2024 Cilt 50 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/44180

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 18 of 18
  • Item
    Osteoartritte eklem içi hyaluronik asit enjeksiyonlarının güvenliği: Sistematik bir gözden geçirme ve klinik kullanımlarının değerlendirmesi
    (2024-04-16) Seçkin, Umut Doğu; Germiyan, Özgün Selim; Yiğit Uyanıkgil, Yiğit
    Osteoartrit (OA), dünya genelinde yetişkinlerde yaygın olarak görülen kronik bir eklem hastalığıdır ve ağrı, hareket kısıtlılığı ve yaşam kalitesinde düşüşle karakterize edilir. OA'nın patofizyolojisi, eklem kıkırdağının aşınması ve altındaki kemikteki değişikliklerle ilgilidir, bu da eklem fonksiyonunun bozulmasına ve ağrıya yol açar. Günümüzde OA tedavisinde, semptomatik rahatlama sağlamak ve eklem fonksiyonunu iyileştirmek için çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar arasında farmakolojik olmayan yaklaşımlar, analjezikler, non steroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ve eklem içi enjeksiyonlar bulunur. Eklem içi hyaluronik asit (HA) enjeksiyonları, özellikle ilaç tedavisine yanıt vermeyen veya cerrahi müdahale için uygun olmayan OA hastalarında popüler bir tedavi seçeneğidir. HA enjeksiyonlarının etkinliği ve güvenliği üzerine yapılan çalışmalar çeşitli sonuçlar ortaya koymuştur. Bazı klinik çalışmalar, HA enjeksiyonlarının OA semptomlarını hafifletmede etkili olduğunu ve eklem fonksiyonunu iyileştirdiğini göstermektedir. Bu çalışmalar, HA'nın eklemlerdeki ağrıyı azalttığını ve hareket kabiliyetini artırdığını belirtmektedir. Eklem içi HA enjeksiyonlarının klinik kullanımı, hastanın genel sağlık durumu, OA'nın şiddeti ve diğer tedavi yöntemlerine yanıtı gibi faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu bağlamda, eklem içi HA enjeksiyonlarının OA tedavisindeki rolünü değerlendiren sistematik bir gözden geçirme, mevcut bilimsel kanıtları, tedavinin etkinliğini ve güvenliğini objektif bir şekilde değerlendirmeye olanak tanır. Ayrıca, bu gözden geçirme, farklı hasta grupları üzerindeki etkileri ve potansiyel riskleri kapsamlı bir şekilde inceleyerek, klinik karar verme sürecine önemli katkılar sağlayabilir. Bu nedenle, eklem içi HA enjeksiyonlarının OA tedavisindeki yeri, halen önemli bir araştırma ve tartışma konusudur. Bu derleme makalede sodyum hyaluronat bazlı jellerin tanımlamaları ve gözden geçirilmesi, güvenlik süreçleri ve klinik kullanımlarının değerlendirilmesi ele alınmıştır.
  • Item
    Az bilinen bir konu “Fonksiyonel Konfüzyon nedir”: Bir gözden geçirme
    (2024-03-12) Kağızman, Salim Çağatay; Hocaoğlu, Çicek
    Zamana, yere ya da kişiye karşı yönelim bozukluğunun görüldüğü bilinç bozukluğu konfüzyon olarak tanımlanır. Konfüzyonun tanımlanmış çeşitli nedenleri vardır. Konfüzyonun fonksiyonel etiyolojisi en az bilinen durumlardan biridir. Psikiyatri muayenelerinde seans esnasında kafa karıştıran ve tanımlayıcı olmayan şikayetler, hikâyeye odaklanamama, anlamlı cevaplar alamama gibi durumlar görülebilir. Bu gibi durumlarda, fonksiyonel konfüzyonun varlığından söz edilebilir. Fonksiyonel konfüzyon için en önemli risk faktörünün hem güncel hem de çocukluk çağındaki travmatik yaşam deneyimlerinin varlığı olduğu düşünülmektedir. Psikiyatrik bozukluklarda fonksiyonel konfüzyon görülebilir. Bu yazıda fonksiyonel konfüzyon tanımlanacak ve klinik sunumu incelenecektir.
  • Item
    Arteria circumflexa femoris lateralis’in az görülen bir varyasyonu: Olgu sunumu
    (2024-02-22) İbiş, Elif Cansu; Tanyeli, Mahmut Ercan; Üzel, Mehmet; Soyluoğlu, Ali
    Bu çalışmanın amacı arteria circumflexa femoris lateralis (ACFL)’in dallarının farklı çıkış özelliklerini bildirmek ve bu bölgede çalışacak olan hekimlere yol göstermektir. 2021-2022 yılları arasında, fakültemizin Anatomi Anabilim Dalı’nda arteria femoralis (AF) ve dallarının incelenmesi ile ilgili, formalin ile fikse edilmiş kadavralarda yapılan çalışma sırasında, 70 yaşındaki bir kadın kadavranın sol uyluk ön yüzünde, ACFL’nin inen dalının ayrı çıktığı bir olgu görüldü. Bu olguda ACFL’nin inen dalı, ayrı çıkışlı olarak, arteria profunda femoris (APF)’ten ve APF’nin çıkış noktasının 0,7 cm distalinde, anterolateralden çıkmaktaydı. ACFL’nin ortak kök halinde çıkan dalı ise APF’nin 1,8 cm distalinde, posterolateralden çıkmaktaydı. Çapları ölçüldüğünde inen dal 0,35 cm, kök dal ise 0,4 cm idi. İnen dalın mid-inguinal noktaya olan uzaklığı 3,2 cm iken, kök dalın uzaklığı 5 cm idi. Ortak kök halindeki dal laterale doğru 1,2 cm seyredip, çıkan ve transvers dallara ayrılmaktaydı. Çıkan dal 0,25 cm çapında iken, transvers dal 0,23 cm çapındaydı. Arteria circumflexa femoris medialis ise APF’den ince bir dal olarak çıkmaktaydı. Literatürde ACFL’nin inen dalının ayrı çıkışı %0,6 ile %4 sıklıkta bildirilmiştir. ACFL’nin dalları, klinikte sıklıkla anterolateral pediküllü doku flebi olarak, çeşitli bypass cerrahilerinde greft olarak ve kanlanma yetersizliğinde kollateral arter olarak kullanılabilmektedir. Ayrıca vaskülarize iliak transplantasyonda da kullanıldığı bilinen bu arterin, varyasyonlarının göz önünde bulundurulması tanı ve tedavide hekimlere yardımcı olacaktır.
