1994 Cilt 6 Sayı 6
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13825
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item İngiltere üniversitelerinde 1965-1984 yılları arasında İslâmî bilimlerde yapılmış lisansüstü çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1994) Uysal, Enver; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bir süre önce İngiltere'de bazı üniversite ve kütüphanelerde araştırma yapma fırsatı bulmuştum. İngiltere'deki üniversitelerde İslâmi bilimlerde yapılmış lisansüstü çalışmaları içeren bir kaynak olup olmadığını araştırırken Londra'da SOAS (School of Oriental and African Studies) kütüphanesinde "Index to Theses" adlı 34 ciltlik bir eserle karşılaştım. Bu, İngiltere'deki üniversitelerde yapılmış lisansüstü tezleri çeşitli ana başlıklar altında ele alıp sıralayan bir periyodik idi. Bu eserdeki "Religion", "Philosophy" ve "Theologhy" bölümlerini taradım, sonuçta aşağıdaki liste ortaya çıktı. Bir fikir vermesi açısından, bu listeyi, ait olduğunu düşündüğüm bilim dallarına tasnif ederek, ülkemizde İslami bilimlerde araştırma yapanların dikkatine sunmayı uygun buldum.Item Kur’an vahyi(Uludağ Üniversitesi, 1994) Ebû Zeyd, Nasr Hamd; Maşalı, Mehmet Emin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Nassın vahyinde söz konusu olan ikili münasebet, daha girift olması sebebiyle diğer münasebet tiplerinden farklıdır. Zira burada iletişim olayının iki temel öğesini Allah ile bir beşer olan peygamber teşkil etmektedir. Kur'ân, nüzul itibariyle ikinci sûre olan Müzzemmil süresinin “doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz” ayetinde bu münasebeti “ilkâ” olarak ifade etmektedir. Bu ayetteki “nâ” mütekellim zamiri ile ifade edilen zât ile Alak süresindeki “Rabbinin adıyla oku” ifadesindeki zât birdir. O halde sözkonusu iki şahıs münasebeti, “ilka” ile bu münasebette kullanılan ve “kavi” olarak belirtilen özel şifre kanalıyla gerçekleşmektedir. Kur'ân’ın diğer bazı ayetlerinde ise “ilkâ”ya karşılık “tenzîl”; “kavl”e karşılık da “kelâm” yeralmaktadır.Item Saint Augustinus bibliyografyası(Uludağ Üniversitesi, 1994) Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.1994 yılında üç aylığına gittiğimiz Fransa’da, Saint Augustinus hakkında araştırma yapacaklara yararlı olacağı düşüncesiyle, bir bibliyografya çalışması yaptık. Bu çalışmayı Paris’te, Saint Augustinus hakkındaki kaynakların toplu olarak bulunduğu iki yerde, Institut des etudes augustiniennes (Agustinus Araştırmaları Enstitüsü) ve Bibliotheque nationale (Millî Kütüphane) gerçekleştirdik. Institut des etudes augustiniennesâe Saint Augustinus hakkında, görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye dahil, dünyanın pek çok ülkesinde yapılan çalışmaların katalogu oldukça geniş ve bizirn de zamanımız çok kısıtlı olduğu için, buradan örnek birkaç çalışmayı tespit etmekle yetindik. Bibliotheque nationalede konuyla ilgili kaynakları, kütüphaneye kayıt başlangıç tarihi olan 1882 yılından itibaren 1979 yılma kadar hiç istisnasız kaydettik. Daha sonraki çalışmaları ise, Türkiye’ye dönmek zorunda olduğumuz için tespit etme imkânımız olmamıştır.Item Vahyin mahiyeti ve kültürel altyapısı(Uludağ Üniversitesi, 1994) Nasr Hamd, Ebû Zeyd; Maşalı, Mehmet Emin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.