1983 Cilt 4 Sayı 2

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20295

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 20 of 26
  • Item
    L'Intégration à la cee et la spécialisation dans L'agriculture
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Unay, Cafer; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Après l'association de la Turquie a la communauté Économique Européenne, l'industrie turque a rencontré de grandes difficultés en face de l'industrie de l'Europe des "dix". D semble que l'évolution industrielle de la Turquie serait, à long tenne reine dans le cas de l'intégration totale. La politique de l'intégration de la Turquie n'est pas compatible avec la volonté de l'Industrialisation du pays. Parce que, les industries naissantes sont protégées par les tarifs douaniers, les quotas et par d'autres mesures. Le but de protection n'est pas de protéger des industries comparativement avantageuses, de stimuler l'industrialisation toute entière. Pour cette raison, là 'ILırquie sera obligée, dans ce cas, de rester et de se spécialiser par la force des choses dans L'agriculture; puisque presque la totalité des services se trouve exclue de l'échange international.A part cela, certains européens conseillent à la Turquie de se spécialiser dans le secteur agricole. Dans cet article, nous nous proposons d'étudier cette hypothèse et d'en montrer les inconvénients.
  • Item
    Mal piyasasının tekelleşmesi ve markaj enflasyonu
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Parasız, M. İlker; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Türk ekonomisinde enflasyonist baskılarla ilgili geleneksel tezler talep ve maliyet enflasyonun üzerinde yoğunlaşmaktadır. Genellikle de para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişkiler ön plana alınmakta ve enflasyonun temel nedeninin emisyon hacmindeki genişleme olduğu vurgulanmaktadır. 24 Ocak kararlarının üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmiştir. 24 Ocak kararlarıyla özellikle fiyatların büyük ölçüde sıçratılması sonucu (1980 yılında fiyatlar % 107 oranında yükselmiştir) ekonomide gerek paranın satın alma gücü gerekse büyük bir kısım bireylerin satın alma güçleri önemli ölçüde gerilemiştir. Dolayısıyla son 4 yıldan beri 'Türk ekonomisinde talep enflasyonunu teşvik edici bir ortam yoktur. Tersine ekonominin talep yönünde enflasyonist baskıları azaltıcı bir ortam vardır. Buna karşın 1983 yılında enflasyonun yeniden tırmanışa geçti izlenimi edilmektedir, Bu durumu bir kısım uzmanlar maliyetlerdeki artışa bağlamaktadır. Şüphesiz Türk ekonomisinde maliyetlerde bir artışın olduğu inkar edilemez. Ne var ki enflasyonist baskıların yalnızca maliyetlerdeki artışlara bağlamak yetersizdir. Kanımızca Türk ekonomisinde 1984 yılına girerken yaşanılan fiyat artışının nedenini ' 'fiyat markaj' 'larında da aramak konuya derinlik kazandıracaktır. Bu aynı zamanda bize bugünkü Türk endüstrisinin piyasa yapısını analiz etmek ve enflasyonla mücadelede alınacak yeni önlemler konusunda yeni öneriler yapmak olanağı verecektir. Aşağıdaki satırlarda Türk ekonomisinde özellikle mal piyasasında aralığı hissedilmeye başlanılan tekelleşme sürecine bağlı fiyat" artışına ilişkin sonuçlar tartışılacaktır. Bunun için özellikle fiyat markajları ve bunlann yarattığı enflasyonist baskılara ağırlık verilecektir. Analizinde önce tekelleşmenin sonuçlarına ve markaj fiyatlann ekonomik kurandaki yerini daha sonra da bunların makro planda enflasyonla olan ilişkileri üzerinde durulacaktır.
