1980 Cilt 1 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20482
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item Proje değerlendirme yöntemleri(Bursa Üniversitesi, 1980) Yılmaz, Zekai; İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesiİşletmeler, çok sayıda proje arasından bir veya birkaçını seçmek için itli yöntemlerden yararlanmaktadır. Son yıllarda , proje değerlendirme yöntemlerinde önemli bazı gelişmeler olmuştur. Bu gelişmeler özellikle işletmelerin amaç sisteminden kaynaklanmaktadır. Yeni araştırmalarda işletmelerin tek bir amaç değil birden fazla amacı aynı anda izlediği saptanmıştır. Buna paralel olarak, projelendirme yöntemleri de tek boyutlu ve çok boyutlu olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Bu yazı , aslında , çok boyutlu proje değerlendirme yöntemlerini bir örnekle açıklama amacını gütmektedir. Ancak, tek boyutlu yöntemlerin değerlemesi yapılmadan çok boyutlu yöntemlere geçilmeyecektir.Item Bay Keynes ve "Klasikler" ; bir yorum(Bursa Üniversitesi, 1980) Hicks, J.R.; Ertaş, Ebru; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiBay Keynes'in General Theory of Employment'ının eğlendirici değerinin kitabın satirik yönüyle daha da arttırıldığı en az hoşgörü sahibi bir okur tarafından dahi kabul edilecektir. Fakat pek çok okurun bu Dunciad karşısında şaşkınlık içinde olduğu da bir gerçektir. Geçmişte kendilerini tevazu ile "klasik iktisatçı" olarak tanımlayanlar, Bay Keynes'in tartışmalarını inandırıcı bulsalar dahi, Bay Keynes'in topluluklarında inandıklarını iddia ettiği şeylere inandıklarını hatırlamakta güçlük çekeceklerdir. Hiç şüphesiz, tarihi nitelikteki şüphelerini pozitif teoriden mümkün olduğunca yararlanmalarını engelleyen bir köstek olarak karşılarında bulanlar da olacaktır.Item Para teorisi ve Keynesgil iktisat(Bursa Üniversitesi, 1980) Johnson, Harry G.; Ertaş, Sacit; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiPara Teorisinin kapsamı nedir? Teori ne ile ilgilenmektedir? Bunlar bizi doğrudan Keynesgil devriminin kalbine götüren sorulardır. Keynesgil devrimden önce para teorisinin temel ilgi alanı fiyat düzeyi teorisi ve fiyatlar genel düzeyinin belirlenmesinden oluşuyordu. Fiyat düzeyi ile ilgili ayrıca iktisadi dalgalanmalar sorusu vardı. Artan fiyatların geliri rantiyelerden müteşebbislere yeniden dağıtma, kar bekleyişlerini arttırma ve yatırımlan uyarma etkileri olduğundan bu dalgalanmalar ile fiyat düzeyindeki hareketler birbiri ile bağlantılı idi. Keza, düşen fiyatların geliri müteşebbislerden rantiyelere yeniden dağıtma, kar bekleyişlerini azaltma ve yatırımları caydırma etkileri vardı. Klasik para teorisinin iktisadi dalgalanmalar aracılığı ile tesadüfen teori içine giren istihdam düzeyi ile doğrudan ilgilenmediği gözlenmektedir. Klasik teorisyenler ücretlerdeki ve fiyatlardaki esneklik sonucu ortaya çıkan tam istihdama yönelik bir eğilimi varsaymakta ve işsizliği ücretlerin ve fiyatların rijitliğine atfetmekteydiler. Keynesgil görüşü savunan bazı iktisatçıların iddiasının aksine, klasik iktisatçıların otomatik istihdamı varsaymadıklarını belirtebiliriz. Klasiklerin sisteminde tam , istihdam ücret-fiyat esnekliğinden türetilmektedir. öte yandan, klasikler ücret-fiyat esnekliğinin istihdam üzerindeki etkilerini-Keynesgillerin gösterdiği gibi yeterince araştırmamışlar ve tek bir mal veya faktör analizini ekonominin bütününe yanlış bir şekilde uygulamışlardır. Keza, klasik teori parasal faktörler tarafından değil de reel faktörlerce belirlendiğini ileri sürdüğü faiz haddi teorisini doğrudan incelememiştir. Bununla birlikte, klasik teorisyenler fiyat eğilimlerini ve dalgalanmaları ıklamak için parasal güçleri - reel ve piyasa faiz haddi arasındaki ayrılığın etkileri ile ilgili herkesçe bilinen analiz biçiminde olduğu gibi - göz önüne almışlardır.Item Sosyalist planlamada dış finansman sorunları (Sovyet deneyimi)(Bursa Üniversitesi, 1980) Burhan, Nuri; Bursa Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiMerkezi ya da buyurucu (emredici) bir planlama ile yönlendirilen Sovyet ekonomisinde finansman planlaması genel iktisadi planlamanın bir kısmı olarak karşımıza çıkmakta ve çeşitli ekonomik uğraş dallan ile işletmelerin finansman planlarına dayandırılmaktadır. Böylece, bütün devlet gelir ve harcamalarını kapsayan birleşik veya konsolide finansman planları ile en yüksek aşamaya ulaşmaktadır. Finansman planlamasının asıl hedefi genel planın uygulanabilmesi için gerekli kaynaklan belirlemek, bunları hedeflerine uygun olarak çeşitli iktisadi faaliyet dalları ve çeşitli toplumsal-kültürel kuruluş tipleri arasında dağıtmak ve bu arada malzeme ve para tasarrufu sağlamaktır. Birleşik finansman planı şu gibi gelir kalemlerini içine almakta9ır. - üretim vergisi, - Kar, -Aşınma payları (amortismanlar), Kollektif çiftlik ve kooperatiflerden sağlanan gelirler, - Devlet toplumsal sigorta fonları, -Genel kamusal banka (Gosbank) tasarruf mevduatı, -Dış ticaret v.s. 1 Planın harcama bölümü ise sermaye birikimi, onarım masrafları , devlet işletme ve kuruluşlarının döner sermayelerinin artırılması, devlet çiftliklerinin stoklarının artırılması, .toplumsal-kültürel harcamalar, devletin malzeme stoklarının genişletilmesi, banka rezervlerinin artırılması, yönetim-savunma v.s. ile ilgili masrafları içermektedir. Şu var ki, bu plan, dolaysız bir hükümet onayını gerektirmemekte, yalnızca devlet planının hazırlanmasında kullanılan bir bilanço olarak değerlendirilmektedir. Bu makalenin asıl konusu, Sosyalist bir ekonomide planın nasıl hazırlandığı sorusuna yanıt aramaktan çok, dış finansmana ilişkin bilgiler sunmak olduğundan dolayı Sovyet Planlama sisteminin ayrıntılarına girmek istemiyoruz.Item R+D management (Bir derginin 10. yılı)(Bursa Üniversitesi, 1980) Barutçugil, İsmet Sabit; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiYaklaşık 10 yıl kadar önce İngiltere 'de yöneylem Araştırma Derneği'nin Araştırma -Geliştirme Grubu endüstriden kamu kuruluşlarından ve akademik kurumlardan ilgili kişileri bir araya getirecek ve bu alandaki yönetim düşüncelerinin ve araştırma bulgularının karşılıklı değişimine olanak sağlayacak bir konferansın toplanması gerekliliğine karar alıyordu. Aynı günlerde bir başka grup, Avrupa'da Araştırma ve Geliştirme Yönetimi konusunda sürekli bir yayının oluşmadığını ortaya koyuyordu. Bu iki girişiminin bir araya gelmesi, R+D Management Dergisinin doğuşunu sağlamış ve Ekim 1970 'de yayınlanan birinci sayı büyük ölçüde yukarıda sözü edilen konferansa sunulan tebliğlere ayrılmıştır. 1980 'de 10. yılın yılını kutlayan bu dergi 10. cildinin özel sayısını da 30 Haziran-2 Temmuz 1980 tarihlerinde Manchester Business School tarafından düzenlenen "Endüstriyel Araştırma -Geliştirme Stratejisi ve Yönetimi konulu konferansa sunulan tebliğlere ayırmış bulunmaktadır. Endüstriyel yapının hızla değiştiği teknolojik sorunlara karşı daha duyarlı ve araştırma geliştirmenin önemi konusunda daha bilinçli bir kamuoyunun daha bilinçli bir kamuoyunun oluştuğu Türkiye'de R+D Management dergisinin tanıtılmasında önemli yararlar görülebilir. Bilindiği gibi araştırma geliştirme çalışmaları yoluyla yeni üretim teknolojilerinin ve yeni ürünlerin elde edilmesine yönelik çabaları yoluyla yeni üretim teknolojilerinin ve yeni ürünlerin elde edilmesine yönelik çabalar çok önemli miktarlarda ekonomik kaynakların kullanımını gerektirmekte ve elde edilebilecek sonuçlar büyük ölçüde belirsizlik taşımaktadır. Bu nedenle bu çalışmalarda etkinliği sağlayacak yönetim tekniklerinin ve bilgisinin kazanılmasında yardımcı olacak kaynaklara büyük gereksinim