“Vahiy” nassın anahtar terimi kaböl edilmektedir. Zira o bir çok ayyette kendisini bu terimle niteler. Hernekadar nassın “Kur'ân”, “Zikir” ve “Kitap” gibi daha başka isimleri zikredilse de “vahiy” bütün bunları kapsamaktadır. Çünkü o, nass öncesi (cahiliyye) ve sonrası mevcut kültürde anlam ifade eden bir kavramdır. Zerkeşî olsun Suyûtî olsun Kur'ân’m isimlerini tesbitte aşırıya gitmişler ve elliden fazla isminin olduğu sonucuna varmışlar ancak onlar bunu yaparken Kur'ân’m isimleriyle sıfatlarını birbirine karıştırmışlardır. Vahiy kavramına yönelik bu analizimiz ise, nass kavramını açıklayabilmek için onun sadece “Kitap”, “Kur’ân”, “Risalef’ve “Belağ” gibi en önde gelen isimlerini konu edinecektir .Item Mutedil müsteşriklere göre Hz. Peygamber’in üstün özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 1994) Atıyye el-lrâşî, Muhammed; Apak, Adem; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.“Muhammed çok ihlaslı bir kişi idi, o ne deccal ne sinir hastası, ne de saralı idi. Bilakis güzel ahlâklı, güçlü iradeli ve gayretli idi. Şahsî menfaatini değil, fakirlerden müteşekkil diğer insanların menfaatini düşünürdü. Peygamber verdiği kararlarında, müstebid olmak bir yana, adaletiyle örnek bir kişiydi. İnsanların yolunu aydınlatır, yoldan çıkmış olana yol gösterir ve insanlar arasında sevgiyi yerleştirmeye çalışırdı. Allah Rasûlü bir şeyi kendi nefsi için istemez, başkası için arzu ederdi ve risalet görevini yerine getirmesi esnasında da güvenilir idi. O, ihlas, yaptığı, söylediği ve düşündüğü meselede hak ve adalet tarafında yer alması hususunda bir örnektir. Sükûtu çok severdi, gerek oladıkça konuşmazdı. Konuştuğu zaman da sözleri hikmetli, fikirleri isabetli, kendisi de bütünüyle samimi olurdu, neticede kendisine arz edilen her mesele bir çözümle buluşurdu.Item Fitne döneminde İbn Sebe’nin rolü hakkında değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 1994) Hüseyn, Taha; Apak, Adem; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü.Tarihçiler, Hz. Osman döneminde meydana gelen fitne olaylarından bahseder iken, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’nin, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe’yi karşılamak niyetiyle Medine’den çıkmasından önceki dönemde ve yine Hz. Ali’nin sulh niyetiyle Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe’ye doğru sefer düzenlemesi esnasında İbn Sevdâ’dan ve Sebîierden çokça bahsetmektedirler. Yine tarihçiler Sebeîlerin, Hz. Ali ve ashabının gafleti anında savaşı başlatmak niyetiyle görüşmeler yaptıkları ve Basra yakınlarında karşı karşıya gelen iki orduyu ansızın savaşa tutuşturduklarını ve Müslümanları büyük bir tehlikeye düşürdüklerini iddia ederler. Ancak aynı tarihçilerin, Sıffin savaşını naklederken Sebeîyye’den bahsetmeyi unutmaları, veya ihmal etmeleri gerçekten gariptir.Item Bilme ve inanma(Uludağ Üniversitesi, 1994) Prichard, H. A.; Çetin, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü.Descartes, şüphenin altında yatan nedeni teolojik çerçeveden bağımsız olarak daha genel bir şekilde ortaya koyabilirdi, gerçekten bunu yapması da gerekirdi. O, bizim sahip olduğumuz gibi