2015 Cilt 13 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/8823
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Neonatal bruselloz: İki hasta-iki farklı bulaş(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Akın, İlke Mungan; Şengül, Özlem Kalaycık; Özümüt, Sibel Sevük; Kıral, Asuman; Büyükkayhan, DeryaBruselloz, Orta Doğu, Asya, Doğu Avrupa, Orta ve Güney Amerika ülkeleri ile ülkemizin de dahil olduğu Akdeniz havzasında halen endemik olan sistemik bir enfeksiyon hastalığıdır. Neonatal bruselloz oldukça nadir görülür ve bebeğe bulaş yolları ile ilgili net bilgiler bulunmamaktadır. Bebeğe bulaşın, anne karnında plasentadan direkt olarak, doğum sırasında annenin genital sistemindeki sekresyonların ve kanın yutulması ya da enfekte anne sütünün içilmesi ile olabileceği düşünülmektedir. Bu raporda iki yenidoğan bebekte iki farklı bulaş yolu ve klinikleri sunulmaktadır. İlk olgu, 31. gebelik haftasında doğan solunum sıkıntısı, hepatosplenomegalisi, lökositozu olan prematüre bebekti. Hastadan doğar doğmaz alınan kan kültüründe brusella üremesinin öğrenilmesiyle değiştirilen antibiyotik tedavisi sonrasında mekanik ventilasyon desteği kesilebildi, hepatosplenomegalisi ve lökositozu düzeldi. İkinci olgu ise kardeşine bruselloz tanısı konulduğu için ailesi araştırılırken annesine doğumdan hemen önce bruselloz tanısı konan 28 günlük miadında doğan bebekti. Bebeğin doğumdaki ilk değerlendirmesi tamamen normalken, tıbbi öneriye rağmen emzirilmişti. Yaşamın 4. haftasında gelişen lökopeni ve nötropeni nedeniyle tekrar değerlendirildi ve brusella tüp aglutinasyon testinin pozitifleştiği saptandı. Hastaya verilen antibiyotik tedavisinden sonra hastanın değerleri normale dönmüştür. Her iki hastada da anne sütü annelerin tedavisi tamamlanıncaya kadar kesildi, bebekler mama ile beslendi. Her iki ailenin de kırsal kesimde yaşayan ve pastörize edilmemiş süt ürünlerini kullanan aileler olduğu görüldü. Her iki hastaya da trimetoprim sulfametoksazol ve rifampisin tedavisi 6 hafta süreyle herhangi bir komplikasyon gözlenmeksizin kullanıldı. Sonuç olarak; bruselloz ülkemiz gibi endemik ülkelerde, intrauterin ve neonatal enfeksiyonların ayırıcı tanısında mutlaka düşünülmeli ve araştırılmalıdır. Neonatal dönemdeki klinik bulgular farklı ve müphem olabileceği için ailenin geleneksel alışkanlıkları, özellikle kırsal kesimden gelen hastalarda sorgulanmalıdır.Item Yutma güçlüğünün sık düşünülmeyen tanısı; eozinofilik özofajit(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-19) Ağın, Mehmet; Tümgör, Gökhan; Ünal, Nilgün Uyduran; İskit, Serdar; Doran, FigenEozinofilik özofajit, özofagus mukozasının eozinofil lökositler ile infiltrasyonudur. Çocuklarda nadir görülür ve bulguları gastroözofageal reflü ile benzerdir. Yutma güçlüğü nedeni ile çocuk cerrahisinde özofagus balon dilatasyonu uygulanan ve eozinofilik özofajit olduğu saptanan bu olgu disfajili çocuğa yaklaşıma dikkat çekmek amacı ile sunulmuştur. Toplam IgE=834 IU/mL ve spesifik IgE (-), Fx5 (-) negatif saptandı. Üst gastrointestinal sistem endoskopisinde özofagusun mukozasının soluk, yapısının sert, motilitesinin bozuk olduğu gözlendi ve birkaç adet milimetrik beyaz lezyonlar görüldü. Özofagus biyopsi materyallerinde mukozada eozinofil infiltrasyonun %60 oranında olduğu gözlendi. Olguya eozinofilik özofajit