  • Item
    Acil servisten istenen MR tetkiklerinin analizi: Klinik ön tanı ve sonuç karşılaştırması ile maliyet analizi
    (2024-05-07) Alpaslan, Mustafa; Baykan, Necmi
    Acil serviste difüzyon manyetik rezonans görüntüleme istenen hastalarda hastaların başvuru şikayetleri ile hastalara konulmuş olan kesin tanılarının kıyaslanarak bu radyolojik istemin gerekliliğinin tartışılması amaçlanmıştır. Bu çalışma retrospektif olarak üç aylık süreçte acil servisten difüzyon manyetik rezonans görüntüleme yapılan hastalar üzerinde yapıldı. Çalışmada hastaların başvuru zamanı (ay), yaş, cinsiyet, başvuru şikâyeti değerlendirildi. Hastalarda görüntüleme isteminin pratisyen veya uzman hekim tarafından istendiği belirlendi. Hastalarda başvuru şikâyeti ve kesin tanılara göre demografik veriler karşılaştırmalı analiz edildi. Pratisyen hekim ve acil tıp uzmanları tarafından konulan kesin tanılar karşılaştırıldı. Servis veya yoğun bakıma yatan hastaların yatış tanılarına göre karşılaştırması yapıldı. Çalışmada 530 hasta değerlendirildi. Hastaların %56,9’u kadındı. Yaş ortalaması 63,9±18,04 olup en fazla görüntüleme yapılan (%44,1) ve iskemi görülen (%47) yaş aralığı 61-80 arası oldu. Görüntüleme istemi en fazla baş ağrısı (%16,2), bölgesel uyuşma hissi (%15,1) ve bilinç bozukluğu (%12,3) olan hastalardandı. Hastaların %14,8’inde iskemi görüldü. İnme görülen hastalarda en sık hipertansiyon ve koroner arter hastalığı eşlik etmekteydi. İskemi görülen hastaların başvuru şikâyetleri en çok ekstremitede güç kaybı (%47,4) ve konuşma bozukluğu (%14) oldu. Görüntüleme istemi %78,5 oranla pratisyen hekimler tarafından yapılmıştır. Acil tıp uzmanları görüntüleme istemine göre %28,9 oranla daha fazla iskemik inme teşhisi koymuştur. Bizim çalışmamızda difüzyon manyetik rezonans görüntüleme maliyeti üç aylık dönemde 128790 ₺ (4860 $) oldu. Ayrıca patoloji izlenmeyen difüzyon manyetik rezonans görüntüleme maliyeti 110409 ₺ (%85,7) oldu. Bu çalışma sonuçlarına göre pratisyen hekimlerin mesleki tecrübesizlik ve malpraktis korkusundan dolayı hastalarda gereksiz yere difüzyon manyetik rezonans görüntüleme istediklerini düşünmekteyiz. Acil serviste difüzyon manyetik rezonans görüntüleme isteminde klinik bulgular ve literatür verileri ışığında daha seçici olunmasıyla birlikte gereksiz kullanım ve artan maliyetlerin azalacağı öngörülmektedir.
  • Item
    COVID-19 Pandemi öncesive sonrası dönemde acil servise aynı seviyeden düşme ile başvuran hastaların değerlendirilmesi
    (2024-05-08) Bodur, Neslihan; Cander, Sümeyye Tuğba Sarkı; Aydın, Şule Akköse; Durak, Vahide Aslıhan; Aslan, Şahin; Tıp Fakültesi; Acil Tıp Ana Bilim Dalı; 0000-0002-5336-8621; 0000-0003-0836-7862; 0000-0001-7327-4342
    Travma dünya genelinde ölümlerin başlıca nedenlerinden olup düşmeler ise acil servislere travma nedenli başvuruların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Düşme; dikkatsizlik, kaza nedenleriyle olabileceği gibi çeşitli metabolik sorunlara veya hastalıklara bağlı olarak da meydana gelebilir. Çalışmamızda pandemi öncesi ve sonrası dönemde bir üniversite hastanesine aynı seviyeden düşme nedeniyle başvuran olguların değerlendirilmesi amaçlanmış ve literatüre katkı sağlamak hedeflenmiştir.. Kesitsel tipte olan bu çalışmaya bir üniversite hastanesi acil servisine aynı seviyeden düşme nedeniyle pandemi öncesinde başvuran 1073 ve pandemi döneminde başvuran 1857 hasta retrospektif olarak dahil edilmiştir. Olguların %50’si erkekti ve yaş ortalaması 59,04 ± 20,87 yıldı. En sık düşme nedenleri %36,2 ile mekanik düşme, %27,6 ile nörolojik nedenlere bağlı düşme ve %26,2 ile vazovagal senkop olarak belirlendi. Olguların %61,1’i taburcu olurken, %24,2’si kliniğe, %7,6’sı yoğun bakım ünitesine yatırıldı ve %1,4’ü eksitus oldu. Sonuç olarak; pandemi döneminde aynı seviyeden düşme ile başvuran olguların daha genç olduğu, ek hastalık ve ek ilaç kullanım sıklığının arttığı ve acil serviste geçirilen sürenin azaldığı gözlenmiştir.
