2023 Cilt 49 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/41021
Browse
collection.page.browse.recent.head
Publication Amfizematöz piyelonefrit: Olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-29) Karadağ , Orçun Burak; Altan, Mehmet; Karakoyunlu, Nihat; Kokurcan, Alihan; Sancı, Adem; Doğan, Ahmet EminAmfizematöz piyelonefrit, bağışıklığı baskılanmış (çoğunlukla diyabetik hastalarda) ve üriner obstrüksiyonu olan hastalarda gelişen, hayatı tehdit eden, çok yüksek oranda böbrek kaybı ve mortalite ile ilişkili nekrotizan tipte ciddi bir piyelonefrittir. Yazımızda, kliniğimizde öncelikle konservatif yöntemler ile tedavi edilen fakat sonrasında nefrektomi yapılan amfizematöz piyelonefrit hastasının klinik detaylarını, izlenilen tedavi sürecini ve sürecin sonuçlarını sunmayı hedefledik.Publication İlaç alerjisi gelişen ürogenital tüberküloz vakası: Olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-23) Açar, Cem; Babalık, AylinTüberküloz basilinin inhalasyonu, immün yanıtın uyarılmasıyla etkenin temizlenmesi ya da primer enfeksiyon oluşumu ile sonuçlanır. Primer tüberküloz enfeksiyonu, olguların %95’inde sessiz seyreder ve latent döneme girer. Olguların %5'inde ise primer tüberküloz hastalığına neden olur. Bu evrede mikobakteriler hematojen, lenfojen yol ile çevre dokulara ve akciğer dışı organlara yerleşebilir. Akciğer dışındaki odaklarda reaktivasyon olursa ekstrapulmoner tüberküloz ortaya çıkmaktadır. Ürogenital tüberküloz (ÜG-TB); plevral tüberküloz ve periferal lenfadenopatiden sonra en sık karşılaşılan ekstrapulmoner tüberküloz şeklidir. Böbrekler genellikle basilin akciğerden hematojen yol ile yayılması sonucu enfekte olmaktadır. Akciğer röntgenogramında, ÜG-TB vakalarının yaklaşık yarısında spesifik bulgu izlenmemektedir. Tedavi edilmemiş olgular renal parankim hasarı ve obstrüktif nefropati ile birlikte son dönem böbrek yetmezliğine sebep olabilir. Bu olgumuzda ürogenital tüberküloz tanısı almış hastada bir ilaç yan etkisi olarak gelişen hipersensitivite reaksiyonu ve bunun yönetiminden bahsedilmiştir.Publication Miyelom zimba gibi gelir: Roy adaptasyon modeli bir olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-21) Karacan, Yasemin; Yıldız, Hicran; Ali, Rıdvan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Ana Dal/Hematoloji Bilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi; 0000-0001-8616-4935; 0000-0003-4241-5231; 0000-0001-6486-3399Multiple miyelomlu bireylerde semptom yönetimi, kemik hastalığı ve böbrek fonksiyon bozukluğuna bağlı semptomlar başta olmak üzere, enfeksiyon, anemi, ağrı ve pıhtılaşma bozukluğu gibi spesifik sorunları içermektedir. Diğer hastalıklarda olduğu gibi, miyelomlu hastanın tanı ve tedavi sürecinde hemşirelik bakımı önemli bir yer tutmaktadır. Hemşirelik bakım modelleri hastanın sistematik ve kapsamlı şekilde ele alınmasını sağlayarak bakımının kalitesinin arttırılmasına katkıda bulunmaktadır. Roy Adaptasyon Modeli bunlardan biridir. Roy Adaptasyon modelinde fizyolojik, benlik kavramı, rol fonksiyonu ve karşılıklı bağlılık olmak üzere dört uyum alanı vardır ve hemşireler hastalarına bu uyum alanları doğrultusunda bakım vermektedir. Olgu sunumunda, bel ağrısı nedeniyle başvuran radyolojik, laboratuvar, sitogenetik ve kliniği ile Durie Salmon’a göre lambda hafif zincir, evre III B multiple miyeloma tanısı almış ve ayaktan kemoterapi tedavi planı hazırlanmış bir hasta ele alınmaktadır. Bu olgu sunumu, Multiple miyelomlu bir hastaya Roy Adaptasyon Modeli doğrultusunda verilen bakımın North American Nursing Diagnosis Association hemşirelik tanılarıyla birlikte ele alınması konusunda, hematoloji ve onkoloji alanında çalışan hemşirelere rehber olmak amacıyla hazırlanmıştır.Publication Pediatrik yaş grubundaki normal ve atrofik beyinlerde global beyin atrofi indeksinin kranial MR görüntüleri ile değerlendirilmesi: Retrospektif MRG çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-31) Işıklar, Sefa; Özkaya, Güven; Özdemir, Senem Turan; Özpar, Rıfat; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu/Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Anatomi Anabilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı; 