bir düşünme kapasitesini yani zihnimizi kullanarak, sadece bazı varlıkları açık bir şekilde kavramaya başlamış olabileceğimizi (bu, biz söz konusu kapasiteyi ister Tanrı sayesinde isterse başka bir sebeple sonradan kazanmış olsak da. zorunlu olarak böyledir) ve isterse sahip olduğumuz bu kapasite bize bir daha hata yapmamız mümkün olmayan bir yapıyı sağlayacak güçte olsun, şüphenin daha sonra ortaya çıktığını söyleyebilirdi. Böylece de o, başka hiç bir şeyi öğrenmeden önce, düşünme kapasitemizi kullanmanın bize bilgiyi sağlayacağını öğrenmemiz gerektiğini; başka türlü söylemek gerekirse, herhangi bir özel durumda artık hata yapmayacağımızı bu nedenle de bazı özel şeyleri bilmek zorunda olduğumuzu öğrenmeden önce, kendi zihnimizi kullanmanın bize bilgi sağlamaya yeteceğini öğrenmemiz gerektiğini söylemiş olurdu. Gerçekten bu, şüphenin onun bize kendisini sunduğu daha genel bir formudur ve Locke'un da şüpheyi ele alması bu formda olmuştur.Item Mutezile’nin Ma‘dûm nazariyesi ile İbn Arabi’nin A‘yân-ı Sâbite nazariyesinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1994) Afifi, Ebu'l Ala; Karadaş, Cağfer; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bilindiği gibi İbn Arabî, İslâm düşüncesinde kendisinin “A‘yân-ı sâbite” adını verdiği meseleden ilk defa bahseden bir İslâmî düşünürü olmuştur. Varlığın tabiatı hususundaki genel felsefi görüşünde a‘yân-ı sâbiteye çok geniş yer vermiştir. A‘yân-ı sâbiteye geçmeden önce İbn Arabi’nin öncelikle “a‘yân” ve “sübût” kelimeleriyle ne kastettiğini açıklamamız gerekir. İbn Arabî, “a‘yân” kelimesiyle genelde “hakikatlar”, “ zâtlar” ve “mahiyetler”! kasteder. Bazen de bu kelimeyi duyu organlarıyla algılanan mevcudat manasında kullanır. Ancak sözlerinde “a‘yân-ı sâbite” ile ikinci değil birinci manayı kasteder. “Sübûf’un manası ise ister dış dünyada olsun ister zihinde olsun mutlak olarak hasıl olmak ve meydana gelmek manasınadır. Ancak İbn Arabî burada “sübût” ile “zihindeki insafı ve üçgenin mahiyetleri” gibi zihnî ve aklî varlığı kasteder. Sözkonusu insan ve üçgenin dış dünyada bulunan varlıkları gibi, “sübûf’u zaman ve mekan boyutunda hariçte gerçekleşmiş “varlık”a karşılık getirir.Item Tanımlar üzerine(Uludağ Üniversitesi, 1994) Safâ, Ihvân-ı; Uysal, Enver; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Esirgeyip Bağışlayan Allah'ın adıyla, "Hamd olsun Allah'a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına, Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?" Bil ki ey kardeş! Neden ve etkiler (illet ve malûller) üzerine olan açıklamayı bitirdik. Kardeşlerimizin (birçok konuda) adeti olduğu üzere, burada da imkân ölçüsünde bütün filozofların sözlerini açıkladık. Şimdi de bu risalede tanım ve tarifleri açıklamak istiyoruz ve diyoruz ki: Peygamberler (as.) Allah'ın, kendisiyle yaratıkları arasındaki elçileri, bilginler peygalmberlerin vârisleri, filozoflar ise bilginlerin en erdemlileridir. Filozofun, kendisinde övgüye değer yedi özellik bulunan kimse olduğu ifade edilmiştir. Ki bunların ilki, işinin sağlam olması, (diğerleri ise:) mesleğinin iyi, sözlerinin doğru, ahlâkının güzel, düşüncelerinin isabetli, davranışlarının düzgün ve bilgilerinin gerçekçi olmasıdır.Item Emilio