı ve kan-beyin bariyeri (KBB)’nin geçirgenliğini attırdığı gösterilmiştir. İskemik hasar sonrası oluşan glial skarın akut dönemde doku hasarının yayılmasını önleyerek sağlıklı dokudaki homeostazı sağladığı ancak kronik dönemde akson büyümesine engel olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu yüzden reaktif astrositlerin işlevleri tartışmalıdır. Genetik olarak reaktif astrositlerin nörotoksik (A1) ve nöroprotektif (A2) iki polarizasyon durumuna dönüşüm geçirebileceği bulunmuştur. Farklı astrosit tipleri nörolojik hastalıklar için etkili tedavi yaklaşımlarının keşfedilmesine yardımcı olacaktır. Bu derlemede; iskemik beyin hasarına bağlı olarak oluşan inmede reaktif astrositlerin fonksiyonlarına ve bu süreçte astrositlerin fizyolojik ve histomorfolojik değişimlerine yer verilmiştir.Item Deney hayvanları araştırmalarında standardizasyonun yeri ve önemi: Geleneksel derleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-04-05) Çelik, Aslı; Baksi, Nazan; Güneli, Mehmet EnsariPreklinik çalışmalar, tıp bilimlerinin farklı disiplinlerdeki birçok araştırmanın temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmaların önemli bir bölümünde yer alan deney hayvanları; biyolojik, fizyolojik ve patolojik mekanizmaları anlamak, sistem yanıtlarını incelemek ve türler arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak için kullanılan canlı organizmalardır. Deney hayvanları araştırmalarında standardizasyon, deneysel bulgulara etki eden biyolojik ve çevresel faktörlerin benzer olmasını ifade eder. Böylece, benzer araştırma prosedürleri sabit koşullarda bir başka laboratuvarda uygulandığında, eşdeğer ve birbiri ile karşılaştırılabilir sonuçların alınması sağlanır. Standardizasyonu etkileyen öncelikli faktörler, deney içi ve deneyler arası varyasyonların bütünü olarak değerlendirilmektedir. Bu varyasyon kaynakları ile deneyler etkilenir ve farklı bulguların ortaya çıkmasına sebep olur. Standardizasyonun asıl amacı, deneydeki varyasyonları azaltmaktır. Varyasyonların azaltılması istatistiksel olarak çalışmalarda kullanılan hayvan sayısının azaltılmasını ve hayvan refahının artmasını sağlar. Ayrıca, varyasyonların azaltılması zaman ve para israfını da önler. Standardize deneyler; tekrar edilebilirliğe, laboratuvarlar arası karşılaştırılabilirliğe ve bilimsel güvenilirliğe olanak sağlar. Araştırmanın hipotezine uygun deneysel süreç yönetiminin planlanması, prosedürlerdeki yanlılığın en aza indirilmesi, eğer varsa araştırmaya uygulanan iyileştirme tekniklerinin belirtilmesi bilimsel araştırmaların kalitesini artırır. Deney hayvanları araştırmalarında deneysel tasarımdan itibaren uygulanan standardizasyon ile nitelikli araştırmalar artar, bilimsel ilerlemeye katkı sağlar. Dolayısıyla bu derlemenin amacı, güncel paradigmalar ışığında hayvan deneylerinin standartlaştırılmasında, kullanılan deney hayvanlarının çevre, barınma, beslenme koşullarının ve uygulanan deneysel yöntemlerin sabit tutulması ile kontrol altına alınmasının önemini vurgulamak, bu konuda farkındalık yaratmak ve standardize olan ya da olmayan deneylerin hayvan refahı ve araştırma sonuçları üzerindeki etkilerini ortaya koymaktır.Item Egzersiz kaynaklı BDNF'nin mental sağlık üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi: Sistematik derleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-03) Birinci, Yakup Zühtü; Sağdilek, Engin; Şahin, Şenay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Spor Bilimleri Fakültesi/Antrenörlük Eğitimi Bölümü.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyofizik Anabilim Dalı.; 0000-0002-1772-6014; 0000-0001-8696-4035; 0000-0002-9221-0616Yaşam süresi uzadıkça mental hastalıklar daha yaygın sağlık sorunları haline gelerek hastaların ve ailelerinin refahını ve yaşam kalitesini oldukça azaltmaktadır. Bu patolojilerin başlamasını önlemek veya geciktirmek için etkili bir strateji olan düzenli egzersizin beyin-kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) gibi nöroprotektif nitelikli hücresel ve moleküler dolaşım faktörleri yoluyla beyin sağlığı üzerindeki faydaları tetiklediği düşünülmektedir. Bu nedenle, bu sistematik derleme, egzersiz kaynaklı BDNF’nin mental hastalıklar üzerindeki etkisine ilişkin güncel bilgileri özetlemeyi ve bu