2005 Cilt 3 Sayı 4
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/5592
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Guillain Barre Sendromu(Uludağ Üniversitesi, 2005) Özdemir, Özlem; Okan, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.Guillain Barre Sendromu (GBS), sıklıkla hızlı progresif, asendan, simetrik güçsüzlük ve areşeksi ile karakterize akut inşamatuar polinöropatidir. Tablo sıklıkla nonspesifik enfeksiyondan birkaç gün veya haftalar sonrasında ortaya çıkan progresif güçsüzlük, eşlik eden hafif duysal semptomlar ve albuminositolojik dissosiasyonla karakterizedir. Güçsüzlük çoğunlukla, hastalığın başlangıcında distalde olup, çocukların %15-20'sinde proksimalde görülebilir. Çocukluk çağında görülen Guillain Barre Sendromunda kranial sinir tutulumu yaygındır. Distal paresteziler sıktır ve nöropatik ağrı birçok çocukta göze çarpan bir bulgudur. Nörolojik defisit, günler-aylar içinde ilerleme gösterir. Guillain Barre Sendromu tanısı albuminositolojik dissosiasyon (BOS'ta pleositoz olmaksızın BOS protein seviyesinde artış) ve akut nöropatiyi destekleyen nörofizyolojik bulgularla (sıklıkla demiyelinizan) doğrulanır. Bu bulgular hastalığın erken evresinde her zaman bulunmayabilir. Tanı tutarlı klinik, laboratuar ve nörofizyolojik bulgularla diğer durumların dışlanması ile konur. Guillain Barre Sendromu çocukluk çağında akut şask paralizilerin en sık nedenidir. GBS insidansı, toplum kaynaklı çalışmalarda 16 yaşın altında 0.25-1.5/100.000 olarak bulunmuştur. Her iki cins eşit olarak etkilenir.Item Çocuklarda suçiçeği enfeksiyonu ve bağışıklama(Uludağ Üniversitesi, 2005) Durmaz, Oğuzhan; Helvacı, Safiye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Anabilim Dalı.Variella Zoster Virüsu (VZV), suçiçeği (Suçiçeği ya da Chickenpox) ve zona (Herpes zoster ya da Shingles) denen hastalığın etkenidir. Suçiçeği sıklıkla çocuklarda ateş ve jeneralize veziküler döküntü ile karakterize, hafif seyirli, çok bulaşıcı bir hastalıktır. VZV primer enfeksiyondan sonra arka sinir köklerine yerleşir. Zona dorsal ganglionlara yerleşen virusun reaktivasyonu sonucu gelişen sıklıkla yaşamın ilerleyen dönemlerinde, latent kaldı- ğı ganglionun inervasyonunu aldığı dermatom bölgesinde veziküler lezyonlarla ortaya çıkar. Herpes zoster eski Yunanca' dan "ürpermek, sinsice ilerlemek" anlamı taşıyan "herpes" ve yine eski Yunanca ve Latince kökenli "kuşak, kemer "anlamında ki "zoster" den gelmektedir.Item Çocukluk çağı beyin tümörleri(Uludağ Üniversitesi, 2005) Demirkaya, Metin; Sevinir, Betül B.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı.Beyin tümörleri çocukluk çağında görülen en sık solid tümör tipidir ve bu yaş grubundaki çocuklarda görülen kanserlerin %20'sini oluşturur. Onbeş yaş altında görülen malign hastalıklar içinde lösemilerden sonra ikinci sırayı alır. Ülkemizde ise lösemi ve lenfomalardan sonra 3. sıklıktadır. Günümüzde cerrahi, kemoterapi ve radyoterapideki gelişmelere bağlı olarak tüm beyin tümörlü çocuklarda 5 yıllık yaşam hızı ortalama %50-60 civarında verilmiştir. Ancak histopatolojik tipe göre yaşam oranları değişiklik göstermektedir.Item Çocuklarda diş çürüğünden korunmada florid uygulamalarının yeri(Uludağ Üniversitesi, 2005) Çubukçu, Çiğdem Elbek; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Türkiye'de, ilköğretime başlayan çocukların % 19'unda, 11 yaş grubunun % 77'sinde kalıcı diş çürüğü bulunmaktadır. İleri yaş gruplarında diş çürüğü prevalansı % 90'lara çıkmaktadır. Süt