  • Item
    Çok uluslu şirketler ve kooperatifler (II)
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Alper, Yusuf; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Kooperatiflerin finansman konusunda karşılaştıkları güçlükler, bu tebliğin ikinci bölümünde açıkladığımız yönetimle ilgili problemlerden daha güç ve daha çetindir. Bütün gelişmiş ülkelerdeki tarımsal üretim, işleme, pazarlama birlikleri, tüketim kooperatifleri ve işçi üretim birlikleri yapmış oldukları ticari işlemlerde finansman güçlükleri ile karşılaşmaktadırlar. Karşılaşılan bu güçlüklerin nedeni, kooperatiflerin her geçen gün daha fazla ve daha uzun vadeli sermayeye ihtiyaç duymaları gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Sermaye piyasasındaki daralma ve finansman kaynaklarının pahalılı nedeni ile bu ihtiyaca cevap verilmemektedir.Yakın zamanda meydana gelen ekonomik ve sosyal değişmeler, diğer şirketler gibi kooperatiflerinde daha sermaye yoğun üretim teknikleriyle çalışmaya zorlamıştır. Kooperatif işletmeleri daha sermaye yoğun tekniklerle çalışmaya zorlayan bu değişiklikleri ve gelişmeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
  • Item
    İhracat için üretim bölgeleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Akat, Ömer; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    İhracat için üretim bölgeleri, ihracatlarına ve ihracatçılarına en fazla yardımı sağlamak üzere, değişiklik ere kolayca uyabilecek ekonomik politikaları izleyen, birçok ufak ülkelerde dikkatleri çekecek kadar başarılı olmuştur. Genellikle, bu bölgelerdeki mevcut şartların bulundukları ülkedeki şartlardan pek fazla farkı yoktur. İhracat için gerekli hammaddelerin ithalatı serbestçe yapılır, yatırım malları lisansa tabi değildir ve sermaye ile karların yurtdışına transferi daha fazladır. En önemli fark; bürokrasi ile ilgili işlemlerin en az olması ve bu bölgeler üzerindeki yatırım kararlarının hükümet tarafından daha çabuk alınmasıdır öyleyse, bu bölgelerin muhtemel avantaj ve dezavantajları nelerdir? Adı geçen bölgelerin başarılı veya başarısız olmasına sebep olan belli başlı teorik ve idari nedenler nelerdir?
  • Item
    Daha etkin bir öğretim için bazı öneriler
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Hsing, Ho Shue; Denizli, Gülgin; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Onsekiz yıl önce öğretmenlik yaşamına başladım ve bu yıllar boyunca kafamı sürekli oyalayan düşünce, öğretimi daha etkin duruma nasıl getirebileceğim düşüncesiydi. Şimdi İngilizce öğretme konusunda benimkine benzer durumlarla karşılaşan diğer öğretmenlere yardımcı olacak bazı şeyler söyleyebileceğimiz hissediyorum. Deneyimlerimden ve düşüncemden doğan bu öneriler öğretmen ve öğrencilerin çalışmasıyla ilgilidir. Koşullar demekle özellikle iki şeyi söylemek istiyorum: 1. Öğrencilerin rahatça duyup pratik yapabilecekleri ingilizce konuşan bir ortam, 2. Öğrencileri kendi istekleriyle öğrenmek için yönlendirecek hoş bir atmosfer. Tümümüzün yararlanabileceği ilk kaynak bir okuma kitabındaki okuma parçalandır. Bunlar genellikle okuyucunun içindeki sözcükleri ayrı bir cümleden daha iyi ve sindirerek anlayabileceği açık dille yazılmış öykülerde bulunur. Bir sözcüğü sözcük listesinden öğrenmek onu bir cümle içinde öğrenmek kadar yararlı değildir. Bir sözcük ya dil cümleciği öğrenmenin en etkili yolu onu düzgün bir dille yazılmış bir öykünün bütünü içinde kavramaktır. Ne yazık ki bu durumda ingilizce öğretmenin yaygın şekli aynı cümlelerden oluşan bir kitabı öğretim aracı olarak kullanmak, o tür bir kitabı gramer kitabı diye isimlendirmek ve onun öğrencinin ingilizce bilgisinde eksik olan şeyleri tamamlamada tek çare olduğunu sanmaktır.
