2013 Cilt 39 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18441
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Nöroborrelyoz(Uludağ Üniversitesi, 2013-06-18) Helvacı, Nesrin Yılmaz; Kazak, Esra; Helvacı, Safiye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.Lyme hastalığı, Borrelia burgdorferi’nin etken olduğu, artropod aracılı bir hastalık olup, multisistemik tutulum gösteren klinik bulguları ile tüberküloz, bruselloz, sifiliz gibi ‘büyük taklitçi’ enfeksiyon hastalıkları arasındadır. Hastalık esnasında görülen çok sayıda nörolojik belirti nin varlığı "nöroborrelyoz" adlı antitenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Spirokete karşı immünolojik yanıt ve etkenin direkt hasarı hasta lığın klinik bulgularını da belirlemektedir. Etken menenjit, kraniyal nörit, fasiyal paralizi, kronik ensefalomiyelit, spastik paraparezi ve hatta mental değişiklikler ile seyreden pekçok farklı nörolojik tablodan sorumlu tutulabilir. Erken tanı ve tedavi, hastalığın ilerlemesinin yanı sıra, bakterinin persiste etmesini de önler. Vektör olan kene türlerinin ülkemizde de bulunması nedeni ile nöroborrelyoz ayırıcı tanımızda yer almalıdır.Item Behçet Hastalığı'nın etiopatogenezi(Uludağ Üniversitesi, 2013-06-14) Yazıcı, AytenBehçet hastalığı (BH), arter ve venlerde küçük ve büyük damarları etkileyen, etyolojisi ve patogenezi tam olarak bilinmeyen sistemik bir vaskülittir. Birçok viral ve bakteriyel nedenler detaylı olarak araştırılmış olup mikroorganizmaların tetikleyici rol oynadıkları ya da çapraz reaktif antijenler gibi (ısı şok proteinleri gibi) self antijenlerle etkileştikleri yaygın olarak kabul edilmektedir. BH ile en güçlü ilişkili gösterilen genetik risk faktörü insan lökosit antijeni (HLA)-B51’dir. IL1, faktör V ve ICAM-1, KIR ve e NOS gibi MHC bölgesi dışındaki diğer genlerin patogenezde rol oynayabileceği düşünülmektedir. Sadece HLA-B51’in hastalık patogenezi ile direk ilişkili olduğu, diğerlerinin ise HLA-B51 ile güçlü linkage disequilibrium (bağlantı dengesizliği)’a sahip olduğu kabul edilmektedir. BH’lı hastalarda doğal ve edinsel immunitede birçok anormallikler tespit edilmiştir. Aktive nötrofiller hem kendilerini hem de Th1 hücrelerini uyaran bazı sitokinleri salgılarlar. Bu derlemede BH’nın patogenezine dikkat çekip olası nedenler tartışılmıştır.Item Prenatal mozaik trizomi 17’li yeni bir olgu(Uludağ Üniversitesi, 2013-07-25) Şahintürk, Serdar; Türe, Mehmet; Gülten, Tuna; Küçükkömürcü, Şakir; Yakut, Tahsin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Mozaik trizomi 17 nadir görülen otozomal trizomilerden olup literatürde sadece 30 olguda bildirilmiştir. Olguların büyük çoğunluğu “chori onic villus sampling” (CVS) ve amniyosentez materyallerinden yapılan prenatal genetik analizlerde saptanmış olup klinik bulgular son derece değişkendir. Burada sunduğumuz olgunun prenatal dönemde ultrasonografik takibinde lateral ventriküllerde sınırda ventrikülomegali saptandı ve amniyosentez yapıldı. Sitogenetik analiz ile karyotip 47,XX,+17[5]/46,XX[35] olarak saptandı. Yapılan FISH analizi ile mozaik trizomi 17 karyotip bulgusu doğrulandı (nuc ish(RARA×3,PML×2)[30/100], (TP53×3)[35/100]). Termde spontan vajinal yolla doğan olgu nun fizik muayenesinde ve transfontanel ultrasonografisinde herhangi bir dismorfik bulgu ya da konjenital anomali saptanmadı. Periferik kandan postnatal olarak yapılan kromozom analizinde karyotip 46,XX olarak saptandı. Periferik kandan ve yanak mukozasından lokus spesifik problar ile yapılan FISH analizinde de mozaisizm saptanmadı (nuc ish(RARA,PML)×2[200],(TP53×2)[200]). Prenatal tanıda nadir görülen mozaik