bulunmaktadır. Bu kısa tanıtıcı yazı bu amaçla kaleme alınmış bulunmaktadır. Bu tür kaynakların önde gelen örneklerinden biri olarak tanımlanabilecek R+D Management Basil Blackwell Yayınevi tarafından Londra'da yılda üç sayı olarak yayınlanmaktadır. Derginin bir cildi, Şubat, Haziran, ve Ekim aylarında çıkan bu üç sayının Yanı sıra tarihsiz olarak yayınlanan bir "özel sayı" ile tamamlanır. Özel sayılar yalnızca belirli tek bir konuya ayrılırlar.Item Türk devrimi ve yüksek öğretim gençliği(Bursa Üniversitesi, 1980) Ozankaya, Özer; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiYüksek öğrenim yıllarını geride bırakanlar, hem ciddi bir şekilde öğrenilmesi gerektiği vurgulanan, hem de geçiştirilerek okutulan Devrim Tarihi dersini anımsasalar gerektir. Şimdi ise, şu soruları sormanın yeridir: Devrim tarihi derslerinde ne öğrendik, ne kaldı aklımızda ve Türk Devrimi gibi tarihte çok önemli bir yer tutan bir olguyu gereği gibi kavrayabildik mi, kavratabildiler mi? Soruları zihinlerimizdeki. olumlu ya da olumsuz yanıtlarıyla birlikte çoğaltmak ve genişletmek mümkündür. - Ozankaya'nın araştırması Devrim Tarihine özgü bu soru-yanıt ikilisine ilişkin bulunmaktadır. öğretim üye yardımcıları, 1976 yılında "Türk Devrim Tarihi öğretimi Araştırması " başlıklı ve "UNESCO .Sosyal ve Beşeri Bilimler İhtisas Komitesi Başkanı " imzahanket formunu- doldurmuşlarsa- anımsayacaklardır. İşte, Ozankaya'nın anket uyguladığı kitlenin bir bölümünü öğretim üye yardımcıları oluşturmaktadır. Araştırma kitlesinin diğer bölümü ise - çok az sayıda Devrim Tarihi dersini okutan öğretim üyelerinden meydana gelmektedir. Araştırmayı üç ana kısımda ele alıp değerlendirmek mümkündür: I. Araştırmanın içeriği ve genel önermeleri, II. Araştırmanın niteliği , III. Araştırmanın Devrim Tarihi dersinin okutulmasına ve Türk Devrimine ilişkin gözlemleri, değerlendirmeleri.Item Sosyoloji: Tenkitçi bir yaklaşım(Bursa Üniversitesi, 1980) Coulson, Margaret A.; Riddell, Carol; Sezal, İhsan; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiBütün dünyada, fizik veya bir başka tabii bilim dalında, öğrenime başla yanlar aşağı yukarı aynı konuları öğrenmekle işe başlarlar. ster Japonya olsun, isterse Rusya, Çin veya Peru , hiç bir tabii bilim dalındaki temel müfredat değişmez. Oysa sosyoloji için aynı şeyi söyleyemeyiz. Rusya'daki bir sosyoloji öğrencisiyle, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bir sosyoloji öğrencisi hiçte benzer bir müfredatı takip etmeyeceklerdir. Daha başlangıçta, topluma ve fert-toplum ilişkilerine ait hipotezler farklı olacaktır bir kere. Aynı şekilde, bir İngiliz öğrencisiyle bir Yugoslav öğrencisi de farklı noktalardan hareket edeceklerdir (Aron, 1968, S.7) Bundan da mühimi, aynı ülke içinde bile değişik üniversitelerde ve fakültelerde - hocaya bağlı olarak - değişik sosyoloji öğrenimine rastlamak mümkündür. Söz gelişi Kanada da iki ayrı sosyoloji ekolu yan yana görülebilmektedir. Fransız Kanadası, daha ziyade kıta Avrupası ve Fransız Sosyoloji geleneğini sürdürürken; İngiliz Kanadası, bir veya diğer Amerikan ekolunu benimsemiş görünmektedir (Bottomore, 1967, S. 112-113). Bu görüş farklılıkları, en açık kendini konuların seçilişinde göstermektedir. Bütün Dünyadaki sosyoloji müfredatlarında muhakkak ki benzer kısımlar oldukça fazladır. Fakat bunlar daha çok araştırma teknikleri konusunda bir aynilik gösterirler. Diğer konular birinde daha çok yer alırken, diğerinde daha az yer alabilir. Veya bahsedilmeyebilir. Sosyolojideki bu yaklaşım farklılıkları, sosyologlar tarafından değişik tepkilerle karşılanmıştır. Sosyolojinin ne demek olduğunu anlamak için bu noktanın üzerinde biraz daha duralım. Bazı sosyologlar için problem aslında gayet basit: kendi yaklaşımlarını "en doğru" buldukları için, başkalarını rahatlıkla