2019 Cilt 18 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13302
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Sıfır noktası olarak kökenin ulaşılamazlığı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Rabia, TopkayaDillerin Kökeni Üstüne Deneme’nin yazarı Rousseau, bu çalışmaya konu oluşturacaktır. Rousseau’nun dillerin kökeni konusundaki fikirleri, kuzey/güney dilleri konusundaki ayrımı vs. onun toplum durumları olarak belirttiği vahşilik, barbarlık ve uygarlık durumları ile koşut olarak ele aldığı düşüncelerdir. Derrida yazı ve söz karşıtlığını, bu karşıtlıkta söze tanınan ayrıcalığı ve yine bulunuş metafiziğine ait olarak düşündüğü dillerin kökeni arayışını eleştirir. Bu çalışmada, önce, Derrida’nın dil, söz ve yazı hakkındaki düşünceleri ile birlikte différance, iz, déconstruction, bulunuş metafiziği üzerinde durulacaktır. Daha sonra Rousseau’nun dilin kökenine ilişkin düşünceleri incelenip, ardından Derrida’nın Rousseau eleştirileri açıklanacaktır. Derrida’nın Gramatoloji’de Rousseau üzerine yazdıkları bağlamında Rousseau’nun metinlerinin Rousseau’nun demek istediğinden çok başka şeyler ortaya koyduğu, Rousseau’nun bağlanmak istediği metafiziği aslında kendisinin yıktığı gösterilmeye çalışılacaktır. Sonuçta dillerin kökeni ve daha genel olarak köken fikrinin bir yanılgı olduğu düşünülebilir.Item Adaletin Kantçı zemini(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Yalçın, ÖzgürSiyaset felsefesinin temel sorunu, bireysel özgürlük ile siyasal otoriteyi bağdaştırmaktır. Adalet kavrayışları bireysel özgürlük ile siyasal otorite arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini belirlerler. Özellikle Kantçı siyaset felsefesinde bireysel özgürlük düşüncesi adaletin temelini veren ilkedir. Ancak, Kantçılar arasında özgürlüğün siyasal adalet bağlamında nasıl anlaşılması gerektiği konusunda anlaşmazlık vardır. Rainer Forst’un çalışmaları Kant’ın siyaset felsefesini özgürlüğü ahlaki özerklik temelinde derinlemesine ve bütünsel olarak yeniden inşa girişimlerinden birini örneklemektedir. Bu makalede ilk olarak Rainer Forst’un siyasal adalet kavrayışını tanıtıp eleştirel bir şekilde değerlendiriyorum. Sonrasında, Forst’un Kantçı siyasal adalet yorumuna alternatif olarak, ahlaki özerkliğe dayanmayan, daha kabul edilebilir bir Kantçı siyasal adalet kavrayışını önererek kısaca tartışıyorum. Kant’ın doğuştan özgürlüğe hakkı olma düşüncesinin siyasal adaletin temelini veren ilke olduğunu ileri sürüyorum.Item Seneca’nın erdem ve bilgelik anlayışının ekolojik etiğe katkısı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Türkmen, SevinçGünümüzde ekolojik etik alanında tartışmalar yürütülürken en sık bahsi geçen dönemlerden biri doğa filozoflarının yaşadığı Antik Çağ dönemidir. Bununla birlikte Helenistik dönemin kurucu felsefelerinden biri olan Stoacılık da ekolojik etikteki tartışmalar açısından oldukça önemli kaynaklar sunabilir. Bu bağlamda en önemli isimlerden biri ise kuşkusuz Seneca’dır. Seneca’nın erdem tanımı, erdem ile mutluluk arasında kurduğu bağıntı ve bilgelik kuramı, erdemin kuruluşunun doğayla ilişkisini ortaya koyması açısından hem bir yaşam felsefesini hem de ekolojik nitelikte bir etiği duyurur. Filozofun erdem ve bilgeliği, dolaysız biçimde doğaya ilişkin bir bilgi ve doğaya uyum ile açıklaması, güncel bazı ekolojik ilkeler üzerine düşünürken