1982 Cilt 3 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20318
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Item Hisseli komandit şirketlerde kanuni yedek akçe sorunu ve kar dağıtımı(Uludağ Üniversitesi, 1982) Çabuk, Adem; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiKomandit şirketlerin özel bir nevi olan hisseli komandit şirket sermaye şirketleri arasında yer alır. Taşıdıkları özellikler açısından hem kollektif hem de anonim şirketlerle benzerlikler gösteren hisseli komandit şirketlere uygulamada çok az rastlanır. Bu şirketler T.T.K.'nun 475 ila 484. maddeleri arasında düzenlenmiş ve T.T.K. madde 475 de "sermayesi paylara bölünen ve ortaklarından biri veya birkaçı şirket alacaklılarına karşı bir kollektif şirket diğerleri bir anonim şirket ortağı gibi mesul olan şirkettir" şeklinde tanımlanmıştır. T.T.K. da hisseli komandit şirketler teferruatlı olarak düzenlenmemiş ve birçok hususta komandit şirketlerle anonim şirketlere yollama yapılmıştır. Hem kanunda birçok hususun açık ve teferruatlı olarak düzenlenmemiş bulunması ve diğer şirketlere yapılan yollamalar (Anonim ve komandit şirketler) nedeniyle, hem de uygulamada çok az rastlanan bir şirket türü olması ve literatürde de yeterince incelenmemiş bulunması nedeniyle bu şirketlerde kanuni yedek akçe ayrılıp ayrılmayacağı hususu pek açıklığa kavuşmamıştır. Konu ile ilgili eserine baktığımızda bu konuda iki değişik görüşle karşılaşmaktayız. Bunlardan birincisi bu şirketlerde de anonim şirketlerde olduğu gibi kanuni yedek akçe ayrılmasını öngören görüşler, ikincisi ise bu şirketlerde kanuni yedek akçe ayrılmaması gerektiğini öngören görüşlerdir. Yazımızın amacı hisseli komandit şirketlerde kanuni yedek akçe ayrılması mecburiyeti olup olmadığını tartışmak ve buna ilaveten de bu şirketlerdeki kar dağıtım konusunu incelemektir.Item Tahvilin kazanılmasının hukuki niteliği hakkındaki görüşler(Uludağ Üniversitesi, 1982) Karaahmetoğlu, Mehmet Nuri; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiTahvil ihraç edenin tahvil senedini hazırlayıp imza etmesi onu tahvil senedinde belirtilen borç altına sokmaya yetmemektedir. Tahvil senedini iradesi ile başka bir şahsa devretmesi, vermek gerekir. Burada karşımıza çıkan ilk soru acaba bu teslim (devir) hukuki bakımdan nasıl olur, mahiyeti nedir? Emisyon (Emission) teorisi taraftarlar teslimi tek taraflı bir hukuki işlem olarak görmektedirler. Fakat bugün sözleşme teorisi (Vertragstheorie) taraftarının fikri ağır basmaktadır. Bu teorinin taraftarlar teslimi tahvili ihraç edilenle, alan arasında iki taraflı bir hukuki muamele olarak görmektedirler. Türk hukukunda da zilyetliğin devrinde karşılıklı irade aranmaktadır. Bu irade açık olabileceği gibi, kapalı (zimni) de olabilir. Fakat bunun iki taraflı bir hukuki muamele olduğu fikri hakimdir. Halledilmesi gereken ikinci sorun ise, iki taraflı bir hukuki muamele olan tahvilin devir işlemi bir ödünç sözleşmesi mi yoksa satım sözleşmesi midir veya iki sözleşmenin şekli bir arada birleşmekte midir?Item 1965, 1969, 1973 ve 1977 seçimlerinde İstanbul ilinde CHP'nin siyasal devşirme kalıbı ve elit yapısı (II)(Uludağ Üniversitesi, 1982) Kotil, Ahmet; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiÖnce MV'Ieri ve A-A 'larının ön seçimler öncesindeki işleriyle ilgili verileri sunalım. 