trizomi 17 saptanan olgumuz, ileride karşılaşılabilecek benzer olgularda ailelere verilecek genetik danışmanlık açısından katkı sağlayacaktır.Item Bir vaka üzerinden bir sendromun analizi: Gorlin-Goltz sendromu(Uludağ Üniversitesi, 2013-05-31) Akça, Mehmet Ege; Demir, Uygur Levent; Özmen, Ömer Afşın; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı.Gorlin-Goltz sendromu (GGS), otozomal dominant geçiş gösteren nadir bir genetik hastalıktır. Bu sendromun klasik triadını meydana getiren bulgular; maksillomandibular odontojenik keratokistler, çok sayıda bazoselüler karsinom ve çeşitli iskelet anomalilerinin varlığıdır. Sendro mun erken döneminde tanı koydurucu ana bulgu, oral kavitede multipl keratokistler olduğundan özellikle kulak burun boğaz uzmanları ve diş hekimlerinin hastalık hakkında bilgi sahibi olması önemlidir. Bu sayede hastalarda daha sonra görülebilecek deri ve organ kanserlerinin erken tanısı ve tedavisi multidisipliner şekilde mümkün olabilmektedir. Bu olguda kliniğimize mandibula ve maksillada multipl kistik lez yonlar nedeniyle başvuran ve tanısında GGS düşünülen 13 yaşında bir kız hasta bildirilmektedir.Item 9p delesyon sendromu: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2013-04-03) Şahintürk, Serdar; Türe, Mehmet; Yakut, Tahsin; Gülten, Tuna; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.9p delesyon sendromu; trigonosefali, orta yüz hipoplazisi, uzun filtrum, hipertelorizm gibi kraniofasial anomalilerle karakterize, nadir görülen ve iyi tanımlanmış bir sendromdur. Bazı olgularda klinik tabloya genital ve/veya gonadal bozukluklar, kardiyak anomaliler, endokrin ve metabolik bozukluklar eşlik edebilmektedir. Klinik tablonun değişkenlik göstermesi, genetik danışma açısından genotip-fenotip ilişkisinin kesinlik kazanmasını gerektirmektedir. Sunulan 14 aylık kız olgunun aile öyküsünde, opere izole sindaktilisi olan bir erkek kardeş dışında özellik bulunmamaktadır. Olguda, sendromun karakteristik kraniofasial dismorfik bulgularına ek olarak atrial septal defekt, patent foramen ovale, patent duktus arteriozus, pulmoner stenoz, sol ventrikül hipertrofisi ve umbilikal herni gibi konjenital anomaliler bulunmaktadır. Konvansiyonel sitogenetik analizle karyotip özelliği 46,XX,del(9)(p22) olarak saptanan olguda sonuç FISH analizi ile konfirme edilmiştir. Literatür bilgilerine göre olgudaki fenotipik özelliklere, delesyona uğrayan bölgede yer alan CER1, FOXD4, FOXP2 ve DOCK8 genlerinin kaybının neden olduğu düşünülmektedir.Item Çalışan kalpte yapılan koroner bypass cerrahisi sırasında kardiyopulmoner bypassa dönüşümün mortalite ve morbidite üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2013-07-29) Önder, Tolga; Saba, Davit; Binicier, Nöfel Ahmet; Biçer, Murat; Ocakoğlu, Gökhan; Gürcü, Engin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Çalışmamızda planlı off-pump koroner arter bypass cerrahisi sırasında acil kardiopulmoner bypassa konversiyonun sonuçlarını değerlendirdik ve konversiyon hastalarının sonuçlarını kardiyopulmoner bypass eşliğinde yapılan koroner bypass ile retrospektif olarak karşılaştırdık. Kliniğimizde Ocak 2004-Ocak 2010 tarihleri arasında 1257 izole çalışan kalpte koroner bypass, 494 izole konvansiyonel koroner bypass uygulandı. 