  • Item
    Kraniosinostoz olgularının retrospektif incelenmesi: Bursa Uludağ Üniversitesi deneyimi
    (2024-05-08) Balçın, Rabia Nur; Ünal, Hanside Setenay; Ocak, Pınar Eser; Taşkapılıoğlu, Mevlüt Özgür; Tıp Fakültesi; Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-3928-8606; 0000-0003-3546-3200; 0000-0003-0132-9927; 0000-0001-5472-9065
    Kraniosinostoz, beyin gelişiminde bozulmaya ve anormal kafatası şekline neden olan gelişimsel bir kraniofasiyal anomalidir. Bu çalışmamızda kliniğimizde Ocak 2005- Aralık 2022 tarihleri arasında takip ve tedavi edilen pediatrik hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmamıza 94 hasta dahil edilmiştir. Hastaların 57 (%60,6) tanesi erkek, 37’si (%39,4) kadındı. 45 (%47,9) olgu skafosefali, 31 (%33) olgu trigonosefali, 12 plagiosefali (%12,8) nedeni ile opere edildi. 4 (%4,25) sendromik kraniosinostoz olgusu mevcuttu. Median operasyon süresi 95 dakikaydı. Operasyon süresi ile yatış süresi arasında anlamlı korelasyon saptandı. 3 (%3,2) olguda postoperatif komplikasyon gelişti. 3 (%3.2) olguda postoperatif erken dönemde mortalite gözlendi. Pediatrik nöroşirürjinin ana patolojilerinden biri olan kraniosinositoz sadece kozmetik bir sorun değil; nöronal gelişimin sağlanması için doğru zamanda tedavi edilmesi gereken bir patolojidir. Gelişen cerrahi tekniklere rağmen mortalite ve morbiditelere neden olabilecek ciddi bir patoloji olduğu akılda tutulmalıdır.
  • Item
    Hastaneler arası hasta sevklerinin akademik bir acil servis perspektifinden değerlendirilmesi: retrospektif, gözlemsel bir araştırma
    (2024-05-06) Dal, Evren; Eraybar, Suna; Kurtoğlu, Burak; Bulut, Mehtap
    Araştırmamızın amacı, acil servise sevk ile kabul edilen hastaların sevk nedenleri, konulan tanılar ve klinik ya da yoğun bakım ihtiyaçları üzerinde bir karşılaştırma yaparak sevk gerekliliğinin uygunluğunu değerlendirmektir. Bu değerlendirme, sevk uygunluğunu analiz ederek etkin hasta yönetimi ve yoğunluğun etkili bir şekilde yönetilmesi konusunda stratejiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Hastanemiz acil servisinde 01.07.2022-31.07.2023 tarihleri arasında sevk ile kabul edilen 4365 hastaya ait veriler geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların ilk değerlendirme sonrası belirtilen sevk gereksinimi, tıbbi durumları, hastaların değerlendiren hekim tarafından istenen konsültasyonları, klinik ya da yoğun bakım yatış gereksinimi, acil serviste kalış süresi ve acil servis ve hastane içi mortalite durumu değerlendirildi. Hastaların sevk gereksinimi, hastayı değerlendiren acil tıp uzmanı tarafından talep edilen konsültasyonlar ve hastanın yatış ya da taburculuk durumuna göre karşılaştırılaştırıldı. Sevk sayısının %81,1 oranında en sık ilçe devlet hastanesinden olduğu ve sevk tanıları içinde en fazla iskemik kalp hastalıkları (%4,9) olduğu tespit edildi. Nakil sebepleri içinde en yüksek oranda gözlenen uzman hekim ihtiyacıdır Geliş tanısı (sevk tanısı) ile acil tanısı arasındaki uyumluluk oranı %48,5’ tir. Yan dal konsültasyon oranı ise %17,6 olarak bulundu. Sevk edilen hastaların acil serviste yaklaşık yarısı (%47,7) yoğun bakım ünitesine yatış ile sonlanmıştır. Hastaneler arası nakiller, her bir aşamasında özel bir analiz gerektiren, hastaların etkili ve gerektiği şekilde tedavi almalarını sağlamak için kritik bir öneme sahiptir. Hastanemize yapılan sevk tanıları içinde en fazla iskemik kalp hastalıkları, travma ve intoksiksyonların yer aldığı görüldü. Nakil sebepleri içinde en yüksek oranda gözlenen sebep uzman hekim ihtiyacıdır. Koordineli bir sağlık hizmeti sunumu için perifer hastanelerde uzman hekim ihtiyacının ve hastane kapasitelerinin gözden geçirilmesi belirleyici olabilir.
