2011 Cilt 37 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18386
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Metastatik renal hücreli kanserde hedefe yönelik ilaçları nasıl kullanalım?(Uludağ Üniversitesi, 2011-11-02) Avcı, Nilüfer; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.Renal hücreli kanser (RCC) biyolojisinde vasküler endotelyal growth faktör ve mammalian target of rapamycin B yolağının tanımlanması ile tedavide yeni seçenekler geliştirilmiştir. Bu yeni seçenekler (hedefe yönelik ilaçlar) ile birlikte, bir zamanlar sınırlı tedavi seçeneği olan RCC tedavisinde artık yeni bir dönem başlamıştır. Başlangıçta sunitinib ve sorafenib ile başlayan çalışmalara daha sonra bevasizumab, temsirolimus, everolimus ve pazopanib eklenmiştir. Hedefe yönelik ilaçların antitümoral etkileri benzer olsada klinik etki ve toksisitede farklılıklar vardır. Bu nedenle tedavi ile ilişkili yan etkilerin erken saptanması ve tedavinin yönlendirilmesi hastanın yaşam kalitesini artıracak, gereksiz doz redüksiyonları olmayacaktırItem Romatoid artritte B hücre hedefli tedaviler(Uludağ Üniversitesi, 2011-09-22) Dalkılıç, Ediz; Alkış, Nihan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Romatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Romatoid artrit (RA), sıklıkla simetrik poliartikuler tutulumla karakterize kronik, sistemik, inflamatuar bir hastalıktır. Uygun tedavi edilmediği takdirde önemli ölçüde morbidite ve mortaliteye neden olabilir. Son on yılda RA etyopatogenezi ve tedavisinde büyük gelişmeler yaşanmıştır. Tümör nekroz faktör alfa inhibitörleriyle başlayan biyolojik ajanlar ve yakın geçmişte B hücre hedefleyen ajanların kullanımı RA tedavisinde yeni bir çağ açmıştır.Item Nadir bir ileus nedeni boğulmuş littre fıtığı: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-19) Kanat, Burhan Hakan; Girgin, MustafaMeckel divertikülü gastrointestinal sistemin en sık görülen konjenital anomalisidir. Herhangi bir fıtık kesesi içinde Meckel divertikülünün bulunması ise Littre fıtığı olarak tanımlanmıştır. En sık komplikasyonları ince barsak tıkanıklığı, kanama ve divertikülittir. Littre fıtığı Meckel divertikülünün sık rastlanmayan bir komplikasyonudur. Bu olgu sunumunda kliniğimize ileus nedeniyle başvuran ve boğulmuş kasık fıtığı nedeni ile opere edilen oldukça nadir görülen Littre fıtığını sunuyoruz.Item Kliniğimizde yatırılarak tedavi edilen keratit olgularının analizi(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-03) Budak, Berna Akova; Baykara, Mehmet; Türüdü, Sevil; Yusupov, Murat; Çevik, Görkem; Özmen, Ahmet T.; Özçetin, Hikmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.Çalışmanın amacı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniği’nde mikrobiyal keratit tanısıyla yatırılarak tedavi başlanan hastalarda predispozan nedenlerin, kültür sonuçlarına göre etyolojik faktörlerin retrospektif olarak incelenmesidir. Çalışmada Aralık 2008- Nisan 2011 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Kliniği’nde keratit tanısıyla yatarak tedavi gören 46 olgunun dosyası retrospektif olarak gözden geçirildi. Hastaların yatış tanıları, başlatıcı etkenler, kültür sonuçları, izlenen tedavi yöntemleri ve son durumları kaydedildi. Çalışmaya alınan hastalar arasında korneal ülser ya da apse gibi ciddi korneal enfeksiyon tanısı alan hasta sayısı 37 ( %80) idi. Herpes simpleks virüse bağlı keratiti olan hasta sayısı 3 (%7) , çeşitli bakterilere bağlı olanlar 7 (%15) , fungal enfeksiyona bağlı olanlar 6 (%13) kadardı . En sık izole edilen bakteriler Streptokokkus pneumonia ve Pseudomonas aeruginosa idi. Dört olguda (%10) varolan korneal enfeksiyonun üstüne fungal enfeksiyon eklenmesi