dişlerinde, 6-8 yaş grubunda, ortalama 4.5-5 diş çürüğü bulunmakta ve diş çürüğü prevalansı % 80 düzeyini aşmaktadır. Toplum ağız-diş sağlığı düzeyinin yükseltilmesi ve korunması amacıyla, topluma yönelik koruyucu programlara, çocukluk çağından itibaren gereksinim duyulduğu günümüzde, gelişmiş ülkelerde koruyucu dişhekimliği uygulamaları ile, diş çürüğü görülme sıklığında önemli azalmalar sağlanmıştır. Diş çürüğünden korunmada kullanılan en yaygın ve başarılı yöntem, florid uygulamalarıdır. Çocuklarda, floridin çürük önleyici dozu, 0.25-1 mg F-/kg olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), floridin diş çürüğünü önleyici etkisinin sağlanması için 1.5 mg F-/kg'lık dozun aşılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Floridin primer çürük önleyici etkisini, gelişen dişlerde minenin yapısına girerek sağlamasından çok (sürme öncesi dönem); ağız içinde düşük konsantrasyonlarda ve sürekli bulunması (sürme sonrası dönem) ile gösterdiği kabul edilmektedir.Item Çocukluk çağı astımı tanısında egzersiz provokasyon testleri(Uludağ Üniversitesi, 2005) Sapan, Nihat; Canıtez, Yakup; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Allerji Bilim Dalı.Çocukluk çağında bronşial astım tanısı, daha çok klinik bir tanı olup tekrarlayan öksürük, hışıltı (wheezing), nefes darlığı, gö- ğüste sıkışma hissi gibi bulgularla konur. Olguların bir kısmında ise sadece uzun süren yada tekrarlayan öksürük vardır. Ailede alerjik hastalık ve astım öyküsü ve çocukta alerjik hastalık öyküsü bulunmasının yanında bulguların uygulanan tedavi ile düzelmesi tanıda yardımcıdır. Klinik bulgular olgularda sadece atak sırasında var olup, atak dışında tamamen normal fizik muayene bulguları elde edilir. Laboratuar bulguları solunum fonksiyon testleri dışında astıma spesifik bulgular olmayıp, genellikle çocukluk çağı astımının önemli bir bölümünün alerjik olması nedeniyle total IgE, spesifik IgE, eozinofil sayısı, allerji deri testleri tanı da destekleyicidir. Akciğer radyolojisi yine spesifik olmayıp, atak sırasında havalanmada artış, küçük çocuklarda sekresyonla tıkanmış bronşlar nedeniyle değişik büyüklükte atelektazik alanlar görülebilir.Item Tekrarlayan aftöz stomatit(Uludağ Üniversitesi, 2005) Kılıç, Sara Şebnem; Demirbaş, Tuna; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Tekrarlayan aftöz stomatit (TAS) periyodik olarak oral kavitede ortaya çıkan ve kendiliğinden iyileşen tek veya çok sayıda ülserlerdir. Bu yüzeyel ve yuvarlak ülserler esas olarak keratinsiz mukozayı içeren enşamasyon şeklinde tanımlanabilir. TAS % 2-66 görülme sıklığı ile en çok karşılaşılan ağız mukozası hastalığıdır. İspanya'da görülme sıklığı % 2.24 'dür, bu oran Crivelli'nin düşük sosyoekonomik grupta % 2 olarak bildirdiği görülme sıklığına benzerdir. Kuzey Amerika'da çocuklardaki görülme sıklığı ise %1.1'dir. TAS'in etyolojisi bilinmemektedir, ancak kalıtsal özellikleri vardır ve ağız mukozasına karşı immün yanıttaki değişkenlikle ilişkili olduğu düşünülmektedir. TAS; Behçet hastalığı, sistemik lupus eritematozis, çölyak hastalığı ve Crohn hastalığı gibi tekrarlayan ağız içi ülser görülen hastalıklardan ayırt edilmelidir. Klinik olarak TAS aşırı derecede ağrılı etrafında kırmızı bir hale olan yüzeyel ülserler olarak karşımıza çıkar. Selim aftlar küçük (çapı 1 cm'den küçük) ve yüzeyel olurlar. Bu hastalarda eşlik eden başka bir patoloji genellikle yoktur. Üveit, genital ülser, konjunktivit, artrit, ateş veya adenopati ile birlikte