2008 Cilt 27 Sayı 1-2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13630

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 11 of 11
  • Item
    First report of ribeiroia (platyhelminthes: trematoda) ınfection in frogs from Turkey.
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-03-09) Muz, Mustafa N.; Coşkun, Şevki Z.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Frog meat is one of the most desired dishes in some famous world restaurants. Turkey exports millions of frogs collected from the nature in each year. Knowledge on the parasitic fauna of the frogs is very limited. The frogs (Rana ridibunda Pallas, 1771.) collected from central Anatolia (Ankara province and its vicinity) for exporting to EU countries were examined for tissue parasites. At inspection, yellow colored cystic structures with a diameter of 0.40 - 0.55 mm were observed among muscles. Number of the cysts in examined 33 frogs varied from 12 to 61. In the microscopic examination of the cysts, metacercariae of the genus Ribeiroia (Trematoda: Psilostomidae) were identified for the first time in Turkey. In North America, Ribeiroia is known to cause limb deformities in amphibians, and, since the infection has been included in the list of emerging diseases, these observations have evoked concern within the scientific and business communities.
  • Item
    Hayvan beslemede bor elementinin kullanımı
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-03-05) Yaşilbağ, Derya; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bor insanlar ve hayvanlar için önemli bir iz elementtir. Bor elementinin insan ve hayvan dokularındaki biyokimyasal etki mekanizması tam olarak bilinmemekle beraber, cis-hidroksil grupları içeren bileşenlerle (şekerler, polisakkaritler vb) reaksiyona girerek hücre zarı fonksiyonları ve stabilitesinde rol alabileceği; hormon reseptörleri ve hücre membranları arası implusların iletiminde etkili olabileceği varsayılmaktadır. Bor’un mineral metabolizması, lipid metabolizması ve enerji metabolizmasında, immun sistem, endokrin sistem ve beyinde önemli fonksiyonları olduğu, performansı olumlu yönde etkilediği, osteoporoz, osteoartrit ve artritin önlenmesinde etkili olabileceği bildirilmektedir. Bor elementine daha çok kemik ve mineral metabolizması için ihtiyaç duyulmaktadır. Bu derlemede bor elementinin canlı metabolizma üzerindeki etkileri ve beslenme ile ilişkileri hipotezler ve araştırma sonuçları ile birlikte özetlenmiştir.
  • Item
    Pastırma üretiminde kontaminasyon kaynaklarının belirlenmesi ve iyileştirme koşullarının araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-04-06) İnat, Gökhan
    Bu çalışma, pastırma üretimi sırasında kontaminasyon kaynaklarının belirlenmesi ve iyileştirme koşullarının araştırılması amacıyla yapıldı. Farklı zamanlarda üretilen 40 adet pastırma, üretim prosesi boyunca (20 adet deneysel üretim ve özel bir şirkette ticari olarak üretilen 20 adet pastırma) mikrobiyolojik ve kimyasal olarak (pH ve aw) analiz edildi. Bu amaçla, üretim prosesinin farklı aşamalarında (salamura sonrası, yıkama, baskılama, çemenleme ve kurutma işlemi), et, buy otu tohumu unu (Trigonella foenum graecum L), toz kırmızı biber, salamurada kullanılan tuz, ekipmanlar (bıçaklar, parçalama kütükleri ve baskı makinesi) ve işçi ellerinden toplam 240 adet örnek alındı. Alınan bu örnekler aerob genel canlı, laktobasil, mikrokok/stafilokok, koagulaz pozitif stafilokok, enterobakter, koliform bakteri sayısı, B.cereus, enterokok, Pseudomonacae spp., maya/küf ve sülfit indirgeyen anaerob bakteriler yönünden analiz edildi. Analiz bulguları; yıkama, baskılama ve çemenleme işlemleri sonrasında Aerob genel canlı sayısının, çemenleme işlemi sonrası laktobasil, enterobakter, enterokok, mikrokok/stafilokok ve maya/küf sayılarının, baskılama işlemi sonrası ise koliform bakteri sayısı ve Pseudomonacae spp. sayılarının yükseldiğini göstermiştir. Elde edilen veriler pastırma üretiminde baskılama ve çemenleme işlemlerinin önemli bir kontaminasyon kaynağı oluşturduğunu, işçi elleri ve parçalama kütüklerinin de diğer kontaminasyon kaynaklarını oluşturduğunu göstermektedir. Buy otu tohumu unu ve toz kırmızı biber örnekleri ise özellikle areob genel canlı, mikrokok/stafilokok, enterbakter ve maya/küf açısından sekonder kontaminasyon kaynağını oluşturmaktadır. Alınan örneklerin pH ve aw değerleri sırayla 5.37-5.91 ve 0.83-0.98 arasında olduğu saptanmıştır. Üretim presesi boyunca en düşük aw değeri (0.83) ile aerob genel canlı sayısının (3.30 kob/g) kurutma işlemi sonrasında olduğu belirlenmiştir. Ticari pastırma örneklerinde aw değerinin çemenleme işlemi sonrası 0.86’ya yükseldiği saptanmıştır. Sonuç olarak, pastırma üretimi sırasında kullanılan çiğ materyallerin (özellikle et, buy otu tohumu unu ve toz kırmızı biber) başlangıçtaki hijyenik kalitelerinin önemli olduğu ve işçi elleri ile ekipmanların da (özellikle parçalama kütüklerinin) önemli bir kontaminasyon kaynağı olduğu saptanmıştır. Özellikle çemenleme sonrası aw değerinin istenen düzeye düşmesi için kurutma süresinin uzatılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Tüketicilere daha güvenli pastırma sunabilmek için, pastırma üretiminde saptanan bu kritik kontrol noktalarında daha sıkı hijyenik denetimlerinin yapılarak üretilmesi sağlanmalıdır.