0000-0002-2070-5193; 0000-0003-0297-846X; 0000-0002-0407-3608; 0000-0001-6649-9287Global beyin atrofisi, beynin normal gelişimine etki eden çeşitli faktörler nedeniyle beyin hacminde beklenenden olağandışı bir azalma olmasıdır. Çeşitli hastalıkların ve yaşlanmanın neden olduğu global beyin atrofisinde, beyin hacminin beyin omurilik sıvısına oranlanması ile hesaplanan global beyin atrofi indeksinin (BH/BOS) eşik değerleri yetişkinlerde belirlenmişti. Ancak yaptığımız literatür taramasında pediatrik dönemde BH/BOS indeksi araştırmasına rastlanmamıştır. Bu çalışmada pediatrik dönemde BH/BOS indeksinin yaşa ve cinsiyete özgü normatif verilerini oluşturup, atrofik beyindeki eşik değerlerini belirlemeyi amaçladık. Bu retrospektif çalışmaya BH/BOS indeksinin normatif verileri için, 2012-2021 yılları arasında beyin manyetik rezonans görüntülemesi (MRG) yapılan 0-16 yaş arası normal radyolojik anatomiye sahip 655 hastayı [345 erkek (%52,7) ve 310 kadın (%47,3)] dahil ettik. Çeşitli hastalıklar nedeniyle MRG’sinde farklı derecelerde beyin atrofisi tespit edilen 46 hastayı (ortalama yaş: 7,8±5,54) benzer yaş ve cinsiyetteki normal bireyler ile karşılaştırdık. MRICloud ile ölçtüğümüz BH/BOS indeksi verilerini SPSS (ver.28) ile analiz ettik. 0-16 yaş grubunda normal BH/BOS indeksi ortalaması 41,21±11,69’du. BH/BOS indeksinin 0-7 yaş arasında (41,70-51,71), 8-16 yaş arasına göre (31,30 - 38,25) daha yüksek olduğunu tespit ettik. Pediatrik dönemde bu indeksin beyin atrofisi için eşik değeri 25,61’di (p<0,001). BH/BOS indeksinin normatif değerlerinde ve atrofik bulgularında cinsiyet faktörü önemsizdi. Bu veriler pediatrik global beyin atrofisini teşhis etmek için bir biyobelirteç olarak kullanılabilir.Publication Hemşirelik öğrencilerine eğitimleri sırasında öğretilen asepsi uygulamalarının covid -19 pandemi dönemindeki bireysel uygulamalarına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-31) Dalkızan, Vahit; Serpici, Ayşe; Akansel, Neriman; Vatansever, Nursel; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi; 0000-0002-0243-4473; 0000-0002-1451-4761; 0000-0002-5858-573XHemşirelik eğitiminin bir parçası olarak klinik uygulamalara katılan hemşirelik öğrencilerinin Covid-19’da koruyucu önlemleri, bu önlemlerin doğru olarak uygulanmasını bilmesi son derece önemlidir. Bu çalışmanın amacı, hemşirelik öğrencilerine hemşirelik eğitimi sırasında öğretilen asepsi uygulamalarının Covid-19 pandemi dönemindeki bireysel uygulamalarına (el yıkama, eldiven kullanma, maske takma) etkisini belirlemektir. Araştırmanın örneklemini çalışmaya katılmayı kabul eden 233 öğrenci oluşturdu. Veriler, Ağustos 2020 – Eylül 2020 arasında Google Form aracılığı ile anket formunun linki öğrencilerin WhatsApp gruplarında paylaşılarak toplandı. Anket formunun cevaplanması her bir öğrenci için yaklaşık 10 dakika sürdü. Veriler, Tanıtıcı Özellikler Soru Formu (10 soru) ve Asepsi Uygulamalarını Değerlendirme Formu (13 madde) ile toplandı. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesine IBM SPSS 23.0 (Statistical Package for Social Sciences) paket programı kullanıldı. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 21,29±2,57, %81,5’i kadın ve %31,8’i pandemi başladığında ikinci sınıf öğrencisiydi. Hemşirelik öğrencilerinin, hemşirelik eğitimi sırasında öğretilen asepsi uygulamalarından Covid-19 pandemi döneminde bireysel hijyen alışkanlıklarına katkısının en fazla “maskeyi yüze takma tekniği” (9,14±1,42), en az “el antiseptiği kullanma alışkanlığı” (7,07±2,59) uygulamasında olduğu belirlendi. Kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre hijyen uygulamalarında daha dikkatli olduğu belirlendi. Hemşirelik eğitiminin bir parçası olan asepsi konusunun öğretilmesinin Covid-19 pandemi döneminde öğrencilerin bireysel hijyen alışkanlıklarına etkisi olduğu görüldü.Publication İntestinal endometriozis tanılı olguların klinikopatolojik bulgularının değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-31) Dölek, Rabia; Uğraş, Nesrin; Işık, Özgen; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dal.; 0000-0002-1751-7693; 0000-0003-0127-548X; 0000-0002-9541-5035Ekstrapelvik