2019 Cilt 18 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13335
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Dinsel deneyimin çeşitleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Karakaş, TahirPragmatizmin öncü filozoflarından biri olan William James’in Dinsel Deneyimin Çeşitleri: İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme başlıklı çalışmasının Türkçe tercümesi, Amerikalı filozofun düşünsel evriminin en önemli dönemeçlerinden birini keşfetmek isteyen okuyucular için iyi bir fırsat sunuyor. James, 1902 yılında yayımladığı bu çalışma ile bir yandan dinsel fenomenleri psikolojik ve felsefi bir perspektiften incelerken diğer yandan da, ele aldığı konuları somut, gerçek deneyimlere başvurarak anlamaya çalışmaktadır. İnsani bir olgu olarak dinsel deneyim sahasını anlamanın uygun yöntemi, James’e göre, teolojik olmaktan ziyade psikolojiktir. Metodolojik açıdan değerlendirildiğinde, James’in dinsel deneyimlere dair edindiği psikoloji temelli yaklaşım, dinsel incelemeler alanında önemli bir yenilik anlamına gelmektedir. Öte yandan, Dinsel Deneyimin Çeşitleri’ni önemli kılan bir diğer husus ise, James’in farklı alanlardan beslenerek geliştirmekte olduğu pragmatizmin bu eser ile yeni bir düşünsel açılım yaşamasıdır. Pragmatizmin ruhuna uygun olarak, James, sürekli olarak dinsel dünyanın bireysel yaşamlarımızdaki pragmatik karşılığını bulmaya çalışmaktadır.Item Bilim ve sözde bilim: Bilimsel topluluğun doğasının belirlenmesi ve sözde bilimin ayırt edilmesine yönelik sosyal bir ölçüt(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Yardımcı, Alper BilgehanBilimin ne olduğunun tespit edilmesi ve bilimi sözde bilimlerden ya da bilimsel olmayan alanlardan ayırt edecek ölçütün ne olması gerektiğine yönelik tartışma, bilim felsefesinde sınır çizme sorunu olarak ele alınmaktadır. Bu makalede, öncelikle söz konusu soruna yönelik geleneksel yaklaşımlar incelenmiş ve ardından bu yaklaşımların bilimsel toplulukların doğasına ilişkin özellikleri göz ardı ettiği ortaya konmuştur. Daha önce yapılan çalışmalar bilimi daha çok önermeler, ifadeler ya da salt epistemik bir sistem olarak ele almakta ve bilimsel akıl yürütmenin biçimi ile bilimsel kuramların özelliklerine odaklanmaktadır. Bu tespit çerçevesinde, sunulan çalışmada, bilimsel bir disiplinin asgari olarak iki özellik (yapısal ve kanıta dayalı olması) üzerine kurulması gerektiği vurgulanarak, sınır çizme sorununun çözümüne yönelik önerilen alternatif ölçüt bilimin sosyal yönüne dikkat çekmektedir. Bu bakımdan, makalenin asıl ilgisi, sınır çizme sorununu alternatif bir yolla ele alabilmek amacıyla bilimin ve onun uygulayıcılarının sosyal özelliklerine yönelik tespitleri, sözde bilimin uygulayıcıları ile kıyaslayarak aktarmaktır. Makale, bir disiplinin sözde bilim olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle o disiplinin bilimsellik iddiasında bulunması, daha sonra bilimsel topluluk tarafından sürdürülen bir araştırma geleneğine kabul edilmemiş ya da bu araştırma geleneği tarafından terk edilmiş olması gerektiği düşüncesi ile sonuçlandırılmıştır.Item Jacques Ranciére’in imge felsefesi: Estetik imgenin diyalektiği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2018-09-30) Şiray, MehmetBugün imgelerin ne oldukları ve işlevleri hakkındaki söylemlere baktığımızda, imgelerin, ‘imge ve sözcük’ arasında süregiden çekişmeden bağımsız kendi doğaları hakkında konuşulduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu çalışmada, tanımlanan alana ilişkin uygun bir yer ve kuram, dolayısıyla eleştirel bir tavır bulma amacını taşıyarak Jacques