oldukça yararlı sonuçlara varmamıza neden olabilir. Sözgelimi bireysel varoluşumuzun ve toplumsal varoluşumuzun ontolojik bir temeli olması ve bunları ancak doğaya uygun biçimde gerçekleştirdiğimizde erdemli olabileceğimiz tezi, aynı zamanda Seneca’nın kendinden önceki –özellikle de Platon ve Aristoteles gibi- filozofların doğa felsefelerine dönük bir eleştirisi olarak yorumlanması açısından da özgün bir yere sahiptir. Öyleyse erdem, bilgelik, bireysellik ve mutluluk kavramları üzerinden yürütülen bir doğa felsefesinin ekolojik etik açıdan güncel katkılar sunması tartışmanın derinleştirilmesi açısından da önemli gözükmektedir.Item Hıristiyanlıkta incil yorumlarının tarihsel kaynakları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Kavlak, AhmetHermeneutik felsefi bir kavram olmakla birlikte asıl itibariyle dinsel kökenlidir. Felsefede yorum ve anlam sorununu ifade etmekle birlikte asıl kullanımı Hıristiyanlık teolojisinde gerçekleşmiştir. Çünkü Hıristiyanlık hem yeni bir din, hem de Yahudiliğin devamı olma iddiasında olduğu için, hem de kurucusu olan Hz. İsa’ya ilahlık vasfı da verdiği için ister istemez ortaya çıkan çelişkileri açıklama ve yorumlama ihtiyacı gerekmiştir. Bu nedenle yorum konusu en fazla Hıristiyan teolojisinde kendisini göstermiştir. Hıristiyanlık, kurucusunu ilah kabul ettiği için İncillerden daha önemli kabul eden, aynı zamanda ortaya çıktıktan bir kaç yüzyıl sonra “kutsal kitap” kavramına sahip olan ve bu “kutsal kitap” kavramını Augustinus’tan sonra kilisenin gerisinde bırakan, Hz. İsa’nın kendisinin Yahudilere gönderildiğini söylemesine rağmen putperestlere de yönelen bir din olduğu için tüm bu çelişkiler büyük bir yorum geleneğinin doğmasını gerektirmiştir. Hıristiyanlık üzerine yapılacak tüm felsefi veya teolojik çalışmalar, Hıristiyanlıktaki problemlerin tarihsel kaynaklarını göz önüne almak zorundadır. Bu aynı zamanda isabetli yorumun bir şartıdır. Bu çalışmada Hristiyanlığın tarihsel problemlerinin kökenlerine ve o problemleri temsil eden tarihi şahsiyetlerin fikirlerine ve birbirleriyle olan ilişkilerine yoğunlaşılmıştır.Item Bir töz metafiziği tartışması: Leibniz’in Spinoza eleştirisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Kahveci, KutsiFelsefenin en eski problemlerinden birisi olan töz problemine ilişkin en belirgin tartışmalar, on yedinci yüzyılda başlamıştır. Bu yüzyıl, modern felsefenin başlangıcı sayılması yanında, rasyonalist felsefenin de doruk noktasıdır. Dönemin iki önemli filozofu, Baruch Spinoza (1632-1677) ve Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), rasyonalist felsefe paydasında birleşmelerinin yanında, töz kavramının tanımı ve muhtevası konusunda derin fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. Bu çalışmanın amacı; Spinoza ve Leibniz’in töz kavramının doğası ve varlığına ilişkin görüşlerinin, felsefe tarihindeki yerinin kısaca ortaya konularak, Leibniz’in bu konuda Spinoza’ya yönelttiği eleştirilerin incelenmesidir.Item Aristoteles düşüncesinde politik biyoloji ve prohairesis(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Baştürk, EfeBu çalışma, Aristotelesçi politika felsefesini Aristoteles’in biyolojik yaklaşımlarıyla beraber tartışmayı amaçlamaktadır. Buna göre, Aristoteles’in Politika metninde öne sürdüğü “politik hayvan” ifadesi, insan ve hayvan ayrımının kurulduğu argümanlar eşliğinde yeniden