66 hastada (%5.4) acil kardiyopulmoner bypassa konversiyon gereksinimi oldu. Kardiyopulmoner bypassa konversiyon olan hastalar, konvansiyonel cerrahi ile karşılaştırıldığında mortalitenin (p=0.003), intraaortik balon pompa kullanımının (p=0.007), ventilasyon süresinin (p=0.020), kardiopulmoner bypass süresinin (p=0.002), operasyon süresinin (p=0.001), inotrop ihtiyacının (p<0.001), aritmi insidansının (p<0.001), hastanede kalış süresinin (p<0.001), göğüs tüpü drenajınını (p=0.023) önemli derecede yüksek olduğu görüldü. Off-pump koroner bypass cerrahisi esnasında acil kardiyopulmoner bypassa konversiyon olması yüksek mortalite ve morbidite ile sonuçlanır. Off-pump koroner bypass cerrahisi ile konvansiyonel cerrahiyi karşılaştıran çalışmalarda konversiyon hastaları off pump grubuna dahil edilmelidir.Item Bir üniversite hastanesi acil servisine hava ambulansı ile nakledilen olguların değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-07-29) Yenice, Hüseyin; Köksal, Özlem; Armağan, Erol; Köse, Ataman; Çetinkaya, Hasan Basri; Sığırlı, Deniz; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.Hava kurtarma sistemi hastane öncesi acil sağlık hizmetlerinin önemli bir unsurudur ve tüm dünyada hava ambulanslarının kullanımı hızla artmaktadır. Bu çalışmada bölgemiz için yeni bir uygulama olan hava ambulans hizmetlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Prospektif olarak yürütülen çalışmaya, bir yıl içinde hava ambulansıyla olay yerinden veya herhangi bir sağlık kuruluşundan getirilen veya hava ambu lansıyla hastanemizden sevk edilen hastalar alınmıştır. Hasta verileri kaydedilmiş ve istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Çalışmaya acil servise (AS) sevkle gelen 137 hasta ve AS’den sevk edilen 38 hasta olmak üzere toplam 175 hasta alındı. Hastaların çoğu (%62.8) erkek ve yaş ortalaması 31.7±26.0 idi. Hastaların hastaneye varış süresi incelendiğinde, medyan taşıma süresinin 30 (min-maks=4-139) dakika olduğu gözlendi. Sonuçlanmalarına bakıldığında; %50.3’ü yatırılırken, %25.1’i başka bir sağlık kurumuna sevk, %21.7’si taburcu edildi ve %2.9 hasta ise hayatını kaybetti. Kritik olan hastaların transferinde helikopter ambulans önemli bir rol alarak, uygun hasta gruplarında daha hızlı ve etkin transport sağlamaktadır.Item Overin yetişkin tip granüloza hücreli tümörleri: 22 vakanın retrospektif klinik analizi(Uludağ Üniversitesi, 2013-06-14) Yücel, Koray Güneş; Gümüş, Ertaç; Şahin, Öztürk; Ozan, Hakan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Granuloza hücreli tümörler overin nispeten nadir görülen, fonksiyonel ve düşük gradeli tümörleridir. Tüm over kanserlerinin %2-3’ünü oluştururlar. Bu çalışmanın amacı, olguların klinik seyri, tedavisi ve tedavi sonuçlarını incelemek ve overin granuloza hücreli tümörleri ile ilişkili prognostik faktörleri ortaya koymaktır. 1993 ile 2012 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD’nda overin granuloza hücreli tümörü tanısı ile cerrahi evrelemesi ve tedavisi yapılan 22 olgunun klinik bulguları, uygulanan tedaviler ve hastalık takip sonuçları araştırılmıştır. Hastaların klinik evrelemesinde FIGO evrelemesi kullanılmıştır. Primer cerrahiden sonra medyan takip süresi 24.50(9-41) aydır. Hastaların medyan yaşı 44 (28 - 83) yıl olarak saptandı. Hastaların %45’i premenopozal durumda idi. En sık başvuru şikayeti kasık ağrısı (%54,5) olarak saptandı. Ca 125 seviyeleri 6 hasta dışında normal değerlerde saptandı. Yedi olguya primer optimal cerrahi prosedür uygulanırken, 1 olguya fertilite koruyucu cerrahi uygulanmıştı. Diğer olgulara ise primer optimal cerrahi prosedür uygulanmamıştı. Bu çalışmada, hastalığın evresi tek başına hastalık için en önemli bağımsız prognostik faktör olarak saptanmıştır. Diğer prognostik faktörlerin öneminin belirlenebilmesi için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Otolog ve allojenik kök hücre nakli olan hastaların anksiyete ve depresyon düzeyi(Uludağ Üniversitesi, 2013-05-28) Kapucu, Sevgi Sun; Karacan, Yasemin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Bu çalışma, allojenik ve otolog kök hücre nakli (KHN) yapılan hastaların anksiyete ve depresyon düzeyinin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Örneklemi toplam 60 hasta oluşturmuştur. Çalışmada araştırmacı tarafından soru formu geliştirilmiştir. Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADÖ) araştırma formuyla karşılaştırmak için kullanılmıştır. Otolog gruptaki hastaların hastaneye yatış ve 30. gün anksiyete düzeyi allojenik gruptan daha yüksek saptanmıştır. Anksiyete düzeyleri açısından 2 grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Çalışmada hastaların yaş, tanı, eğitim, cinsiyet, medeni durum, fizyolojik sorunlara göre anksiyete ve depresyon sorunları karşılaştırılmıştır. Hastalardan aplastik anemili hastaların anksiyete düzeyi daha yüksek saptanmıştır. Diğer yandan allojenik KHN yapılan bayan hastalarda depresyon düzeyi daha yüksek olarak belirlenmiştir. 2 grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05).Item Lokal ileri veya metastatik pankreas kanserli hastalarımızın retrospektif değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-05-20) Avcı, Nilüfer; Merter, Mustafa; Balcı, Mehmet Ali; Cubukcu, Erdem; Ölmez, Ömer Fatih; Özkaya, Güven; Hafızoğlu, Merve; Yorulmaz, Nadide; Hafızoğlu, Emre; Kanat, Özkan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Onkoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.İleri evre pankreas kanserli hastalar kötü bir prognoza sahiptir ve tedavileri medikal onkoloji pratiğinde önemli bir problem olmaya devam etmektedir. Bu nedenle bu çalışmada metastatik veya lokal ileri pankreas kanseri tanısıyla tedavi edilen hastalarımızın klinik özelliklerini ve tedavi sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma için, Ocak 1995-Mayıs 2012 tarihleri arasında tedavi edilen ve klinik bilgileri elde edilebilen toplam 183 olgunun dosyasını retrospektif olarak inceledik. Hastaların demografik özelliklerini, almış oldukları tedavileri ve sağkalım sonuçlarını belirledik. Olguların 123’ü erkek, 60’ı kadın olup ortanca yaş 60 (33-84) idi. Tanı anında 105 olgu metastatikti ve en sık metastaz yeri karaciğerdi. Yetmiş beş hasta gemsitabin + 5-Fluorourasil, 42 hasta gemsitabin, 24 hasta gemsitabin+sisplatin ve 3 hasta UFT+sisplatin ile tedavi edilmişti. Kemoterapi ile olguların %6’sında tam yanıt, %8.7’de kısmi yanıt ve %9.8’de stabil hastalık elde edilmişti. Tedavi ile olguların ancak 34’ünde kilo artışı mevcut olup, kilo artışı ile sağ kalım arasında pozitif bir ilişki (p<0.001) tespit edildi. Medyan sağ kalım süresi 7 (5-8) aydı.Item Yoğunluk ayarlı radyoterapi tekniği kullanılarak tedavi edilen akciğer kanserli hastaların tedavi planlarının dozimetrik olarak incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2013-05-20) Toksoy, Turgay; Tunç, Sema; Altay, Ali; Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel Kahraman; Okumuş, Dilruba; Kula, Zehra; Kekilli, Esra; Özkan, Lütfi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.Çalışmamızın amacı yoğunluk ayarlı radyoterapi (YART) tekniği ile tedavi edilen akciğer kanserli hastaların bilgisayarlı tedavi planma sistemi (BTPS) ile oluşturulan tedavi planlarının iki farklı dozimetrik ekipman kullanılarak doz kontrollerinin yapılması, bu ekipmanların güvenilirlik ve uygulanabilirlik açısından karşılaştırılmasıdır. BTPS ile oluşturulan 15 YART tedavi planlanın dozimetrik doğrulaması iki boyutlu düzlem dedektör (2D – Array) ve elektronik portal görüntüleme cihazı (EPID) ile yapılmıştır. Ölçümlerin BTPS verileri ile karşılaştırılmasında gamma analiz yöntemi