Rancière’in imgelerin ne olduklarına ilişkin görüşleri ele alınacaktır. Rancière, estetik rejim olarak adlandırdığı modernizm ve sonrasında ortaya çıkan sanata ilişkin bütün görüntü rejimlerinin aslında yaşam ve sanat arasında bir ortaklık arayan bir programın parçası olduğunu iddia ediyor. Rancière günümüzde imgelerden başka bir gerçeklik olmadığını temellendirmeye çalışan teorik bakışın da aslında temsili rejime karşı çıkan aynı programdan kaynaklandığını öne sürüyor. Bu makale’de imgelerin ilişkili oldukları bağlamdan kopuk kendilerine özgü bir gerçeklikleri olup olmadığı tartışılacaktır. Bu amaçla, estetik rejimi hazırlayan imgelerin daha önceki formüle edilme biçimlerine değindikten sonra, estetik imgenin farklı fazlarına tanıklık edeceğimiz Roland Barthes, Stéphen Mallermé ve Peter Behrens’in imgelerine ve imge kuramlarına başvuracağız.Item Levinas’ın Spinoza eleştirisi üzerine bir irdeleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Elmas, Mehmet FatihBu çalışmada Levinas’ın Spinoza hakkında eleştirileri zerine kısa fakat kuşatıcı bir irdeleme sunulmaktadır. unun için ncelikle ‘Levinas’ın Spinoza leştirisi’ alt başlığında Levinas’ın Spinoza’sı serimlenmekte ve sonrasında ‘Levinas’ın Spinoza’sına Karşı Spinoza’ başlığıyla eleştiriler zerine derinleşilmeye çalışılmaktadır. u aralıkta yazının bağlamını belirleyen ontoloji ve etik arasındaki ilişkidir. Levinas kendisini bir ontoloji olarak sunan fakat asıl olarak etik bir iddiaya sahip olan; doğallaştırdığı Tanrı tasarımıyla mutlak bir d ş nce ve din hareketi olarak nitelediği Spinozacılığı ilk felsefe olarak etik ğretisi karşısında hesaba çekmektedir. O bu iddialarını Spinoza’nın Yahudilik ve felsefe hakkındaki savlarından faydalanarak temellendirmeye girişmektedir. Yazıda Levinas’ın zellikle felsefi yorumları karşısında Spinozacı fikirlerin konumunu netleştirmek zere bir giriş yapılması hedeflenmektedir.Item Miguel de Unamuno’da varoluş ve yaşamın anlamı sorunu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Manav, FarukVaroluşçuluğun temsilcilerinden birisi olan Unamuno, eserlerini genellikle roman ve hikâye gibi edebi tarzlarda kaleme almıştır. O, insanın önceden belirlenmiş bir öze göre yaşamadığını savunmaktadır. Bu yüzden insanın varoluşunu ve yaşamını anlamlandırması, diğer varoluşçularda olduğu gibi Unamuno’da da önemlidir. O, bu anlam arayışında aklın hiçbir zaman rehber olamayacağını savunmaktadır. Çünkü ona göre, yaşamı anlamlandırmanın yolu akıldan değil, yaşamı deneyimlemekten geçmektedir. Bu nedenle Unamuno felsefesi, bireysel varoluşu ve yaşamı yücelten bir anlayışa sahiptir. Ancak insanın sonlu ve ölümlü bir varlık oluşu, onu tedirgin etmektedir. Fakat insan, ölüme rağmen, yaşamayı tercih etmeli ve ona anlam vermelidir.Item Dinî tecrübenin bilimsel değeri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Gürses, İbrahim; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Psikolojisi.; 0000-0002-1424-4626Dinî tecrübe, yoğun dinî yaşantı anlamına gelmektedir. Mü’minin iç dünyasında Allah’ın algılanması ve yaşantılamasıdır. Nesnelerin bilgisini duyular yoluyla elde etmeye “tabiat tecrübesi”, Allah’ın alâmet ve işaretlerini sezgisel yolla kavramaya “dinî tecrübe“ denir. Dinî tecrübenin diğer tabiat tecrübeleri kadar sağlam bir bilgi kaynağı olmadığı ifade edilmektedir. İlâhiyatçılar ve mistikler ise dinî tecrübenin diğer tecrübeler kadar sağlam bir bilgi kaynağı olduğunu savunurlar. Yaşantılanan dinî tecrübeye hemen inanmak ve ona göre hareket etmek yerine, eleştiriye tabi tutup dine, akla ve ahlaka uygunluğuna göre kabul etmek gerekir. Zira