kaale almayabiliyorlar. Bu dediklerimizi daha iyi gösterebilmek için çeşitli ülkelerden sosyoloji kitaplarını karşılaştırmak hiçte fena olmayacak- mesela içindekiler nasıl bir liste oluşturuyor; hangi yazara daha çok önem veriliyor, nasıl bir meyil takip ediliyor v.b. Şimdi bazı örnekler verelim.Item İngiltere'de rekabet politikasının firmalararası birleşime etkisi(Bursa Üniversitesi, 1980) Pickering, John; Başar, Haşmet; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiBirçok ülkede, firmalararası birleşimin denetimi rekabet politikasında önemli bir yere sahiptir. 1965 'ten bu yana İngiltere'de kurallar belirlenmiş, bu amaçla "Firmalararası Birleşim ve Monopoller Komisyonu'' kurulmuş (MMC) ve firmaların yaptığı çalışmaların halk yararına olup olmadığı araştırılmaya başlanmıştır. Bu yazının temel amacı, MMC belli bir birleşimin halk yararına olup olmadığına karar verirken eleman konuları gözden geçirmektir. Umarız ki bu analiz yalnız rekabet politikası ile ilgilenen ekonomistler tarafından değil, aynı zamanda uygulamalar nedeniyle olayların içinde bulunanlar ve yargıçlar tarafından da ilgi ile karşılanır. Son bölümde ise İngiltere deki firmalararası birleşim politikasındaki değişiklikler üstünde duracak ve bu konudaki fikirlerimizi açıklayacağız. Zaman zaman piyasadaki güçlü firmaların bir eşim hareketleri Monopoller Komisyonu tarafından ele alınmışsa da 1965'e değin gerçekçi bir biçimde incelenmemiş ve denetlenmemiştir. Böylece 1965 tarihli "Firmalararası Birleşim ve Monopoller Yasası" 1973 tarihli "Hakkaniyet Kurallar içinde Ticaret Yapma Yasası (F.T.A)" ve diğer yasalarda yapı an değişiklikler sonucu belirli birleşimlerin araştırılması ve denetilmesi mümkün olmuştur.Item ("Feshe karşı güvence" ve "işyeri yönetimi" yasaları ile işyeri güvencesinin sağlanması): Almanyadakl hukuki durum; Avusturya hukuku dikkate alınmak suretiyle hazırlanmıştır .(Bursa Üniversitesi, 1980) Richardi, Reinhard; Akçaylı, Nurhan; İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesiİşçinin modem sanayi toplumu ile sosyal bütünleşmesinde, işçiye sağlanacak işyeri güvencesi, büyük önem taşımaktadır. Bu güvence, F. Almanyada yasal sistemle gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Bunun yanında sözleşme özgürlüğü de devam etmektedir. Dolayısıyla kişi dilediği zaman dilediği kimseyle iş ilişkisi kurabilmektedir: Böylece işçi ve işveren arasında iş ilişkisi, sözleşme özgürlüğü içinde, bir iş sözleşmesinin yapılmasıyla donmaktadır. Ancak, iş sözleşmesinin yapılmasından sonra, işverenin iş sözleşmesini feshedebilme özgürlüğü sınırlı bulunmaktadır. Buna sebep kural olarak işyerinin işçinin tek geçim kaynağını te kil ettiği düşüncesidir. Aslın da F. Alman Anayasasının 12.nci maddesinde çalışma özgürlüğü ile birlikte işyerinin serbestçe seçimi özgürlüğü de garanti altına alınmıştır. Ancak bu garantinin kağıt üzerinde kalmaktan öteye gitmediği de bir gerçektir. öte yandan işçiye, diğer yasalarla saklanan hakların da Demoklesin kılıcı gibi, işverenin denetlenmeyen sözleşmeyi feshedebilme tehdidi altında kullanılacağı düşünülürse , bu hakların da değersiz bir hale geleceği şüphesizdir. Kaldı ki, bütün bu hususların söz konusu olabilmesi için, önce işçinin bir işinin bulunması, yani bir işyerine sahip olması gerekmektedir. ihbar güvencesi açısından , iş ilişkisinin belirli bir süre için kurulmuş olması, yani süresi belli bir iş sözleşmesinin yapılması halinde bir problem ortaya çıkmamaktadır. Bu durumda, iş sözleşmesi belirli sürenin geçmesiyle, yani işverenin fesih bildirisine gerek kalmadan kendiliğinden sona ermektedir ( § 620 Abs. l.F.Alman Medeni Kanunu ; BGB). Ancak burada belirli süreli iş sözleşmesinin gerçek fonksiyonuna aykırı olarak kullanılması ve bu suretle işyeri güvencesinin sağlanamaması, işçiyi feshe