değerlendirilecektir. Aristotelesçi politika düşüncesinin kökeninde hayvan ve insan arasında kurulan bir ayrım vardır. İnsan, hayvanın sahip olmadığı yetilere sahip bir varlık olarak ele alınırken; hayvan da insana göre çok daha sınırlı yaşamsal fonksiyonlara sahip varlık olarak düşünülmektedir. Aristoteles, bu ayrım üzerinden insana özgü bir yaşam düşüncesi geliştirmiştir ve bu yaşam biçimi, tüm anlamını, hayvanlara özgü yalın yaşam mefhumundan ayrılması ile kazanır. Aristoteles bu ayrımı prohairesis sözcüğü ile karşılar. Sözcük, insan ve hayvan arasındaki ayrımı belirttiği gibi, söz konusu ayrımı politik olanın merkezine yerleştirerek doğrudan bios-politikos ile ilişkilendirme olanağı sağlar. Politik yaşam anlamına gelen bios-politikos, salt politikaya özgü bir yaşamı ima etmez; fakat hayvansal dünyanın geride bırakıldığını gösterir. Bu nedenle prohairesis ile kurulan bios-politikos, politikanın biyolojik olanla ilişkili olarak kurulduğunu gösterir. Bu makale, Aristotelesçi politika düşüncesini neden ve nasıl biyolojik bir bağlamda ele almamız gerektiğini tartışmayı amaçlamaktadır.Item Thomas Kuhn’da dil problemi: Aristotelesçi fizik ve hermeneutik(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Öztürk, ÜmitGerek zamanını doldurmuş gerek bir öncekinin yerini almış gerekse de birbiriyle yarışan “paradigma”ların ortak bir zeminde nasıl anlaşılabileceği, diğer bir deyişle de “bilimsel devrimler” kavramsallaştırması, Thomas Kuhn’un çalışmalarının merkezini oluşturmaktadır. Bu konuda o, 80 sonrası yazılarında, kısmî bir dilsel yenilenme ekseninde ve özellikle Quine’ın çeviri usûlüne bir alternatif olarak, hermeneutik temelli bir açılım sunar. Dahası, bu açılımın, çok belirgin olmasa da, 1960’lı yıllarda bilim tarihi konularına yaklaşımını da belirlemiş olduğunu iddia eder. Bu çalışmada, Kuhn’un sözü edilen “anlama” tarzının zeminine oturttuğu Aristoteles okumasının “What are Scientific Revolutions?” metni çerçevesinde bir analizini sunuyoruz. Amacımız, Aristoteles Fizik’inin Kuhn tarafından alımlanmasının genel bir eleştirisini gerçekleştirerek, Kuhn’un 80 sonrası dilsel dönüşümüne farklı bir persektiften yaklaşmanın imkanlarını aramaktır.Item Aristoteles ve Descartes bağlamında akıl ve zekâ kavramlarının farkları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Bayık, FerhatAkıl Nedir? Zekâ Nedir? Bu kavramlar arasındaki ayrım ve ilişki ne olabilir? İnsanın neliğini belirleyen akıl ve zekâ hakkındaki bu evrensel sorular, zihnin tarihsel evrimi bağlamında önemlidir. Bu eksende çalışmanın amacı; akıl ve zekâ kavramlarının mahiyetini özellikle Aristoteles ve Descartes temelinde ele alarak arasındaki farklılıkları, benzerlikleri, kullanım alanları ve bu kullanıma bağlı olarak her iki kavramın da insan etiği açısından doğuracağı muhtemel felsefi sonuçları ortaya koymaktır. İlkçağ felsefesinde önemli bir kavram olan akıl (logos) sözcüğü özellikle Aristoteles tarafından zihin-beden birliği bağlamında bütün boyutlarıyla temellendirilmiştir. Ancak, modern felsefenin ilkelerini ortaya koyan Descartes’in zihin ve bedeni kökten ayırmasıyla, yepyeni bir zekâ anlayışı ortaya çıkmıştır. Kartezyen bilincin, akıl kavramını zekâya indirgenmesi bu anlayışın en önemli doğurgusudur. Aristoteles’ten Descartes’e değin tarihsel ve felsefi gelişmeler düşünüldüğünde, akıl ve zekâ bir üçgenin kenarlarına