  • Item
    Üst gastrointestinal sistem kanamalarında erken endoskopinin mortalite ve morbiditeye etkisi
    (2024-05-03) Hafızoğlu, Merve; Eren, Fatih; Gülten, Macit; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Gastroenteroloji Bilim Dalı; 0000-0003-2667-8963; 0000-0002-4186-0731
    Üst gastrointestinal sistem (ÜGİS) kanamaları özofagusun üst kısmı ile Treitz ligamanı arasındaki herhangi bir yerden lümen içine olan kanamaları kapsar. ÜGİS kanaması olan hasta acil servise hematemez, melena veya hematokezya ile başvurabilir. Akut ÜGİS kanamalı hastalara ilk 24 saat içinde endoskopi uygulamak standart yaklaşımdır. Bununla birlikte erken endoskopinin tanımı konusunda ortak bir görüş yoktur. Çeşitli çalışmalara göre bu tanım acil servise başvurudan sonra 2 saat ile 24 saat arasında çeşitlilik gösterir. Bizim çalışmamızda ÜGİS kanaması ile acil servise başvuran 115 hasta alındı. Hastalar endoskopi yapılma sürelerine göre 3 gruba ayrıldığında (<8 saat, 8- 24 saat, >24 saat) gruplar arasında endoskopik bulgu, Forrest sınıflandırması, endoskopik veya cerrahi tedavi ihtiyacı, replasman ihtiyacı, takiplerde tekrarlayan kanama, tekrarlayan endoskopi ihtiyacı ve hastaların akıbeti konusunda anlamlı fark saptanmadı. Sonuç olarak ÜGİS kanamalarında erken endoskopinin tanımı, ilk 24 saat içinde ne zaman yapılacağı ve faydaları konusunda ortak bir görüş yoktur, yapılan prospektif randomize çalışmalar da erken endoskopinin kar zarar oranını belirlemede göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Item
    Tip 2 diyabetli bireylerde uyku kalitesi ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (2024-04-29) Yıldırım, Gökçe Günsel; Koyu, Ezgi Bellikci; Altın, Zeynep; Dedeler, Emine; Çatar, Deniz
    Bu araştırmanın amacı tip 2 diyabetli bireylerde uyku kalitesi, besin tüketimi, antropometrik ölçümler ve glisemik durum arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. Araştırma SBÜ İzmir Tepecik Eğitim Araştırma hastanesine başvuran tip 2 diyabetli 190 birey (%65.3 kadın) ile yürütülmüştür. Katılımcıların beslenme durumları 24-saatlik geriye dönük besin tüketim kaydı, uyku kaliteleri Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ), glisemik durumları ise açlık kan glukozu ve Hemoglobin A1c (HbA1c) ile değerlendirilmiştir. Katılımcıların vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel ve kalça çevresi ölçülmüş, bel/boy oranı ve beden kütle indeksi hesaplanmıştır. Araştırmaya katılan diyabetli bireylerin yarısının (n=95) kötü uyku kalitesine sahip olduğu ve uyku kalitesi kötü olan kadınların oranının erkeklere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p=0.015). Katılımcılar iyi ya da kötü uyku kalitesine göre sınıflandırıldığında, makro ya da mikro besin ögeleri alımları arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Antropometrik ölçümlerin PUKİ ve bileşenleri ile ilişkisi incelendiğinde, BKİ ile uyku bozuklukları (r=0177, p=0.014), uyku ilacı kullanımı (r=0.183, p=0.012) ve PUKİ global skoru arasında (r=0.153, p=0.035), bel çevresi ile uyku bozuklukları (r=0.168, p=0.021) ve uyku ilacı kullanımı arasında (r=0.202, p=0.005), kalça çevresi ile uyku ilacı kullanımı (r=0.155, p=0.033) ve gündüz işlev bozukluğu arasında (r=0.154, p=0.034) zayıf pozitif korelasyon saptanmıştır. Bel/boy oranı ile uyku bozuklukları (r=0.220, p=0.002), uyku ilacı kullanımı (r=0.207, p=0.004) ve PUKİ global skoru (r=0.160, p=0.028) arasında da zayıf pozitif korelasyon belirlenmiştir. Enerji alımı, açlık kan glukozu ve HbA1c değerleri ile uyku kalitesi ve bileşenleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Bu araştırmada, diyabetli bireylerde kötü uyku kalitesinin yaygın olduğu, obezitenin ve abdominal obezitenin uyku kalitesi ile ilişkili olduğu ortaya konulmuştur.