olağanüstü bir yaşantı olan dinî tecrübe doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir.Item “Bilimsel ateizm”e ateist düşünürler tarafından getirilen eleştiriler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Dorman, Emre“Bilimsel ateizm” veya literatürde bilinen diğer adıyla “yeni ateizm” halk arasında kabul gören bir felsefi görüştür. Bilimle ateizmi ilişkilendirirken bir yandan da bilimin dinle çatışma içinde olduğunu temellendirmeye çalışan bu görüş temelde bilimin otoritesinden faydalanma amacını gütmektedir. Böylece bu görüşün temsilcileri tarafından bilimin prestiji kullanılarak ateizmin doğru olduğu iddia edilmektedir. Richard Dawkins ve Daniel Dennett gibi yazarların savunduğu ve popülerleştirdiği bu görüş birçok dindar teolog ve felsefeci tarafından da ciddiye alınmış ve eleştirilmiştir. Yakın zamanda “bilimsel ateizme” ait bu görüşler ateist düşünürler tarafından da eleştirilmeye başlanmıştır. Örneğin Michael Ruse, Fern Elsdon-Baker ve Terry Eagleton gibi ateist düşünürler, “bilimsel ateizm”i eleştiren kitaplar ve makaleler kaleme almışlardır. Temel olarak “bilimsel ateizm”in dini, bilimi ve dinle bilim arasındaki ilişkiyi doğru bir şekilde tanımlamadığından bahseden bu ateist düşünürler yeni ateistleri ideolojik ve taraflı davranmakla suçlamışlardır. Bu makalede ateizmin içinden “bilimsel ateizm”e getirilen bu eleştirilere yer verilecek ve ateist düşünürler arasındaki görüş farklılıklarına dikkat çekilecektir.Item Heidegger’in Descartes eleştirisi bağlamında “Malone ölüyor” kitabının değerlendirmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Dombaycı, Mehmet Ali; Doğru, Salime GülayBu çalışma felsefi bir düşüncenin edebi bir eser yoluyla nasıl somutlaştırılacağını göstermeye çalışma amacındadır. 17. yüzyılda Rene Descartes insanı ele alırken bir düalizim yaratır ve insanı insan yapan özelliğin bilinç olduğunu söyler. Böylece insanı Cogito olarak ortaya koyar. Descartes tarafından ortaya konulan insan anlayışının 20. yüzyılda işlemez hale gelmesi, bu dönemde yaşamış Martin Heidegger’in yaptığı eleştiriler üzerinden temellendirilir. Heidegger bu düalist insan anlayışı indirgemeci ve ontolojik bütünlüğü bozucu yapısına dikkat çeker. Diğer taraftan 20. Yüzyıl edebiyat ve felsefenin birbirine çok yaklaştığı bir dönemdir. Özellikle varoluş felsefesi filozofları ile edebiyatçılar birbirini düşünsel olarak fazlaca etkiler. Filozofları etkileyen edebiyatçılardan biri de Samuel Beckett’tir. Beckett, “Malone Ölüyor” isimli kitabında Malone’yi Cogito’nun temsili bir anti kahraman olarak tasarlar. Fakat bunu ironik bir biçimde yaptığı için tam bir Cogito görüntüsü oluşturmaktan ziyade Cogito-Dasein arasında bir salınım gerçekleştirir, gibi görünür. Çalışmanın amacı, Cogito-Dasein geriliminde insanın dünyada nasıl yaşayacağını Beckett’in “Malone Ölüyor” isimli kitabından hareketle değerlendirmektedir. Bu değerlendirme Descartes ve Heidegger düşüncelerinde insanın nasıl bir varlık olduğunu temele alınarak zaman ve ölüm kavramları üzerinden yapılmıştır.Item “Nedensellik” üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Kavlak, AhmetNedensellik ya da nesnede cari olan zorunluluk kavramını yalnızca neden-sonuç ilişkisi olarak ele almak problemin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. Problemin bu bölümü felsefe tarihinde ya epistemik ya da ontolojik şüphecilik olarak kendini göstermiştir. Nedensellik, hem evrenin işleyişinin çözümlenmesi için, hem de kesin bilginin elde edilmesinin bir kriteri olarak düşünceye konu olmuştur. Ancak nedensellik anlayışının özellikle hipotezlerin ve kuramların