endometriozis, endometrial glandüler ve/veya stromal komponentin ekstrauterin lokalizasyonlarda bulunması olarak tanımlanmakta olup en sık gastrointestinal sistemde görülmektedir. Biyopsi örneğinde endometrial gland ve stroma varlığında endometriozis yönünde tanı vermek zor olmasa da, endoskopik biyopsi materyalleri genellikle endometriozis tanısı için yeterli doku içermemektedir. Çalışmamızda intestinal endometriozis olgularımızda, intestinal epitelde ve endometriozis odağında gözlenen histomorfolojik bulgular belirlenmiş ve endometriozis odağının bulunduğu lokalizasyon ile ilişkisi araştırılmıştır. Endometriotik odağın lokalize olduğu intestinal tabaka ile intestinal epitelde görülen mikroskopik değişikliklerin birbiri ile ilişkili olduğu saptanmış olup, bu mikroskopik değişikliklerin inflamatuar bağırsak hastalığı, iskemik kolit, karsinoma gibi antitelerin taklitçisi olabileceği dikkat çekmiştir.Publication Kurum bakımında olan ve aile yanında olan çocuk ve ergenler: Bağlanma stilleri ve zihin kuramı becerilerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-31) Eroğlu, Mehtap; Yakşi, Neşe; Gündoğdu, ÜmmügülsümBağlanma, birincil bakım-veren ile çocuk arasında gelişen temel bir bağdır. Zihin kuramı becerisi bağlanma ile muhtemelen ilişkili olan bir bilişsel yetenektir. Çalışmanın amacı, Çocuk Evleri Koordinasyon Merkezi Müdürlüğü’nde (ÇEKOM) kurum bakımında olan çocukların bağlanma stillerinin aile yanında olan çocuklarla benzer olup-olmadığının araştırılması ve çocukların bağlanma stillerinin zihin kuramı becerisi ile ilişkisinin değerlendirilmesidir. Çalışmaya ÇEKOM’da kalan 54 çocuk (kurum grubu), aile yanında olup bir etüd merkezinde eğitim alan 33 çocuk (kontrol grubu) ve aile yanında olup psikiyatri poliklinik başvurusu olan 34 çocuk (poliklinik grubu) dahil edildi. Çalışmaya katılan çocuk-ergenlerin, zihin kuramı becerileri Gözlerden Zihin Okuma testi ve Gaf testi, bağlanma stili İlişki Ölçekleri Anketleri ile değerlendirilmiştir. Güvenli bağlanma, kontrol grubu, kurum grubu, poliklinik grubunda sırasıyla %27,3, %22,2, %5,9 oranlarında olup; kontrol grubu ve poliklinik grubu arasında anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0,011). Kurumda kalan çocukların kurum bakımına alınma nedenlerine göre bağlanma stiline bakıldığında, kurumda kalma gerekçesi istismar olanlarda kaygılı bağlanma (%36,4), olmayanlarda ise kayıtsız bağlanma (%55,6) en sık görülen bağlanma stiliydi (p=0.018). Kız çocuklarında güvenli bağlanma oranı (%14) erkek çocuklarından (%31,4) daha düşük bulunmuştur (p=0.040). Bağlanma stilleri ile Gaf testi puanları arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (p>0.05). Çocuğun kaldığı kurum bakımının özelliklerinin ne kadar önemli olduğu çalışmamızda gösterilmiştir. Özellikle her evde sabit bakım verenlerin olduğu ÇEKOM’da kalan çocukların, aile yanında olan çocuklara yakın güvenli bağlanma oranına sahip olması göz önünde bulundurulmalıdır.Publication Kemoterapi alan meme kanserli kadınların ağrı distresi şiddeti ve yorgunluk düzeyleri arasındaki ilişki: Tanımlayıcı kesitsel bir çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-29) Bahçeli, Pınar Zorba; Dönmez, Ayşe Arıkan; Ünver, Gamze; Kapucu, SevgisunBu çalışmada kemoterapi alan meme kanserli kadınlarda ağrı distresi ile yorgunluk düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Tanımlayıcı ve kesitsel tipte yapılan çalışma bir devlet üniversitesinin onkoloji hastanesinin ayaktan kemoterapi ünitesine tedavi almak için gelen 147 meme kanserli kadın hasta ile tamamlandı. Araştırma verileri, araştırmacılar tarafından yüzyüze Tanıtıcı Bilgi Formu, Görsel Analog Skala, Kısa Yorgunluk Envanteri ve Ağrı Distres Envanteri kullanılarak toplandı. Kadınların %61.9’u ağrı nedeniyle ilaç kullandığını, %38.8’inin ise ağrı için parasetamol grubu ilaç kullandığını belirtti. Katılımcıların Kısa Yorgunluk Envanteri alt boyut ve toplam puan ortalamaları ile ameliyat türü, ağrı için ilaç kullanma durumu ve ağrı için kullanılan ilaç türü arasında anlamlı fark olduğu belirlendi. Hastaların Ağrı Distres Envanteri alt boyut ve toplam puan ortalamaları ile ağrı için ilaç kullanma durumu, ağrı için