görülen aftöz ülserlerde altta yatan daha ciddi hastalıklar araştırılmalıdır. Minör, majör ve herpetiform olmak üzere 3 klinik alt çeşidi vardır. Minor aftöz ülserler en sık karşılaşılan alt gruptur ve TAS'lerin % 80-90'ını oluşturur. Ayırıcı tanıda oral herpes simpleks ilk sıradadır. Bu yazıda klinikte sıklıkla karşılaşılan tekrarlayan aftöz stomatitin etiyolojisi, klinik bulguları, topikal ve sistemik tedavileri gözden geçirilmiştir.Item Çocuklarda endokrinolojik aciller serisi (1) diyabetik ketoasidoz(Uludağ Üniversitesi, 2005) Sağlam, Halil; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı.Tip 1 diyabetin akut, ciddi bir metabolik komplikasyonu olan ve insülin yetersizliği temelinde insülin karşıtıhormonların artmış etkilerine bağlıolarak oluşan diyabetik ketoasidoz (DKA) özellikle tip 1 diyabetli çocuklarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Tip 1 diyabetli hastaların %15-67'sinde ilk tanısırasında DKA mevcuttur. Önceden tanıkonmuş hastalarda hastaneye yatışıgerektiren DKA ataklarının oranıyılda hasta başına ~%1-10'dur. Ayrıca, tanısırasında tip 2 diyabetli pediatrik olguların %33'ü ketonüriye ve %5-10'u da diyabetik ketoasidoza sahiptir. Diyabetle ilgilenen sağlık ekibi sayısının artmasıyla sıklığında son zamanlarda azalma olduğu dikkat çekmektedir. Tedavi yaklaşımlarının iyileşmiş olmasına karşın, DKA tip 1 diyabetlilerde en önemli morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. DKA'lıolguların %0.3-2'sinde beyin ödemi tablosu gelişir. Ayrıca DKA çocukluk çağıdiyabet ölümlerinin üçte ikisinden sorumludur ve bu ölümlerin çoğunun (%57-87) nedeni beyin ödemidir. Diğer olasımorbidite ve mortalite nedenleri arasında hipokalemi, hiperkalemi, hipoglisemi, beyin ödemi dışındaki santral sinir sistemi komplikasyonları(hematom, tromboz, sepsis ve rinoserebralmukormikoz gibi enfeksiyonlar), aspirasyon pnömonisi, erişkin respiratuvar distres sendromu, akciğer ödemi, pnömomediastinum ve rabdomiyoliz sayılabilir. Bu nedenle tedavi yaklaşımındaki asıl hedef, diyabet tanısınıerken koymak ve izlenen hastalarla yakın iletişim içerisinde bulunularak DKA'yıönlemek olmalıdır. Başka bir ifadeyle, DKA'ya bağlıölümler önlenebilir ölümlerdir.Item Pediatride hastane kaynaklı enfeksiyonlardan korunma(Uludağ Üniversitesi, 2005) Hacımustafaoğlu, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı.Pediatri hastane pratiğinde hastane enfeksiyonları (HE) ve kontrolü önemli bir konudur. Her bir enfeksiyon için hastanede yatış süresini ortalama 10-15 gün arttırır ve böylece morbidite, mortalite ve yatış masraflarına önemli ölçüde etkisi olur. HE kontrol stratejileri, sağlık hizmeti veren herkesi etkiler. HE azaltmak için öncelikle sorunun boyutlarını belirlemek gerekir. Sürekli ve hedefe yönelik sürveyansın uygulanması mevcut HE sıklığı, özellikleri ve sorunu çözücü yaklaşımların belirlenmesini sağlar (Tablo 1 ve 2). ‹zolasyon uygulamaları ve standart önlemler hastalar arası ve sağlık çalışanıyla hasta arasındaki enfeksiyonun yayılmasını önlemede en etkin yoldur. El yıkama veya susuz el yıkama olarak tabir edilebilen alkol esaslı temizleyici ajanlarla el temizliği HE kontrol pratiğinde en önemli yoldur. Mümkün olduğu kadar risk faktörlerini azaltmak, antibiyotiklerin akılcı kullanımı, eğitim ve uygulanabilir kontrol programları, HE'nın kontrol altında tutulmasına katkı sağlar. Bu yazıda HE korunması hakkında genel yaklaşım ve pediatrik hastalara yönelik daha ayrıntılı özelliklerden bahsedilecektir.