benzetilebilir. Akıl üçgenin geniş tabanını oluştururken, daralarak sivrilen kısım ise zekâdır. Üçgenin geniş tabanı aklın barındırdığı engin anlamı temsil ederken, sivrilerek yukarı çıkan zekâ ise hem aklın anlamını daraltır hem de onun görevini üstlenircesine yükselir. Yükselmesine bağlı olarak daha keskin, daha sivri ve daha dar bir açı oluşturur. Bu yönüyle düşünüldüğünde insani nitelikleri etraflıca ortaya koyabilmenin ön koşulu Kartezyen zekâ değil, Aristotelesçi akıl kavramıdır.Item Toplumsallık, anlam ve bir sosyal inşa olarak insan(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Özkurt, CemSosyal olarak inşa edilmiş toplumsal gerçekliğin simge, sembol ve anlam ağları, toplumları ve bireyleri bilişsel düzeyde biçimlendiren ve şekillendiren sosyo-psişik örüntülerdir. Bu örüntüler, toplumsal etkileşim düzeni içinde, güç ilişkileriyle iç içe geçerek, farklı türden formlar alırlar ve kompozisyonlara bürünürler. Etkileşim düzeni içerisinde, bu kompozisyonlarla farklı düzeylerde toplumsal karşılaşmalar deneyimleyen bireyler; simge, sembol ve anlam ağlarının karşılıklılığıyla biçimlenen sosyal konfigürasyonlarla inşa edilirler ve yeniden inşa edilirler. Bu inşalar, bireyleri hissediş, düşünüş ve davranım düzeylerinde biçimlendirir ve onlara toplumsal oluşun dinamikleriyle şekil alan bir kimlik verir. Bu çalışma, toplumsal olarak inşa edilen insanın; simge, sembol ve anlam ağlarıyla karşılıklı etkileşim sonucunda oluşan ve olgunlaşan bir yaratı olduğu tezini önemle vurgulamaktadır. Bu vurguyu yaparken, sosyolojinin ve antropolojinin kuramsal birikimlerinden olabildiğince yararlanmakta ve sosyal bilimsel muhakemeyi öne çıkaran bir analizi gerçekleştirmeye çalışmaktadır.Item Bellekte dilsel bağlam bağımlılığı sorunlarına düşünce dili hipotezi bir çözüm sunabilir mi?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) İkier, Simay; Gökel, NazımBilgi bellekte soyutlanmış bir şekilde kodlanıp geri getirilmez. Bağlamıyla birlikte kodlanır ve aynı bağlamın geri getirilme aşamasında da var olması bellek performansını iyileştirir. Bu durum bellekte bağlam bağımlılığı olarak tanımlanmaktadır. Bellek araştırmalarında çevresel, fizyolojik, psikolojik ve dilsel bağlam bağımlılığı etkileri ortaya konulmuştur. Smith ve Vela tarafından 2001 yılında yapılmış olan bir metaanaliz, bellekte çevresel bağlam bağımlılığı etkisini incelemiştir. Metaanalizin hipotezlerinin ardında yatan düşünce, çevresel bağlam bağımlılığı etkisinin, içgörüsel düşünceye yönelmenin söz konusu olduğu durumlarda azalacağıdır. Bu çalışmada, bu düşünce dilsel bağlam bağımlılığına uygulanarak metaanalizin hipotezleri bir kez daha yorumlanmıştır. Dilsel bağlamın çevresel bağlamdan farklı olduğu iddia edilerek hipotezlerin dilsel bağlama uyarlanmasında karşılaşılan sorunlar dile getirilmiştir. Son olarak, Fodor’un Düşünce Dili Hipotezi bu problemleri çözmeye yardımcı olabilecek genel bir düşünsel çerçeve olarak sunulmuş ve bellekte dilsel bağlam bağımlığı için yeni bir açıklama ortaya atılmıştır.Item Derrida’nın eczanesi: Reçeteyi okuyamamak(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Haşlakoğlu, OğuzMakale, Derrida’nın “Platon’un Eczanesi” başlıklı çalışmasının bir eleştirisi olarak meseleyi üç farklı düzlemde ele alıyor. Birinci olarak, biçimsel anlamda, Derrida’nın metin okuma yöntemi olan “inşa-sökümü”nün (déconstruction) Platon