kullanılan ilaç türü ve ağrıyı artıran durumlar arasında anlamlı fark olduğu belirlendi. Kısa Yorgunluk Envanteri toplam puanı ile Ağrı Distres Envanteri toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı zayıf bir ilişki olduğu belirlendi. Çalışmamızda, kemoterapi alan meme kanserli kadınlarda orta şiddette yorgunluk ve ağrı distresi yaşadıkları ve ağrı distresi şiddeti ve yorgunluk durumunun birbiri ile ilişkili olduğu belirlendi. Hemşirelerin hastalarına yönelik hazırladıkları bakım planlarında, meme kanserli kadınlara ağrı distresi ve yorgunluğu etkili bir şekilde yönetilebilmelerine ilişkin girişimlere de yer vermeleri önerilmektedir.Publication Hiperemezis gravidarum tanısı alan gebelerin eş desteği algısı ile anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2023-08-24) Küçük, Ebru; Cesur, BüşraGebeliğin ilk trimesterinde en çok hastane yatışlarına sebep olan sağlık sorunlarından biri hiperemezis gravidarumdur (HG). Çalışmamızın amacı HG tanısı alan gebelerin eş desteği algısı ile anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Araştırma tanımlayıcı nitelikte yapılmış olup, 23.12.2019- 24.04.2020 tarihleri arasında Sivas Numune Hastanesi, Kadın Doğum Polikliniğe başvuran HG tanısı alan rastgele örneklem dağılımı ile 278 gebeye uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında, kişisel bilgi formu,Beck anksiyete ölçeği(BAÖ), Beck depresyon ölçeği(BDÖ) ve Eş desteği ölçeği (EDÖ)kullanılıp yüz yüze görüşülerek toplanmıştır.Araştırmaya katılan gebelerin yaş ortalama 27.52±5.04 olup, %81.7’sinin gebelikte bulantı-kusma ile baş edemediği, %89.2’sinin gebelikte eşinden destek aldığı belirlendi. Gebelerin EDÖ puan ortalaması 60.33±11.26 olup gebelikte eş destek algılarının çok iyi düzeyde olduğu; EDÖ toplam puan ortalaması ile BAÖ (r=-0.168; p=0.05), ve BDÖ toplam puan ortalaması(r=-0.123; p=0.41) arasında negatif yönde, zayıf düzeyde anlamlı ilişki bulunduğu yani eş destek algısı yükseldikçe anksiyete ve depresyon düzeyinin azaldığı belirlendi. Gebelerin eş destek algısının anksiyete ve depresyon puanları üzerine anlamlı etkisi olduğu; eş destek algısının gebelerin yaşadığı anksiyete ve depresyonun %3.1’ini etkilediği belirlendi (p<0.05). Sonuç olarak HG tanısı alan gebelerde eş desteği algısı yükseldikçe anksiyete ve depresyon düzeyleri azalmaktadır.Publication Eritrosit süspansiyonlarının depolanma koşullarının T hücre canlılığı ve proliferasyonu üzerindeki etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-24) Yılmaz, Hakan; Bal, Salih Haldun; Ermiş, Diğdem Yöyen; Arslan, Gözde; Özbey, Fatma Dombaz; Kumaş, Levent Tufan; Heper, Yasemin; Oral , Barbaros; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İmmünoloji Anabilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp-İmmünoloji Anabilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Dr. Raşit Durusoy Kan Merkezi; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı; 0000-0002-6684-8675; 0000-0002-6735-2305; 0000-0001-5871-8769; 0000-0001-7225-0138; 0000-0001-7288-3250; 0000-0002-3947-0013; 0000-0002-6635-5416; 0000-0003-0463-6818Önemli transfüzyon komplikasyonlardan biri olan transfüzyonla ilişkili immün düzenlenme (TRIM), allojeneik kan transfüzyonunun (AKT) alıcının immün sisteminde yol açtığı değişiklikler olarak tanımlanabilir. En çok suçlanan etken, kan bileşeni içindeki mononükleer (MNH) hücrelerdir. Bu nedenle çalışmamızda eritrosit süspansiyonları (ES) içindeki T hücreler (CD3+CD4+ ve CD3+CD8+) hedeflenmiş, depolama koşullarının etkisiyle canlılık, proliferasyon ve aktivasyon düzeylerindeki değişimler incelenmiştir. Bu amaçla, üç adet kan bağışçısından alınan tam kanlardan ES’ler elde edilmiştir. Her kan bileşeninden tam kan örneği (5. saat) ve ES örnekleri (0, 7, 14, 21, 42. gün) elde edilmiştir. Ayrıca bağışçıdan bağış öncesi EDTA’lı tüplere alınan iki adet örnek de çalışmaya katılmıştır. Analizler bu örneklerden ayrıştırılan MNH kullanılarak yapılmıştır. Canlılık analizleri doğrudan MNH’ler, proliferasyon ve aktivasyon analizleri MNH kültürleri aracılığıyla akan hücre ölçerde gerçekleştirilmiştir. Canlılık düzeylerinin depolama süresi ortalarında azalmaya başladığı, 42. gün