  • Item
    Alman federal mahkeme kararı
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Pulaşlı, Hasan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    1· Devreden, o şey üzerindeki zilyetliğini, zilyed yardımcısı vasıtasıyla kullanıyorsa, mülkiyet, müşterek zilyetliğin devri yoluyla § 929 BGB ye göre iktisap edene geçmez. 2- Bağışlayan malikse ve bağışlanan, şeyin vasıtasız zilyed ise, kendisiyle iktisap eden arasında somut bir zilyetlik ilişkisi anlaşmasıyla bağışlama icra olunabilir.
  • Item
    Freiheit und gewalt in-der gesellschaft
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Karapınar, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Wörtlich bedeutet Freiheit Selbstbestimmung des Menschen, und überall Freiheit von fremder Anordnung and fremden Zwang. Die Rechtsfreiheit besteht darin, dass niemand dem anderen befehlen kann, wenn er nicht zustimmt. Demnach bedeutet Freiheit, dass der Mensch ohne Zwang selbst darüber entscheidet, was er tun oder unterlassen wile. Begriff der Freiheit umfasst gleichermassen die menschlichen Faehigkeiten, eigenen Willen zu entwickeln, wie die Abwesenheit des aeusseren Zwanges. Jedoch darf Freiheit nicht als Willkür verstanden werden. ıst sie auch nicht mit einem Zwang vereinbar, der den Willen und die Einsicht des einzelnen ausschaltet, so ist die Freiheit doch an Grenzen und Regeln gebunden. Man darf seine Freiheit nicht auf Kosten der Freiheit der anderen Menschen missbrauchen. Zwar setzt das Gewissen die Freiheit des Menschen voraus, das Vermögen und sein Verhalten selbst zu bestim men, aber in mannigfacher Hinsicht ist Freiheit als selbsttaetiğe Bestimmung gesoll ter Verhaltenspotentialitaeten beschraenkt. Der Mensch steht in einer Fülle von natürlichen und sozial-kulturellen Zusammenhaengen, die er nicht abschütteln kann. Alle Freiheit findet ihre Grenzen an der Freiheit des lll)deren. Daher muss das positive Recht die Grundrechte notwendig beschraenken; das Naturrecht laesst sich nicht unmodifiziert in die Wirklichkeit transponieren. Aus den naturrechtlichen Menschenrechten werden darnit positive subjektive Rechte.
  • Item
    Die verwendungsersatzansprüche des besitzers im Deutschen recht
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Pulaşlı, Hasan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Das BGB gebraucht zwar die Begriffe "Verwendungen und Aufwendungen" an den verschiedensten Stellen, gibt aber nirgends eine Definition. Demgemaess soll zunaechst die begriffliche Bedeutung der Verwendung ermittelt werden. Es ist zunaechst anzumerken, dass die "Verwendung" begrifflich enger ist als die "Aufwendung". Man versteht unter Aufwendungen jede freiwillige Aufopferung von Vennögenswer· tungen, die jemand flir einen bestimmten Zweck für die interessen eines anderen erbracht hat Bei dieser Aufopferung kann es sich um Sachen, Arbeitskraft, Geld, Rechte oder Eingehung sowie übernahme von Verbindlichkeiten handeln. Die im gemeinen Recht als impensen" genannten Verwendungen sind aile sachbezogene Aufwendungen, die der Sache zugutekommen sollen oder zumindest sollten, wobei es nicht entscheidend ist, ob der Wert der Sache durch die Massnalımen erhöht, wiederhergestellt, verbessert oder auch deren Zweck grundlegend geaendert wurde.