  • Item
    İnek ve düvelerde luteal aktivitenin ovsynch protokolüne etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-04-03) Kırbaş, Mesut; Çoyan, Kenan; Bülbül, Bülent; Ataman, Mehmet Bozkurt; Köse, Mehmet; Akman, Orhan; Dursun, Şükrü
    İneklerde östrüs senkronizasyonu için kullanılan ovsynch protokolünün siklusun luteal veya folliküler dönemlerinde başlamasının gebelik oranlarına etkisinin araştırılması amacıyla, 22 inek ve 58 düve, uygulamanın başlangıcındaki serum progesteron düzeylerine göre iki gruba ayrıldı. Bütün hayvanlar 0. gün 50 µg lesirelin acetate ve bundan 7 gün sonra 0.150 mg d-kloprostenol enjeksiyonu ile senkronize edildi. GnRH enjeksiyonu sırasında serum progesterone seviyesi <1 ng/ml olan hayvanlar luteal olarak aktif olmayan dönemde (Grup I, n=34, 7 inek ve 27 düve) kabul edilirken, ≥1 ng/ml olanlar luteal olarak aktif (Grup II, n=46, 15 inek ve 31 düve) kabul edildi. Bütün hayvanlara, PGF2α uygulamasından 48 saat sonra ikinci GnRH enjekte edildi ve hayvanlar bundan 16 saat sonra sabit zamanlı tohumlandı. Gebelik muayeneleri tohumlama sonrası 28. gün ultrason ile 7.5 MHz rektal prob kullanılarak yapıldı. Đneklerde ve düvelerde gebelik oranları sırasıyla Grup I’de %42.9 ve %55.6 ve Grup II’de ise %33.3 ve %41.9 olarak bulundu. Gruplarda tespit edilen gebelik oranları arasındaki fark istatistiki açıdan önemli bulunmadı. Sonuç olarak, inek ve düvelerde östrüs senkronizasyonu amacıyla kullanılan ovsynch protokolünün başlangıcındaki luteal aktivitenin gebelik oranını etkilemediği kanısına varıldı.
  • Item
    2001–2008 yılları arasında Bursa ili geneli ve Nilüfer İlçesinde kuduz hastalığının durumu ve bildirilen kuduz riskli ısırık vakaları
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-01-17) Kaya, Güney; Dülger, Özlem; Büyükçoban, Mürsel M.
    Kuduz hastalığı, Rhabdoviridae ailesinden Lyssavirus’un neden olduğu, akut seyreden ve profilaksi yapılmadığında ölümle sonuçlanan viral bir enfeksiyondur. Avrupa ülkeleri arasında Türkiye köpek ilişkili kuduz hastalığının görüldüğü, köpek ve insan populasyonu arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu tek ülkedir. Bildirilen kuduz olgularının 3/4’ünden fazlası köpeklerden, kalan kısmı da diğer evcil hayvanlardan kaynaklanmaktadır. Evcil hayvan kuduzu ülkenin birçok bölgesinde bildirilmiştir. Bunlara ek olarak tilkilerden kaynaklanan kuduz hastalığına ve tilkilerden sığırlara bulaşmış olan kuduz hastalığı vakalarına ülkenin batı kesimlerinde rastlanmıştır. Bölge boyunca ve dışında vahşi hayvan kuduzu ve köpek kuduzuna rastlanmaktadır. Türkiye insanda kuduz olgusunun görüldüğü birkaç Avrupa ülkesinden biri olmakla beraber son yıllarda insan kuduzu olgu sayılarında bir azalma görülmektedir. 2008 yılı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Bursa ilinde kuduz vakası bildirilmemiştir. Nilüfer ilçesi sınırları içinde 2002–2008 yılları arasında kuduz vakasına rastlanmamıştır. Ancak kuduz riskli temas olgularında bir azalma meydana gelmemiştir. Kuduz hastalığı ve kuduz riskli temas olgularıyla mücadelede başarılı olabilmek için veterinerlik ve halk sağlığı hizmetleri arasında yoğun ve sürekli işbirliğinin sağlanması gerekmektedir.