ES örneklerinde hemen tamamen yok olduğu belirlenmiştir. T hücrelerin proliferasyon becerisi daha erken azalmış ve 21. gün ES örneklerinde kaybolmuştur. Aktivasyon belirteci düzeyleri MNH kültürünün sıfırıncı saatlerine göre 16 ve 72 saatlerde artış göstermiştir. Ayrıca bağışçıların yaşlarına göre de sonuçlarda belirgin farklılıklar gözlemlenmiştir. Sonuç olarak ES depolama süresi ve koşullarının etkisiyle ürün içindeki T lenfositlerin canlılığı ve proliferasyon becerileri azalmaktadır. Bu sonuçlar allojeneik T lenfositlerin TRIM gelişimiyle ilişkilerinin düşük olabileceğini; T lenfosit aktivasyon kapasitelerinin ES’den uzaklaştıklarında artmış göstermesi eritrositlerin baskılayıcı özellik gösterebildiğini; TRIM gelişiminde bağışçı ve hasta yaşı gibi demografik parametrelerin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir.Publication Ksantogranülomatöz kolesistit: Nadir kolesistit formu, tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-08) Aksoy, Fuat; Kaya, Ekrem; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı; 0000-0001-5808-9384; 0000-0002-9562-4195Ksantogranülomatöz Kolesistit (KGK), yaygın fibrozis ile karakterize nadir görülen bir kolesistit formudur. Malignite ile karışabilme ve çevre dokulara yapışıklık nedeniyle laparoskopik kolesistektomi (LK) zor olsa da, altın stardart tedavi şeklini oluşturmaktadır. Mevcut çalışma kapsamında, tek merkez tarafından KGK tanısı ile kolesistektomi yapılan hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. 2008-2022 yılları arasında tek merkez tarafından KGK nedeniyle kolesistektomi yapılan 96 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik verileri, preoperatif tanı, görüntüleme bulguları, bilier drenaj gereksinimi ve yöntemleri, akut pankreatit bulguları (radyoloji + biyokimyasal yöntemler ile), intraoperatif bulgular, açık ameliyata geçme oranları (konversiyon), ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlar ve hastanede kalış süresi retrospektif olarak incelendi. Hastaların 68 (%70,8) erkek, 28 (%29,2) kadın idi. Hastaların ortalama yaşı 60.4 ± 13.3 (22-86) idi. En sık başvuru nedeni karın ağrısıydı (%65,6). Preoperatif dönemde 24 (%25) hastaya perkütan ve/veya endoskopik bilier drenaj yöntemleri uygulandı. Hastaların tamamına laparoskopik teknikle ameliyata başlanmış olup, 59 (%61,4) unda açık kolesistektomiye geçilmiştir. Hastaların ortalama yatış süresi 8,75 ± 7,1 olurken, 1 (%1) hastada postoperatif dönemde gelişen pnömoni ve buna bağlı sepsis sonrası mortalite gözlenmiştir. KGK, radyolojik, klinik ve cerrahi olarak malignite ile karışabilmesi bakımından önemlidir. Şüpheli vakalarda frozen değerlendirme yapılmalıdır. Yüksek konversiyon oranları bilinse de laparoskopik kolesistektomi halen altın standart tedavi yöntemi olarak bilinmektedir.Publication Sagital denge ile multifidus kas dejenerasyonu arası ilişki(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-01) Soydan, Zafer; Bayramoğlu, EmruBu çalışmada alt bel ağrılı hastalarda multifidus yağ dejenerasyonu (MFYD) ile spinopelvik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışmaya toplam 244 hasta (172 kadın ve 72 erkek) dahil edildi. Gruptaki ortalama yaş 46.9±12.2 idi. Spinopelvik parametreler ayakta lateral lumbar grafi kullanılarak ölçüldü. L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde MFYD aksiyel T2W MRG kesitleri kullanılarak derecelendirildi. Hastalar dejenerasyon derecesine göre üç gruba ayrıldı ve gruplar arasında spinopelvik parametreler yönünden istatistiksel anlamlı fark olup olmadığı incelendi. MFYD ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı pozitif korelasyon vardı (p<0.001). Pelvik İnsidans (PI), Pelvik Tilt (PT) ve Sakral Tabla Açısı (STA) ile MFYD arasında ilişki saptanmadı. Lomber Lordoz (LL), Sakral Slop (SS)ve MFYD arasında istatistiksel olarak anlamlı zayıf negatif korelasyon bulundu (p<0.001). MFYD ile dinamik sagittal spinopelvik parametreler olan SS ve LL arasında zayıf bir negatif korelasyon gözlenmesine rağmen, MFYD ile kompansatuar parametre PT arasında herhangi bir korelasyon gözlenmemiştir. Ek olarak, MFYD ile sabit spinopelvik parametreler olan PI ve STA arasında