1) Yerel (Belediye Meclisi, İl Genel Meclisi üyeleri, Belediye Başkanları) ve ulusal (Millet Meclisi ve Senato üyeleri) meclis üyeleri sürekli olarak MV'Ierinin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. MV'Ierinin 1965'de % 75.0'i, 1969'da % 63.6'sı, 1973'de % 72.2'si, 1977'de % 86.9'u, ortalama % 76.7'si, MV seçildikleri sırada ya yerel ya da ulusal düzeyde meclis üyesidirler. Bu neyi göstermektedir'? Birincisi siyasette profesyonelleşme eğiliminin ağırlık kazandığını göstermektedir. İkincisi MV seçilmede daha önce yerel ya da ulusal meclisler düzeyinde bir siyasal tecrübe sahibi olmanın önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Nihayet siyasal elitin göreli erkliğinin bir göstergesidir.Item The main problems of agricultural progress in the developing economy(Uludağ Üniversitesi, 1982) Runowicz, AdamAll the less economically developed countries, without exception, have at least one common feature - a backward economic structure. And the characteristic feature of this structure is its dualism: The coexistence between a more or less dynamic modern sector and a more or less stagnant traditional sector. At the beginning, the modem sector involved a small percent of the country's population workforce, while the traditional.sector the overwhelming majority of the society. At first, for quite some time, the expansion of the backward sector of the economy seemed to be a quantitative process. The modem sector grew. and the traditional sector gradually shrunk. This, however, leads to a new quality which can only be a single sector economy, uniform as regards economic relations. Only such an economy can be termed highly developed. A highly developed economy has areas and sections, but it does not have sectors with differing types of economic relations. A poorly developed economy does not have many areas and sections - instead, it has sectors. The core of the traditional sector is agriculture, although it also includes traditional, small trade and handicrafts. Since the subject of this paper is agriculture- we shall turn it ourselves to that. It might, perhaps, be a simplification, but the essence of agriculture in a developing economy could be presented as follows: Agriculture in such an economy is now a sector{traditional one{ - while, it is to become only an economic sector.Item Ülkeler-aşırı işçi göçünün tarihsel gelişimi ve toplumsal dinamikleri(Uludağ Üniversitesi, 1982) Kotil, Ahmet; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiTüm dünya ekonomisini saran ve işgücü dışalımcısı gelişmiş ülkeleri de derinlemesine etkileyen dünya bunalımı, 2. Dünya Savaşı sonrası döneme damgasını vuran gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere işgücü akımını kesintiye uğtratmış, göçmen işçilerin bir kısmının geri gönderilmesi siyasal otoritelerce gündeme getirilmiştir. Bu çalışmada kriz ve krizin yarattığı geri dönüş sorunu ayn olarak ele alınmayacak, yalnızca belirli yerlerde bu konuya kısaca değinilecektir. Çalışmanın konusu işgücü göçünün veya daha kapsamlı bir deyimle ülkeler-aşın göçün tarihsel biçimlemeleri, özellikle yoğun bir uluslararası işgücü hareketine rastlanan 2.savaş sonrası dönemde işgücü göçünün işçi alıcısı gelişmiş ülkeler ve işçi göndericisi az gelişmiş ülkeler açısından dinamikleri araştırılacaktır. Çalışmanın temel varsayımı işgücü göçünün, gelişmiş ülke açısından az gelişmiş ülkelerle eşitsiz işbölümü ilişkilerinin bir parçası olduğu, azgelişmiş ülke açısından ise bu ilişkiler sonucunda geleneksel yapılarda görülen çözülmenin bir ürünü olduğu yönündedir. İşgücü göçü merkezle kenar (centre et peripherie} arasındaki eşitsiz nitelikteki ilişkilerin bir ögesidir. Ama merkez-kenar ilişkilerinin işgücü göçü açısından ana yönü, işgücünün ulu lararası akışkanlığının yaratıcı eşitsiz ilişkilerden çok, meta ve sermayelerin uluslararası akışkanlığına göre işgücünün ulu lararası akışkanlığının çok sınırlı kalması , -dolayısıyla işgücünün değerinin uluslararası düzeyde değil de, ülkeler düzeyinde ve