tanısı ile oral prednizolon 1 mg/kg/gün başlandı. Olgunun bir hafta sonraki poliklinik kontrolünde disfaji yakınmalarında belirgin düzelme olduğu ve birinci ay kontrolünde hiçbir yakınmasının olmadığı gözlendi. Disfaji ve reflü benzeri semptomlarda özellikle gastroözofageal reflü tedavisine yanıt alınamıyorsa eozinofilik özofajit tanısı mutlaka dikkate alınmalıdır.Item Anafilaksiyi taklit eden ilaç reaksiyonu: Lokal anestezik nörotoksisitesi(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-05) Özçeker, Deniz; Tamay, Zeynep; Güler, NerminLidokain ve atrikain yüksek etkinlikleri ve etkilerinin hızlı başlaması nedeni ile infiltrasyon anestezisinde, ekstremite bloklarında, topikal anestezide ve intravenöz rejyonel anestezide yaygın olarak kullanılmaktadır. Yaygın kullanımlarına rağmen lokal anesteziklerle ilaç allerjisi nadir olarak bildirilmektedir. Ancak sistemik toksisitelerine bağlı reaksiyonlar görülebilmektedir. Burada lidokain ve atrikaine uygulamaları sonrası konvülziyon geçiren ve ilaç allerjisi tanısı alan 2 olgu sunulmuştur.Item Fetüs papyraceus ile ilişkili aplazia kutis konjenita(Uludağ Üniversitesi, 2014-04-13) Özdemir, Ahmet; Baştuğ, Osman; Alçı, Serra; Korkmaz, Levent; Halis, Hülya; Korkut, Sabriye; Öztürk, Mehmet Adnan; Güneş, TamerAplazia kutis konjenita (AKK) derinin lokalize veya geniş alanlar şeklinde yokluğu ile karakterize nadir bir anomalidir. Genellikle skalpta görülmekle birlikte, tek veya multipl lezyonlar şeklinde vücudun herhangi bir yerinde bulunabilir. On bin doğumda bir görülen AKK izole bir lezyon olarak ortaya çıkabildiği gibi, yarık damak/dudak, sindaktili, parmakların yokluğu, göz anomalileri ve konjenital kalp hastalıkları ile birlikte görülebilir. AKK’nin oldukça nadir görülen bir formu da intrauterin ex olan ikiz eşine bağlı gelişen formudur. Büyük lezyonlar cerrahi onarıma gerek duyarken, küçük defektler spontan re-epitelizasyon ile iyileşebilir. Bu yazıda; nadir olarak görülen, fetüs papyraceus ile ilişkili olarak gövdesinde AKK gelişen erkek olgu sunulmuştur.Item A treatable cause of cardiomyopathy: Vitamin D deficiency(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Eren, Erdal; Abuhandan, Mahmut; Güzel, Bülent; Koca, Bülent; Başpınar, OsmanDilated cardiomyopathy is an important cause of heart failure in children. Medical therapy rarely results in complete improvement of the disease, treatment of which usually requires transplantation. Herein, we present a patient with cardiomyopathy and rickets. Case report: A 3-month-old boy was referred to Pediatric Endocrinology Clinic due to low calcium level. On his physical examination, enlarged wrists and large anterior fontanel were remarkable. Results of laboratory analyses revealed a calcium level of 6.8 mg/dL, phosphorus level of 4.9 mg/dL, alkaline phosphatase level of 1637 U/L, parathyroid hormone level of 191.2 pg/ mL, and 25-hydroxyvitamin D level of 5.7 ng/mL. Hand-wrist radiograph revealed signs consistent with rickets. Echocardiogram revealed dilated left ventricle, hypokinetic myocardium, an ejection fraction of 42%, and fractional shortening by 20%. Oral calcium lactate was started and then vitamin D treatment was added. At the 3rd month of the therapy, laboratory tests completely returned to normal and signs of rickets disappeared. Echocardiogram