korelasyon bulunmadı.Publication Covid-19 enfeksiyonu sonrası huzursuz bacaklar sendromunun araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-21) Uslu, Pınar Uzun; Mehdiyev, Duygu Arslan; Uncu, Gülgün; Ayas, Zeynep Özözen; Dinç, Yasemin; Demir, Aylin Bican; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Anabilim Dalı; 0000-0003-0342-5939; 0000-0001-6739-8605Huzursuz bacaklar sendromu (HBS) en sık görülen uyku ile ilişkili hareket bozukluğudur. HBS, yaşam kalitesini bozan önemli uyku sonuçları olan sensorimotor bir hastalık olup özellikle dinlenme sırasında ortaya çıkar. HBS semptomlarının sistemik inflamasyona sekonder oluşabileceği ya da kötüleşebileceği bilinmektedir. Covid 19 enfeksiyonu da sistemik inflamasyon yanıtına yol açabilen bir durumdur. Covid-19 enfeksiyonunun uyku bozuklukları ile ilişkisine ilişkin yapılmış birçok çalışma vardır. Ancak HBS ve covid-19 birlikteliğine ilişkin çalışmalar sınırlı olup bu araştırma ile literatüre katkıda bulunulmak istenmiştir.Publication Pandemi yoğun bakımda çalışan hemşirelerin koronafobi düzeyi ve etkileyen faktörler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-21) Ertem, Aytül Coşar; Ertem, Uğur; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2142-22642019'da Çin'in Wuhan kentinde başlayan ve hızla tüm dünyaya yayılan koronavirüs hastalığı 2019 (COVİD-19), Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde küresel bir pandemi ilan edilmiştir. Koronafobi, COVİD-19 salgını sırasında yeni koronavirüsün neden olduğu spesifik bir fobidir. Bu çalışma, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerde COVİD-19 pandemisinin neden olduğu koronafobi düzeyini değerlendirmek ve sonuçları pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin koronafobi düzeyine etki eden faktörlerinde belirlenmesi amaçlanmıştır. Haziran 2021-Ekim 2021 tarihleri arasında pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 34 hemşire çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu olarak pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 20 hemşire çalışmaya dahil edildi. Hastaların sosyodemografik verileri kaydedildi. Her iki gruptaki tüm katılımcılar COVİD-19 Fobi Ölçeğini (C19P-S) doldurdu. Pandemi yoğun bakımda çalışan hemşire grubunda C19P-S psikolojik alt ölçek puanı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p<0,05), diğer ölçek puanlarında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Ayrıca pandemi yoğun bakımda çalışan hemşirelerde C19P-S toplam puanı ile sosyodemografik özellikler ve COVİD-19 geçirme durumu arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). Çalışma sonuçlarımız, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin bu olağanüstü pandemi durumunda psikolojik olarak daha fazla etkilendiklerini göstermektedir. Koronafobinin erken tespiti ve zamanında psikolojik destek çok önemlidir.Publication Myricetinin LNCaP androjen bağımlı prostat kanseri hücreleri üzerine etkisinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-21) Günay, Özlem Cesur; Seçme, MücahitProstat kanseri dünyada erkekler arasında en sık görülen ikinci kanser türüdür. Prostat kanserinin morbidite ve mortalitesi son zamanlarda artmıştır. Tedavisi için birçok alternatif yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılsa da, prostat kanseri hala kötü prognoz sergilemekte ve yüksek ölüm oranları ile karşılaşılmaktadır. Myricetin, antikanser özelliği ile ilgi çeken doğal bir flavonoid bileşiktir. Yapılan in vitro ve in vivo çalışmalar myricetinin çeşitli mekanizmalar yoluyla prostat kanserini etkili bir şekilde inhibe ettiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı artan dozlarda myricetin uygulamasının androjen reseptör bağımlı insan prostat kanser hücre hattı olan LNCaP hücrelerinin canlılığı üzerindeki etkilerini belirlemek ve apoptozla ilişkili BAX ve BCL2 genlerinin ekspresyon seviyelerini tespit etmektir. LNCaP hücreleri myricetinin 10 µM, 25 µM, 50 µM, 100 µM, 150 µM’lık konsantrasyonları ile 24 ve 48 saat süresince inkübe edilmiş ve hücre canlılığındaki değişimler 2,3-bis-(2-metoksi-4-nitro-5-sulfofenil)-2Htetrazolyum-5-karboksanilid (XTT) yöntemiyle belirlenerek IC50 