hastalıklara optimum fayda sağlayacak egzersiz programları oluşturmak için öneriler sunmayı amaçlamaktadır. Sistematik inceleme stratejisi, elektronik veri tabanı sistematik araştırmalarında bir metodoloji olarak spor bilimine uyarlanan raporlama maddeler bildirisi PRISMA (Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-analyses) yönergelerine uygun şekilde yürütülmüştür. Bu kapsamda oluşturulan dışlama ve dahil edilme kriterleri göz önünde bulundurularak sekiz tam metin çalışma değerlendirilmiştir. Bu çalışmadan elde edilen bulgular, en az dört hafta boyunca ve haftada 150 dakika orta şiddetli aerobik ve direnç egzersizlerinin ya da bu egzersizlerin halihazırda devam eden tedavilerle veya bilişsel egzersizlerle birlikte kullanılmasının mental sağlık üzerindeki olumlu etkilerine BDNF'deki artışların aracılık edebileceğini göstermektedir. Bu durum egzersizin, düşük BDNF seviyelerine sahip mental hastalığı olan bireyleri hedefleyebileceği hipotezlerini desteklemektedir. Sonuç olarak egzersiz kaynaklı BDNF düzeylerinin mental sağlıkla ilişkili standart tedavi müdahalelerinin etkinliğini geliştirebileceği ve klinik iyileşmeyle ilişkili potansiyel bir biyobelirteç olabileceği düşünülmektedir. Buna rağmen özellikle farklı şiddet ve sıklıklarda planlanan egzersiz türlerinin ya da kombinasyonlarının BDNF salınımını farklı şekilde etkiliyor oluşu bu çalışma sonuçlarına dayanarak mental sağlığı BDNF kaynaklı geliştirebilecek standart bir egzersiz programı oluşturmayı oldukça zorlaştırmaktadır.Item Memenin invaziv duktal karsinomu tanısı olan şizofreni olgusunda gelişen nöroleptik malign sendrom(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-04-20) Aydın, Sare; Batmaz, Sedat; Aslan, Esma Akpınar; Savaş, Ahmet EkremNöroleptik malign sendrom (NMS) hipertermi, müsküler rijidite, bilinç değişikliği, otonomik disfonksiyon, serum kreatin fosfokinaz (CPK) düzeyinde yükselme ve lökositoz ile karakterize olan, nadir görülen ancak mortal seyreden bir sendromdur. Yorgunluk, dehidrasyon ve yetersiz beslenme NMS için risk faktörleri olarak kabul edilir ve kanser hastaları NMS için yüksek risk grubunu temsil etmektedir. Bu yazıda yetmiş üç yaşında şizofreni tanısıyla takipli bir hastada psikotik ajitasyonu kontrol altına almak amacıyla haloperidol 5 mg/gün intramüsküler olarak uygulanmasından iki gün sonra gelişen yüksek ateş, müsküler rijidite, otonomik instabilite gelişmesi, CPK ve C-reaktif protein (CRP) düzeyinde yükselme, lökositoz saptanması NMS düşündürmüştür. Takip sırasında istenen beyin bilgisayarlı tomografisinde (BT) metastatik kanamadan şüphelenilen hastanın, biyopsi sonucu memenin invaziv duktal karsinomu olarak raporlanmıştır. Literatür incelendiğinde olgumuz, meme kanseri olan şizofreni hastasında antipsikotik kullanımı sonucu gelişen ilk NMS olgusudur.Item Mp-MR ile prostat kanseri şüphesi bulunan hastalarda, MR-TRUS füzyon biyopsi ve kognitif füzyon biyopsi tekniklerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-04-05) Gürsel, Başak Erdemli; Öngen, Gökhan; Topal, Naile Bolca; Turan, Levent; Yavaşçaoğlu, İsmet; Savcı, Gürsel; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0047-1780; 0000-0002-7348-0813; 0000-0002-4821-242X; 0000-0003-3088-4233; 0000-0002-1788-1997; 0000-0002-7381-9768Bu çalışmada, Multiparametrik Manyetik Rezonans (mp-MR) tetkikinde PIRADS 3 (Prostat Görüntüleme Raporlama ve Bilgi Sistemi) ve üzeri lezyonu bulunan hastalarda MR- Transrektal Ultrasonografi (MR-TRUS) eşliğinde füzyon biyopsi ve kognitif Füzyon (KF) biyopsi tekniklerinin prostat kanseri saptamadaki etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Kliniğimizde 2017-2022 yılları arasında biyopsi öncesi yapılmış mp-MR tetkiklerinde PIRADS 3 ve üzeri lezyonu bulunan, PSA değeri 2-20 ng/ml arasında olan, daha önce hiç prostat biyopsisi yapılmamış ve mp-MR tetkiki sonrası ilk 6 ay içerisinde 48 MR-TRUS, 48 KF füzyon biyopsisi yapılmış 96 hasta seçildi. Hasta yaşı, PSA değeri, prostat volümü, lezyonların boyutu ve PIRADS skoru gibi parametreler değerlendirildi. Gruplar arasında demografik verilerde, PSA değerleri, prostat volümleri ve lezyonların boyut ve PIRADS skorlarında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Kognitif füzyon yapılan grupta herhangi bir lokalizasyonda kanser yakalama oranı %41,7 (20/48 hasta), MR-TRUS füzyon biyopsi yapılan grupta %39,6 (19/48 hasta) bulundu. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,835). Hedefli biyopsi sonuçlarında ise kanser saptama oranları KF grubunda %85 (17/20 hasta), MR-TRUS grubunda %73,7 (14/19 hasta) bulundu. Bu iki grup arasında da anlamlı farklılık izlenmedi (p=0,518). Sonuç olarak, kanser yakalama başarısının benzer olması, uygulamasının daha kolay ve maliyetinin daha düşük olması nedeniyle KF biyopsi tekniği MR-füzyon biyopsisine tercih edilebilir.Item Corpus callosum indeksinin pediatrik yaş grubundaki normatif verilerinin atrofi ve hidrosefali hastalarını ayırt edebilirliğinin araştırılması: Retrospektif MRG çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-24) Işıklar, Sefa; Özpar, Rıfat; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu/Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-2070-5193; 0000-0001-6649-9287Beyin gelişimi ve çeşitli patolojik durumlar corpus callosum (CC) morfolojisini etkiler. Son çalışmalar, CC indeksini (CCİ) yetişkin multipl skleroz hastalarında beyin atrofisi için bir belirteç olarak önermişti. Ancak pediatrik dönemde beyin atrofisi ve hidrosefali durumunda CC’deki kantitatif veriler bildirilmemişti. Çalışmamızın amacı CC’nin doğrusal ölçümlerinin, bölgesel oranlarının ve CCİ’nin normatif verilerini oluşturup, atrofi ve hidrosefali hastalarında bu verilerdeki değişimi araştırmaktı. Bu retrospektif çalışmaya CC’nin normatif verileri için, 2012-2020 yılları arasında beyin manyetik rezonans görüntülemesi yapılan 0-18 yaş arası hastalardan üç boyutlu T1 ağırlıklı sekansı olup normal radyolojik anatomiye sahip 722 hastayı (340 [%47,09] kadın) seçtik. Patolojik CC değerlendirmesi için 30 atrofi ve 25 hidrosefali hastasını dahil ettik. CC’nin antero-posterior (AP) uzunluğunu, genu, truncus ve splenium kalınlıklarını 3D Slicer’la ölçtük. Bölgesel CC oranlarını ve CCİ’yi, CC kalınlıklarını AP uzunluğuna oranlayarak hesapladık ve sonuçları SPSS (ver.28) ile analiz ettik. 0-18 yaş grubunda normal CCİ ortalaması 0,40’dı. Ancak beyin gelişiminin hassas olduğu yaşamın ilk 30 ayında CCİ 0,29-0,39 arasındaydı. Pediatrik dönemde CCİ’nin beyin atrofisi için eşik değeri 0,37 iken, hidrosefali durumunda ise 0,29’du (p<0,001). Normal Genu/AP oranı 0,160; truncus/AP oranı 0,095; splenium/AP oranı ise 0,148’di. Bölgesel CC kalınlıklarının en hızlı büyümesi 7-18 ay arasındaydı. Genu ve truncus’un benzer gelişim dönemleri (0-6 ay, 7-18 ay, 19-48 ay, 4-18 yaş) olmasına rağmen splenium’un ergenlik döneminde ayrı bir gelişim dönemi vardı. Doğrusal CC ölçümlerinde ve indekslerinde cinsiyet faktörünün önemsiz olduğunu bulduk. Beyin atrofisi ve hidrosefali hastalarının tespitinde karmaşık ve zaman alıcı olan hacimsel değerlendirme öncesi çalışmamızın sunduğu CC normatif verilerinin ve eşik değerlerinin yol gösterici olduğunu düşünmekteyiz.Item Kritik hastalarda sürekli renal replasman tedavisinde kullanılan rejyonel sitrat ve sistemik heparin antikoagülasyonunun etkinliği ve güvenliğinin karşılaştırılması: Retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-24) Kahveci, Ferda Şöhret; Kaya, Pınar Küçükdemirci; Girgin, Nermin Kelebek; İşçimen, Remzi; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı/Yoğun Bakım Bilim Dalı.; 0000-0002-8428-8245; 0000-0002-5882-1632; 0000-0001-8111-5958Sürekli renal replasman tedavisinin (SRRT) etkinliği ekstrakorporeal devrenin sürdürülebilmesi için etkin bir antikoagülasyona bağlıdır. Çoklu organ yetmezliği olan kritik hastalarda SRRT hayat kurtarıcıdır. SRRT’de antikoagülasyon olarak kullanılan rejyonel sitrat antikoagülasyonu (RSA) ve sistemik heparin antikoagülasyonu (SHA) tercihi sitratın akümülasyonunun tehlikeleri in-vivo etkinliğinin öngörülememesi ve SHA’nın kanama komplikasyonları nedeniyle halen tartışmalıdır. Bağımsız değişkenleri en aza indirerek RSA'ya karşı SHA'nın SRRT üzerindeki etkisini ve güvenliğini değerlendirmek için yapılan bu çalışma; aynı hastaların her iki koagülasyon yönteminin farklı zamanlarda kullanıldığı ilk diyalizlerine ait parametreler karşılaştırarak gerçekleştirildi. 