  • Item
    Fokal Başlangıçlı Bilateral Tonik Klonik Nöbetlerde nöbet süresi ile demografik, klinik ve radyolojik özellikler arasındaki ilişkinin araştırılması
    (2024-04-16) Sarıdaş, Furkan; Mesut, Gizem; Demir, Aylin Bican; Bora, İbrahim; Tıp Fakültesi; Nöroloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5945-2317; 0009-0006-2052-6335; 0000-0001-6739-8605; 0000-0002-9435-6037
    Video-elektroensefalografik izleme (VEM), nöbetlerin davranışsal ve elektroensefalografik (EEG) aktivite süresini objektif olarak değerlendirmek için altın standarttır. Bugüne kadar nöbet süreleri farklı hasta gruplarında klinik olarak veya EEG ile değerlendirilmiştir. Bu çalışma, VEM ile değerlendirilen fokal başlangıçlı bilateral tonik-klonik nöbet (FBTKN) tanısı olan epilepsi hastalarında, demografik, klinik ve nörogörüntüleme bulguları ile nöbet süresi arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlamaktadır. Nisan 2005 ve Ocak 2024 tarihleri arasında merkezimizde FBTKN tanısı alan rastgele seçilmiş 58 hastanın tıbbi öyküleri, nörogörüntülemeler, VEM kayıtlarından elde edilen klinik ve iktal EEG bulguları retrospektif olarak analiz edildi. En kısa fokal aktivite frontal lob epilepsisinde ve en uzun jeneralize aktivite parietooksipital lob epilepsisindeydi. Fokal aktivite süresi frontal ve eksternal kapsül lokalizasyonlu lezyonlarda daha kısa, mezial temporal lokalizasyonda daha uzundu. Fokal aktivite süresi meziyal temporal sklerozda daha uzundu. Jeneralize aktivite süresi ensefalomalazi ve polimikrogiride daha uzun, kortikal displazide ise daha kısaydı. Lezyonlara kortikal atrofi eşlik ettiğinde fokal aktivite süresi daha kısaydı. Anti nöbet ilaç türü ile nöbet süreleri arasında herhangi bir korelasyon yoktu. Nöbet süreleri semiyolojik bulgulara, radyolojik özelliklere ve epilepsi sendromlarına göre değişebilir. Farklılıkları klinisyen için epilepsi sendromu türü, status olasığı, semiyolojik eşlik eden bulgular hakkında bilgi verici olabilir.
  • Item
    Serbest doku naklinde arteriovenöz döngünün kullanımının retrospektif değerlendirmesi
    (2024-04-16) Çeçen, Süleyman; Biner, Murat Muhammed; İçel, Duhan; Akın, Selçuk; Tıp Fakültesi; Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2430-727X; 0000-0002-7620-3432; 0000-0003-0847-8829; 0000-0003-1683-0722
    Rekonstrüktif mikrocerrahi doku transferi için güçlü bir silah olması ile birlikte uygun alıcı damarların bulunması önemli bir kriteri oluşturur. Doku transferi ihtiyacı gelişen olguların önemli bir kısmında ise travma zonunda alıcı damarların sağlamlığı ve varlığı önemli bir değerlendirme noktasıdır. Olası alıcı damarların defekt bölgesinde bulunan ucundan ziyade travma zonu dışında kalan daha proksimal kısımları kullanılmaya çalışılır. Böylece olası intimal hasardan sakınılma amaçlanır. Fakat alıcı damarların uygun olmadığı durumlarda ise daha proksimalde ve travma zonundan uzakta yer alan alıcı alanlara uzun ven greftleri ile ulaşılarak kan akımı sağlamak uzun zamanlardan beri kullanılan bir tekniktir. Arteriovenöz (AV) döngü oluşturmak benzer mantıkla kullanılan bir diğer tekniktir. 2018-2023 yılları arasında gerçekleştirilen ve serbest doku nakiller ile rekonstrüksiyon gerçekleştirilen vakalar retrospektif olarak değerlendirildi. Değerlendirmeye alınan beş hastanın yaş ortalaması 53,9( 33-72). İkisi kadın üçü erkekti. Dört hastanın defekti alt ekstremitede yer alırken bir hastanın göğüs duvarı anteriorundaydı. Alt ekstremite defektlerinden ikisi kruris, ikisi diz anteriorunda olan defektlerdi. Hastalar defekt etiyolojisi açısından incelendiğinde üç hasta travmaya sekonder, bir göğüs defekti hastası tümör ilişkili, bir hastanın diz protezi uygulaması sonrası yara detaşmanı nedenli gelişmiştir. Hastaların dördünde LD (Latissimus dorsi) flep ile bir hastaya da şimerik ALT (Anterolateral thigh) flep ile rekonstrüksiyon sağlanmıştır. Bir hastanın haricinde diğer hastalara uygulanan serbest doku nakillerinde erken veya geç dönemde herhangi bir komplikasyon izlenmedi. AV döngü yardımı ile serbest flep rekonstrüksiyonları, lokal alıcı damarın uygun ya da güvenilir olmadığı bölgelerde, başarı şansı tatmin edici derecede yüksek olan cerrahi bir tekniktir.