eşitsiz bir biçimde -belirlenmesinden kaynaklanan ücret farklılıklarının merkezle kenar arasındaki eşitsiz ilişkinin temeli olmasıdır.Item Criteria for choice of production techniques in a developing economy(Uludağ Üniversitesi, 1982) Runowicz, AdamThe author states that after long disputes the theory of choice of production techniques in a developing economy has reached a "draw" position. The maximization of the long term rate of growth adopted as a strategic goal of choice of production techniques in all past theoretical considerations, has not proved very fertile. While in a highly developed economy economic growth also ensures the development of the whole economy, in a developing economy the situation is reversed: growth with no development is possible. Strategy should, therefore, focus on the maximization of the rate of development and not of the growth rate. This sheds a completely new light on the problem of choice of production techniques. In principle, these considerations are confined to developing economies, although many comments and conclusions may to a greater or lesser extent be applied to any economy in which a programme of econoınic development is being implemented. In the new approach to the problem the choice of production techniques must be subordinated to structural changes, i.e. to the development of the whole economy and not, as has been fashionable so far, to the maximization of the growth rate as the main strategic goal.Item Atatürk'ün kooperatifçilik konusundaki görüşleri(Uludağ Üniversitesi, 1982) Mülayim, Ziya GökalpKonuşmama başlamadan önce, bana "Atatürk'ün kooperatifçilik konusundaki görüşleri" konusunda burada bir konferans verme olanağı yaratan Bursa üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığına (Sayın Prof. Dr. Nurhan Akçaylı ya) teşekkürü bir borç bilirim. Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük devlet adamı At türk'ün 100. doğum yılı olan 1981, Atatürk yılı olarak ülkemizde ve birçok yabancı ülkede kutlandı. Bu nedenle, çok yönlü bir düşün ve eylem adamı olan Atatürk'ün muhtelif konulardaki göıüş ve yaptıklan birçok kongre, konferans ve sempozyumlarda incelendi ve incelenmeye devam etmektedir. 125 yıldır kooperatifçilik eğitim ve araştırma ile uğraşan bir bilim adamı olarak ben de, bu konferanspı, Atatürk'ün kooperatifçilikle ilgili dü ünce ve eylemlerini ortaya koyarak kooperatifçilik konusundaki görüşlerini incelerneğe çalışacağım. önce konuya ekonomik sektörler açısından bakmak istiyorum. Bilindiği üzere ekonomide genellikle 3 sektörün varlığı kabul edilmektedir: Devlet sektörü (veya diğer bir deyimle kamu sektörü), özel sektör ve kooperatif sektör.Item Kalkınan ekonomide tarımsal ilerlemenin başlıca problemleri(Uludağ Üniversitesi, 1982) Runowicz, Adam; Baştaymaz, Tahir; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiEkonomik bakımdan tüm az gelişmiş ülkelerin, istisnasız, en azından ortak bir özelliği vardır; gelişmemiş ekonomik bir yapı. Bu yapının en belirgin özelliği de, az çok dinamik modern sektör ile az çok durgun geleneksel sektörün bir arada bulunduğu dualist bir yapı olmasıdır. Başlangıçta geleneksel sektör toplumun büyük bir çoğunluğunu kapsar iken modern sektör ülke işgücünün küçük bir yüzdesini kapsar. Yine başlangıçta, uzunca bir süre, ekonominin gelişmemiş sektörünün genişlemesi sayısal bir süreç olarak görülür; modern sektör büyür ve geleneksel sektör gittikçe küçülür. Bu ise ekonomik ilişkiler bakımından homojen tek sektör ekonomi olan yeni bir niteliğe yol açar. Sadece bu tip bir ekonomi gelişmiş olarak sınıflandırılabilir. Gelişmiş bir ekonomi, alan ve bölümlere sahiptir, fakat değişik tip ekonomik