findings returned to normal. Since cardiac functions began to improve after the therapy, dilated cardiomyopathy associated with vitamin D deficiency was considered. Vitamin D deficiency should be considered while evaluating dilated cardiomyopathy in the regions that are endemic for nutritional rickets and it should be kept in mind that the therapy may provide dramatic improvement.Item Miyokardiyal ventriküler nonkompaksiyon: Çocuklukta nadir görülmesi nedeniyle son literatürün taranması(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Güvenç, Osman; Çimen, Derya; Arslan, Derya; Sivri, Mesut; Koplay, Mustafa; Oran, BülentMiyokardiyal nonkompaksiyon hastalığı, seyrek görülen bir doğuştan kardiyomiyopati çeşididir. İntrauterin dönemde miyokard dokusunun normal gelişiminin duraklamasıyla, derin trabekülasyonların ve bunların arasında boşlukların oluşmasıdır. Klinikte konjestif kalp yetmezliği, tromboembolik olaylar ve aritmiler görülebilir veya hasta asemptomatik olabilir. Bu yazıda, çocuk kardiyoloji polikliniğine çabuk yorulma şikayetiyle gelen ve miyokardiyal nonkompaksiyon tanısı konulan hasta sunuldu ve seyrek görülen bu hastalık, son literatür bilgileri taranarak hatırlatılmak istendi.Item Multiple eclipse naevi on scalp of a child: Awareness can prevent unnecessary surgery(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Duman, Nilay; Özaygen, Gül Erkin; Elçin, GoncaEclipse naevi are a kind of signature naevi that are mostly observed on trunks of adults and on scalps of children. As they can have some of the criteria for melanoma and can be difficult to follow up especially when they are located on scalp, removal might be recommended frequently by dermatologists. However they are actually benign and they only need observation. In this report a child with multiple eclipse naevi on scalp was described and literature data about eclipse nevus was reviewed to make physicians to be aware of this innocent lesion and to prevent unnecessary surgical procedures. Fifteen years old boy presented with 8 similar naevi on scalp characterized by tan homogenous centers and brown peripheral rims. Dermatoscopy of the lesions demonstrated central homogenous tan areas that were structureless except focal globules and regular brown pigment networks in the periphery. Excisional biopsy of a lesion was done and histopathological diagnosis was consistent with benign compound melanocytic naevus. With these findings diagnosis of eclipse naevus was made. To be aware of eclipse naevi is important to prevent unnecessary concern and surgical procedures.Item Nadir bir olgu; anti-jkb’ye bağlı yenidoğanın hemolitik hastalığı(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Tolunay, İlknur; Oruç, Meral; Tolunay, OrkunJka ve Jkb antikorları (Kidd kan grubu sistemi) akut ve geç tip transfüzyon reaksiyonlarına ve yenidoğanda hemolitik hastalığa neden olabilirler. Jka ve Jkb antikorlarına kan transfüzyonları, gebelik, düşük, küretaj gibi olaylar sonrası rastlanmaktadır. Kidd-Jkb uyumsuzluğuna bağlı hemolitik hastalık nadir görülür ve çoğunlukla iyi seyirlidir. Bizim hastamız 20 saatlik sarılık nedeniyle danışılmıştı. Toplam bilirubin 17,6 mg/dl olması nedeniyle hasta yoğun fototerapi ile tedavi edilmeye başlandı. Tetkiklerinde anne ve bebek kan grupları B grubu Rh + saptanan hastanın