karşı koruyan ihbar güvencesi hükümlerinden kaçınabilmesi mümkün bulunmaktadır.Item İşten çıkarma tazminatı: F. Almanya'daki hukuki durum ve Avusturya hukuku(Bursa Üniversitesi, 1980) Richardi, Reinhard; Akçaylı, Nurhan; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiFerdi hukuk hükümlerine göre düzenlenen ihbar güvencesinin amacı, işçiyi işverenin haksız olarak işten çıkarmasına karşı güvence altına almaktır. İşyeri güvencesinin, 4. Şubat.1920 tarihli İşletme Kurulları Yasasının (Betriebsrategesetz 84 ff) geçerli olduğu Weimar döneminde olduğu gibi kollektif hukuk hükümlerine göre düzenlendiği sistemde, bu amaç sadece kısmen gerçekleştirilebilmekteydi. Çünkü işveren mahkemenin, fes bin sosyal bakımdan haksız olduğuna karar vermesi halinde, bir tazminat ödemek suretiyle işçinin şe devamını önleyebilmekteydi. Nasyonal Sosyalist döneminde de, durum aynen muhafaza edilmiştir. Bugünkü hukuka göre ise, sosyal bakımdan haksız olan fesih hukuken tamamıyla geçersiz bulunmaktadır. Ancak uyuşmazlığın mahkemeye intikal etmesi halinde, genellikle işçi işine dönmemektedir. Çünkü yasaya göre (9 KSchG), mahkemenin feshin sosyal bakımdan haksız olduğuna, dolayısıyla iş sözleşmesinin feshedilmemiş bulunduğuna karar vermesi halinde işçinin eski işvereninin yanında işe devam etmesi imkansız bulunuyor, yani işçiden böyle bir davranışta bulunması beklenmiyor ise, işçi iş sözleşmesinin sona erdirilmesini ve işverenin tazminata mahkum edilmesini isteyebilmektedir. )3öyle bir karan mahkeme, işverenin talebi üzerine de verebilmektedir. Meğerki " işletmeden doğan bir zorunluluk sebebiyle", işçi ile işverenin birlikte çalışmasına imkan bulunmadığı kabul edilebilsin. Böyle bir talep, mahkeme tarafından haklı bulunduğu takdirde, işçi sosyal bakımdan haksız olan bir fesih sonucu işyerini kaybetmesinin karşılıklı olarak, işverenden belli bir tazminat alabilmektedir. Tazminatın miktarı işçinin yaşına ve işletmeye mensubiyet süresine göre tayin edilmektedir (10 Kündigungsschutzgesetz; kısaltılmaşı KSchG).Item Kamu hukukunda tahvil ihracı(Bursa Üniversitesi, 1980) Karamehmetoğlu, Mehmet Nuri; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiDevlet kamu görevlerini yerine getirmek için ihtiyacı olan finansmanı vergiler den, dış borçlardan temin edebilecekti gibi, tahvil ihraç ederek halktan da temin ede bilir. Çoğu kez bütçelerdeki ödeneklerin toplamı ile tahmin edilen gelir arasındaki farkı kapatmak için bütçe kanunlarında iç istikraz yapma yetkisi alınır. Devletin tahvil ihracı oldukça eski tarihlere rastlar. Şimdi kısaca bu gelişime değineceğiz. Osmanlı İmparatorluğunda ilk tahvil ihracı 1848 yılında Evkaf-ı Hümayun Hazinesi tarafından ihraç edilen %8 faizli tahvillerdir. 1857 yılında %6 Hazine tahvili, 1918 tarihli İstikraz-ı Dahili tahvilleri ihraç edilmiş ancak bunların itfası Cumhuriyet devrinde olmuştur. Cumhuriyet döneminde ilk devlet tahvili 1933 yılında Ergani tahvilleri ikramiyeli istikrazı (2094 sayılı ve 12.1.1933 tarihli kanunla gerçekleştirilmiştir) , daha sonra Sivas-Erzurum demiryolu ikramiyeli istikrazı yapılmıştır. Yakın zamanda çıkartılan ve halen tedavülde bulunan tahviller ise şunlardır: "1960 Hürriyet İstikrazı" tahvilleri 1973 yılına dek ihraç edilmiştir. Yeni 1964 yılında başlayan "Kalkınma İstikrazı" tahvilleri her yıl bir veya birkaç tertip halinde ihraç edilmiştir. 