  • Item
    Saint - Simon (1760- 1825)
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Lukes, Steven; Sezal, İhsan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Saint-Simon'u birçok kimseler, haklı olarak çeşitli şekillerde tanıtmışlardır : "Güçlenen burjuvaziyi en ideal ve en parlak şekliyle önceden görebilip anlatan adam", "planlı bir sanayi toplumunun habercisi", "teşkilatlar çağı"nın filozofu, totaliter hükümetlerin habercisi ve nihayet hayalci (ütopik) bir sosyalist gibi. Engels de ondan bahsederken "Hegel"ile birlikte çağının en ansiklopedik zekasına sahip olduğunu ve daha sonraki sosya düşüncelerin ço~unun onun eserlerinde çekirdek fikirler olarak bulunduğunu söyler. Tanınmış Fransız iktisat ısı ve teknokrat François Perroux da: çağımızda "hepimiz az çok Saint-Simoncu olduk". Çünkü görüyoruz ki, elitlerini yenileyen bir teşkilat şekli; toplumu tahrip etmeyen bir sanayii; sanayi tahrip etmeyen bir toplum ve insanı tahrip etmeyen bir sanayii ile toplum arayışı sürdükçe Saint-Simon'u fikirleri hep geçerli olacaktır " diyor. Sonra da devam ediyor: "Saint-Simon ve onun taraftarlan dini iştiyaklarla, sanayicileri gayet ahenkli bir şekilde telif edilmişlerdir." Emile Durkheim ise pozitivizmin ve sosyolojinin kurucusu olarak Comte değil, Saint-Simon görüyordu. Durkheim's göre:onun kadar sağlam ve mümbit gözlemlere dayanan çok az doktrin bulunabilirdi." Bu doktrin şu üç istikamete doğru yöneliyordu 1. Müspet bilimlerin metotları sosyal bilimlere uygulamak. (ki sosyoloji ve tarihçi metod bu düşünceden filizlenmiştir). 2- Dini Duyguların yeniden canlandırma ve 3- Sosyalist düşünce.
  • Item
    Bağlantısızlık: Bir dış politika seçeneği mi?
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Kar, Bülent; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    İkinci Dünya Savaşının bitimiyle beraber Avrupa'nın çöküşü, uluslararası politika da üç önemli değişikliğin oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan ilki; Birleşmiş Milletler Yasasında da yer alan sömürgeciliğin ortadan kaldırılması; ikincisi, uluslararası politikanın saptandığı merkezlerdeki değişiklik; ve üçüncüsü de ideolojik çatışma öğeleridir. İlk öğe olan sömürgeciliğin ortadan kaldırılması şüphesiz sömürge olan ülkelerin sadece iç dinamiklerinden kaynaklanmakta fakat aynı zamanda savaş nedeniyle güçsüz düşen sömürgeci devletlerin durumlarından da etkilenmektedir. öte yandan, İkinci Dünya Savaşı'na kadar dünya politikasının saptandığı merkez Avrupa, bu müstesna yerini Amerika Birleşik Devletleri'nin iz ediği "yalnızcılık " politikası ile Sovyetler Birliği'nin kendi rejimini sağlamlaştırma çabalan ile uğraştığı ve bu nedenle de dünya politikasından uzak olduğu döneme borçludur. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ne A.B.D. ne de S.B. eski politikalarını sürdürmeye niyetli değildirler. Savaş sonrası ortaya çıkan bu iki büyük güç artık dünya politikasını kendileri saptamaya başlamışlardır. Savaş içinde ve sonunda yapılan antlaşmalar, dünya politikasına yön veren merkezin Washington Moskova ekseni olduğunun açık kanıtlarını taşımaktadır. Üçüncüsü de savaştan hemen sonra ortaya çıkan, iki blok arasındaki gerginlik, güvensizlik ve işbirliğinden yoksun soğuk savaşın tüm şiddetiyle kendini gösterdiği dönemdir. Bir yandan Sovyetler Birliği kendi ideolojisini yaymaya çalışmış, öte yandan Amerika Birleşik Devletleri buna "çevreleme" politikası ile karşılık vermiştir. Kökeninde ideolojik öğenin olduğu bu çatışma dönemi Kore ve Vietnam da sıcak savaşa dönüşmüş , bu arada her iki blok lideri, blok üyeleri arasında siyasi, ideolojik, ekonomik ve askeri ittifaklar kurarak "soğuk savaş"ın hızlanmasına neden olmuşlardır.