direkt coombs IgG +++, C3d ++ gelmesi üzerine yapılan ileri tetkiklerinde annede indirekt coombs ++ ve kidd antijeni + (jkb) gelmesi üzerine kidd uyumsuzluğuna bağlı yenidoğanın hemolitik hastalığı tanısı konulmuş olup hasta tedavinin 4. gününde sekelsiz taburcu edilmiştir. Literatürde ağır olgularda da mevcut olup sonucunda ölüm ve sakatlık da görülebilmektedir. Pediatristlerin ABO ve Rh uyumsuzluğu olmayan erken başlangıçlı ya da tedaviye yanıt uzun süren yenidoğanın hemolitik hastalıklarında subgrup uyumsuzluklarını da düşünmeleri uygun olacaktır.Item Anne sütünde poliaminler(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-25) Büyükuslu, NihalAnne sütü, tüm yeni doğanlar ve bebekler için ideal besindir. Yapısında, gelişimi sağlayan makro besin bileşenleri ve fonksiyonel bileşikler içerir. Anne sütü bileşenleri, erken doğum ve zamanında doğum yapan annelerde değişiklik gösterir. Hücre büyümesi ve farklılaşmasında rol oynayan poliaminler, endojen olarak sentezlenmelerinin yanı sıra diyet yoluyla alınan besinlerden ve barsak mikrobiyatasından ekzojen olarak da sağlanırlar. Yeni doğanlar için ilk ekzojen poliamin kaynağı olan anne sütünde, spermin ve spermidin konsantrasyonu putresine oranla daha yüksektir. Laktasyon süresince poliamin içerikleri, ilk hafta boyunca artarak 1-2 hafta sonrasında maksimum seviyeye ulaşır, daha sonra düşmeye başlar. Anne sütünde poliamin içeriği, anne sütünün alınma zamanı, emzirme süresi ve annenin diyetle aldığı poliamin miktarına bağlıdır. Yeni doğan ve bebeklik dönemlerinde poliamin alınması immün sisteminin oluşturulması ve barsak gelişiminde önemlidir. Anne sütünün yetmediği ve tamamlayıcı beslenme gereken durumlarda, formula veya inek sütü kullanılır. İnek sütünün poliamin içeriği anne sütündekine oranla daha düşüktür. İdeal formula kompozisyonunda besin bileşenlerinin yanı sıra gerekli büyüme ve gelişmeden sorumlu mikro besin maddeleri de yer alır. Poliaminlerle zenginleştirilmiş formula ile beslenme, bebeklerin immün sistemi gelişimine katkıda bulunabilir. Bu derlemede, anne sütünde bulunan poliaminlerin, fonksiyonları ve bebeğin gelişimi üzerine etkileri ile anne sütü, inek sütü ve formulalarda poliamin içeriklerinin karşılaştırılması amaçlamıştır.Item Çocuklarda işlemsel ağrı yönetiminde dikkati başka yöne çekme yöntemlerinin kullanımı(Uludağ Üniversitesi, 2015-06-25) İnal, Sevil; Canbulat, NejlaKan alma, enjeksiyon uygulama gibi tıbbi işlemler çocukların en büyük ağrı kaynaklarından biridir. Ağrı çocukların iğneden korkmasına, aşı uygulaması, enjeksiyon ve kan alma uygulaması gibi bazı tıbbi işlemlere karşı gönülsüzlüğü hatta tedavinin ihmal edilmesine ya da gecikmesine neden olabilmektedir. Bu nedenle hemşire, çocuklarda ağrının uzun dönem olumsuz etkilerini azaltmak ve ağrılı prosedürlerin fiziksel ve emosyonel etkilerini gidermek için ağrılı işlemleri yönetmelidir. Çocuklarda tıbbi işlemler sırasında oluşabilecek ağrı ve anksiyeteyi azaltmaya yönelik ilaçlı ve ilaç dışı yöntemleri kapsayan pek çok yaklaşım vardır. Son yıllarda, hemşirelerin ağrılı işlemlerde ağrıyı gidermeye yönelik ilaç dışı yöntemlerin kullanımı ile ilgili araştırmalar artmıştır. Tıbbi işlemler sırasında oluşan ağrıyı gidermede en sık kullanılan yöntemlerden biri dikkati başka yöne çekmedir. Dikkati başka yöne çekme yöntemi, ağrıyı