değerleri hesaplanmıştır. BAX ve BCL2 gen ifadelerindeki değişimler ise Real-Time PCR metoduyla belirlenmiş ve elde edilen verilerin analizinde ∆∆CT metodu kullanılmıştır. Myricetinin uygulanan bütün dozlarda kontrole göre LNCaP hücre canlılığını azalttığı gösterilmiş olup IC50 değeri 24. saat için 123.76 µM, 48. saat için ise 84.79 µM olarak tespit edilmiştir. Ayrıca, myricetin uygulamasının apoptoz ilişkili BAX gen ifadesini istatistiksel olarak anlamlı bir düzeyde artırırken BCL2 gen ifadesini ise azalttığı görülmüştür. Myricetinin LNCaP hücrelerindeki antiproliferatif ve apoptotik etkileri daha detaylı olarak araştırılmalıdır.Publication Egzersiz ve üç tip diyetle indüklenen ülseratif kolitten korunma modelinin böbrek ve karaciğer üzerindeki histopatolojik incelenmesi apoptoz ve otofaji indeksleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-13) Ateşoğlu, Rüstem; Akcan, Gülben; Çaylı, Sevil; Kaya, Mehmet Salih; Bayıroğlu, FarhriEgzersiz, bireylerin sağlığının korunması ve geliştirilmesinde, çeşitli sitokinlerin, hormonların, büyüme faktörlerinin ve oksidatif stresin konsantrasyonunu etkileyen bir tür fizyolojik strestir. Ek olarak egzersiz, karbonhidratlar ve serbest yağ asitleri gibi yüksek miktarlardaki substratları harekete geçirerek ve metabolize ederek enerji dengesini etkiler. Tüm bu faktörlerin potansiyel olarak apoptoza veya otofaji ile hücresel hayatta kalmaya aracılık ettiği bilinmektedir. İlk kez grubumuz tarafından farklı beslenme uygulamaları (yüksek karbonhidrat (YK+kolit), yüksek protein (YP+kolit) ve yüksek yağlı (YY+kolit) beslenme), yüzme egzersizi ile kombine edilmiş ve egzersizin ülseratif kolit koruyucu etkisi ortaya konmuştur. Yapılan çalışma sonucunda bu çalışmada egzersiz ile farklı diyet bileşenlerinin (YP+kolit, YY+kolit ve YK+kolit) uygulanması sonucu ortaya çıkan metabolik ilişkinin karaciğer, böbrek enzimleri ile sağlığı nasıl etkilediği sorusuna yanıt aranmıştır. Bu çalışmada farklı diyet bileşenlerinin ve egzersizin, karaciğer ve böbrek üzerindeki etkisinin histopatolojik ve biyokimyasal analizler ile ortaya konması amaçlanmıştır. Sonuçlar değerlendirildiğinde tüm grupların karaciğer dokularında portal alan merkezinde mikroveziküler steatoz gözlenmiş ancak egzersiz sonrası gruplar arasında anlamlı azalışlar bulunmuştur. Tüm grupların böbrek histopatolojisi değerlendirildiğinde glomerüler alan, hiyalin madde birikimi, interstisyel inflamasyon, medüller konjesyon ve kortikal konjesyon açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Böbrek histopatolojisinde YP+kolit gruplarında Bowman aralığında artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Apoptoz (kaspaz 3 ve kaspaz 9) ve otofaji belirteçleri (p62 ve LC3B) immünaktiviteleri egzersiz gruplarında daha yüksek bulunmuştur. YP+kolit, YY+kolit ve YK+kolit gruplarında ALT, AST ve ALP değerlerinin arttığı ancak egzersiz gruplarında düşüş olduğu gözlemlenmiştir. Tüm sonuçlar değerlendirildiğinde E+YK+kolit grubu serum ALT, AST, ALP, BUN, kreatinin, albümin değerleri ve histopatolojisi ile kontrole en yakın grup olarak bulunmuştur.Publication İnflamatuvar romatizmal hastalıklarda intravenöz immünoglobulin G (İVİG) kullanımı: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-05) Mısırcı, Salim; Ekin, Ali; Coşkun, Belkıs Nihan; Yağız, Burcu; Pehlivan, Yavuz; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Romatoloji Bilim Dalı; 0000-0002-9362-1855; 0000-0003-3692-1293; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-0624-1986; 0000-0002-7054-5351; 0000-0001-8645-2670İntravenöz immünoglobulin G (İVİG) tedavisi verdiğimiz inflamatuvar romatizmal hastalık (İRH) tanılı hastaların özelliklerini, organ tutulumlarını ve verdiğimiz İVİG tedavisinin özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Üçüncü basamak romatoloji kliniğinde İRH tanısıyla takip edilen, Ocak 2014-Aralık 2022 tarihleri arasında en az 1 defa İVİG tedavisi almış, >18 yaş hastalar, hastane kayıt sisteminden restrospektif olarak tarandı. Çalışmaya dahil edilen toplam 33 hastanın %81,8'i (n=27) kadındı. Ortalama yaş 44.5±14.8 olarak saptandı. En sık İVİG tedavisi kullanılan hastalık grupları sistemik lupus