doğruluk kriterini belirlemede kullanılabilecek bir yönü daha vardır. O da sonuçtan hareketle nedenin vasıflarındaki zorunluluğun tespit edilmesidir. Bu problem, düşüncenin varsayımlardan ayrılması için özellikle bilimsel düşüncenin deney imkanı olmayan bölümünde göz önüne alınması zorunlu bir problemdir. Sonuçtan hareketle nedenin vasıflarının belirlenmesi usulü gerçekleştirilmeden ortaya konulan düşüncelerin birer varsayımdan ve kanaatten ibaret kalmaları kaçınılmaz görünüyor. Bu çalışmada nedenselliğin ikinci yönü olan sonuçtan hareketle nedenin zorunlu vasıflarının tespit edilmesine ilişkin akıl yürütmenin usulü tartışılmıştır.Item Şiire ilişkin felsefi bir soruşturma: İmkanı ve tanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Türker, HabibBu makalede şiir için bir tanımın yapılıp yapılamayacağını şiirin nasıl mümkün olduğunu inceleyerek soruşturuyoruz. Bu bağlamda ilk önce insan ve hayvan bildirişiminin bir kaşılaştırmasını verip, insan bildirişiminin mahiyetini ortaya koymaya çalışıyoruz. Bunun yanında mütehayyile yetisine ilişkin ayrıntılı bir çözümleme getiriyoruz. Sonuç olarak şiiri tahayyül edilmiş dilin (mütehayyel) mutlak öznel ifade edici görünüşü olarak tanımlıyoruz. Bu tanımın bir şeyi şiir iddiasına dâhil etmeyi sağlayabilecek yegâne mantıksal imkanı ve ontolojik zemini sunduğunu düşünüyoruz. Fakat sanatların birbirlerinin sınırları içine girebileceğini ve böylece tek bir türe ait olmayan ya da tür-aşırı olan sanat eserlerinin olabileceğini reddetmiyoruz. Bunun yanında, görsel şiir meselesini ele alıp, onun şiir olup olmadığını görsel dil iddiası üzerinden tartışıyoruz. Görsel dilin ancak ses imleri yerine görsel imler kullanılarak görsel bir dil olacağını, başka türlü bir görselliğin dil tanımının dışına çıkacağını iddia ediyoruz. Yaptığımız çözümlemelerde görsel şiirin görsel de olsa bir dile dayanmadığını, dolayısıyla bir şiir olamayacağını söylüyoruz. Bununla birlikte onun başka türden bir görsel sanat olduğunu teslim ediyoruz.Item Felsefedeki metodolojik bir yaklaşım olarak deneysel felsefe akımının yargı analizlerinin epistemik değeri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Ünlüsoy, AbdulhanMetafilozofik çalışmaların oldukça yoğun olduğu günümüz felsefesindeki en yeni ve heyecan verici akımlardan birisi de Deneysel Felsefe akımıdır. Deneysel Felsefe, kendisi dışındaki geleneksel felsefî metodolojiler olarak nitelediği metodolojilere şüphe ile yaklaşır. Bunların kullanmış oldukları kavram analizleri ve refleksiyon gibi metodolojilerin, felsefî birer spekülasyon olduklarını savunarak, bunların olgudan bağımsız iç gözlem ve informal diyaloglardan oluştuğunu savunur. Temel amacını, filozof olmayan sıradan insanların, felsefî tartışmalarda kullanılan kavramlarla olan ilgilerini araştırmak, onların bu kavramları ifadede kullandıkları felsefî yargılarını sistematik ve kontrollü bir şekilde incelemek olarak belirler. Ortak duyu ile uyumlu pozisyona sahip felsefî iddiaları test ederek delillerle desteklenmeyenleri reddeder. Deneysel Felsefe, toplumsal yargıların kontrollü ve sistematik bir tarzda incelenebilmesi için deneysel psikoloji başta olmak üzere istatistik gibi felsefe dışı bilişsel bilim çalışmalarını ve pozitif bilimin yöntemlerini ödünç alır. Deneysel Felsefenin deneysel sıfatını kullanmadaki haklı nedeni, hem pozitif bilim yöntemlerini felsefî alana dâhil etme gayreti hem de bunu yaparken interdisipliner bir özellik taşımasıdır. Deneysel Felsefenin kendine sorduğu sorular şunlardır: Yargılarımız, felsefî problemlerin ele alınmasında güvenilir bir hareket noktası olarak alınabilir