azaltmak için hastanın dikkatini başka bir uyarana yoğunlaştırma girişimidir ve beynin uyarana dikkatini yoğunlaştırma ile ilgili kapasitesinin sınırlı olduğu hipotezine dayanmaktadır. Bu makalede sıklıkla kullanılan dikkati başka yöne çekme yöntemleri tartışılacaktır.Item Çocuklarda kuvvet gelişimi ve kuvvet antrenmanlarına genel bakış(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Hekim, Mesut; Hekim, HakanÇocuklarda psikomotor gelişim süreci içerisinde bazı önemli evreler vardır. Sporla ilişkili hareketler dönemi bu evrelerin içerisinde yer almaktadır. Çocuklarda 7-12 yaş dönemini kapsayan bu evrede çocukların fiziksel ve motor gelişim düzeylerinde anlamlı bir artış meydana gelmektedir. Bu yaş grubunda bulunan çocukların spora yönlendirilmesi ile fiziksel ve motor gelişim desteklenmektedir. Yapılan birçok araştırmada da çocuklarda spora katılımın motor özellikleri ve fiziksel gelişimi desteklediği belirtilmiştir. Çocuklarda spora katılım ile gelişen en önemli motor özelliklerin başında da kuvvet gelmektedir. Kuvvet gelişimini desteklemek için yapılan uygun egzersizlerden çocukların kuvvet gelişimi olumlu yönde etkilenmektedir. Çocuklarda kuvvet gelişimini amaçlayan çalışmalardan en iyi verimin elde edilmesi ve çocuklarda herhangi bir sakatlık oluşturacak riskleri ortadan kaldırmak için psikomotor gelişim ilkeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çalışmada çocuklarda kuvvet gelişimi, spora katılımın kuvvet gelişimine katkıları, çocuklarda kuvvet antrenmanları ve çocukların kuvvet antrenmanlarına yanıtları üzerinde durulacaktır.Item Ergenlerde algılanan duygu dışa vurumu ile psikosomatik belirtiler arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2015-03-03) Eray, Şafak; Vural, Pınar; Çetinkaya, Fatma; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Giriş: Psikosomatik tıp anlayışı; insanı biyopsikososyal bütünlük açısından ele alarak ruh-beden ayrımına karşı çıkan bir anlayıştır. Bu çalışmada pediatri kliniğinde sık karşılaşılan birçok bedensel belirtilerin ailedeki duygusal ortamın göstergesi olan duygu dışa vurumu ile ilişkisi araştırılmak istenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın araştırma grubunu, 2014-2015 öğretim yılında Kocaeli-Gebze ilçesi ortaöğretim kurumlarında eğitimine devam etmekte olan lise öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, Bilgi Toplama Formu ve ülkemizde geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmış olan kısaltılmış Duygu Durum Ölçeği, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Psikosomatik Belirtiler Alt Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda kızlarda erkeklere göre daha yüksek psikosomatik belirti saptanmıştır. Kronik veya ruhsal bir hastalığı bulunan gençlerin psikosomatik belirtilerinin, olmayanlara göre daha fazla olduğu gösterilmiştir. Ailede kronik fiziksel ya da ruhsal hastalığın varlığında ise psikosomatik belirtiler anlamlı bir oranda artış göstermektedir. Duygu dışa vurum ile psikosomatik belirtiler arasında güçlü ilişkiler olduğu bulunmuştur. Duygusal destek yokluğunun, müdahaleciliğin ve sinirliliğin fazla olduğu ailelerde, gençlerin psikosomatik belirtileri daha fazla yaşadığı görülmüştür. Sonuç: Çalışmamızda ergenlerde ailedeki duygusal ortamın, algılanan müdahalecilik, sinirlilik ve duygusal destek yokluğunun