Betti’ye göre kesin bir bilim olarak hermenötik(Uludağ Üniversitesi, 1994) Grondin, Jean; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Felsefesi Bölümü.Heidegger öncesi Hermenötiğin genellikle bir insan bilimleri yöntemi olduğu düşünülür. Bu düşünce, XIX. yüzyılın sonuna kadar geri giderse de, insan bilimlerinin hermenötik metodolojisini sistematik biçimde hazırlayan kişi, gerçekten sadece Heidegger’den sonra ve onun ontolojik yorum anlayışına tepki olarak ortaya çıkan çağdaşı, İtalyan hukukçu Emilio Betti’dir (1890-1968). Bu yazıda, Fransa’da düşünceleri az tanınan Betti’nin, doğumunun yüzüncü yılı nedeniyle, hermenötik teorisiyle ilgili temel fikirleri ve bu teorinin sınırları anlatılacaktır. Bunun dışında ayrıca Betti ve Gadamer hermenötikleri arasındaki uyum belirtilecektir. Hukukçu Betti anlama paradigmasını filologun temaşam faaliyetinde bulduğu halde, formasyonu filoloji olan Gadamer, evrensel uygulama hermenötiğinin gelişmesi için hukukî modelden esinlenir.Item Teolojik önermelere analitik yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 1994) Jacques, Francis; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Felsefesi Bölümü.Anlamlılık ve geçerlilik: Temel bir sorun. Felsefede analitik akım: Objeden metoda; Analitik yaklaşım programının inkişafı; Bir çıkmaz sokak: Doğrulayıcı analiz. Dil oyunlarının işlevsel analizi: Teolojik önermelere karşı daha olumlu bir tutum; Bütüncül bir analitik yaklaşıma doğru; Bir örnek: Dinî inançların önermeleri; Teolojide gönderme; Tanrı ya da şahıs statüsündeki gönderge; Analitik yaklaşımdan din felsefesine.Item Hermenötik(Uludağ Üniversitesi, 1994) Harvey, Van A.; Güç, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.“Hermenötik” terimi Yunanca “Yorumlamak” anlamına gelen “hermeneuein” fiilinden türetilmiş olup beşeri ifadelerin yorumunun mahiyeti ve varsayımları ile ilgili aidi disiplinlere işaret eder. Bu Yunanca terim, tanrıların elçisi ve sınırların muhafızı olan Yunan tanrısı Hermes’in ismiyle etimolojik benzerliğe sahiptir. Bazıları bu benzerliği, yorum işinin tabiatında var olan şu üçlü yapının yansıması olarak görmüşlerdir: 1- Bir kaynaktan gelen bir işaret, bir mesaj veya bir metin, 2- Onu bir kısım dinleyiciye aktarmak için, 3- Bir aracı veya bir yorumcuyu (Kermes) gerekli kılar. Böyle düşünüldüğünde, bu son derece basit üçlü yapı hermenötiğin ilgilendiği başlıca şu kavramsal konulan zımnen kapsar: 1- Bir metnin mahiyeti, 2- Bir metni anlamak neyi ifade eder ve 3- Bu anlama ve yorumu, kendilerine metnin açıklandığı kişilerin önyargı ve inançlarının hangi ölçülerde etkilediği. Bu üç husustan herhangi biri üzerinde ciddi düşünme, yorumlamanın bizzat kendisinin niçin felsefi bir mesele ve bir yorum konusu olduğunu ortaya koyar.Item İbnu’s-Salâh ve ulûmu’l-hadîs’i(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kahraman, Hüseyin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.A. Yaşadığı Dönem ve Özellikleri H. VII. asırda Eyyubîler devrinde yetişen en önemli muhaddislerden biri de İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrîdir. Adını, hanedanın kurucusu Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyub’dan alan Eyyubîler, Zengilerin bir uzantısıdır