  • Item
    Korelasyon katsayılarının genelleştirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Aytaç, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek bilimin en önemli konularından birisidir. İstatistik kuramı ise değişkenler arası ilişkiyi incelemede bazı teknikler geliştirerek bunu anlamlı bir duruma getirmiştir. Değişkenler arasındaki ilişki değişik biçimlerde olabilir. Bu, doğrusal bir ilişki olabildiği kadar: doğrusal da olmayabilir. Korelasyon genel anlamı ile iki veya daha çok sayıda değişken arasındaki ilişkiyi gösterir ve bu ilişkinin miktarını bir sayı ile belirtir. Bu sayıya korelasyon katsayısı adı verilir. Aynca değişkenler arasındaki ilişkiyi saptarken kullanacağımız teknik, ilişki nin biçimine göre değiştiği gibi, aralarında ilişki bulunacak değişken sayısına ve ayrıca değişkenlerin sürekli veya süreksiz oluşlarına göre de değişebilir. İki de ken arasındaki ilişkiyi saptamak için kullanılan korelasyon tekniklerine basit korelasyon teknikleri denir. Aralarında ilişki aranarak değişken sayısı üç veya daha çoksa, bu durumda kullanılabilecek teknikler de kısmi Korelasyon Teknikleri adı verilir. Biz burada basit korelasyon tekniklerinden parametrik ve parametrik olmayan azı korelasyon katsayılarının genel bir tanım dan nasıl elde edildikleri ve değerlendirmelerinin ne şekilde yapılması gerektiği üzerinde duracağız.
  • Item
    İş kazalarının nedenleri üzerine kuramsal yaklaşımlar ve kazaların önlenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Efil, İsmail; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    İş kazası, işletmede canlı ve cansızın bir arada olduğu sırada aniden meydana gelen olaydır. Bu tanımda canlı işgören, cansız işin yapılması için kullanılan makina, ani olay ise, kazadır. İş kazasını insan etkinliğinde oluşan zarar verici olay olarak da tanımlayabiliriz. Kaza rastgele olan, kötü sonuçlar doğuran bir olaydır. İlk bakışta rastgele olma özelliği çok karmaşık nedenler serisinin analizindeki güçsüzlüğümüzü gösterir. "Bilim ve Yöntemler" eserinde Poincare tesadüf bizim bilgisizliğinin ölçüsüdür demektedir. Bununla birlikte bazı kaza nedenleri üzerine yapılan bilimsel incelemeler sonunda önemli bulgular elde edilebilir.İş kazası kavramı olaya bakış açısına göre farklı tanımlanabilir. Faverge sanayi sistemi kavramından yola çıkarak üretim sisteminde her birime hücre adını veriyor.Ona göre; kaza, belirli bir değerdeki hücrelerin görevlerini yapmamalarından, dikkatsizliklerinden mesleki bilgilerinin yetersiz kalmasından ve karar vermedeki gecikmelerinden ileri gelmektedir.
  • Item
    Türkiye'de yatırım bankacılığı
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Tokol, Tuncer; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Ülkemizde sermaye piyasasının sıhhatli gelişmesinde ve aynı zamanda uzun ve orta vadeli kredi piyasasında önemli role sahip olan yatırım bankalarına gereken önemin verildiği söylenemez. Zira yatırım bankaları sermaye piyasası yasasında finansal aracı kuruluşların da düşünülmüş, sadece aracılık faaliyetinde bulunma hakların saklı tutulmuştur. Faaliyetleri özellikle menkul kıymet alım ve satımı olan bu bankaların sermaye piyasası yasasının dışında düşünülmesini yatırım bankacılığının niteliği ile bağdaştırmak mümkün değildir. Yatırım bankaları, menkul kıymetlere yatırım yapmak isteyen tasarruf sahipleri ile menkul kıymet ihracı yoluyla sermaye talep eden işletmeler ve devlet arasında aracı rolü üstlenen uzman kuruluşlardır. İhraç edilecek menkul kıymetleri pazarları yanında, uzun ve orta vadeli kredi piyasasına hizmet götürürler. Yatırım bankaları ile büyük miktarlarda uzun vadeli sermaye elde etmek mümkündür. Sorumlulukla genişti . Menkul kıymet ihraç edecek işletmelere olduğu kadar tasarruflarını menkul kıymeti re yatıracak olası yatırımcılara da yararlar sağlarlar. Milyonlarca kişinin tasarruflarını toplayıp devlete ve işletmeler e arz ederek sermaye birikiminde önemli rol oynarlar.