diyaloglarının metinsel özelliği nedeniyle –Platon’un ikinci ve yedinci mektuplarında da vurgulanan– geçersizliğini ortaya koymaya çalışıyor. Bu anlamda hem diyalogların sahnesinin philosophia’yı konu alan senaryo metinleri olması bakımından içerdiği muhatap bağlamının anlaşılamamış olduğununu hem de philosophia’nın Platon’dan sonra Aristoteles’ten itibaren ‘metin üzerinden muhakeme faaliyeti’ olarak görülmesini Platon düşüncesi açısından kabul edilemezliği bakımından savunuyor. İkinci olarak, Platon düşüncesinde logos’un canlı olarak yorumlanmasının yanlışlığına değinilerek, Derrida’nın verdiği geçersiz örneklerle aslında bir tahrife giriştiğini ortaya koymaya çalışıyor. Üçüncü olarak ise, içerik bağlamında, bir yandan Derrida’nın Platon metafiziğinin en önemli kavramı olan mē on’u ‘namevcut (absent)’ olarak alması nedeniyle ‘okuyamadığı’ teşhisini koyarken, diğer yandan da bizzat Derrida’nın kendi düşüncesinin temelini oluşturan “diffêrance (mükerrer fark)” üzerinden Platon düşüncesini bir metafizik olarak eleştirisinin, kendisinin ‘işâret’ kavramını maddeleştirmeye yönelik yaklaşımı üzerinden aslında karşıtlığa savrularak metafizik kalışı anlamında aynı eleştiriye tâbi olduğunu göstermeye çalışıyorItem Post-modern epistemoloji otopsisine karşı bilgi kuramsal bir tez: Kant-popperrorty(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Anlı, Ömer FaikBu makale, epistemolojinin ölümü tezini, epistemolojinin varlık nedeni olan gerçek bir problemin var olup olmadığı temelinde tartışmaya açmaktadır. Bu tartışma iki alt konum üzerinden yürütülürken (Rorty’ye karşı Popper), epistemolojinin metinler-arası olmayan ve dil oyunlarını aşan gerçek bir probleminin var olduğu (yani Poppercı konum) savunulmaktadır. Bu savunu, özellikle bilim teorisi üzerinden geliştirilmekte ve günümüzün somut probleminin bilim problemi olduğu savlanmaktadır. Buna göre, iki karşıt konum özellikle Kant’ın epistemolojisinden hareketle farklılık göstermektedir. Bu savı çerçeveleyen meta-hipotez epistemoloji-bilgi teorisi-bilim teorisi tarihsel hattının, Kant ile birlikte çeşitlenen evrimsel bir süreç olduğudur. Kant, bu hipotezin kaynağında yer alan Popper Teorisinin genetik atasıdır. Diğer yandan, bir meta-teori olarak Rorty Teorisinin çerçevelediği epistemolojinin ölümü tezinde Kant, epistemolojinin ölümünün tarihsel kırılma anı ve hatta kanıtıdır. Popper Teorisi, epistemoloji üzerine bir meta-teori olarak kullanıldığında, iki meta-teori Kant’ta kesişmekte ve Kant üzerinden çeşitlenen kuzen-teoriler olarak konumlanabilmektedirler. Bu hipotez kabul edilerek izi sürüldüğünde, bilim problemine ilişkin bilim teorilerinin empirik içerikleri olduğu ve doğru oldukları ölçüde gerçekliğe müdahale edebilecekleri hipotezinin güçlü olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Hipotezin gücü ‘temsil’ kavramından ve pragmatizmden gelmektedir. Epistemoloji, nesnesiyle ilişkisinde evrimsel olarak dönüşen ve mevcut hali Einstein Devrimine verdiği tepki üzerinden biçimlenmiş bir metateoridir ve ‘ölmemiştir’. Ulaşılan bu ‘sonuç’, epistemoloji üzerine geliştirilebilecek bir meta-hipotezdir (en azından bu çalışma sınırlarında) ve “epistemolojinin ölümü” problemiyle ilişkili bütün bir problem ağını aydınlatma ve bu ağın büyük bir bölümüne çözüm getirme potansiyelini barındırmaktadır.Item Husserl’in transzendental