2009 Cilt 7 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/6169
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Konuşma bozukluğu ile başvuran bir Wilson hastalığı olgusu(Uludağ Üniversitesi, 2009) Vurucu, Sebahattin; Sarı, Oktay; Kocaoğlu, Murat; Ünay, Bülent; Akın, RıdvanWilson hastalığı safra yoluyla vücuttan atılımının yetersizliği sonucunda karaciğer, beyin, böbrek, kornea ve plasenta gibi organ ve dokularda bakır birikimiyle karakterize, otozomal resesif geçişli, dejeneratif bir hastalıktır. Klinik bulgular tutulan organa göre değişiklik göstermektedir. Tanı serum seruloplazmin düzeyinde düşüklük, idrar bakır atılımında artış ve gözde Kaiser-Şeischer halkasının görülmesi ile konulur. Konuşmada bozulma ve ağızdan salya akması şikayetleriyle başvuran, her iki gözdeki Kaiser-Şeischer halkası, beyin manyetik rezonans görüntülemede beyaz cevher, pons, bilateral putamen ve kaudat nükleuslardaki lezyon alanları ve idrarda artmış bakır düzeyi nedeniyle Wilson hastalığı tanısı konulan 12 yaşında bir kız hasta tartışılmıştır. Konuşmada bozulma şikayeti ile başvuran olguların Wilson hastalığı açısından dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi, tanıda gecikme ve gereksiz laboratuvar incelemelerini önleyebilir.Item Hipotiroidi ve kas psödohipertrofisi: Kocher-Debre Semelaigne sendromu(Uludağ Üniversitesi, 2009) Şen, Tolga Altuğ; Köken, Reşit; Demir, Tevfik; Güraksın, Özlem; Uçar, Hafza; Gün, Gülay; Alpay, Faruk; Melek, Hamide; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.Uzun süre tedavi edilmeyen hipotiroidi nedeniyle gelişen miyopatili olgularda proksimal kas güçsüzlüğü, egzersizle ortaya çıkan kas ağrıları, kas ödemine bağlı psödohipertrofi, derin tendon reşekslerinde azalma, kaslarda sertleşme vardır. Hipotiroidiye bağlı kaslarda görülen psödohipertrofi oldukça nadir görülen bir klinik tablodur ve Kocher-Debre-Semelaigne sendromu olarak bilinir. Burada boy kısalığının tetkiki için başvuran, 13 yaş 4 aylık kız olguda tespit edilen tiroid aplazisine bağlı hipotiroidi nedeniyle oluşan psödohipertrofiyi vurgulayarak, tedavi edilmeyen hipotirodinin miyopati yapıcı etkisine dikkat çekilmek istendi.Item Çocuk kanser hastalarında beslenme(Uludağ Üniversitesi, 2009) Dinler, GönülKanserli çocuk hastalarda malnütrisyon sık karşılaşılan bir olaydır. Hem kanser hem de kanser tedavisi değişik derecelerde malnütrisyona katkıda bulunurlar. Malnütrisyon gelişen çocukta morbidite artar, hastalığın gidişi kötüleşir ve hayat kalitesi düşer. Malnütrisyonun önlenmesi ve/veya tedavi edilebilmesi için kanserli çocukların beslenme durumunun değerlendirilmesi ve beslenme desteği yapılması gerekmektedirItem Mechanisms of allergic inflammation(Uludağ Üniversitesi, 2009) Aktaş, MübeccelGenetic predisposition and environmental instructions tune thresholds for activation, effector functions and life span of T cells, other inflammatory cells and resident tissue cells. Defects in apoptosis and peripheral tolerance in T cells define different allergic phenotypes. High IFN-γ-producing activated allergen-specific T cells predominantly undergo apoptosis in the circulation, skewing the immune response to surviving Th2 cells in atopic diseases. In affected tissues, these cells switch on effector cytokines, induce activation and apoptosis of epithelial cells. On the other hand, in monoallergic non-atopic individuals disturbed balance toward allergen-specific T helper 2 cells instead of T regulatory 1 cells characterize the T cell response.Item İkinci ve üçüncü kez kızamık aşısı yapılan çocuklarda hematolojik parametrelerin değişimleri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Ömerci, Ahmet Rıfat; Kaya, Selçuk; Kişioğlu, A. Nesimi; Eren, Erdal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı.Amaç: Türkiye’de 1998 yılından bu yana ikinci doz kızamık aşısı uygulanmaktadır. 