görüldü. Üçüncü basamakta yatırılarak tedavi edilen ve daha önce başka merkezlerde tedavi girişimleri yapılan keratitli hastaların tedavi ve takibinde etken belirlenmesi önemli olup prognozu olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca başlanan tedavinin daha sonra kültür sonuçlarına göre modifiye edilmesinin prognozu olumlu yönde etkilediği gözlenmiştir..Item Bursa’da 3. basamak sağlık kuruluşlarına başvuran ekstremite ateşli silah yaralanma olgularının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2011-10-14) Badıroğlu, Erol; Fedakar, Recep; Durak, Dilek; Ercan, İlker; Çetin, Selçuk; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Adli Tıp Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Çalışmamızda Bursa’da ekstremite ateşli silah yaralanması ile 3. basamak sağlık kuruluşlarına müracaat eden olguların demografik verileri ile birlikte yaralanma ve tedavi özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda 2000-2006 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Bursa Yüksek İhtisas Hastanesi acil servisine ekstremite ateşli silah yaralanması nedeni ile getirilen olguların adli raporları ve hasta dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamına giren 108 olgunun 11’i kadın (%10.2), 97’si erkek (%89.8) olup yaşları 12-69 arasında (ortalama 33.4±11.7) değişmekte idi. Yaralanmaların en az Cuma günü, en sık Cumartesi ve Pazar günü, aylardan da en az Şubat ayında, en sık Eylül ve Ekim aylarında meydana geldiği tespit edildi. Olgularımızın büyük çoğunluğu tabanca (%79.6) ile yaralanmış olup, en sık sol alt (%53.7) ve sağ alt (%44.4) ekstremitenin yaralandığı saptandı. Olgularımızın %60.2’sinde kırık saptandı. 38 olgu (%35.2) cerrahi olarak tedavi edildi. Ülkemiz için günümüzde ateşli silah yaralanmaları sosyal bir sorun halini almıştır. Bu tür çalışmalar bu sosyal sorunun önlenmesinde yeni stratejiler geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır.Item Kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran hastaların human papilloma virüs ve hpv aşısı hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2011-10-07) Ozan, Hakan; Demir, Bilge Çetinkaya; Atik, Yeliz; Gümüş, Ertaç; Özerkan, Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Polikliniğimize başvuran hastaların HPV ve HPV aşısı hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amacı ile Ocak 2011- Mart 2011 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran ve gönüllü olan, 18 yaş üstü 336 hasta araştırmaya dahil edildi. Hastalara sosyodemografik özellikler, HPV, HPV aşısı, pap smear ve serviks kanseri ile ilgili 32 adet soruyu içeren anket uygulandı. Katılan hastaların %51,8’i pap smear taramasını bildiğini, %86,6’sı serviks kanserini daha önce duymuş olduğunu ve %37,8’i bilgi kaynağının televizyon olduğunu belirtmiştir. Hastaların %46,1’inin HPV’nin bulaş şeklinin ‘cinsel yolla olduğu’ konusunda fikri yoktur. Katılımcıların %55,4’ü HPV aşısının varlığından haberdar değildir. Pap smear taramasını bilen hasta grubu ile HPV hakkında bilgi sahibi olan grup (p<0,001) ve HPV aşısını bilen grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır ( p<0,001). Bu veriler polikliniğimize başvuran hastaların HPV, HPV aşısı ve HPV aşısının faydaları konusunda bilgi düzeyinin yetersiz olduğunu göstermektedir.Item Lokal ileri ve metastatik mide kanserli hastalarda tedavi öncesi AFP, CEA ve CA 19-9 serum seviyeleri ile klinikopatolojik faktörlerin arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2011-10-06) Bayrak, Muharrem; Ölmez, Ömer Fatih; Kurt, Ender; Çubukcu, Erdem; Avcı, Nilüfer; Çubukcu, Sinem; Söker, Pınar; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.Lokal ileri