mi? Yargılarımızı meydana getiren bilişsel mekanizm türleri nelerdir? Bu mekanizm türleri, uygun felsefî araçlar olarak alınabilir mi? Hangi tür yargıların doğru olarak alınıp alınamayacağını nereden bileceğiz? Birbiriyle çatışan yargılardan doğru olanını tespit etmemize yarayacak ölçütlerimiz nelerdir? Bu ve buna benzer sorulara Deneysel Felsefe merkezli verilen cevaplar, bu makalenin konusunu oluşturur. Bu çalışmanın bir diğer amacı da, oldukça yeni olan bu felsefî metodolojiyi Türk okuruna kısmen de olsa tanıtmaktır.Item Locke’da kişisel özdeşlik: Kendilik, bilinç ve hafıza(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Çıvgın, Ayşe GülBu çalışmada, Locke’ın kişisel özdeşlik hakkındaki görüşleri, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme’nin ikinci kitabının yirmi yedinci bölümü olan “Özdeşlik ve Başkalık” adlı kısmın ayrıntılı analiziyle serimlenmeye çalışılacaktır. Bunun için öncelikle Locke’ın özdeşlik problemini ele alışı üzerinden “insan” ve “kişi” arasında yapmış olduğu temel ayrım incelenecektir. Sonra, kişisel özdeşliğin “kendilik”, “bilinç” ve “hafıza” ile olan bağlantısı irdelenecektir. Daha sonra ise Locke’ın görüşlerine yönelik kimi eleştiriler açıklanacaktır. Locke’ın kişisel özdeşlik, “kendilik”, “bilinç” ve “hafıza”ya dair görüşlerinin zeminde onun zihni tabula rasa olarak değerlendiren ve bilginin kaynağı olan “duyum” ve “refleksiyon/düşünüm”den gelen idelere dayalı ampirist yaklaşımının bulunduğu ve onun bu soruşturmasının özellikle hukuk ve devlet anlayışının oluşumunda önemli rol oynadığı iddia edilecektir. Bununla birlikte kişisel özdeşliğin tam olarak anlaşılabilmesi için Locke’ın zihnin “tutma” olarak adlandırdığı işlevin edilgin yapısının da dikkate alınması gerektiği öne sürülecek, Locke’ın görüşlerine yönelik asıl eleştirinin kendi sisteminin dayanaklarına binaen hafızanın saf bir cihetine imkân vermemesi bakımından yapılmasının önemli olduğu iddia edilecektir.Item Modern ve postmodern sanat anlayışlarına sanatçının yeri bağlamında bir bakış(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Sümer, Banu AlanBu makalede modern ve postmodern düşüncede sanatçının konumu ele alınmaktadır. Modernizm ile postmodernizm iki farklı düşünce sistemi olduğundan, onların sanat hakkındaki düşünceleri de farklıdır. Sanata olan bu farklı anlayış biçimleri, sanatçı hakkında da farklı görüşlere sahip olmalarına neden olmuştur. Makalede öncelikle modern düşüncedeki sanat algısına kaynaklık etmesi bakımından Platon ve Aristoteles’in sanat felsefesine ilişkin temel söylemlerine yer verilecektir. Daha sonra modern sanatın oluşumunda en büyük katkıyı yapan filozof olarak Kant’ın Yargıgücünün Eleştirisi adlı eserinde incelemiş olduğu deha konusu ele alınacaktır. Son olarak da postmodern sanatta ve edebiyat kuramlarında sıklıkla karşımıza çıkan bir konu olarak yazarın kim olduğuna, yazar-okur ilişkisine, yazarın ölümüne ve yazarın işlevine ilişkin tartışmalar, Foucault ve Barthes bağlamında ele alınacaktır.Item “Olmayan” ve “değil” sözcükleri ve olumsuzluk üzerine mantıksal bir değerlendirme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Çiçekdağı, CanerOlumsuzluk asıl olarak önermelerin bir özelliğidir ve önermenin doğruluğuna yönelerek başta çelişki olmak üzere çeşitli karşı önerme çiftlerinin oluşumuna yol açar. Türkçede bir önermeye veya cümleye olumsuzluk kazandırmak cümleyi bağlayan kopulaya veya kopula benzeri yapılara “-ma” veya “değil” işaretçilerinin getirilmesiyle olur. Böylece olumsuzlanan cümle aslında yeni bir iddia getirmez ama olumludaki iddiayı inkâr eder. Önermeler arasındaki