2018 Eylül ve 2019 Eylül ayları arasında SRRT uygulanan 102 hasta incelenmiş çeşitli nedenlerden dolayı antikoagülasyon yöntemi değiştirilen 11 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmamızda RSA yöntemi SRRT’de kullanıldığına SHA yöntemi kullanılmasına göre filtre ömrünün (%95 CI: [1.25-53.29]; p= 0,042) ve ultrafiltrasyon hızının (%95 CI: [9.43-64.20]; p=0,013) istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. Bununla birlikte grupların başlangıç ve bitiş elektrolit, üre,kreatinin ve pH değerleri arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). RSA özellikle kanama komplikasyonu olabilecek SRRT yapılacak kritik hastalarda SHA yerine kullanılabilecek güvenli ve etkili antikoagülasyon yöntemidir.Item Glioblastoma multiforme tanılı olgularımızda sağkalım ve prognostik faktörlerin değerlendirilmesi: retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-16) Sarıhan, Süreyya; Aslan, Gürkan Gurbay; Evrensel, Türkkan; Kocaeli, Hasan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı.; 0000-0003-4816-5798; 0000-0003-1441-3394; 0000-0002-9732-5340; 0000-0003-4140-5955Glioblastoma Multiforme (GBM) tanılı olgularımızda sağkalım ve prognostik faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. 2015-2020 arasında ortanca 5980 cGy (3400-6090) radyoterapi (RT) ile tedavi edilmiş 69 olgu, Ağustos 2021’de değerlendirildi. Ortanca izlem 12 ay (2-68) ve ortanca yaş 60 (39-77) idi. Total eksizyon, subtotal eksizyon ve biyopsi sırasıyla, %81, %15 ve %4 hastaya uygulanmıştı. RT ile eşzamanlı veya eşzamanlı ve adjuvan veya adjuvan temozolomid (TMZ), sırasıyla %10, %72 ve %9 olguya uygulandı. RT sonrası ilk değerlendirmede %89 (56/63) lokal kontrol, %11 progresyon (7/63) bulundu. Nörolojik düzelme %26 (10/38) olguda gözlendi. Nüks ortanca 7 ayda (3-46) %80 (50/62) olguda gözlenmiş olup son kontrolde olguların %85’si progrese idi (55/66). Tüm olgular için ortanca ve 2 yıllık genel sağkalım (GSK), 12 ay (3- 69) ve %17 iken, hastalıksız sağkalım (HSK) sırasıyla, 7 ay (3-55) ve %9 bulundu. Univaryat analizde konvansiyonel RT ve eşzamanlı TMZ alanlarda, sadece RT alanlara göre ortanca GSK (18 vs 5 ay, p < 0.005) ve HSK (13 vs 5 ay, p < 0.002) daha iyi bulundu. Multivaryat analizde GSK için RT sonrası Karnofsky performans skoru ≥ 80 olması, adjuvan TMZ ≥ 5 kür almak, RT dozu ≥ 40 Gy anlamlı bulundu (p < 0,05). Stupp ve arkadaşları, randomize çalışma ile konvansiyonel 60 Gy RT, eşzamanlı ve adjuvan TMZ alanlarda tek başına RT alanlara göre 2 yıl GSK’da anlamlı artış (%27 vs %11) bildirmiştir. İyi prognostik faktörleri olan GBM’li hastalarda, konvansiyonel 60 Gy RT ile eşzamanlı ve adjuvan TMZ, standart tedavi yaklaşımı olup çalışmamızda bu olgularda 2 yıllık GSK %25 oranında elde edilmiştir.Item Yoğun bakım deliryumunun erken tespitinde rekalibre PRE-DELIRIC modelinin prospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-05) Çalışkan, Gülbahar; Yıldırım, Yasemin; Girgin, Nermin Kelebek; Dallı, Öznur Erbay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı.; 0000-0003-2282-0846Deliryum, yoğun bakımda (YB) önemli bir sorundur ve artan mekanik ventilasyon (MV) süresi, daha yüksek mortalite ve daha uzun süreli bilişsel işlev bozukluğu gibi olumsuz hasta sonuçları ile ilişkilidir. Bu nedenle deliryumun erken tespiti önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, bir deliryum erken tespit modelinin YB hastalarında öngörü yeteneğini prospektif olarak değerlendirmektir. Araştırma, tek merkezli prospektif olarak Mart 2022-Mayıs 2022 tarihleri arasında yürütüldü. Araştırmanın yürütüldüğü tarih aralığında YB’ne kabulü yapılan ve 24 saatten fazla izlenmesi beklenen, 18 yaş üstü hastalar çalışmaya dâhil edildi. Araştırmanın verileri; “Hasta Tanıtım Formu”, “Yoğun Bakım Ünitesinde Konfüzyon Değerlendirme Metodu”, “Richmond Ajitasyon Sedasyon Skalası” ve rekalibre edilmiş “PRE-DELIRIC model” ile toplandı. Araştırmanın örneklemini belirtilen tarih aralığında dâhil edilme kriterlerine uyan 188 hasta oluşturdu. Deliryumlu hastalarda ortalama PRE-DELIRIC skoruna göre (30.32±8.36) ROC eğrisi altındaki alan (AUROC), modelin deliryumu öngörmedeki ayırt edici gücünün 0.937 (%95 güven aralığı: 0.903-0.972) olarak anlamlı olduğunu gösterdi (p=0.001). Modelin %19 kesme değeri ile duyarlılığının %87.5, özgüllüğünün %87.1 olduğu saptandı. Sonuç