  • Item
    Sapmaların hesaplanmasında matris kullanımı
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Ertürk, Halis; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    İşletmelerde, muhasebe organizasyonu değişik açılardan ve değişik şekillerde ele alınması gereken bir konudur. Konu tamamen hesap planları veya defter sistemleri açısından ele alınabildiği gibi muhasebede kullanılan araçlar ayının olarak kabul edilmektedir. Bu düşünce ve ayrılan yanısıra, bilgi işlem sistemlerinde son yıllardaki hızlı gelişme muhasebe organizasyonunu çeşitli yönlerden ve geniş ölçüde etkisi altına almaya başlamıştır. Bu yüzden, fiş düzeni ve defter sistemleri gibi konular yeni bilgi işlem teknikleri karşısında önemini kaybetmekte veya mahiyetini değiştirmektedir. Modem tekniklerin getirdiği yeni olanaklar sayesinde, muhasebeden istenen sonuçlar çok daha ayrıntılı, hızlı ve doğru olarak sağlanabilmektedir. Muhasebe organizasyonu belirli bir amaca en rasyonel bir şekilde erişebilmek için meydana getirilen bir kuruluş ve çalışma düzenidir. Muhasebe organizasyonunu dar anlamda değil, işletmenin tüm hesap işlerini kapsayan geniş anlamda ele alınmasında fayda bulunmaktadır. Muhasebe organizasyonu bu itibarla, genel veya finansal muhasebe dışında kalan maliyet muhasebesi, planlama, kontrol ve işletme istatistiği gibi konularda, organizasyon yönünden bir bütün olarak kabul edilmelidir. Muhasebe organizasyonu konusunu rasyonel bir çerçeve içine inceleyebilmek için, bütün konularda müşterek olan bir temel unsuru hareket noktası kabul etmek ve muhasebenin çeşitli konularda bu unsurlarla ilgili genel esaslan üzerinden hareket etmek yerinde olur. Bilindiği gibi muhasebenin temel malzemesi ve unsuru "Bilgi" dir. Muhasebede beklenen, işletme faaliyetleri ile ilgili bilgileri toplamak, bunları değişik yönlerden değerlendirmek ve istenilen sonuçları, istenilen zamanlarda belirli bir düzen içinde verebilmektir.
  • Item
    Proje yönetiminde örgütleme sorunu ve proje örgütü
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Barutçugil, İsmet S.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Proje, genellikle üç yıldan daha az süreli olan ve çeşitli örgütsel birimler tarafından yerine getirilen, birbiriyle ilişkili işlerden oluşan, iyi tanımlanmış bir amacı, belirli bir zaman çizelgesi ve bütçesi bulunan karmaşık bir çabadır. Daha basit olarak bir proje, belirli kaynaktarla belirli bir zaman içerisinde tamamlanması gereken ve tekrarlanmayan özel faaliyetler topluluğu olarak da tanımlanabilir.Projelerin öngörülen sonuçlara, zamanında ve belirlenen bütçe sınırlan içerisinde kalarak ulaşabilmesi için başarılı bir biçimde yönetülmeleri gerekmektedir. Proje yönetimi, proje kapsamındaki tüm faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkabilecek sorunlara, risk ve belirsizliklere karşın arnaçiann gerçekleştirilmesini sağlama işidir. Diğer bir ifadeyle, proje yönetimi, belirlenen bir amaca ulaşmak üzere bir araya getirilen maddi ve beşeri kaynakların faaliyetlerini planlama, örgütleme, yürütme, düzenleme ve denetleme fonksiyonları topluluğudur. Proje yönetiminin temel amacı, projenin başlangıçtan sonuca kadar tam anlamıyla denetim altında bulundurulmasını sağlamaktır. Böylelikle, bir taraftan projenin zamanında ve ayrılan bütçe ile bitirilmesi ve diğer taraftan da sonuçtaki ürün veya hizmetin öngörülen nitelikte gerçekleşmesi sağlanacaktır.