tam karşı olmalarda çelişik önermeler oluşur. Çelişik önermelerden tikel olanlar “varlığı”, tümel olanlar “yokluğu” gösterdiği için çelişki oluşur ve çelişik önermeler her zaman farklı doğruluk değeri alır. Acaba önermelerde olduğu gibi özellikle ad durumundaki kavramların da olumsuzluk kazanması ve çelişik kavram çiftleri oluşması mümkün müdür? Kavramlar varlıkları ve varlıklarda “olanı” gösterir, dolayısıyla her kavram aslında olumludur. Kavramlar önermeler gibi bir iddia içermediğine göre olumsuzluk kazanıp inkârda bulunamazlar ama bağıntılı, karşıt, eksik ve yoksun oluşlarına göre bir tür karşı olma ilişkisi içinde olabilirler. Bu tür ilişkiler de, olumsuzluk geniş olarak yorumlanırsa, bir tür olumsuzluk olarak kabul edilebilir ve bu durumda kavramlar da olumsuzlanabilir. Ancak “olmayan” sözcüğünün adlara gelmesiyle “ağaç olmayan” gibi elde edilen dilsel yapılar esasında olumsuz değil, belirsiz birer addır. Buna rağmen belirsiz adlarla yapılan kavram ayrımları en geniş ve keskin sınıflamaları sağlar. Bu çalışma kavramların asıl olarak olumsuz olamayacağını ama olumsuzluk geniş anlamıyla kabul edilirse kavramları olumsuzlamak için en uygun olan işaretçinin “olmayan” sözcüğü olduğunu savunmaktadır.Item Orhan Kemal’in romanlarında hak değeri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Yumuş, Seval; Üstünova, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.; 0000-0003-0501-4869Kültür ve değerler, bir toplumun yüzyıllar öncesinden getirdiği ve gelecek nesillere aktardığı en önemli manevî mirastır. Kültürü ve değerleri birbirinden ayrı düşünmek mümkün olmadığı gibi bunların aktarımını doğru şekilde yapmak ve kültür ve değerleri çağın gereklerine göre revize etmek de son derece önemlidir. Değerlerin toplumlar için öneminin fark edilmesiyle son yıllarda değerler, hayatın her alanında öne çıkarılmaktadır. Edebiyatçılar ise değerleri, eserleri yoluyla geçmişten günümüze taşıyan önemli kültür ve değer aktarıcılarıdır. Türk edebiyatı yazarlarından Orhan Kemal de romanlarında pek çok değere sıkça vurgu yaparak bu konudaki hassasiyetini göstermiştir. Orhan Kemal’in, romanlarında hak değerine ne şekilde yer verdiği ise bu çalışmanın konusu olmuştur.Item Comprehensive doctrines in the public sphere – A case for politicization(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-09-30) Jarymowicz, TomaszThe problem with religious reasons is not whether they should be present in the public sphere but how they should be present. Political theorists such as Jeremy Waldron, Juergen Habermas, and Christina Lafont have favored two approaches to making religion legitimate in the public sphere. They have either tried to work out the conditions under which religious reasons can contribute to public sphere in a fruitful way or they have drawn attention to the moral content of religious principles. However, I argue that the latter approach relies too heavily on the propositional content of religious arguments to the detriment of investigating how they are politicized in the public sphere. It is my conviction that without looking at how given religious morality is politicized, a false moral consensus is manufactured, which given the motivational pull of religion can be dangerous. Furthermore, the article makes a case for a more realistic idea of a public sphere where other comprehensive doctrines such as feminism or economism are taken into account as well. Moreover, the evaluation of religious reasons should include their relationship to a given background political culture, which will increase a critical edge of a political theory.