olarak, rekalibre edilmiş PRE-DELIRIC modelin, YB hastalarında deliryum riskini belirlemede iyi ayırt edicilik özellikler gösterdiği belirlenmiştir. Hesaplaması kolay bu model, hemşirelerin ve hekimlerin YB hastalarında deliryum riskini tahmin etmesine ve erken dönemlerde gerekli önlemleri almalarına yardımcı olacaktır.Item Kurkuminin SK-MEL-30 insan melanoma hücrelerine etkisinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-03) Kartal, Bahar; Alimoğulları, Ebru; Sancı, Tuba ÖzdemirMelanoma en agresif kanser türüdür ve tedavilerin yetersiz olmasından kaynaklı ileri aşamalarda kötü prognoz ile karakterizedir. Kurkuminin kolon, pankreas, prostat, karaciğer ve multipl miyelom dahil olmak üzere çeşitli kanserlerdeki lezyonlara karşı etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bizde çalışmamızda kurkuminin malign melanoma hücrelerine etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda SK-MEL – 30 insan melanoma hücre hattı kullanıldı. SK-MEL – 30 melanoma hücreleri kültüre edildikten sonra 2.5 µg, 6.75 µg, 12.5 µg, 15 ug ve 25 µg kurkumin ile 24 ve 48 saat süre ile inkübe edildi. Annexin V/PI ve Caspase 3/7 analizleri ile apoptoziz değerlendirildi. Annexin V/PI analizi sonucunda 25 µg kurkuminin 48 saat süre sonunda maling melanoma hücrelerinde yaklaşık %50 oranında canlılığı azalttığı tespit edildi.Bunlara ek olarak benzer şekilde Kaspase 3/7 analizi sonuçlarında da doz oranı arttıkça hücre ölümünün gerçekleştiği ve 25 µg kurkumin uygulamasının melanoma hücrelerinde apoptozu indükleyerek hücre ölümüne neden olduğu gösterildi. Sonuç olarak bu çalışma ile kurkuminin maling melanoma hücrelerine karşı antiproliferatif ve apoptozu indükleyici etkisi olduğu belirlendi. Kurkuminin klinik etkilerinin tespit edilebilmesi için daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerektiğini önermekteyiz.Item Hastaneye yatırılan COVID 19 (+) hastaların laboratuvar parametreleri ve prognoza etki eden faktörler: Kesitsel çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-03) Göçmen, Hayrettin; Bölük, Gülçin; Akbaş, Demet Büyük; Koksal, Nurhan; Bayrakdar, Serap; Dinçer, FıratÇalışmamızda; PCR (+) COVID-19 hastaların yatışta değerlendirilen laboratuvar bulgularının ve sosyo-demografik verilerinin mortaliteye etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. 1 Ocak 2020- 1 Ocak 2022 tarihleri arasında hastanede yatan PCR (+) COVID-19 1250 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Parametrik veriler Student’s t-test ile nonparametrik veriler ise Mann-Whitney U testi ile analiz edildi. Kategorik değişkenlerin karşılaştırmasında ise Ki-kare testi kullanıldı ve parametrelerin birbirleri ile olan ilişkisinin saptanmasında korelasyon analizinden faydalanıldı. Çalışmaya 631’i kadın (%50,5) 619’u erkek (%49,5) toplam 1250 hasta dâhil edildi. Hastaların ortalama yaşı 63,7 idi. 1250 hastanın %79,5’i iyileşerek taburcu oldu. Hastaların yatış anında pulse oksimetre ile parmak ucundan ölçülen oksijen satürasyonu (PO2 ) ortalaması 93,5 şeklindeydi ve PO2’nin düşük olması, yaş, ek hastalık sayısı, aşısız olmak, nefes darlığı semptomunun olması mortaliteyi arttırdığı tespit edildi (p<0,001). Laboratuvar parametrelerinden; WBC (Beyaz küre) 103 /μL, Nötrofil 103 /μL, Nötrofil/Lenfosit Oranı, CRP (C reaktif protein), Glukoz mg/dL, Üre mg/dL, Kreatinin mg/dL, AST (Aspartat Aminotransferaz) IU/L, Ferritin ml/ng, Fibrinojen mg/dl, INR (International Normalized Ratio), D-Dimer mg/L ve Protrombin zamanı değerlerinin mortalite ile negatif yönde korele ve anlamlı olduğu, Hb (Hemoglobin) g/dL, Hct (Hematokrit) %, Plt (Platelet) 103 /μL, Lenfosit % ve Lenfosit 103 /μL, Monosit %, Bazofil %, Eozinofil %, Ca (Kalsiyum) mg/dL ile pozitif yönde korele ve anlamlı olduğu tespit edildi (p<0,001). PCR (+) COVID-19 hastaların ilk başvuru anında ki laboratuvar parametrelerinden nötrofil/lenfosit oranı, PO2 değeri, 65 yaş üstü olma ve komorbit hastalıklara sahip olma ve aşısız olmanın prognoz açısından anlamlı prediktif faktörler olduğu saptanmıştır.Item Sistemik sklerozis tanılı ve dijital ülser nedeniyle bosentan kullanan hastaların retrospektif incelenmesi: On yıllık tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-02-22) Ekin, Ali; Coşkun, Belkıs