ilişkileri olan sektörlere sahip değildir. Az gelişmiş bir ekonomi çok miktarda alan ve bölümlere sahip değildir, bunların yerine sektörler vardır. Geleneksel sektörün esasını tanım teşkil etmektedir. Bununla beraber geleneksel hizmetler, küçük ticaret, elsanatlan da bu sektör içindedir. Yazımızın konusu tarım olduğundan kendimizi bu konu ile sıfırlayacağız. Belki de bu bir basitleştirmedir, fakat gelişen bir ekonomide tarımın önemi şöyle izah edilebilir. Tarım böyle bir ekonomi de geleneksel bir sektördür, oysa bu sektörün sadece ekonomik sektör olması beklenmektedir.Item İşletme amaçları(Uludağ Üniversitesi, 1982) Yılmaz, Zekai; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiİşletme amaçları, işletme politikasının önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Çünkü işletmenin başarısı, büyük ölçüde işletme kararlarında esas alınan amaç veya amaçlara bağlıdır. Gerek işletmenin amaç ve amaçlarının açık bir şekilde belirlenmesi, gerekse amaç veya amaçlara ulaşınada ortaya çıkabilecek sorunların bilinmesi işletme başarısını olumlu yönde etkileyebilir. Nitekim son yıllarda işletmelerimizde ortaya çıkan çeşitli istikrarsız davranışlar ve kaba kuvvete kadar varan huzursuzluklar, amaçların yeteri ölçüde açık, iyi belirlenmemiş ve amaçlara ulaşınada ortaya çıkabilecek sorunların dikkate alınmaması dan kaynaklanabilir. İşletme amaçları, işletme iktisadı literatüründe oldukça fazla işlenmiş bir konu olmakla beraber Türkçede derli toplu bir inceleme mevcut değildir. Konunun tartışılmasına başlangıç teşkil etmek için doktrindeki işletme amaçları ile ilgili gelişmeler ana hatları itibariyle açıklanmaya çalışılan olacaktır. Bu nedenle önce bireysel amaçlarla ilişki kurularak işletme amaçlarının çıkışı, daha sonra klasik ve modern firma teorisi ndeki amaç içerikleri ve amaç teşekkülü ve nihayet işletme mensuplarının amaçları ele alınacaktır. Sonuç kısmında da konunun genel bir değerlernesi yapılacaktır.Item İngiliz işçi sınıfının hayatındaki değişimler(Uludağ Üniversitesi, 1982) Hoggart, Richard; Sezal, İhsan; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiÖyle zannediyorum ki, bir bütün olarak İngiliz halkı ve özelliklede işçi sınıfı, hayatlarında ki en büyük değişmeyi son yıllarda yaşıyorlar. Aşağıda verilen konuşma 1960'ların başında, İngiltere'nin Kuzeyindeki bir işçi sınıfı meyhanesi (pub)'nde kaydedilmiştir. Bundan beş yıl önce bu sözleri duymak mümkün olamazdı . Konuşma, İngiliz işçi sınıfı hayatında ki değişimlerin sebep ve tesirlerini açık ve öz bir şekilde ifade ediyor. Konuşmacı orta yaşlı bir işçi: "Bana sorarsanız herkesin tersi dönmüş" dedi Freddy. "Herkes mutlu görünme yarışında" . "Çünkü, hepsinin elinde bir miktar para var şimdi". Bize baktı ve sözlerinin iyice işlemesi için bir süre bekledikten sonra devam etti: "Harpten önce herkes çok sıkıydı ve herkes meteliğe kurşun atıyordu. Fakat, bugün vatandaş seçme imkanına sahip, ve bu yüzden daha memnun gözüküyorlar: Daha dışarı adım atar atmaz. Yüzlerde bunun ifadesini görüyorsunuz. Hiç kimse çekingen değil. Herkes kendini daha hür hissediyor. Bu gayet anlayabilir bir şey aslında" Refah, - adamın söylediklerini çok genel bir kavramla ifade edersek - eski korkulan, endişeleri izale eder ve insandaki güven hissini arttırır . Yoksulluğun dar ceketi gevşetildiğinden ferdin, kendi tercihini kendi yapabilme gücünü kuvvetlendirir. Aynı şekilde ferdin farklı olma duygusunu, şahsiyet sahibi olmasını, başkalarından değişik arzular besleme ve bu hususta karar verme melekelerini geliştirir. Elbette ki ayrı bir şahsiyet olma hissi, ferdin, bir "şahsiyet" olması manasına gelmez. Nitekim bir çok aracı şirket er (acentalar) işçi sınıfı