  • Item
    Les recherches fondamentales et les méthodes appliquées au sujet de la formation dans l'entreprise
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Sabuncuoğlu, Zeyyat; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Historiquement, la formation et le perfectionnement du personnel dans l'entreprise a été pendant longtemps la préoccupation dominante des dirigeants d'entreprise, des économistes et des sociologues qui étaient tous conscients de l'importance du développement des compétences humaines. Adam Smith a souligné à maintes reprises, dans la richesse de nation, l'importance de l'instruction et il inclut; l'acquisition de telles capacités, du fait de l'entretien de la personne au cours de son éducation, études ou apprentissage, représente une dépense réelle qui est un capital fixe et se trouve réalisée, en quelque sorte, dans sa personne. Ces capacités, de minime qu'elles font partie de sa fortune personnelle, représentent une partie de la richesse de la société à laquelle il appartient. Bien que le problème de la formation systématique ait remis depuis toujours li s'imposer dans l'entreprise,la formation a été longtemps appliquée de façon traditionnelle, sans avoir des principes pédagogiques bien établis, et souvent, contre tous principes. Les industriels considèrent la formation professionnelle comme une affaire personnelle et le personnel lui-même doit prendre l 'initiative, chercher les moyens et supporter les coûts. Les travailleurs, les contremaîtres et même les cadres ne recevaient le plus souvent aucune formation systématique. La méthode adoptée pour les initier à leur futur travail consistait plutôt à se placer auprès des personnes déjà expérimentées. Ces demieres leur expliquaient simplement la façon dont s'accomplit le travail, puis on les laissait essayer de faire par eux-mêmes, en allant de temps ii au tre voir ou ils en sont. Mais ces personnes expérimentées comme formateurs n'étaient pas trop favorables non plus au développement des compétences de nouveau venu en comptant sur la perte de leur place et la crainte du chômage.
  • Item
    Yeniden değerlemenin muhasebeleştirilmesi ve teknik sorunlar
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Kotar, Erhan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    213 Sayılı Vergi Usul Kanununa 205 Sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen geçici 11. Maddenin 2791 Sayılı Kanunun 14. Maddesi ile değiştirilmesi sonucu ilgili madde ve bu maddenin açıklanması ile ilgili 15 Mart 1983 tarih 17988 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Maliye Bakanlığının 151 Sayılı "Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği uyarınca) 2791 sayılı kanunun 14. maddesi ile vergi usul kanunumuza 205 sayılı kanunla eklenen geçici 11. madde değiştirilerek yeniden değerleme müessesesine işlerlik kazandırılmıştır ülkemizde on yıllık bir sürede sabit fiyatlarda önemli bir büyüme göstermeyen gelir cari fiyatlarla % 100 ün üstünde bir büyüme göstermiş olduğu için, bu süre içinde vergilenecek reel gelir az olduğu halde, yüksek gelir vergisi ödemeye devam eden iktisadi işletmelerin varlıkları giderek küçülmektedir. 24 Ocak 1980 kararları ve bu kararların izleyen tedbirlerle enflasyonist aşın talebin kısılması, enflasyonist yüksek karlan engellemiştir. 'İşletmelerin gerçek varlıklarını yeniden kazanmalarını sağlamak için 1960'lı yıllarda kanunlaşan ancak uygulanması için hareketsiz kalınan yeniden değerleme müessesesi harekete geçirilmiştir.