  • Item
    FLAG-Ida’ya karşı FLAG-Dauno: Relaps/Refrakter Akut lösemi olgularında Bursa Uludağ Üniversitesi deneyimi
    (2024-04-03) Hunutlu, Fazıl Çağrı; Ercan, Beyza Nur; Öztop, Hikmet; Koca, Tuba Güllü; Çubukçu, Sinem; Yavuz, Şeyma; Ersal, Tuba; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalı; 0000-0002-4991-9830; 0000-0002-5721-7214; 0000-0002-0199-3791; 0000-0003-4168-2821; 0000-0001-9623-8096; 0000-0003-1250-644X; 0000-0001-5419-3221; 0000-0003-0014-7398; 0000-0001-9710-134X
    FLAG-Ida protokolü (Fludarabin- Sitarabin- Granülosit Koloni Stimülan Faktör- İdarubisin) relaps/refrakter akut lösemi olgularında sıklıkla uygulanan bir kemoterapi rejimidir. Özellikle ilaç erişiminde olan aksaklıklar nedeniyle, antrasiklin ajan olarak idarubisin yerine daunorubisin kullanılabilmektedir. Çalışmamızda, Bursa Uludağ Üniversitesi Hematoloji kliniğinde relaps/refrakter akut lösemi tanısı ile FLAG-Ida ya da FLAG-Dauno protokolü alan hastaların etkinlik ve yan etki verilerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmaya toplam 94 hasta dahil edildi. On hasta FLAG-Dauno grubunda iken 84 hasta FLAG-Ida grubundaydı. Çalışma grubunun medyan yaşı 46.5 yıldı. Hastaların %45.7’si Akut Myeloid Lösemi (AML), %54.3’ü Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) tanılıydı. Hasta karekteristikleri, sitogenetik risk profilleri, primer tanıları ve primer refrakter hastalık varlığı açısından FLAG-Ida ve FLAG-Dauno grupları arasında anlamlı farklılık yoktu. İki grupta da komplet yanıt oranı ve allojeneik nakle köprülenen hasta sayıları benzer orandaydı. Toplam yaşam süreleri açısından iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. İki grup arasında yan etki karşılaştırmasında; iki grupta da en sık görülen rejim ilişkili toksisite febril nötropeniydi. Grade 3-4 yan etkiler açısından iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç olarak FLAG-Dauno protokolü relaps/refrakter akut lösemi olgularında etkin ve güvenli bir kurtarma rejimidir.
  • Item
    2011-2021 Yılları arasında acil servise fasiyal kemiklerde fraktür sebebi ile başvuran hastaların retrospektif analizi
    (2024-04-03) Bostancı, Nihal Akçalı; Cander, Sümeyye Tuğba Sarkı; Şentürk, Büşra Altınkök; Çavdar, Orhan; Şentürk, Buşra Altınkök; Durak, Vahide Aslıhan; Çıkrıklar, Halil İbrahim; Tıp Fakültesi; Acil Tıp Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0836-7862; 0000-0002-8073-6207
    Bu çalışmada fasiyal yaralanma nedeniyle Acil Servise başvuran olguların klinik özellikleri ve klinik sonlanımları ile ilişkili parametrelerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Kesitsel tipte olan bu çalışmada 2011-2021 yılları arasında Bursa Uludağ Üniversitesi Acil Servisine fasiyal yaralanma sebebi ile başvuran ve plastik ve rekonstrüktif cerrahi anabilim dalına fasiyal kemiklerde fraktür sebebi ile konsülte edilen hastaların klinik özellikleri hastane kayıtlarından retrospektif olarak taranmıştır. Olguların %80,5’i erkekti, en sık travma nedenleri %26,1 darp, %25,7 düşme ve %14,0 araç içi trafik kazasıydı. En sık başvuru yaz aylarında yapılmıştı (%34,5). En sık yaralanan fasiyal kemikler %43,6 nazal kemik, %32,4 maksilla ve %31,8 orbitaydı. Olguların %72,6’sı taburcu edilirken, %14,3’ü kliniğe, %4,8’i YBÜ’ye yatırıldı, %3,7’si sevk edildi ve %0,3’ü eksitus oldu. Kadınlarda ateşli silah yaralanması, yüksekten düşme ve trafik kazaları kaynaklı travmalara maruz kalan olgular arasında YBÜ’ye yatış/ eksitus sıklığı anlamlı düzeyde daha fazlaydı (p<0,05). Yaralanma saptanan fasiyal kemiğe göre YBÜ’ye yatış/ eksitus durumu sıklık sırasına göre şu şekildeydi: frontal (%19,0), orbita (%9,0), maksilla (%8,3), zigoma (%8,1), mandibula (%8,0) ve nazal (%3,6) kemik. Herhangi tipte fasiyal kemik fraktürü saptanması YBÜ’ye yatış/ eksitus ile ilişkili bulundu (p<0,05). Sonuç olarak fasiyal yaralanmalı olgular daha çok erkeklerden oluşmakta, yaz aylarında, darp ya da düşme kaynaklı nazal fraktürle acil servise başvuru yapmaktadır. Kadınlar, daha yüksek enerjili travmaya maruz kalanlar ve fasiyal kemik fraktürü saptananlar arasında klinik sonlanım daha olumsuz olmaktadır. Bu özelliklere sahip olguların daha sıkı takip edilmesi ve erken dönemde uygun tedavinin sağlanması sağkalım ve sekel sıklığını azaltacak müdahaleler arasında değerlendirilebilir.