mensublarında ki bu "şahsiyet olma" hissini istismar ederek onların "diğer milyonların" düşündüğü ve davrandığı gibi hareket etmeye çalışıyorlar.Item Bilişim personeli ve eğitimi(Uludağ Üniversitesi, 1982) Lordoğlu, Kuvvet; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiVerimli bir bilgi işlem politikası çalışanlarının daha yeterli bir eğitimi ile belirlenecektir. Çalışandan sağlanacak en önemli yararlardan biri de ortaya koyduğu verim artışı olarak özetlenebilir. O halde verim artışını doğracak kriterlerin belirlenmesi önemli olmaktadır. Bizce bunların başında çalışanlar eğitim ilişkisi gelmektedir. Bilgi işlem hizmetlerinde çalışanların eğitimi en küçük ölçekte firma düzeyinde daha sonra sektör ve ülke boyutlarında değerlendirildiğinde verim artışı daha belirgin hale gelmektedir. Ancak asıl sorun verim artışını sağlayacak olan eğitimi hangi konularda ve nasıl sağlamaktır? Çünkü bilgi işlem hizmetlerinde çalışanların eğitimi büyük ölçüde yapımcı firmalar tarafından karşılanmaktadır öte yandan Türkiye ve gelişmekte olan diğer ülkeler açısından önemli olan bilişim personelinin daha ciddi ölçüler içerisinde yetiştirilmesi olmalıdır. Gerçekten yapıcı firmalarca uygulanan çeşitli kurs ve seminerlerin ortalama süresi 3,5 gün/kurs olmakta bu uygulama ile eğitimin düzeyi ve derece yüksek olursa olsun kişinin uzmanlaşınası oldukça zorlaşmaktadır. Bununla beraber bu meslek dalını seçmiş çoğu kişi bu kurslarda ilk eğitimi aldıklannı ifade etmişlerdir.Item Ki-Kare ve Kolmogorov-Smirnov uygunluk testleri ve bunların karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1982) Aytaç, Mustafa; İktisadi ve Sosyal Bilimler FakültesiYapılan araştırmanın sonucunda uygulanan istatistik testin kuvvetli olabilmesi için, bu testin en güçlü ya da en kapsamlı varsayımlar içermesi gerekir. Bu varsayımlar geçerli olduğu zaman, istatistik testin gücü, alabildiği en yüksek değere çıkar. Diğer bir deyimle açıklamak istersek, bu en güçlü ve en kapsamlı varsayımlar geçerli olduğu zaman, bu testinin diğer testlere nazaran, sıfır hipotezi yanlış olduğunda reddetme olasılığı , en yüksek olandır. Parametrik istatistik testleri genellikle ortalamalar ve varyansların testlerinde kullanıldığı gibi bir, iki ve ikiden çok yığına da aynı güç etkinliğinde uygulanabilir. Çünkü parametrik testler, kullanışlarını belirleyen çok güçlü varsayımlara sahiptirler Buna en güzel örnek t- testi veya F- testidir. Parametrik istatistik testleri uygularken kabul edilen varsayımlar şunlardır: a) Gözlemler birbirlerinden bağımsız olmalıdır. Bir diğer ifade ile yığından alınıp gözlenen birimin seçilme şansı ve bu birimin aldığı puan, yığındaki diğer birimlerin seçilme şansını ve puanını etkiler memelidir. b) Parametrik istatistik testleri belli durumlarda- Normal dağılım gibi- sürekli bir dağılımın varlığını kabul ederler. c) Yığının şekli konusunda bir şüphe varsa, örnek sayısı merkezi limit teoreminden yararlanabilmek amacıyla otuzdan fazla seçilmelidir. d) Birimlerin aldığı puanlar üzerinde aritmetik işlemlerin yapılabilmesi için incelenen değişkenler en azından aralıklı ölçek düzeyinde ölçülmüş olmalıdırlar . e) Yığınlar aynı varyans veya özel durumlarda bilinen bir varyans oranına sahip olmalıdırlar. Parametrik testleri, varyans analizinde kullanmak istiyorsak bu beş varsayıma, aşğıdaki varsayımı da eklememiz gerekmektedir. f) Normal veya eşit varyansa sahip yığınların ortalamaları, sütun veya sıralardan doğan etkilerin doğrusal bileşkeleri olmalıdır. Yani etkiler toplama bilmelidir. Son iki varsayımı bazı özel durumlarda öne sürülebildiğinden bir kenara bırakırsak, ilk dört varsayım önceden kabul edilen varsayımlar dır. Bu varsayımlardan