ve onlar vasıtasıyla Büyük Selçuklu devletine bağlanır. Mısır’a hakim olan Şiî-Fatımîlerin iç karışıklıklarla uğraşmasından faydalanan Zengi sultanı Nureddin, bu devletin iç işlerine karışmak için aradığı fırsatı buldu ve Şirkûh adındaki vezirini Mısır’a gönderdi. Şirkûh elde ettiği bir çok askeri ve siyâsî zaferden sonra, son Fatımî halifesi el- Adıd’m (ö. 566/1170) vezirliğine getirildi. Şirkûh, üç ay kadar vezirlik yaptıktan sonra öldü ve yerine yeğeni Selahaddin Eyyûbî geçti (564/1169). Selahaddin, vezirliğin kendisine verilmesiyle durumunun oldukça güçleştiğini farketti. Çünkü hem Şiî-Fatımî halifesinin veziri hem de Sünnî Dımaşk sultanının nâibi idi.Item Sufiler(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kartal, Abdullah; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Sufi kelimesinin kökeni uzun bir tartışma konusu olmuştur. Sufilerin çoğunluğu bu kelimenin "safa"dan türediği ve sufinin ise “dünyevî kirlerden temizlenen seçkin kişi” anlamında olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Bazıları ise sufilerin ruhî olarak Allah ile ittisalleri için birinci safta olmalarından dolayı “saf’dan veya ehl-i suffeyi referans göstererek “suffe”den türediği görüşünü tercih etmişlerdir. Ehl-i suffe, Rasulullah zamanında evleri olmadığından dolayı Mescid-i Nebevî'nin yanında inşa edilen gölgelikte (suffe) barınan fakir müslümanlara verilmiş bir isimdir. Kuşeyrî ve diğer sufılerin görüşüne göre bu açıklamalardan hiç birisi etimolojik olarak doğru değildir. Bununla birlikte burada sufiler tarafından tercih edilen iştikaklardan bir tanesi etimolojik olarak uygundur. Tasavvuf ile ilgili mevcut en eski risalenin yazan Ebu Nasr Serrac'a göre sufi ismi, “sûf’dan türemiştir. Zira sûf (yün elbise) bir çok hadis ve rivayetini gösterdiği gibi Peygamberlerin sünneti, velî ve seçkinlerin alametiydi. Scaliger'ın ciddiyetten uzak mülahazalarına rağmen 18.inci yüzyıldaki Avrupa’lı yazarlar sufi kelimesinin suftan türediğini benimseyerek vak'aya en uygun olanın da bu olduğunu kabul etmişlerdir.Item Bursa'da Bosnalı bir melami Abdullah Bosnevi hayatı, eserleri ve bir kasidesi(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kartal, Abdullah; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bursalı Hasan Kabâdûz’dan seyr ü sülûkunu tamamlayan Abdullah b. Muhammed, Hilafet merkezinde “Bosnevî”, “Şârihu’l-Fusûs” , “Abdî Efendi” , memleketi Rumelide “Gâibî” lakaplarıyla meşhûr olmuştur. 17. yüzyıl Osmanlı dünyasının önemli mutasavvıf ve şâirlerinden 5 biri olan Bosnevî, H.992 yılında Bosna’da doğmuştur. Ailesi ve sosyal durumuyla ilgili hiçbir bilgiye sahip olamadığımız Bosnevî, ilk tahsilini muhtemelen dönemin geleneksel müfredâtma uygun olarak memleketi Bosna’da tamamlamış daha sonra ilim ve kültür merkezi İstanbul’a gelmiştir. Bosnevî’nin İstanbul’a ne zaman geldiğini ve nasıl bir tahsil gördüğünü bilmiyoruz. Ancak ortaya koyduğu derin birikim ve geniş perspektiften hareket ederek bu dönemde felsefe, kelâm ve tasavvufi düşünce disiplinlerini hakkıyle tahsîl etmiş olduğu sonucuna ulaşabiliriz.Item Mekke döneminde Benî Ümeyye’nin islâm’a karşı tutumu(Uludağ Üniversitesi, 1994) Apak, Adem; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü.Hz. Muhammed