ve metastatik mide kanserli 70 hastanın tedavi öncesi AFP, CEA ve CA 19-9 serum seviyeleri retrospektif olarak araştırıldı. Bu markerlar için pozitiflik oranı sırasıyla %55.7, %40 ve %32.9 bulundu. Tümör belirteçlerinin pozitif seviyeleri için univaryet analizleri, AFP pozitifliğinin karaciğer metastaz varlığı (p=0.033) ve rezektabilite oranı ile anlamlı ilişkisinin olduğunu (p=0.041), CEA pozitifliğinin ileri tümör evresi (p=0.011), tümör boyutu (p=0.004), karaciğer metastaz varlığı (p=0.001), serozal invazyon sıklığı (p=0.004) ve rezektabilite (p=0.011) ile anlamlı ilişkisinin olduğunu ve son olarak CA 19.9 pozitifliğinin ileri tümör evresi (p=0.006), tümör boyutu (p=0.002), serozal invazyon sıklığı (p=0.002), periton metastaz sıklığı (p=0.005) ve asit gelişimi (p=0.005) ile anlamlı ilişkisinin olduğunu gösterdi. Sonuç olarak, kanser hastalarında tedavi kararı verilirken tümör markeri kullanımı, klinik ve radyolojik olarak tespit edilemeyen uzak organ metastaz varlığını gösterebilir.Item Overin granüloza hücreli tümörleri: 10 vakanın retrospektif klinik analizi(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-23) Kayaoğlu, Murat; Özsoy, Sibel; Ozan, Hakan; Atalay, Mehmet Aral; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Granuloza hücreli tümörler overin nispeten nadir görülen, fonksiyonel ve düşük gradeli tümörleridir. Tüm over kanserlerinin %2-3’ünü oluştururlar. Bu çalışmanın amacı, olguların klinik seyri, tedavisi ve tedavi sonuçlarını incelemek ve overin granuloza hücreli tümörleri ile ilişkili prognostik faktörleri ortaya koymaktır. 1992 ile 2007 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD’nda overin granuloza hücreli tümörü tanısı ile cerrahi evrelemesi ve tedavisi yapılan 10 olgunun klinik bulguları, uygulanan tedaviler ve hastalık takip sonuçları araştırılmıştır. Hastaların klinik evrelemesinde FIGO evrelemesi kullanılmıştır. Primer cerrahiden sonra ortalama takip süresi 79.9±60.2 aydır. Hastaların ortalama yaşı 41.80±11.23 olarak saptandı. Hastaların %50’si premenopozal durumda idi. En sık premenepozal başvuru şikayeti irregüler ve şiddetli vaginal kanama (%35.7), en sık postmenopozal başvuru şikayeti ise karın ve kasık ağrısı olarak saptandı (%28.6). Ca 125 seviyeleri 1 hasta dışında normal değerlerde saptandı. Beş olguya primer optimal cerrahi prosedür uygulanırken, 1 olguya fertilite koruyucu cerrahi uygulanmıştı. Diğer olgulara ise primer optimal cerrahi prosedür uygulanmamıştı. Bu çalışmada, hastalığın evresi tek başına hastalık için en önemli bağımsız prognostik faktör olarak saptanmıştır. Diğer prognostik faktörlerin öneminin belirlenebilmesi için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Proparakaine bağlı keratopati olgularımız(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-18) Baykara, Mehmet; Budak, Berna Akova; Yıldız, Meral; Özmen, Ahmet Tuncer; Çakırlı, Emel Ebru; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.Çalışmanın amacı topikal proparakainin kötü kullanımına bağlı göz problemlerini sunmaktır. Mayıs 2006 ile Şubat 2010 arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda takip edillmiş olgular sunulmuştur. Toplam 20 olgunun (hepsi erkek ve 19-49 yaş aralığında) 16 tanesi sanayide metal işçisi idi. Olguların ilacı kullanmasına sebep 8 kişide kaynak alması, 7 sinde yabancı cisim sonrası, diğerlerinde ise böcek ilacı kaçması, yabancı cisim çarpması, gözlük çarpması, keratit ve korneal ülser sonrası idi. İlacın ortalama kullanımı 19 gün (2-60) idi. Olgularda epitelizasyon ortalama 4-60 günde gerçekleşti. Ülkemizde ilacın kolaylıkla elde edilebilirliği ve bilinçsizce kullanımı ciddi problemlere sebep olabilmektedir..Item Anti