psikosomatik belirtilerin ortaya çıkması ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu bulgular psikosomatik yakınmalarla başvuran gençlerin değerlendirmesindeki multidisipliner yaklaşımın önemini vurgulamaktadır.Item Alt solunum yolu enfeksiyonu tanısıyla yatırılan hastalarda respiratuvar sinsityal virüs enfeksiyonu sıklığı ve klinik özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Gülcan, Gülcihan; Turan, Özden; Türkmenoğlu, Yelda; Türkkan, Emine; Köse, GülşenGiriş: Bu çalışmada hastanemize alt solunum yolu enfeksiyonu (ASYE) tanısı ile yatırılan bebeklerde respiratuvar sinsityal virüs (RSV) enfeksiyonu sıklığı ve klinik özelliklerinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bir Aralık 2012-1 Mart 2013 tarihleri arasında ASYE tanısı ile yatırılan ve nazofarengeal sürüntü örneklerinde enzim immünoassey yöntemiyle etken olarak RSV bakılan 1-24 ay arası 170 hastanın dosyaları geriye dönük incelenerek klinik ve laboratuvar özellikleri değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %37,1’inde RSV enfeksiyonu saptandı. RSV (+) olgularda RSV (-) olgulara göre yaşı 6 ayın altında olanların oranı istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı. RSV (+) ve RSV (-) olgular arasında cinsiyet, akciğer grafisinde infiltrasyon, C-reaktif protein pozitifliği, lökosit değerleri, trombosit sayısı, yetersiz anne sütü alma, ailesinde solunum yolu enfeksiyonu varlığı, annede ve ailede sigara içme öyküsü, başvuru yakınmaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda 1-24 ay arası ASYE tanısı ile yatırılan hastalarda yüksek oranda (%37,1) literatürle uyumlu olarak RSV enfeksiyonu saptandı. RSV enfeksiyonunun belirlenmesinin gerekli izolasyon önlemlerinin alınarak hastalar arası bulaşmanın engellenebilmesini sağlayacağını ve gereksiz antibiyotik kullanımının azaltılabilmesine katkıda bulunacağını düşünüyoruz.Item Bir eğitim hastanesinde çocuk hekimlerinin gelişimsel kalça displazisi ile ilgili bilgi düzeyleri(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Külcü, Nihan Uygur; Orak, Mehmet Mufit; Gerenli, Nelgin; Sarı, Erdal; Say, AysuGiriş: Kalçanın en sık rastlanan doğumsal patolojisi olan gelişimsel kalça displazisi (GKD) erken tanı ve tedaviyle tamamen iyileştirilebilir. Erken tanı ve tedavi, sağlık çalışanlarının konu ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmasıyla sağlanabilir. Çalışmamızda, bir eğitim hastanesinde görev yapan çocuk hekimlerinin GKD hakkında bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi ve güncel bilgilerin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevli çocuk hekimlerinin GKD hakkında etiyopatogenez, risk faktörleri, fizik muayene, tanı ve tedaviyle ilgili çoktan seçmeli sorulardan oluşturulmuş anket formunu yanıtlaması istendi. İstatistiki değerlendirme için NCSS 2007® USA paket programı kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya 39 asistan, 21 uzman toplam 60 çocuk hekimi katıldı. Ailede GKD varlığı, kundaklama, makat geliş, kız cinsiyet ve oligohidramnios hekimlerin ≥%70’inin bildiği risk faktörleriydi. Metatarsus adduktus, Larsen sendromu ve konjenital diz çıkığı en az oranda (≤%10) bilinen risk faktörleriydi. Asistan ve uzman hekimler arasında risk faktörlerinden tortikollis, çoğul gebelik, birinci bebek, metatarsus adduktus’un bilinme oranlarında