peygamberlikle görevlendirildikten hemen sonra İslâm'ı kabileler arasında yaymaya girişti. İlk önce kendi kabilesi olan Haşimoğulları sülalesini, daha sonra diğer Kureyş kabilelerini yeni dine davet etti. Bu kabilelerden birisi de Mekke'nin en itibarlı ailelerinden olan Ümeyyeoğulları'dır. Bu makalede biz, Mekke döneminde Ümeyyeoğulları'mn İslâm karşısındaki durumunu ele alacağız.Item Hadisciler, kelamcılar ve sufilerin hadis anlayışlarına iki örnek(Uludağ Üniversitesi, 1994) Karadaş, Cağfer; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Peygamber, ilahi mesajı insanlara aktaran ve bunları insanlara tatbikî bir şekilde öğreten ilk muallim konumunda olması dolayısıyla kendisine uyanlar açısından önemli bir yer işgal etmektedir. İnsanlar, onun sözlerine ve davranışlarına dikkat etmekte, onun gibi yaşamaya özen göstermektedirler. Bu durum peygamberin kendi zamanında olduğu kadar sonraki devirler için de geçerlidir. Örneğin Hz. Peygamber’in söz, fiil ve kabullenişlerinden oluşan sünneti ümmet için ilk dönemlerde olduğu gibi önemini aynı canlılıkta korumaktadır. Dolayısıyla bir sözün veya davranışın ona ait olup olmadığını tesbit işlemi, sahabe devrinden itibaren özenle üzerinde durulmuş olmakla birlikte, bir takım insanların kendi uydurdukları ya da halk arasında yaygın olan sözleri O’na nisbet etmeye yöneldikleri de bir gerçektir. Bu, önce dinin ikinci kaynağı durumunda olan hadise, sonra da bizzat dinin kendisine zarar vermiştir. Maalesef bazı alimler eserlerinde bu tür uydurmalara yer vermek suretiyle farkına varmadan ümmet içerisinde bunların kabul görmesine yardımcı olmuşlardır. Buna burada sadece iki örnek sunulacaktır:Item İslâm hukuk tarihi açısından ilk dönem Osmanlı hukuk çalışmalarına bir bakış (1299-1500)(Uludağ Üniversitesi, 1994) Cici, Recep; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Osmanlı Devleti’nde kuruluş yıllarından itibaren yönetimin her kademesinde Islâm hukuku benimsenmiştir. Bu nedenle ilmi çalışmalar, daha ziyade dinî ilimlerde ve özellikle de fıkıh alanında yoğunlaşmıştır. Şüphesiz, hu alanda yapılan çalışmaların hepsi aynı seviyede değildir. Bu itibarla Osmanlı âlimleri ve eserleri hakkında, özellikle fıkıhla ilgili eserler bakımından doğru kanaat serdedebilmek için yapılan çalışmaların çeşitli yönlerden incelenmesi gerekmektedir. İşte böyle bir amaçla bu makalede, Osmanlı Devleti’nin ilk döneminde (1299-1500) ortaya konan hukuk çalışmaları, taklid devrinin temel özellikleri çerçevesinde mukayeseli bir şekilde ele alınmıştır.Item İlahi kitaplarda Hz. Muhammed(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kaya, Remzi; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Yüce Allah Peygamberlerden Hz. Peygamber’in geleceğini bildirmeleri için söz almıştı. İşte bu makalede eski ilahi kitaplarda Hz. Muhammed’in geleceğini bildiren bilgileri bulacaksınız.Item Kur'an-ı Kerim'de mensuh ayetler(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kaya, Remzi; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Kur’an’da az sayıda da olsa mensuh âyetler vardır. Ama sanıldığı kadar çok değildir. Bu çalışmamızda neshedilen âyetleri ve bunların neshediliş sebeplerini açıklamaya çalışacağız.