  • Item
    Kedi enfeksiyonları 1: Zorlayan tanı; kedilerin enfeksiyöz peritonitisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-04-29) Aytuğ, Nilüfer; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Feline infectious peritonitis (FIP) kedi koronaviruslerinin (FCoV) virulent ve mutant bir formu tarafından oluşturulan, sistemik bir hastalıktır. Genç kedilerdeki en önemli ölüm nedeni olduğu bildirilmektedir. Bu virusun mutantı olduğu koronavirusler (FCoV), genellikle patojenik değildirler ya da bazı olgularda sadece hafif ishale neden olabilirler. Bu iki suş, birbirlerinden morfolojik ya da antijenik olarak ayrılamazlar. Bu nedenle FIP’in tanısı çok zordur. Olası tanı, klinik bulgular ve bazı kan parametrelerindeki karakteristik değişiklikler sonucunda koyulur. Tanıyı kesinleştirmek tek bir test temelinde mümkün değildir. Klinik bulgular, laboratuar bulguları ve seroloji birlikte değerlendirilmelidir. Enfeksiyonun kesin tedavisi yoktur. En etkin tedavi kedilere özgü interferon omega uygulanmasıdır. Mevcut tek aşı vardır ancak etkinliği tartışmalıdır ve diğer aşılar gibi % 100 etkili olduğu söylenemez.
  • Item
    Hayvan enfeksiyonlarının tanısında LightCycler PCR kullanımı
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-04-29) Çarlı, K. Tayfun; Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    LightCycler (LC) teknolojisi hızlı PCR gerçekleştirme işini PCR ürününün gerçek zamanlı gözlenmesiyle birlikte yapar. PCR sonrası hemen ürünün özgünlüğü erime eğrisi analizi ile belirlenebilir. LC sisteminin kapiller sistem oluşunun geleneksel PCR’a göre bazı avantajları vardır. Probların ve amplikonların erime eğrisi analizi jel elektroforezi, southern blotting, hibridizasyon veya dizileme gibi sonradan yapılan uygulamalara gerek kalmadan amplikonun özgünlüğü ve etkenin genotiplemesine olanak verir. Amplifikasyon sürecinde PCR ürünü artışının izlenmesi ve TaqMan probu gibi bazı prob dizaynlarının kullanımıyla kapiller içinde kantitatif bir PCR 15 ile 45 dk arasında biter. Günümüzde veteriner hekimliğinde infeksiyöz hastalıklar bu teknoloji ile teşhis edilebilmekte ve klinik örnekler içindeki virus veya bakterilerin miktarları uygun gerçek-zamanlı PCR kimyasal prob dizaynı yaklaşımı ile tayin edilebilmektedir. Bu derlemede LC sisteminin bazı önemli özellikleri tanımlanmakta ve bu sistemin bazı hayvan hastalıklarında kullanımı hakkında bilgi verilmektedir.
  • Item
    Relations between day-old chick length and body weight in broiler, quail and layer
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-02-27) Petek, Metin; Orman, Abdülkadir; Dikmen, Serdal; Alpay, Fazlı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    This study was made to investigate the relations between day old chick length and body weight in broiler, quail and layer chicks. Day old chicks in all kind of poultry were assessed based on length as short, middle and long by measuring the length of stretched chick from the tip of the beak to tip of the middle toe using a ruler. Then, they were weighed. There was a significant positive correlation between the day old chick length and body weight in all groups in broiler and quail chicks. The body weight and chick length uniformity in long groups in all poultry was better than the short groups. In a conclusion, measuring body length may be a useful tool to estimate growth potential rather than using hatch body weight.