tümör nekroz faktör alfa tedavilere dirençli veya yan etki gelişen romatoid artrit olgularında rituksimabin etkinlik ve güvenilirliği(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-12) Çefle, Ayşe; Dalkılıç, Ediz; Alkış, Nihan; Özkaya, Güven; Yavuz, Mahmut; Güllülü, Mustafa; Dilek, Kamil; Ersoy, Alpaslan; Bayındır, Ayşe Nur; Yurtkuran, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı/Romatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Ana Bilim Dalı.Bu çalışmada, anti tümör nekroz faktör alfa (antiTNFα) tedavilere yeterli yanıt alınamayan veya yan etki gelişen romatoid artrit (RA) olgularında rituksimab (RIT) kullanımının etkinlik ve güvenilirliği değerlendirilmiştir. Çalışmaya 22 RA’lı olgu alınmıştır. RIT öncesi ve sonrası (3. ay) hastalık aktivitesi (DAS 28 skoru), akut faz reaktanları ile RIT öncesi kullanılan antiTNFα tedavi sayısı ve RIT tedavisine bağlı yan etkiler incelenmiştir. Yirmiiki olgunun 18’i romatoid faktör pozitif idi. Onyedi hastada antiTNFα tedavi yanıtsızlığı, 2 olguda malignite gelişimi ve 3 olguda antiTNFα tedaviye bağlı diğer yan etkiler nedeniyle RIT uygulandı. Ortalama 3. ayda yapılan kesitsel değerlendirmede DAS 28 skorlarında anlamlı düşme saptandı. Birinci kür RIT tedavisi sonrası başlangıca göre DAS 28 skorlarında 5,8 den 4,8’e (n=15, p=0,007), 2. kür RIT tedavisi sonrası başlangıca göre DAS 28 skorlarında 5,9 dan 4,3’e (n=9, p=0,008) gerileme gözlendi. RIT tedavisi süresince hiçbir olguda ciddi, tedaviyi sonlandırmayı gerektiren bir yan etki gözlenmedi. Sonuç olarak, RA’da RIT deneyimimiz, antiTNFα tedavilere dirençli veya yan etki geliştiren olgularda, RIT’ın etkili ve güvenilir olduğunu göstermektedir.Item Lokal ileri mesane kanserinde adjuvan kemoterapi: 32 olgunun retrospektif analizi(Uludağ Üniversitesi, 2011-08-03) Çubuk, Erdem; Canhoroz, Mustafa; Ölmez, Ömer Fatih; Avcı, Nilüfer; Çubukçu, Sinem; Akçalı, Ünsal; Sakallı, Mustafa; Bayrak, Muharrem; Kanat, Özkan; Kurt, Ender; Evrensel, Türkkan; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Bu çalışmada, lokal ileri mesane kanseri nedeniyle adjuvant kemoterapi alan hastalar retrospektif olarak analiz edildi. Toplam 32 hasta gemsitabin (%18.8), sisplatin+gemsitabin (%50), carboplatin+gemsitabin (%15.6) veya MVAC (Metotreksat, vinblastin, doksorubisin ve sisplatin) (%15.6) tedavisi aldı. Tedaviler sırasında en sık görülen yan etki kemik iliği toksisitesi idi. Tedaviye bağlı ölüm gözlenmedi. Medyan genel ve hastalıksız sağkalım süreleri sırasıyla 23 ay (18.7-27.4) ve 17.8 ay (12.7-22.9) idi. Verilerimizin literatür ile uyumlu olduğu sonucuna varıldı.Item İkinci basamak bir hastanede renal biyopsi deneyimi(Uludağ Üniversitesi, 2011-11-01) Usta, Mehmet; Kılıçarslan, Işın; Gül, Cuma Bülent; Yıldız, Abdülmecit; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Böbrek biyopsisi günümüzde böbrek parenkim hastalıklarının tanı ve tedavisinde kullanılan en iyi yöntemdir. Çalışmamızda böbrek biyopsilerini klinik ve patolojik açıdan değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma 2005 ve 2010 tarihleri arasında Bursa Devlet Hastanesi Nefroloji Servisinde renal biyopsi gerçekleştirilen 30 hastanın verilerinin retrospektif olarak analiz edilmesiyle yapılmıştır. Biyopsiler ikinci basamak tek merkezde ultrasonografi eşliğinde yapıldı. Biyopsilerin tamamı nativ böbrek biyopsisi idi. Biyopsilerin çoğu proteinüri (%40) nedeni ile yapıldı. Endikasyon olarak ikinci sırayı proteinüri ile birlikte hematüri (%33.3) takip etti. Biyopsi tanılarımız ise %30 membranöz glomerülonefrit (MGN), IgA nefropatisi (%16.7), amiloidoz (%16.7), membranoproliferatif glomerülonefrit (%10), lupus nefriti (%10), tubüler interstisyel