29 Eylül-17 Ekim 2003 tarihleri arasında yapılan kızamık Okul Aşı Günleri (OAG) kampanyası sonucunda daha önce bir kez aşılı olanlar iki, iki kez aşılı olanlar ise üç doz aşılı olmuşlardır. Kampanya ile oluşan immünite ve aşının hematolojik parametreler üzerine etkisi incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Kızamık aşılamasından bir ay önce ve bir ay sonra kan örnekleri alındı. Kızamık antikor ölçümleri ve tam kan sayımı ölçümleri (lökosit sayısı, hemoglobin düzeyi, hematokrit oranı, trombosit sayısı, kırmızı kan hücre sayısı, ortalama eritrosit hacmi ve eritrosit dağılım aralığı) incelendi. Olgular bir kez ve iki kez aşılı, sosyoekonomik seviye düşük ve yüksek olarak gruplandırıldı. Çalışmaya 164 olgu alındı, 119’unda hematolojik parametreler değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 164 olgunun 79’u erkek, 85’i kız olup, yaş ortalaması 11,3±1,8 yıldır. Kampanya sonrasında kızamık aşısına seropozitivite %95,04’den %99,38’e çıkmıştır (p=0,039). Hematolojik parametreleri değerlendirilen 119 olgunun OAG kampanyası ile lökosit sayısı 8,04±1,95x109/L’den 7,07±2,04x109/L’e düşmüş (p<0,001), hemoglobin düzeyi 12,98±0,90 g/dL’den 13,73±0,94 g/dL’ye çıkmıştır (p<0,001). OAG kampanyası ile eritrosit ve trombosit sayısında azalma (sırasıyla p<0,001, p<0,001), ortalama eritrosit hacmi ve eritrosit dağılım aralığında artma gözlenmiştir (sırasıyla p<0,001, p<0,001). Sonuç: Çalışma grubunda kızamık kampanyası ile Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği %95 bağışıklama oranına ulaşılmıştır. Aşı sonrası lökosit ve trombosit sayısında azalma olabileceği akılda tutulmalıdır.Item Akut tonsillofarenjitli çocuklarda Grup A beta hemolitik streptokok enfeksiyonu sıklığı(Uludağ Üniversitesi, 2009) Cambaz, Nevin; Özkaya, Emin; Sezgin, Betül; Yiğit, Özgül; Ünver, Elif; Coşkun, Yeşim; Samancı, NedimAmaç: Bu çalışmada, akut tonsillofarenjitli çocukların boğaz kültürlerinde Grup A beta hemolitik streptokok (GABHS) sıklığının belirlenmesi ve hastaların başvuru şikayetleri ile klinik bulgularının irdelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada akut tonsillofarenjitle başvuran 420 hasta semptom, klinik bulgu ve boğaz kültürü açısından incelendi. Boğaz kültüründe GABHS üreyen ve üremeyen vakalar başvuru sırasındaki klinik bulgular açısından karşı- laştırıldı. Çalışmada ateş (koltuk altı 37,50 C ve üstü), kusma, burun akıntısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı, öksürük, karın ağrısı, iştahsızlık, servikal lenf bezi hassasiyeti semptom ve bulguları kaydedildi. Bulgular: Yaşları 1-14 yıl arasında değişen (ortalama 6,5±3,4 yaş) 420 hastanın 95’inde (%22,62) boğaz kültüründe GABHS üremesi tespit edildi. A grubu beta hemolitik streptokok üreyen vakalarda ateş, boğaz ağrısı, öksürük, karın ağrısı, servikal lenf bezi hassasiyeti bulguları, üreme olmayanlara oranla anlamlı