  • Item
    Ailevi Akdeniz ateşi tanısı olan hastalarda Ekzon 10 lokasyonunda mutasyon pozitifliğinin klinik ve laboratuvar yansıması
    (2024-04-03) Ocak, Tuğba; Görünen, Ahmet; Yağız, Burcu; Coşkun, Belkıs Nihan; Sağ, Şebnem Özemri; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Yavuz Pehlivan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Romatoloji Bilim Dalı; 0000-0002-4560-1569; 0000-0002-7745-8226; 0000-0002-0624-1986; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-3948-8889; 0000-0001-8645-2670; 0000-0002-7054-5351
    Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) 10 ekzondan oluşan Mediterranean Fever (MEFV) geninde meydana gelen mutasyonlar sonucu tekrarlayan ateş ve serözit ataklarıyla seyreden otoinflamatuar bir hastalıktır. Ekzon 10 lokasyonunda mutasyon pozitifliği tipik klinik fenotiple ve amiloidoz, böbrek yetmezliği gibi hastalık komplikasyonlarıyla ilişkilidir. Çalışmamızda 10. ekzonda mutasyon varlığının klinik özellikler ve komplikasyonlar ile ilişkisini saptamayı amaçladık. Hastanemiz romatoloji kliniğinde Ocak 2015-Ağustos 2023 tarihleri arasında AAA tanısı ile takip edilen 354 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Hastalar ekzon 10 lokasyonunda mutasyon bulunma durumuna göre iki gruba ayrıldı. Ekzon 10’da mutasyon pozitifliği olan grupta erkek cinsiyet oranı, karın ağrısı, amiloidoz görülme sıklığı, ataksız dönemdeki kreatinin, nötrofil ve c-reaktif protein değerleri anlamlı olarak daha yüksek saptandı (sırasıyla p=0,044, p=0,039, p<0.001, p=0,028, p=0,015, p=0,030). Ekzon 10 lokasyonunda mutasyon pozitifliği olan hastalarda klinik ve laboratuvar özellikler farklılık göstermekte olup, bu hastaların yakın takip edilmesi ile hastalıkla ilişkili kompikasyonlar azaltılabilir.
  • Item
    Otoimmün hepatit tanılı erişkin hastaların değerlendirilmesi: Tek merkez deneyimi
    (2024-03-11) Ertem, Aytül Coşar; Öztürk, Tuba Erürker; Gülten, Macit; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Gastroenteroloji Bilim Dalı; 0000-0002-4186-0731
    Otoimmün hepatit (OİH), etkilenen hastaların çoğunda immünsüpresif ajanların gerekli olduğu, immün aracılı kronik inflamatuar bir karaciğer hastalığıdır. Mevcut çalışmada, OİH tanısı ile takipli hastalarımızın tanı anındaki klinik ve demografik özellikleri, laboratuvar değerleri, otoantikorların dağılımı, karaciğer biyopsi analizleri ve histopatolojik özellikleri, OİH'e eşlik eden diğer karaciğer varyant ve otoimmün hastalıkların dağılımının değerlendirilmesi ve bizim merkezimizin sonuçlarının literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır. Bu retrospektif, kesitsel çalışmaya 01.01.2010-30.06.2017 tarihleri arasında merkezimize başvuran ve OİH tanısı alan 202 hasta dahil edilmiştir. Hastaların bilgileri hastane yönetim bilgi sisteminden geriye yönelik olarak taranıp kaydedilmiştir. Hastaların 174'ü (%86) kadın, 28'i ise (%13.9) erkekti. Hastaların medyan tanı yaşı 46 olarak bulundu. Hastaların tanı konma yaşının sıklıkla orta yaş grubunda (41-60 yaş) olduğu saptandı. OİH tanılı hastalarda otoantikorlardan en sık antinükleer antikor (ANA) (%86) pozitifliği saptandı. Hastalarımızın en sık tip-1 OİH olduğu saptandı. Ayrıca Hashimato tiroiditi (%31.6) en sık eşlik eden otoimmün hastalık, primer biliyer siroz (%56) en sık eşlik eden karaciğer varyant hastalığı olarak bulunmuştur. Sonuç olarak OİH, günümüzde sıklığı giderek artan, tüm yaş, cinsiyet ve etnik grupları etkileyebilen, kronik, otoimmün bir karaciğer hastalığıdır. Erken tanı ve tedavi, hastalık yönetiminde önemlidir. Bu açıdan hastalığın etyopatogenezini ve OİH'e eşlik eden hastalıkları bilmenin erken tanı ve doğru tedavi açısından önemli olduğu açıktır.
  • Item
    COVID-19 Pandemi sürecinde hemşirelerin belirsizliğe tahammülsüzlük ve sabır düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (2024-02-02) Sayar, Gülşen; Arkan, Burcu; Sağlık Bilimleri Fakültesi; Psikiyatri Hemşireliği Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7285-6196
    Bu çalışmada, COVID-19 pandemi sürecinde hemşirelerin belirsizliğe tahammülsüzlük ve sabır düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı. Çalışma, Ocak- Mart 2022 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ana Bina, Kadın Doğum-Çocuk Hastalıkları Binası ve Kalp Merkezi Binalarında görev yapan 120 hemşire ile yapılan tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırmanın verileri ‘’Demografik Bilgiler Formu”, “Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği’’ ve ‘’Sabır Ölçeği” kullanılarak toplandı. Araştırmada hemşirelerin Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği toplam puan ortalaması 36,55±8,38 ve Sabır Ölçeği toplam puan ortalaması 37,08±7,45 olarak bulundu. Belirsizliğe tahammülsüzlük ve sabır ölçeği toplam puanları ile alt boyutları yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslekte çalışma yılı, COVID-19 pandemi sürecinde vardiya düzeni, COVID-19 servisinde çalışma durumuna göre karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). Belirsizliğe tahammülsüzlük ölçeği toplam puanı ile sabır ölçeği toplam puanı arasında ters yönlü zayıf düzeyde anlamlı ilişki bulundu (r=-0,287; p=0,001). Bekâr hemşirelerin, ileriye yönelik kaygı puanı evlilere göre daha yüksek saptandı (p=0,049). Belirsizliğe tahammülsüzlük ölçeği toplam puanı ile sabır ölçeği toplam puanı arasında ters yönlü zayıf düzeyde istatistiksel olarak anlamlı ilişki ve belirsizliğe tahammülsüzlük puanı yüksek hemşirelerin sabır puanının düşük olduğu bulunmuştur.