nefropati (%6.6), fokal segmental glomerüloskleroz (%3.3), hipertansif nefroskleroz (%3.3) ve vaskülit (%3.3) idi. Çalışmaya alınan hastalarda majör komplikasyon görülmedi. Sıklıkla proteinüri nedeni ile yaptığımız renal biyopsi sonucu; en sık MGN, ikinci sırada amiloidoz ve IgA nefropatisi tanısı konmuştur. Bu çalışma ikinci basamak hastanelerin uygun koşullar sağlandığında primer glomerüler hastalıkların tanı ve tedavisinde etkin rol oynayabileceğini göstermiştir.Item Konvansiyonel baş-boyun radyoterapisinde dozimetrik sürecin termolüminisans dozimetre ile kontrolü(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-22) Yeşil, Abdullah; Kaynak, Gökay; Altay, Ali; Gözcü, Sema; Arslan, Sonay; Karadağ, Oya; Özkan, Lütfi; Demiröz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Nükleer Fizik Anabilim DalıBu çalışmada amacımız baş-boyun radyoterapi tekniğinde dozimetrik sürecinin termolüminisans dozimetri (TLD) ile kontrolüdür. Çalışmamızda randofantom, dozimetrik ekipman ve tedavi cihazları kullanıldı. Tedavi pozisyonunda Bilgisayarlı Tomografi-Simülatörde, kesit görüntüler alındı. Sanal simülasyonla alanlar belirlendi. Alınan simülasyon filmleri Bilgisayarlı Tedavi Planlama Sistemine (BTPS) aktarılarak kontrol edildi ve nokta doz değerleri hesaplandı. TLD’ler randofantomda belirlenen noktalara yerleştirildi ve 5’er kez ışınlama yapılarak ölçüm değerlerinin ortalamaları elde edildi. Çalışmada hedef hacim ve kritik organ dozları incelendi. Planlanan ve ölçülen değerler arasında ±%5’in altındaki değerler kabul edilebilir sınırlar içine alındı. Target volümde bulunan 2 noktada BTPS ile hesaplanan doz değerlerinin ortalaması 207 cGy iken, bu noktalarda TLD ile ölçülen dozların ortalaması 203,5 cGy idi. Fark %2’in altındadır. Supraklaviküler alan ile lateral alanların çakışma düzleminde hesaplanan ve ölçülen dozlar arasındaki fark maksimum %3,59 olarak bulundu. Lenf nodu bölgelerinde ölçülen değerlerde maksimum fark %3,59 idi. Çalışmamızda elde edilen sonuçlar, radyoterapi için belirlenen limitler içinde olsa da, bilgisayarlı tedavi planlama algoritmaları, dozimetrik süreç ve tedavi uygulamasının TLD ile yapılan in vivo doz ölçümleriyle kontrolünün, ideal olmasa da yararlı olabileceğini göstermektedir.Item Koroner arter hastalarında damar tutulumu ve risk faktörleri arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-28) Aydın, Özlem; Yetgin, Zeynel Abidin; Karaca, Özlem; Doğan, Selda; Böyük, Ferit; Aydınlar, Ali; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Ana Bilim Dalı.Koroner arter hastalığının oluşmasında ve hastalığın seyrinde risk faktörlerinin rolü tartışılmaz bir gerçektir. Sol ön inen arter (LAD) tutulumu mortalite ve morbiditeyi ciddi oranda etkilemektedir. Bu çalışmada LAD tutulumunun klasik risk faktörleri açısından bir farklılık gösterip göstermediğini araştırmayı amaçladık. Bu çalışmaya Ocak 2010 ve Mart 2011 tarihleri arasında elektif şartlarda koroner anjiyografisi yapılmış 100 hasta alındı. Retrospektif olarak hastaların dosyaları incelenerek anjiyografi sonuçları ve risk faktörleri saptandı. Çalışmanın sonuçlarına göre iki grup arasında hipertansiyon ve obezite açısından anlamlı bir fark olduğu görüldü. LAD tutulumunun olduğu grupta hipertansiyon ve obezite prevalansı RCA ve CX tutulumu olan gruba kıyasla daha yüksek saptandı (sırasıyla p değeri:0,015, <0,001). Sonuç olarak; risk faktörlerinin varlığı hastalığın saptanma olasılığı ve prognozu hakkında değerli bilgiler verir. Bununla beraber risk faktörlerinin varlığı ve damar tutulumu arasındaki ilişki net değildir. Bu noktada çalışmamız hipertansiyon ve obezitenin LAD tutulumu olan hastalarda daha sık görüldüğünü göstermiştir.