1972 yılında beş aynı tertipte ve 1973 yılında da üç ayrı tertip halinde ihraç edilmiştir.Item Siyasal sistemlerin bir ideolojik sorunu olarak düşünce özgürlüğü(Bursa Üniversitesi, 1980) Sarıbay, Ali Yaşar; İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesiİnsan hakları söz konusu edildiğinde, düşünce özgürlüğü gibi önemli bir konuyu, özellikle gündeme getirmek zorunlu olmaktadır. Çünkü, düşünce özgürlüğü , bir yandan düşünen bir varlık olan insanın varoluşundan kaynaklanan temel bir hak; öbür yandan, insanca yaşama isteğine yönelik olarak neleri, niçin istediğimizi ya da neleri niçin istemediğimizi açıkça belirtebilmenin zorunlu bir koşuludur. Ancak, genellikle özgürlük felsefi ve sosyolojik bir kavram olarak hem değer yüklü, hem de çeşitli durumlara ve çıkarlara göre yorumlanan, çok boyutlu karmaşık bir olguyu anlatmaktadır. Bundan dolayı, konusu düşünce özgürlüğü olan bir bildiri için, belirli bir sınırlama yapmayı, ilk başta gerekli görmekteyiz. Biz burada, düşünce özgürlüğünü öbür boyutlarını da tamamen göz ardı etmeden ideolojik boyutuyla siyasal sistemler çerçevesinde ele almayı denemeye çalışacağız. Başka bir anlatımla, asıl konumuz "siyasal sistemlerin birer ideolojik sorunu olarak düşünce özgürlüğü" olmaktadır. Konumuzu bu şekilde belirleyen kavram olarak özgürlüğe ilişkin nedenler yanında, başka nedenler de bulunmaktadır: Birincisi, farklı siyasal sistemlerin meşruluk temellerini oluşturan farklı ideolojilerin insana ve insana ilişkin sorunlara değişik açıdan bakmalarının , genel olarak insan haklarını özel olarak da düşünce özgürlüğünü de belirtmekte oluşlarıdır. İkincisi, düşünce özgürlüğüne konulan sınırlamaların öncelikle her siyasal sistemin kendi hakim ideolojisinden kaynaklanması; dolayısıyla bunun niteliği ne olursa olsun her siyasal sistemin (bazen konjonktürel, bazen sürekli) ortak sorunu olarak belirmesidir. üçüncüsü, bu ortak sorunun aşılmasının çözümünün gene ideolojik düzeyde gerçekleştirme olasılığının bulunmasıdır: Düşünce özgürlüğünün önüne her hakim ideolojisi tarafından konulan engellerin kaldırılmasının tek çözümünün, ideolojilerin serbest yarışmasını sağlamak olmalıdır . Dolayısıyla, çoğulcu siyasal sistemleri savunmak için ideolojik bir savaşım verilmesi zorunluluğun doğması , düşünce özgürlüğünün bütün özgür toplumların felsefi temeli olduğu bilincinin yaygınlaştırılmasıdır.Item The socio-economic problems of the green revolution the south-Asian Experience(Bursa Üniversitesi, 1980) Sezal, İhsan; İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi"Green Revolution" is a term now almost unanimously employed to define the agricultural phenomenen of highly increased foodgrain yields which has occurred, since Iate 1961 's in some low income countries and especially in the Indian subcontinent. More specifically, however, the term can be defined as the application of hydrological, bio·chemical and mechanical innovations in agriculture. (Fate· mi, 1972 ; Gotsch, 1970 , Ishikawa 1971). The history of Green Revolution as a package of the above innovations is fairly recent. The main breakthrough was made as a biological innovation, in the Iate 1940's, when Dr.Norman Borlaug and his associates succeeded in producing a new dwarf wheat variety. This in the early 1960's was followed by genetically improved rice varieties. But these new seeds alone have not been sufficient for the Green Revolution. Hydrological innovations in the from of tubewells and pumpsets; chemical innovations as fertilizers and pesticides and a host of mechanical innovations have fonned the complementing components (Brown, 1970; Gotsch 1973). Genetically improved seed varieties obviously have the potentials for high yields, high incomes and for increased efficiency in agricultural productivity. These potentialities arise from the biological characteristics of the new seeds which in brief are: i) greater fertilizer responsiveness, ii) early maturity, iii) capacity to double yields and hence multiple cropping, iv) short, stiff stems, v) slender erect leaves,Item Davranışşsal bir etken olarak tutumun karar vermedeki rolü(Bursa Üniversitesi, 1980) Tekarslan, ErdalKlasik karar verme teorisi, ussal-rasyonel bir insanın karar eylemini şu varsayımlara dayandırmaktadır: 1. Ussal insan, bir karar verme durumunda bütün alternatifleri yani seçimde bulunacağı bütün hareket tarzlarını bilmektedir. 