Nihan; Yağız, Burcu; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Pehlivan, Yavuz; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Romatoloji Bilim Dalı.; 0000-0003-3692-1293; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-0624-1986; 0000-0001-8645-2670; 0000-0002-7054-5351Sistemik sklerozis (SS)’te iskemik dijital ülser (DÜ) gelişimi riski yüksektir. SS’a ikincil gelişen DÜ tedavisinde endotelin reseptör antagonisti olan bosentan kullanımı önerilmektedir. Çalışmamızda SS tanılı hastalarda görülen, tedavi yönetimi zor olan DÜ tedavisinde bosentan kullanan hastaların uzun dönem verilerini sunarak, klinisyenlerin bosentan kullanımı sonucu karşılaşabilecekleri yan etkiler ve yönetimiyle ilgili farkındalık oluşturmayı amaçladık. Bosentan tedavisi sırasında gelişen en sık yan etkiler baş ağrısı, baş dönmesi, öksürük, nefes darlığı, senkop, flushing, karaciğer enzim yüksekliği ve çarpıntıdır. Çalışmamızda bosentanın güvenlik verileri yan etkiler üzerinden değerlendirilerek incelendi. Çalışmaya alınan 25 hastanın 24’ü (%96) kadın olup, medyan yaş 54 yıl, hastalık ortalama takip süresi 15.16± 9.01 yıldı. Hastaların tamamı DÜ tedavisi için en az bir vazodilatatör ilaç kullanmıştı. Tüm hastaların kalsiyum kanal blokeri ve pentoxifilin kullanımı, 23 (%92) hastanın iloprost, 11 (%44) hastanın ise sildenafil ve/veya tadalafil kullanımı vardı. Bosentan kullanırken takip süresince ilaç kullanımına bağlı olmayan sebeplerden exitus olan beş (%20) hasta vardı. Bu beş hastanın takipleri süresince yan etki gözlenmedi. Beş hastada ise farklı nedenlerle ilaç kesildi. Biri gebelik nedeniyle, diğeri ise kendini kötü hissettiğini söylediğinden kendi isteğiyle ilaç kesildi. Üç hastanın birinde çarpıntı, birinde baş ağrısı ve diğerinde ise aminotransferaz yüksekliği nedeniyle ilaç kesildi. Bosentan kullanımı DÜ gelişimini tek başına ya da diğer ilaçlarla kombine kullanıldığında azaltabilmektedir. Bosentanı kullanırken bir klinisyen için güvenlik açısından en önemli nokta gelişebilecek yan etkiler ve bunların yönetimidir. Çalışmamızda baş ağrısı, aminotransferaz yüksekliği ve çarpıntı görülen birer hasta vardı. Bu çalışmayla klinisyenlerin zor ve zahmetli bir tedavi yönetimi gerektiren dijital ülserler için bosentan kullanımında yan etkiler açısından daha dikkatli davranmaları gerektiği vurgulanmıştır.Item 2011-2021 Yılları arasında acil servise başvuran pelvik fraktür tanısı alan hastaların analizi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-02-22) Aydın, Burçin; Çelebi, Hakan; Aslan, Şahin; Durak, Vahide Aslıhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı.; 0000-0001-7327-4342; 0000-0003-0836-7862Pelvis travmaları travmayı oluşturan mekanizma ve enerjiye bağlı olarak mortalitesi ve morbiditesi yüksek olan travmalardır. Eşlik eden organ yaralanmaları, travmanın şiddeti, kafa travması, koagülopati, ileri yaş, kanama varlığı mortaliteyi arttıran nedenlerdir. Çalışmamızın amacı acil servislerde sık görülen ve çok ciddi sonuçlara yol açan pelvis fraktürlerinin demografik özelliklerini, morbidite ve mortaliteye etki eden faktörleri saptamaktır. Çalışmamızda 01.01.2011-01.01.2021 tarihleri arasında Acil Servise başvuran hastalardan travmaya bağlı pelvis kırığı olan 18 yaş üstü olanlar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların demografik verileri, ek hastalıkları, pelvis kırığı ve Tile sınıflamasına göre tipi, eşlik eden patolojiler, acil serviste yapılan işlemler, sonlanım şekli, hastanede yatış süresi, mortalite, yatışında uygulanan tedavi şekli kayıt altına alınmıştır. Yaş gruplarına göre Tile sınıflamasının dağılımına bakıldığında ise 18-30 yaş grubunda en sık Tip 3 kırıklar görülürken, 70 yaş ve üzerinde ise Tip 2 kırıklar görülmektedir. Travma mekanizmasına göre Tile sınıflamasının dağılımı incelendiğinde, tüm gruplarda en sık Tip 2 kırıkların olduğu ve düşme ile başvuran hastalarda bu oranın en yüksek olduğu görülmektedir. Sonuç olarak pelvis kırıkları ile yaş, ek hastalık, travmanın enerji düzeyi ile ilişkisinin tespiti, hastalarda gelişebilen ek yaralanmaların ve bu yaralanmalara bağlı gelişebilecek komplikasyonların anlaşılmasında fayda sağlayacaktır.Item Titanyum abutment üzerinde çeşitli prosedürlerle fikse edilmiş HGF-1 hücrelerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-02-13) Kalyoncuoğlu, Ülkü Tuğba; Alimoğulları, Ebru; Elçi, Mualla PınarBu çalışmanın amacı, titanyum abutment üzerinde, insan gingival fibroblast hücre hattının (HGF-1), tutunma ve proliferasyon açısından fiksasyon solüsyon ve sürelerinin etkilerinin SEM ve İmmunofloresan görüntüleme ile değerlendirilmesi ve kıyaslanmasıdır. Hazır temin edilen insan gingival hücre hattı (HGF-1) 10x10x1cm3 boyutunda 32 adet titanyum alaşım (Ti6Al4V) plaka üzerine ekildi. 