  • Item
    Meningiomalarda stereotaktik radyoterapi: Cyberknife-M6 deneyimi: retrospektif çalışma
    (2024-01-26) Daneshvar, Asma; Sarıhan, Süreyya; Kahraman, Arda; Yılmazlar, Selçuk; Tıp Fakültesi; Beyin Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0009-0000-0695-9421; 0000-0003-4816-5798
    Bu çalışmada birimimizde CyberKnife-M6 (CK-M6) cihazı ile stereotaktik radyoterapi (SRT) uygulanan meningiomalı hastaların etkinlik ve dozimetrik açıdan değerlendirilmesi amaçlandı. Ocak 2019-Şubat 2022 arasında 31 lezyon/26 olgu tedavi edildi ve Haziran 2022’de ortanca 12 ay (1-40) izlem ile değerlendirildi. Ortanca yaş 56 (21-84), ortanca KPS 90 (40-100) ve erkek/kadın oranı 9/17 idi. Tanıda 4 olguda multipl, 22 olguda soliter lezyon vardı. En az bir kez cerrahi uygulanan 17 olgunun %65’i grad I, %35’i grad II meningiom tanısı almıştı. Ortanca Ki-67 %2.5 (% 0,8-35) idi. Beş olguda RT öyküsü vardı. Tanıdan SRT’ye kadar geçen süre 28 ay (1-244) idi. SRT öncesi ortanca çap 22 mm (6-50) olup planlama hedef volüm 8,24 cc (0,47- 63,99) idi. Ortanca 25 Gy/5 fraksiyon (13-27 Gy/1-5 fx), ortanca 18 dk (13-25) tedavi süresi ile uygulandı. Hiçbir olguda geç yan etki ve yeni nörolojik defisit gözlenmedi. Ortanca 3 ayda (1-8), parsiyel yanıt %16, stabil yanıt %76 bulundu. Son değerlendirmede %88 olguda lokal kontrol sağlanmıştı. Ortalama ve 2 yıl genel sağkalım (GSK) 38,5 ay ve %96,2 bulundu. Tek değişkenli analizde, GSK açısından KPS ≥ 80 olması (1 yıl %100 vs %80, p=0,04) ve soliter lezyon varlığı (1 yıl %100 vs %66,7, p=0,006) anlamlı bulundu. CK-M6 hasta uyumunu artırmakta, aynı zamanda tedavi süresi ve vücut dozunu azaltarak ikincil kanser riskini azaltmaktadır. Olgularımızda %88 lokal kontrol elde edilmiş olup CK-M6 bazlı SRT etkin, güvenli ve konforlu bulunmuştur.
  • Item
    Multipl skleroz hastalarında hastalık modifiye edici tedavilere uyumu etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi
    (2024-01-26) Koç, Emine Rabia; Sarıdaş, Furkan; Turan, Ömer Faruk; Tıp Fakültesi; Nöroloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0264-7284; 0000-0001-5945-2317; 0000-0002-2092-0504
    Multipl skleroz, dünya çapında yaklaşık 2,3 milyon insanı etkileyen, en sık genç yetişkinlerde görülen, edinilmiş sakatlığa yol açan nörolojik bir hastalıktır. MS kronik bir hastalık olduğundan hastaların uzun süreli tedavi kullanması gerekmektedir. Hastaların tedaviye uyumu hastalığın seyrini ve uzun dönem prognozu etkilediğinden öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir konudur. Tedavi uyumunu etkileyen birçok faktör vardır. Olumsuz faktörlerin tespiti ve düzeltilmesi tedavi etkinlik ve güvenirlilik sonuçlarını ve hastalık sonlanımını etkiler. Bu çalışmada MS polikliniğinde takip edilen hastaların hastalık modifiye edici tedavilere uyumuna etki eden faktörlerin değerlendirilmesi planlanmıştır. Çalışmaya 209 MS hastası dahil edildi ve hastaların yaşı, cinsiyeti, hastalık süresi, eğitim düzeyi, geliri, ilaç kullanımı ve ilaç uygulanma şekli kaydedildi. MS hastalarına Morisky İlaç Uyum Ölçeği-8 (MMAS-8) uygulandı. Ortalama MMAS-8 puanı 6,05±1,94 idi. Tedavi uyumu %31 düşük (n=66), %36,4 orta (n=76) ve %32,1 yüksek (n=67) idi. Yaş, cinsiyet, hastalık süresi, gelir düzeyi, hastalığı değiştirici tedaviler, bu tedavilerin türü ve uygulanma şekline göre tedaviye uyum açısından farklılık saptanmadı (p= 0,074, 0,070, 0,600, 0,976, 0,940, 0,356, 0,249, 0,053, 0,701). Çalışmamızda MS hastalarında yaş, eğitim düzeyi, hastalık süresi, tedavi seçeneği veya uygulama şeklinin hastalık değiştirici tedaviye uyumu etkilemediği görüldü. Çalışma sonuçlarımız MS hastalarında ilaç uyumunu etkileyen farklı faktörlerin açıklanması gerektiğini göstermektedir.