2. Her alternatifin sonuçlarını , yani hangi hareket tarzını seçerse bundan ne gibi sonuçlar doğacağını bilmektedir. Burada üç durum vardır : a) Belirlilik durumu - Seçilecek her alternatifin sonuçları bilinmektedir. b) Risk durumu · Her alternatifin vereceği sonuçlardan emin olunmasa bile olasılık hesaplarıyla bunlar kestirilebilmektedir. c) Belirsizlik durumu Bu durumdaysa, alternatiflerin sonuçları olasılıkla da olsa bilinmemektedir. 3. Karar veren birey, bu alternatiflere açık değerler vermiş ve bir tercih listesi yapabilmiş , alternatifleri en az tercih edilenden en çok tercih edilene göre araya koyabilmiştir. 4. Birey, her alternatifin sonucunu bildiğine ve tercihlerini yaptığına göre seçimini yapıp bir karara varır. Belirlilik durumunda hangi alternatifi seçeceği açıkça bellidir, burada adeta bir determinizm vardır. Risk durumunda ussalık, faydası en fazla olan alternatifin seçilmesini gerektirir. Belirsizlik durumundaysa ussal seçimde bulunmak için çeşitli modeller ve ilkeler geliştirilmiştir. Karar vermeyi bu varsayımlar altında ele alan modellere de kapalı modeller denmektedir. Halbuki, günümüzde klasik karar verme teorisi ve modelleri H.Simon 2 tarafından çok eleştirilmiş ve kapalı modelin varsayımlarına kar ılık aşka varsayımları ileri sürmüştür. Bugün kabul görmüş olan bu varsayımlarla artık karar verme objektif rasyonellik altında değil sınırlı rasyonelik (bounded rasyonality) veya subjektif rasyonellik altında ve açık modellerle işlenmektedir .Item Verimliliğin ölçülmesi ve işgücü verimliliğini arttırma yöntemleri(Bursa Üniversitesi, 1980) Akşit, BilgütayBu makalenin amacı günümüzde büyük önem kazanan verimlilik kavramını ele alıp, çeşitli yönlerden incelemek ve özellikle işgücü verimlilik üzerinde durmak suretiyle konuyu gözden geçirmektir. Verimlilik kavramı, iktisat biliminin en eski terimlerinden biridir. İlk defa, "Fizyokratlar"ın öncüsü olan Dr. Ouesnay tarafındanı 766 yılında kullanıldığı bilinmektedir. Bu yaşlılığına rağmen "verimlilik" terimi ancak 20. yüzyıl başından itibaren açık bir anlama kavuşabilmiştir. Çağdaş toplumlar verimlilik kavramına büyük değer vermektedir. Bu yüzden çeşitli alanlarda verimliliğin belirlenmesi, ölçülmesi ve analizi konusunda yolun çalışmalar yapılagelmektedir. Bir kişinin, bir makinenin, bir örgütün veya bir ekonomik/sosyal sistemin verimliliğini ölçme ve değerlendirme, güncel uğraşılar arasında önemli bir yer tutmaktadır. Konunun önemi ve geniş ölçüde kullanımı, bir yandan çalışma ve analizleri yoğunlaştırırken, diğer yandan da farklı anlayış, yorum ve değerlendirmeleri içeren tartışmalara yol açmaktadır. Gerçekten, adı geçen kavramın gerek tanımı , gerekse ölçüm teknikleri üzerinde oybirliğinin sağlandığı söylenemez. işletme düzeyinde verimlilik, klasik ve dar anlamıyla, daha çok girdi-çıktı oranı olarak ifade edilir. Bu anlamda verimlilik, işletmede kullanılan üretim faktörlerinin sonuca göre etkenlik derecesini ölçmeye, analiz etmeye yarayan bir çeşit gösterge niteliği taşır.Item Bursa'da imalat sanayiinin yapısı ve ana sorunları(Bursa Üniversitesi, 1980) Barutçugil, İsmet Sabit; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiÇok yakın zamanlara kadar geniş meyve bahçeleri, doğal güzellikleri ve tarihi zenginlikleri ile tanınan Bursa, günümüzde artık bir sanayi şehridir. Bursa'nın ekonomik yaşamında sanayinin önemi ve ağırlığı tarım ve turizme göre çok daha belirgindir. Son 20 yıl içinde, özellikle sanayi kesiminde ortaya çıkan gelişmeler Bursa'yı Uludağ'ın yeşil eteklerinde huzur arayan emeklilerin şehri olmaktan çıkarmış ve gelecek arayanların, fırsatlar ve kazançlar peşinde koşanların