8 grup belirlendi (n=4). 48 saat sonucunda hücreler değerlendirildi. Örnekler Gluteraldehit ile 30, 45, 60 dakika (Grup GA30, GA45, GA60), Formaldehit ile 6, 12, 24 saat (Grup FA6, FA12, FA24) ve Paraformeldehit ile 2 saat ve 20 dakika (Grup PFA2, PFA20) süre ile fikse edildi. Fiksasyon sonrası her gruptan 2 örnek Taramalı elektron mikroskobunda (SEM) ve 2 örnek İmmunofloresan mikroskobunda görüntülenmek için hazırlandı. Tüm gruplardaki hücrelerin temas alanları ölçüldü, saatler arasındaki farklılık istatistiksel olarak değerlendirildi. SEM değerlendirmesinde, en uygun HGF-1 hücre morfolojisi görüntülerinin formaldehit gruplarının iğsi şekilli homojen yayılım gösterdiği tespit edildi. FA12 grubunda hücre temas alanı %95,83 bulunmuş olup, tüm deney grupları içerisinde en iyi hücre yayılımını göstermiştir. Gluteraldehit ve paraformaldehit gruplarında birbirleriyle benzer şekilde hücrelerin uzamış, belirli alanlarda öbekleşmiş ve üst üste katmanlanmış belirgin çekirdekli hücre görüntüleri tespit edildi. İmmunofloresan görüntülerinde her üç (gluteraldehit, formaldehit, paraformaldehit) gruptaki hücrelerde de aktin filamentlerinin yoğunlukları benzer seviyelerde görülmesinin yanı sıra paraformaldehit gruplarında titanyum yüzeydeki hücre gövdelerinin diğer fiksatif gruplarına göre daha belirgin, iyi yayılmış ve daha büyük yüzey alanlarına sahip olduğu gözlendi. Fiksasyon hücre çalışmalarında görüntülemenin en kritik basamaklarından biridir. Araştırmacıların başarılı görüntü sonucu elde edebilmek için en uygun fiksasyon yöntemini göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.Item Prematüre retinopatisi ve intravitreal bevacizumab Tedavisi: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-01-18) Dorum, Bayram Ali; Şenocak, Zeynep; Yaşar, Mustafa; Demirağ, DidemBu çalışmanın amacı üçüncü basamak bir devlet hastanesinde doğan prematüre bebeklerdeki prematüre retinopatisi (ROP) sıklığı, ROP saptanan ve tedavi gereken bebeklerin özellikleri, uygulanan tedavi ve takip süreçleri ile ilgili deneyimlerin paylaşılmasıdır. Çalışmada 35 haftadan erken doğan prematüre bebeklerin verileri retrospektif olarak incelendi. ROP gelişen bebekler içinde tedavi endikasyonu konan ve konmayan bebeklerin verileri karşılaştırıldı. Çalışmada iki yıllık süre içerisinde ünitemizde tedavi görmüş ve ROP açısından takipleri tamamlanmış olan, 112 bebeğin verileri değerlendirildi. Bebeklerin ortalama gestasyonel yaşı 28,37±2,55 hafta, ortalama doğum ağırlığı 1171,66±405,17 gram idi. Bebeklerin 44 tanesinde (%39,2) ROP saptandı. ROP gelişen bebekler arasında tedavi endikasyonu alanlar (n: 10) daha düşük doğum ağırlığı ve daha yüksek oranda inotrop gereksinimi olan bebeklerdi (p<0.05). Otuz hafta ve üzerinde doğan prematüre bebeklerde ROP saptanmadı. Ciddi ROP gelişen bebeklerin en yüksek doğum haftası 27 idi. Tedavi olarak intravitreal bevacizumab enjeksiyonu başarılı ile uygulandı. Sonuç olarak ROP saptanma yaşı ülkemizde daha düşük haftalara doğru gerilemektedir. İntravitreal bevacizumab hasta başında uygulanabilen etkin ve kısa dönemde güvenilir bir tedavi yöntemidir.Item Adli tıp ana bilim dalı tarafından düzenlenen maluliyet raporlarının retrospektif incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-01-16) Düzcan, Ali Metin; Durak, Dilek; Fedakar, Recep; İnanır, Nursel Türkmen; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Adli Tıp Anabilim Dalı.; 0000-0002-9031-2977; 0000-0003-3469-340X; 0000-0002-2029-9674; 0000-0002-4047-6455Trafik kazası gibi travmatik olaylara maruz kalan kişilerde olay nedeni ile kalıcı sakatlık gelişebilmekte ve bu sakatlık hali kişinin sosyoekonomik yaşamını etkileyebilmektedir. Bu sebeple travmatik olay nedeniyle meydana gelen maluliyetin tespiti gerekmektedir. Maluliyet