istatistiksel anlamlı (p<0,05) fark saptandı. GKD tanısında uzman hekimler fizik muayene ve direkt grafi gibi konvansiyonel yöntemleri, asistan hekimler ise bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme gibi ileri görüntüleme yöntemleri seçme eğilimindeydi. Uzman hekimlerden anlamlı farklı olarak asistan hekimlerin %30,7’si asetabulum gelişiminde femur başı mekanik uyarısı dışındaki faktörleri en önemli etmen olarak düşünmekteydi (p<0,05). Asistanlık süresi, uzmanlık süresi ve çocuk sahibi olma ile bilgi düzeyleri arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Sonuç: Çocuk hekimlerinin GKD hakkında mevcut bilgi düzeylerinin arttırılması ve güncellenmesi GKD’yi önleme, tanı ve tedavide başarı oranlarını artıracaktır.Item İnflamatuvar barsak hastalığı tanılı çocukların uzun süreli izlemi: 53 olgunun değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Beşer, Ömer Faruk; Kutlu, Tufan; Çokuğraş, Fügen Çullu; Erkan, TülayGiriş: Bu çalışmada inflamatuvar barsak hastalığı (İBH) tanısı ile izlenen çocukların uzun dönem demografik, klinik, laboratuvar, tedaviye yanıt özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 0-18 yaş aralığında İBH tanısı ile izlenmekte olan 53 olgu dahil edilmiştir. Hasta grubu; klinik, serolojik, endoskopik, histopatolojik ölçütlere göre İBH tanısı konulan hastaları içermiştir. Hastaların doğum tarihleri, özofagogastroduodenoskopi/kolonoskopi bulguları, tanı anındaki ve izlem sırasındaki laboratuvar tetkikleri, yakınmaları ve süreleri, daha önce almış olduğu ve şu an almakta olduğu tedaviler ve eşlik eden hastalık varlığı gözden geçirilmiştir. Tanı anındaki ve tedavi sonrasındaki boy ve vücut ağırlığı Z skorları hesaplanıp karşılaştırılmıştır. Hastaların fizik muayene bulguları ile ailede İBH ve otoimmün hastalık öyküleri sorgulanarak kayıt edilmiştir. Bulgular: Olgularımızın 18’i Crohn hastalığı (CH), 35’i ülseratif kolit (ÜK) tanısı ile izlenmekteydi. Erkek/kız oranı CH’de 3,5/1, ÜK’de 1,33/1 idi. On olgunun (%18,9) akrabalarından birisinde İBH tanılı başka bir hasta bulunmaktaydı ve bu olgularda yakınma başlama yaş ortalamasının ailesinde İBH olmayanlardan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğunu saptadık (p=0,042). Olguların 20’sinin (%37,8) anne babaları arasında akrabalık olduğunu tespit ettik. Akrabalık saptanan 20 olgunun yakınma başlama yaş ortalamasının akrabalık olmayanlardan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğunu gözlemledik (p=0,025). Yaşa göre ağırlık Z skoru %18,9 olguda -2’nin altındaydı ve bu olguların yedisi CH tanısı ile izlenmekteydi. Yaşa göre boy Z skoru %17 olguda -2’nin altındaydı ve bu olguların dokuzu yine CH tanısı ile takip edilmekteydi. Tanı anındaki beyaz küre sayılarının, eritrosit çökme hızının ve C-reaktif protein değerlerinin tedavi sonrasında istatistiksel olarak anlamlı derecede gerilediği gözlenmiştir (p<0,001). İlk basamak tedaviye direnç ÜK’de %14,3 iken CH’de %33,3 idi. Sonuç: Ailede İBH tanılı başka hastanın olması ve anne-baba arasında akrabalık olması gibi durumlarda etiyolojide genetik mutasyonların olabileceğini düşünerek hastalığın daha erken yaşta ortaya çıktığını saptadık. Büyüme geriliğinin, fizik muayene bulgularının ve laboratuvar göstergelerin tedaviyle normale gelmesi İBH’de aktif hasta izleminin değerini ortaya koymaktadır.