eritematozus (SLE) (n=13, %39,4), idiyopatik inflamatuar miyopatiler (İİM) (n=8, %24,2) ve anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili vaskülitti (n=6, %18,2). İVİG tedavisi endikasyonu oluşturan en sık nedenler ise hematolojik tutulum (n= 9, %27,3) ve proksimal dirençli kas zayıflığıydı (n=8, %24,2). Sadece 2 (%6,1) hastada yan etki gelişmişti. Hastaların %48,5 (n=16)’inde kısmi yanıt, %27,3 (n=9)’ünde de tam yanıt mevcuttu. İVİG tedavisi sonrası metotreksat, azatiopürin ve siklofosfamid kullanımında azalma mevcutken (sırasıyla p değerleri=0.022, 0.04, 0.03), rituksimab kullanımında ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmamakla birlikte artış mevcuttu. İVİG tedavisi, İRH hastalarında özellikle SLE, İİM ve ANCA ilişkili vaskülit gibi hastalıkların seyrindeki dirençli tutulumlarda güvenli bir tedavi olarak görünmektedir.Publication Otozomal dominant polikistik böbrek hastalığında bilgisayarlı tomografi kullanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-05) Gül, Cuma Bülent; Çiçek, Mehmet Çağatay; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı; 0000-0002-0471-5404Otozomal Dominant Polikistik Böbrek Hastalığı (ODPBH), kalıtsal böbrek hastalıkları arasında en yaygın görülendir. Böbreklerde çok sayıda kist oluşumu ve gelişimi ile karakterize sistemik ve ilerleyici bir hastalıktır. ODPBH prognozunu belirlemede yaygın olarak Mayo sınıflandırması kullanılmaktadır. Bu sınıflamada kullanılan bilgisayarlı tomografi (BT), ODPBH’da sık görülen taş hastalığını ortaya çıkarmada da faydalı olabilir. Nefroloji polikliniğinde takip edilen 69 ODPBH’lı hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların Mayo evrelemesi yapılırken çekilen BT’leri incelendi. BT bazlı volüm böbrek hacimleri hesaplandı, kistik yapılar ve nefrolityasis açısından değerlendirildi. CKD-EPI formülüne göre glomerular filtrasyon hızları hesaplandı (eGFR), hastalar ODPBH’nın ekstra-renal bulguları açısından tarandı. Hastaların yaş ortalaması 47±13 yıl saptandı, %45’i (n=31) kadın cinsiyetindeydi. Hastaların %34.8’inde (n=24) böbrek taşı saptandı, taş olanların %25’i bilateral nefrolityazisdi. Total böbrek hacmi ile eGFR arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı (r=-0.6, p<0.001). Taşı olan ve olmayan grup arasında eGFR ve total böbrek hacmi arasında farklılık saptanmadı, sırasıyla 87 (54-109) vs 83 (49-106) ml/dk/1.73m2 (p=0.805), 961 mm3 (695-1936) vs 1219 mm3 (600-1663) (p=0.623). Sonuç olarak prognoz belirleme için yapılan hacim ölçümlemesinde BT kullanımı böbrek taşlarını belirlemede ilave bir fayda sağlayabilir.Publication Yoğun bakım hemşirelerinin alarm yorgunluğu ve etkileyen faktörler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-05) Özkan, Zeynep Kızılcık; Dığın, Figen; Karbuz, Gökben OsmanlıYoğun bakım hemşirelerinin alarm yorgunluğu ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı. Tanımlayıcı tipte olan araştırma bir üniversite hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde çalışan ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan 73 hemşirenin katılımıyla gerçekleştirildi. Veri toplamada Hemşire Tanıtım Formu, Alarm Yorgunluğu Ölçeği kullanıldı. Araştırma verileri araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle hastane ortamında toplandı. Hemşirelerin yaş ortalaması 28,7±4,2 yıl, %58,9’u kadın ve yoğun bakım ünitesinde çalışma süreleri ortalama 64,5±39,3 aydı. Hemşirelerin Alarm Yorgunluğu Ölçeği toplam puan ortalamaları 19,2±5,7, olumlu tepki alt boyutu toplam puan ortalamaları 10,3±2,2 ve olumsuz tepki alt boyutu toplam puan ortalamaları 8,9±5,0 olarak bulundu. Alarm Yorgunluğu Ölçeği toplam puanı ile olumlu tepki alt boyutu ve olumsuz tepki alt boyut puan ortalamaları ile alarma bağlı rahatsızlık düzeyleri arasında pozitif yönlü zayıf bir ilişki belirlendi (p<0,05). Yoğun bakım hemşirelerinin alarm yorgunluklarının ortalamanın altında olduğu görüldü. Hemşirelerin alarmlardan rahatsızlık düzeyi arttıkça alarm yorgunlukları artmaktadır. Hemşirelerde alarm yorgunluğuna neden olan faktörlerin ortaya çıkartılması ve bu durumları dikkate alarak alarm yönetimine yönelik çözümlerin oluşturulması önerilebilir.