  • Item
    Tarife ve ticaret genel anlaşmasının mahiyeti üzerine
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Ertürk, Emin; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Çağımıza entegrasyon çağı demek pek abartma olmasa gerektir. Çünkü ekonomik birleşmeler, bu yüzyılın en önemli özelliklerinden biridir. İkinci Dünya Savaşından sonra birleşmelerin hızlandığını ve yoğunluk kazandığını görüyoruz. Kuşkusuz sözkonusu birleşmelerin temellerini, savaştan önceki çıkmazlar ve savaşın yıkıntısı oluşturmuştur. Bilindiği gibi kapitalist dünya 1929'da Amerika'dan başlayarak bütün diğer gelişmiş ülkeleri de genişle erek etkileyen bir "buhran" yasaklı. Buhranla birlikte sözkonusu ülkeler dış ilişkilerine yeni bir yön verme ihtiyacını duydular. İlişkilerdeki gelişme dünyayı ikinci bir savaşa sürükledi. Bu savaşa kapitalist ülkelerin deşarj savaşı gözüyle bakılabilir. Sömürgecilik devri kapandıktan sonra sömürülecek kaynaklar kurumaya yüz tutmuştu. Böyle bir kaynaktan mahrum olan ülkeler, başka bir yolla bu kaynağı harekete geçirmek ihtiyacını duymuş olacaklar ki, savaşın hemen arkasından güçbirliği oluşturmuşlardır öyle dikkatli hareket ediliyordu ki, oluşturulan kurumlar adeta ihtiyaç sırasına koyuyorlardı.
  • Item
    Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin sanayileşmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Dülgeroğlu, Ercan; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Gelişen ülkeler, mevcut imkanlarıyla gelecekteki iktisadi büyüme ve kalkınma alanında daha yüksek hızlara ulaşmak için sanayi kesimini ve sanayileşmeyi sürükleyici bir faktör olarak gerekli görmektedirler . Bu gereklilik aslında hem ekonomik hem de politik bir zorunluluk olarak bağımsızlık mücadelesi veren tüm ülkelerin kuruluş yıllarında kabul edilmektedir. Bu ise, iktisadi kalkınma sürecinde ortaya konulan alternatiflerden bir tanesi ve fakat en önemlisidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruldugu ilk yıllarda, biraz sonra özellikleri ortaya konulacak olan iktisadi durumu göz önüne alan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: "Yeni Türkiye'mizi layık olduğu mertebe-i resanete isal edebilmek için, behemehal iktisadi yatımıza birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka birşey değildir". demek suretiyle iktisadi kalkınmanın Türk halkı için mücadele verilecek en önemli bir mesele olduğunu açıklamaktadır.
  • Item
    L'inflation d'appauvrissement en Turquie
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Parasız, İlker; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Nous voulons d'abord souligner que notre conception de L'inflation d'appauvrissement 1 n'est pas le revers de l'inflation de croissance mais elle est, dans une certaine mesure, la conséquence du mode de croissance économique opte, 11 ya plusieurs années. Après avoir traversé une période d'autarcie économique, la Turquie s'est lancée depuis 1950 dans une croissance économique rapide. II faut bien constater que Jusqu'à la dévaluation de la livre Turque en 7-Septembre-1946 le trait dominant de L'evolution monetaire de La Turquie était une mise en oeuvre d'une politique de la stabilité "à tout prix", même au détriment de l'expansion de l'économie nationale. Mais à partir de 1950, la Turquie s'est engagée dans une politique courageuse et tenace d'expansion et d'investissement rapides s'étendant presque à tous les secteurs de l'économie. La base de cette ·grande expérience n'a fait l'objet ni d'étude, ni de discussions théoriques approfondies. Aussi la technique de cette politique est-elle entièrement empirique.