kullanılmıştır. Ölçülen YART alanlarının dozimetrik doğrulamasında elde edilen gamma parametrelerinin medyan değerleri ve dağılım aralığı 2D Array için = 1.207 (0.890 – 2.177) = 0.406 (0.326 – 0.508) ve = 98.06 (95.05 – 100), EPID için = 1.709 (1.265 – 4.324), = 0.379 (0.257 – 0.531) ve = 97.81 (95.02 – 99.82) olarak bulunmuştur. Her iki sistem için de elde edilen sonuçların tedavi kabul koşullarını sağlamasına karşın EPID ile elde edilen parametrelerinin 2D – Array’den daha yüksek olduğu görülmüştür. parametresi açısından oluşan farkın iki dedektör arasındaki uzaysal çözünürlük farklılığından kaynaklandığı düşünülmektedir. EPID sisteminin yüksek uzaysal çözünürlüğü ile akciğer kanserleri için önemli olan düşük doz bölgelerinin ölçülmesinde daha uygun bir sistem olduğuna, BTPS’den kaynaklanan hataların belirlenmesinde daha güvenilir olacağı sonucuna varılmıştır.Item Konjenital koanal atrezide transnazal endoskopik tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2013-04-09) Demir, Uygur Levent; Kasapoğlu, Fikret; Şahin, Murat Sertan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı.Konjenital koanal atrezi, posterior nazal açıklığın tek taraflı veya bilateral olarak kapalı olduğu nadir bir üst hava yolu obstrüksiyonudur. Tek taraflı vakalar burun tıkanıklığı ve akıntı gibi spesifik olmayan şikayetlerle geç dönemde tespit edilirken, bilateral vakalarda ise yenidoğanlar mecburi nazal solunum yaptıklarından acilen cerrahi tedavi yapılması gereklidir. Bu çalışmada kliniğimizde Ocak 2010 ile Şubat 2013 tarihleri arasında konjenital koanal atrezi nedeniyle transnazal endoskopik cerrahi yapılan hastalar retrospektif olarak tarandı. Hastaların bir kısmına postoperatif stent uygulandı. Klinik bulgular ve postoperatif takip sonuçları incelenerek, endoskopik koanal atrezi cerrahisinde başarıyı etkileyen prognostik faktörler güncel literatür bilgileri eşliğinde ele alındı. Transnazal endoskopik koanaplasti tekniği güvenli, daha az morbid ve yüksek başarılı sonuçlar elde edilebilen bir cerrahidir. Ancak cerrahi sonrası uzun dönemde restenoz halen sık görülen bir komplikasyondur. Bu konuda daha kapsamlı ve çok hastayı içeren çift kör çalışmaların yapılması gereklidir.Item Prostatın kansere yolculuğunda atipik küçük asiner proliferasyonların önemi nedir?(Uludağ Üniversitesi, 2013-04-15) Altıntaş, Emine Kıyım; Atalay, Fatma Öz; Aytaç, Berna; Vuruşkan, Hakan; Ünal, Nermin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.Transrektal ultrasonografik prostat iğne biyopsilerinde tanıda güçlük yaratan lezyonlardan biri de “atipik küçük asiner proliferasyon” (ASAP) olarak tanımlanan odaklardır. Tanı alanındaki gelişmeler nedeniyle patologlar bu lezyonla daha sık karşılaşmaktadır. Çalışmamızda Şubat 2005 – Haziran 2012 tarihleri arasında prostat iğne biyopsileri ve transüretral prostat rezeksiyonu (TUR-P) materyallerinin histopatolo jik incelemesinde ASAP tanısı verilmiş 23 hasta incelenmiştir. Bu tanının daha sonra yapılan tekrar biyopsileri ve prostatektomi materyalle rinin histopatolojik inceleme sonuçlarıyla korelasyonu araştırılmıştır. Buna göre ASAP tanısı aldıktan sonra tekrar biyopsileri ve TUR-P işlemi yapılan 23 hastadan 9’unda (%39) adenokarsinom saptanmıştır. Bu hastalarda ASAP tanısı verilen prostat kadranları ile tekrar biyop silerdeki adenokarsinom kadranları arasında farklılıklar olduğu dikkat çekici bir bulgu olarak karşımıza çıkmıştır. Sonuç olarak çalışmamız, prostat iğne biyopsilerinde ASAP tanısı alan hastaların takibinin önemli orandaki kanser riski nedeniyle mutlaka tüm kadranları içeren tekrar biyopsileriyle yapılması gerektiğini ortaya koymuştur.