tespitinde olayın meydana geldiği tarihe göre farklı yönetmelikler kullanılmaktadır. Bu yönetmelikler yayınlanma sırasına göre; Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Tespit İşlemleri Yönetmeliği (ÇGMK), Maluliyet Tespit İşlemleri Yönetmeliği, Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması Ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik, Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik (EEDY) ve Maluliyet Ve Çalışma Gücü Kaybı Tespiti İşlemleri Yönetmeliğidir. Olay tarihine göre farklı yönetmelik kullanılması nedeniyle aynı yaralanmalarda farklı maluliyet oranları hesaplanmaktadır. Bu çalışmada maluliyet hesabında kullanılan ÇGMK ve EEDY yönetmelikleri (cetvelleri) incelenerek aralarındaki farkların saptanması ve bu farkların giderilmesi hususunda çözüm önerileri sunulması amaçlanmıştır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından 2018-2021 yılları arasında düzenlenmiş 359 olguya ait maluliyet raporları incelenerek her olgu için ÇGMK cetveli ve EEDY hükümleri dikkate alınarak maluliyet oranları hesaplanmıştır. Maluliyet oranları ortalamalarının ÇGMK ve EEDY cetvelleri için sırasıyla 16,9±24,7 ve 13,1±20,4 olduğu saptanmıştır. Ayrıca cetveller açısından maluliyet oranları arasında pozitif yönde güçlü düzeyde korelasyon (r=0,808; p<0,001) olduğu saptanmış olup EEDY cetveline göre ÇGMK cetvelinden daha fazla oran alındığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak cetvellerden alınan oranlardaki farklılığın giderilmesi hususunda EEDY cetvelinde yer alan ayrıntılı arızalara/hastalıklara ait listelerin ÇGMK cetvelinde yer alan meslek ve yaş değerlendirmesi ile kombine edilerek maluliyeti tüm yönüyle değerlendirecek yeni bir cetvel/yönetmelik oluşturulması gerektiği kanaatindeyiz.Item Akut lösemili kandidemi olgularının klinik özelliklerinin rektospektif analizi: Tek merkezli 8 yıllık deneyim(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-01-11) Demirayak, Dilay; Özkalemkaş, Fahir; Ener, Beyza; Özkocaman, Vildan; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-9710-134X; 0000-0002-4803-8206; 0000-0003-0014-7398Candida türleri hastanede yatan hastalarda özellikle hematolojik maligniteli hastalarda önde gelen invazif fungal enfeksiyon etkenidir. Bu çalışma, hematolojik maligniteli hastalarda kandidemi prevalansını, mortalite ile ilişkili kontrol edilebilir risk faktörlerini ve antifungal direnci belirlemeyi, ampirik antifungal tedaviye rehberlik edecek ve enfeksiyon kontrol stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunacak bilgiler elde etmeyi amaçlamaktadır. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Kliniğinde 2009-2016 yılları arasında Candida kan kültürü pozitif saptanan hematolojik maligniteli hastaların demografik verileri, laboratuvar sonuçları, antifungal duyarlılıkları ve tedavi sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Hematolojik maligniteleri olan 2489 hastanın 45’inde 45 kandidemi atağı saptandı. Bu hastaların büyük çoğunluğu akut lösemi hastalarıydı (%75.5). Çalışmamızda hematolojik malignitesi olan hastalarda kandidemi insidansını %1.8 bulduk; akut lösemili hastalarda ise bu oran %2.3 idi. Hastaların tür dağılımında C. albicans dışı türler hakimdi (38/45, %84,4). Genel olarak yatan hastalara kıyasla hematolojik malignitesi olan hastalarda C. krusei ve C. tropicalis daha yaygındı. C. parapsilosis her iki grupta da kandidemi için yaygın bir etkendi. Antifungal direnç, flukonazole karşı sadece iki C. parapsilosis izolatında antifungal direnç gözlendi. Toplam 30 günlük ölüm oranı %55,5 idi. Mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri hipoalbuminemi, aktif hastalık, septik şok ve monoterapi almaktı. Sonuç olarak, tedavisindeki gelişmelere rağmen, kandida ilişkili mortalitede önemli bir azalma sağlanamamıştır. Kandidemi tedavisinde lokal epidemiyolojik çalışmalar hala önemini korumaktadır. C. parapsilosis, kötü kateter yönetiminin bir göstergesi olarak kabul edilir. Çalışmamızda C. parapsilosis yüksek oranda tespit edilmiş ve antifungale direnç gösteren tek tür olmuştur. Bu, kandidemi ile mücadelede iyi kateter yönetiminin öneminin yanı sıra ampirik antifungal tedavi stratejilerinde epidemiyolojik çalışmaların önemini vurgulamaktadır.