fenomenolojisinde zaman bilincinin kuruluşu ve bilincin süreç kipleri üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Tarhan, Diler EzgiBu makaleyle yapılmak istenen Edmund Husserl’in transzendental fenomenolojisi bağlamında apriori zamansallığın süreç kiplerini analiz etmek ve Husserl’in şimdiye dek zaman bilinci hakkında ortaya konulan görüşlerini açık kılmaktır. Bu amaçla “şimdi algısı”na dair temel izlenim aşamasından hareketle, bilincin geçmişe dair iki aşaması olan “Retention” ve “Reproduktion” aşamalarıyla birlikte, bilincin geleceğe dair kipleri olan “Protention” ve “beklenti (Erwartung)” aşamaları açıklandıktan sonra, zaman nesnesinin aktüel algısından söz edilecek ve bilinç fenomenlerinin nasıl olup da zamansal nesneler olarak kuruldukları açıklanacaktır. Akabinde kuruluşu (Konstitution) önceleyen mutlak bilinç akışı olarak transzendental mutlağa değinilecek ve Husserl’in zamanı kuran bilinç fenomenlerini, zamanda kurulan bilinç fenomenlerinden ayrı tutmasının nedenleri açıklanacaktır.Item Hareketli resimlerin felsefesi ve felsefe olarak film(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Gürdal, GökhanBu yazının amacı sinema felsefesine dair yapılmış temel bazı tartışmaları ortaya koymak ve ”sinema felsefesi”nin imkanını göstermektir. Bunu yaparken ilk olarak ”sinema felsefesi”nin ortaya çıkışını ve onun ”film teorisi” ile olan ilişkisini aktarmaya çalıştık. Daha sonra, filmin ne tür bir ”anlatı”ya sahip olduğunu, Simetri ve Asitmetri Tezleri açısından incelemeye çalıştık. Yazının ikinci kısmında, sinemayı, onu oluşturan fiziksel öğeler üzerinden tanımlamaya ve tarihsel gelişimini kısaca ortaya koymaya çalıştık. Ardından, G. Deleuze’ün ”felsefe” anlayışını temele alarak sinema ile felsefe arasındaki ilişkiyi belirlemeye ve sinemanın yeni bir düşünce tarzı olduğunu fikrini desteklemeye çalıştık. Ayrıca sinemanın bir dil olup olmadığı ve sinemanın neliği hakkında kısa bir tartışma yapmayı denedik.Item Hume: Estetik değer biçmenin iki yönü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-03-15) Hamdioğlu, YakupHume’un zihninde beğeni sorununun nasıl çözümlendiğini keşfedebilmenin en kestirme yolu, onun Beğeni Standardı Hakkında (Of the Standard of Taste) başlıklı denemesinde açtığı kapıdan girmektir. O, bu çalışmada, açık bir biçimde, estetik değer biçmenin öznel bir doğası olduğunu iddia etse de, beğeni yargılarının değerlendirilmesine zemin hazırlayan bir beğeni standardına ulaşmayı hedefler. Onun bu girişimi, böylece, beğeni anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturmak bir yana, beğeni sorununu içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Bu bakımdan, Beğeni Standardı Hakkında’nın onu dezavantajlı bir konuma yerleştirdiği eleştirmenler tarafından sıklıkla dile getirilir. Yine de insan anlayışı onun çabasını izah eden felsefi/düşünsel bağlamın taslağını çizer. Buna bağlı olarak, beğeni yargıları öznel bir değere atıfta bulunsa da, insan doğasının evrensel ilkeleri bir beğeni standardının varlığını daha anlaşılır hale getirmektedir. Bu çalışma, ilk bölümde, Hume’un beğeni teorisindeki estetik değeri belirleyen öznel çerçeveyi açık kılmayı hedeflemektedir. İkinci bölümde, ilk bölümde elde edilen sonuçlar çerçevesinde, beğeni standardının, onun teorisinde, evrensel insan doğası ile aynı doğrultuda nasıl karakterize edildiği izah edilecektir.