derecede yüksek bulundu. Sonuç: Çalışmamızda yaşları 1-14 yaş arası olan çocukların boğaz kültüründe GABHS üreme oranı %22,62 olarak bulundu. Boğaz ağrısı, ateş, öksürük, karın ağrısı ve servikal lenf bezleri hassasiyeti olan tonsillofarenjit tanısı almış hastalarda GABHS enfeksiyonu öncelikle düşünülmelidir.Item Febril nötropenide C-reaktif protein ve prokalsitoninin yeri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Özdemir, Özlem; Baytan, Birol; Demirkaya, Metin; Çelebi, Solmaz; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Hematoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı.Amaç: Febril nötropeni kanser hastalarında en önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Bu nedenle tanının erken konması ve uygun antibiyoterapinin başlanması oldukça önemlidir. Bu çalışmada febril nötropenik hastalarda C-reaktif protein (CRP) ve prokalsitonin arasında sepsisin şiddeti ve tanımlanmasında bir farklılık olup olmadığını göstermek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Ünitesinde febril nötropeni tanısıyla izlenen 30 olgu (35 atak) dahil edildi. Serum CRP ve prokalsitonin değerleri 0-5. günlerde alındı. Kültür üremesi, uzamış ateş, mukozitin varlığı ve mutlak nötrofil sayısı (MNS) ile karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Akut lösemi tanısı alan 16 (%54) ve solid tümörlü olan 14 (%46) olgu incelendi. CRP ve prokalsitonin değerleri karşılaştırıldığında her iki parametrenin de pik değerine 1. günde ulaştığı ve benzer zamanlarda azaldığı görüldü, ancak aralarında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı (r=0,2, p>0,05). Mukoziti ve kültür üremesi olan hastalarda parametreler açısından anlamlı bir fark yoktu. Ancak CRP, MNS<100/mm3 olanlarda 3, 4 ve 5. günlerde istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Benzer şekilde CRP, uzamış ateşi olanlarda 1,2,3 ve 4. günlerde anlamlı derecede daha yüksekti. Sonuç: Bu çalışma febril nötropenide enfeksiyonun erken tanınması ve şiddetinin belirlenmesi açısından prokalsitoninin CRP’ye bir üstünlüğünün olmadığını göstermektedir. Prokalsitonin lökopenik olmayan hastalarda çok iyi bir enfeksiyon belirteci olmasına karşın nötropenik hastalarda tanısal değerini belirlemek için daha geniş kapsamlı prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Item Pediatrik yanıklı hastalarda kısmi kalınlıkta deri grefti temininde saçlı derinin kullanımı(Uludağ Üniversitesi, 2009) Uygur, Fatih; Evinç, Rahmi; Yüksel, FuatAmaç: Pediatrik yanıklı hastaların tedavisinde kısmi kalınlıkta deri grefti (KKDG) yaygın olarak uygulanmaktadır. KKDG, sıklıkla uyluk ve kalça bölgesinden alınmaktadır. Bu hastalarda, uzun iyileşme periyodu ve kalıcı iz oluşumu gibi önemli morbiditelerle karşılaşılmaktadır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2002 ile Aralık 2008 yılları arasında saçlı derinin KKDG donör alanı olarak kullanıldığı 86 pediatrik yanıklı hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Saçlı derinin iyileşme zamanının konvansiyonel KKGD donör alanlarından daha hızlı olduğu saptandı. Ayrıca, bu tekniğin operasyon sonrası ortaya çı- kan rahatsızlıkları azaltmak, tekrarlayan greft alımına olanak sağlamak ve görünen izi saklamak gibi önemli avantajları mevcuttu. Sonuç:Bu çalışmada, skalp donör alanının pediatrik yanıklı hastalarda düşük morbiditeye sahip güvenli bir alan olduğu düşünüldü.