şehri haline dönüştürülmüş tür. Evli ya Çelebi 'nin "ruhaniyeti bir şehir" olarak tanımladığı ve Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa 'nın "Osmanlı tarihinin dibacesi" olarak nitelediği Bursa, bugün bu özelliklerini ve anlamını önemli ölçüde yitirmiştir. Bursa, günümüzde Türkiye'nin önde gelen sanayi merkezlerinden biri olarak tanımlanmaktadır. üretim gücü açısından Türkiye sıralamasında Bursa, dokuma sanayiinde ikinci, oto yapım ve yan sanayiinde üçüncü, deri ve tütün sanayiinde ise dördüncü sırada yer almaktadır Ancak, Bursa'nın bu hızlı değişim ve gelişimi beraberinde oldukça ciddi sorunlar da getirmiştir . Bu sorunlardan bir kısmı, ülke çapında çözüm aranmasını gerektiren ve bütün Türkiye için söz konusu olan genel sorun ardır. Ancak, sorunların daha büyük bir kısmı, Bursa bölgesinin özelliklerinden ve Bursa'daki sanayinin yapısından kaynaklanan bölgesel sorunlardır. Bu çalışmanın amacı, bu sorunları özellikle imalat sanayiini ilgilendiren yönleriyle incelemeye çalışmak olacaktır. Bu çalışmanın sonucunda sorunların çözümüne ilişkin bazı görüş ve düşünceler ortaya konulmakla beraber, genel bir sonuç ve çözüm modelleri araştırmak amaç ve iddiası söz konusu değildir. Bu çalışmada, öncelikle Bursa imalat sanayiinin genel görünümü, yapısı ve özellikleri ele alınarak kısaca incelenmeye çalışılmıştır. Daha sonraki bölümde, Bursa imalat sanayiinin sorunları, bölgesel sorunlar ve işletme sorunları alt balıkları içinde ele alınmaktadır. Sonuç" bölümünde ise sorunların çözümüne ilişkin bazı görüş ve düşünceler belirtilmiştir.Item Türk banka sisteminde iştirakçilik uygulaması(Bursa Üniversitesi, 1980) Öğrendil, Selçuk; İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi1963 yılından itibaren planlı kalkınma dönemine giren Türk Ekonomisi, kalkınmalarını kamu ve özel kesimin bir arada bulunduğu karma bir ekonomi stratejisi içinde belirleyerek, özel kesimden daha önceki dönemlere göre daha fazla gayret beklendi i ve bu gayretin istikrarlı bir ekonomik düzende bazı teşvik önlemleriyle desteklenebileceği ve kalkınma planlarının başarıya ulaşmasının özel kesimin kalkınma çabasına büyük ölçüde katılması ve karma ekonomi düzeni içinde özer kesimin toplam yatırım ve buna bağlı toplam üretim faaliyetlerinin önemli bir kısmını yüklenmesi ile sağ anabileceği belirtilmişti özel kesim planlı kalkınma çabası içinde yerini alırken) kapitalist sistemde; Banka sisteminin, sermayesi olanlarla kendi sermayelerini ödünç sermaye alarak büyütmeyi amaçlayanlar arasında aracılık olan görevine uygun olarak Türk Banka Sistemi de Türk Kapitalizminin en dinamik kesimini oluşturmuş ve oluşturmaktadır. Banka sistemi ekonomik gelişme içinde yatırımların gerçekleşmesinde kullanılabilecek; teşebbüs gücü ve sermaye olmak üzere iki önemli unsura sahiptir Ve bu sistemi oluşturan kamu ve özel kesim bankaları sahip oldukları bu unsurları değişen nitelik ve nicelikler içinde iştirak ilik uygulamaları ile kullanmış ve kullanmaktadırlar. Geleneksel anlayış içinde, iştirakçilik uygulaması; sanayi işletmeleri kurmak, kurulmuş olanlara iştirak etmek, bunları finanse etmek, bunların denetimini yüklenmek, hisse senetlerini plase etmek amacıyla büyük sermaye çalışan ,hatta halk ile ilişkileri bir mevduat (ticaret) bankasıyla olan bazı ülkelerde de mali şirket adıyla adlandırılan iş bankalarının işlevi olmaktaysa da çeşitli ekonomik gelişme koşulları birçok ülkede ticaret bankalarını da iştirak ilik uygulamalına yöneltmiş. Alman Banka sistemi içinde de Deutsche Bank, Dresdner Bank, Commerzbank v.d. gibi ticaret bankaları grubu milyonlarla belirtilebilen müşteriye hizmet vererek dünya çapında çalışmakla beraber özellikle başta ipotek bankaları olmak üzere birçok kredi kurumuna, sanayi ve ticaret işletmelerine iştirakte bulunmuşlardır.