  • Item
    Agresif köpeklerin tedavisinde amitriptilin ve klomipraminin karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-03-18) Yalçın, Ebru; Batmaz, Hasan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bu çalışmanın amacı, agresyon problemi olan köpeklerin sağaltımında amitriptilin ve klomipraminin etkinliğinin karşılaştırılmasıdır. Çalışmada saldırganlık gösteren ve sahibinin sağaltımı kabul ettiği 24 köpek kullanıldı ve köpekler 3 eşit gruba ayrıldı. Altı hafta süresince, ağız yolu ile bir gruba 2 mg/kg dozda amitriptilin hidroklorid, bir gruba 1 mg/kg dozda klomipramin hidroklorid ve diğer gruba da plasebo uygulandı ve ikişer haftalık periyotlarla hasta sahipleriyle görüşülerek davranış değişiklikleri takip edildi. Çalışmanın sonunda, amitriptilin uygulanan grupta, 4 hastada hayvan sahiplerinin şikayetlerinin ortadan kalktığı ve 3 hastada bu durumun kısmi olduğu saptanmış ve grup içinde p<0.01 düzeyinde istatistiki farklılık bulunmuştur. Klomipramin uygulanan grupta 5 hastada hayvan sahiplerinin şikayetlerinin ortadan kalktığı ve 2 hastada da bu durumun kısmi olduğu görülmüş olup, grup içinde p<0.001 düzeyinde istatistiki farklılık gözlenmiştir. Kontrol grubunda ise 2 hastada hayvan sahiplerinin şikayetlerinin ortadan kalktığı, 2 hastada bu durumun kısmi olduğu görülmüş olup, 4 hastada ise şikayetlerin sürdüğü gözlenmiş ve grup içinde istatistiki farklılık saptanmamıştır. Gruplar arasında değerlendirme yapıldığında aynı haftaların karşılaştırılmasında önemli farklılık saptanmamıştır. Agresyon gösteren her 3 gruptaki köpeklerde sağaltım öncesi ve sonrasında total lökosit, hematokrit, üre ve ALT düzeylerinde farklılık tespit edilmemiştir. Sonuç olarak, saldırganlık belirtisi gösteren köpeklerin sağaltımında amitriptilin ve klomipraminin kullanımının etkili olabileceği ve bu iki ilacın birbirlerine belirgin bir üstünlüğünün olmadığı kanısına varılmıştır.
  • Item
    Yenilebilir kara salyangozu (helix lucorum linneaus, 1758) etinin amino asit kompozisyonu
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-03-06) Olgunoğlu, İlkan Ali; Olgunoğlu, Mine Perçin
    Bu çalışmada, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden toplanan kara salyangozunda (Helix lucorum) amino asit kompozisyonu araştırılmıştır. Esansiyel aminoasitlerden lösin (785.1±17.4mg/100g) ve liysinin (614.9±17.7mg/100g) en yüksek düzeylerde olduğu görülmüş, bunları sırasıyla, treonin (451.2±15.1 mg/100g), fenilalalin (424.7±5.4mg/100g), valin (416.6±13.2mg/100g), isolosin (376.8±10.7mg/100g) ve histidin (335.5±2.9mg/100g) izlemiştir. Araştırma sonuçları salyangozun proteince zengin (%11.49±0.1) ve iyi bir amino asit kaynağı olduğunu göstermiştir. Araştırmada salyangoz etinde metionine rastlanmamıştır.
  • Item
    Alman çoban köpeği ve labrador retriever ırkı köpeklerde başlıca döl verimi özellikleri ile eğitim performansı
    (Uludağ Üniversitesi, 2009-03-23) Sevimli, Aziz; Petek, Metin; Bursa Uludağ Üniversitesi/Veteriner Fakültesi.
    Bu çalışma Gemlik Askeri Veteriner Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı’ nda yetiştirilmekte olan Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde başlıca döl verimi özellikleri ile eğitim performansını araştırmak amacıyla yapılmıştır. Deneme başında 18-24 aylık yaşta 23 Alman Çoban ile 17 Labrador Retriever ırkı damızlık dişi köpekten oluşan toplam 40 dişi köpekte başlıca döl verimi özellikleri izlenmiş, her iki ırktan 16’şar genç köpek (8 erkek, 8 dişi) eğitim performansının belirlenmesi amacı ile kullanılmıştır. Labrador Retriever ırkı köpeklerin ilk kızgınlık gösterme yaşları 15.46 ay bulunmuş ve Alman Çoban Köpeklerine göre daha erken kızgınlık göstermişlerdir. Alman Çoban Köpekleri ilk kızgınlığı 21.86 aylık yaşta göstermişlerdir. Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde ilk çiftleştirme yaşı sırası ile, 24.17 ay ve 20.93 ay bulunmuş, ilk kızgınlık gösterme ve ilk çiftleştirme yaşı bakımından ırklar arası farklılıklar önemli bulunmuştur (P<0.05). Alman Çoban ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde gebelik başına çiftleştirme sayısı sırası ile 2.80 ve 2.81 bulunmuştur. Đlk çiftleştirmeden doğuma kadar geçen süre olarak hesaplanan ortalama gebelik süresi Alman Çoban Köpeklerinde (61.77 gün) Labrador Retriever ırkı köpeklere (60.63 gün) göre önemsiz düzeyde daha uzun bulunmuştur. Alman Çoban ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde bir batında doğan ortalama yavru sayısı sırası ile 5.81 ve 8.22 adet tespit edilmiştir. Labrador retriever ırkı köpeklerin eğitim performansı Alman Çoban Köpeklerine göre daha iyi bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar köpeklerin eğitim performansını belirlemede ırkın önemli bir etkisinin olduğunu göstermektedir.