herhangi bir tanesi uygun değilse uygulanan parametrik testler yanıltıcı sonuçlar verebilir. Bu nedenden dolayı küçük hacimli örneklerin çalışırken her türlü bölünüm için geçerli olabilen test yöntemlerine gerek vardır.Item Bir alt-sistem olarak Kuzeydoğu Asya ve Kore'lerin birleşme sorunu I(Uludağ Üniversitesi, 1982) Kar, Bülent; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiBu yazı iki ana kısımdan oluşmakta. Birinci kısımda, uluslararası sistemin bir alt-sistemini' oluşturan Kuzeydoğu Asya ele alınacak, ikinci kısımda ise bu alt-sistemin odağını oluşturan Koreler ve bu ülkelerin barışçıl bir yoldan birleşmeleri için harcanan çabalara yer verilecektir. Uluslararası politikada "sistem" denilince akla, "davranışçı" okulun ürettiği en önemli yaklaşımlardan biri olan "sistem analizi" gelmektedir. Bu kuramın en önemli temsilcisi ise Morton Kaplan'dır. Kaplan, geliştirdiği kuramda alt-sistemlerin tüm sistemi ne şekilde etkilediklerini ve meydana gelen değişikliklerin alt-sistemlerdeki değişiklikler sonucu ortaya çıktığını vurgulamakta, genel sistemin bazı girdiler· le etkilenece~ini ve hatta tümden bir değişim olabileceğini söylemektedir. Kaplan 'a göre, alt-sistemleri oluşturan ulus-devletler, genel sistemin kendilerine tanıdığı ve sınırlan bir ölçüde belirlenmiş hareket alanı içerisinde diledikleri şekilde hareket etme olanağına sahiptirler. Kaldı ki, bu değişiklikler şüphesiz tarihin farklı dönemlerinde işlerliği olan farklı yapısal ve davranışsal sistemleri belirleyen bir tür bağımlılığın" sonucunda ortaya çıkar. Bunun nedeni ise, son yinni yıl içinde görülen teknolojik gelişmelerle daha da küçülen dünyanın ve üzerinde yaşayan toplumların birbirleriyle daha sıkı ilişkiler içine girerek, daha bağımlı duruma gelmesidir. ömeğin, soğuk savaş dönemi de, her iki bloğa üye olan devletler arasındaki gerginlik ve bu gerginliğin getirdiği güçlükler, sadece bu devletlerde yaşayan insanları değil, tüm toplumları etkilemiştir. Gene bu güçlükler, toplumlan yalnız psikolojik olarak etkilemek kalmamış, ekonomik olarak da kendini göstermiştir. Sözkonusu dönemde, karşıt blok üyesi bir toplumun gereksinim duyduğu mallar ancak blok liderinin "oluru" ile alınabilmiş veya satılabilmiştir.Item Türkiye'de iş kazaları ve meslek hastalıkları alanında yapılan çalışmaların ve bu konuda Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile ilişkilerin genel bir değerlendirmesi(Uludağ Üniversitesi, 1982) Başar, Haşmet; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiSosyal içerikli çalışmaların çoğunda olduğu gibi, iş kazaları ve meslek hastalıkların da sanayi devrimi ile yoğunluk kazanmış ve toplumların önemli bir sorunu haline dönüşmüştür. Başlangıçta yardım sandıklan ve hayır dernekleri önemli görevler üstlenmişler, İşverenler de olaya insancıl nedenlerin yanı sıra üretimi ve verimi artırmak amacıyla önem vermişler, 19. yüzyılın son yıllarda ise konuya doğrudan doğruya devletler ilgi göstermeye ve çözüm yolu aramaya başlamışlardır. Sosyal Sigortalar konusunda ilk adımlar Almanya'da atılmış bu ülkede, 1883'de hastalık sigortası, 1884 de iş kazaları ve 1889 da sakatlık, yaşlılık sigortası kurulmuştur. 20. yüzyılın başlarında diğer Avrupa ülkelerinde de yasal düzenlemelere gidilmiş, değişik amaçlar da hizmet veren sosyal sigortalar oluşturulmaya başlanmıştır. örneğin 1905 yılında Norveç'te yaşlılık sigortası, 1913 yılında İsveç'te yaşlılık ve sakatlık sigortası, 1911 de İsviçre'de iş kazası sigortası , İngiltere'de ise 1908 yılında yaşlılık sigortası ve 1911 de de hastalık ve sakatlık sigortası kurulmuştur.Osmanlı devletinde sosyal yardımlar islam dininin emrettiği zekat, fitre , kurban kesme gibi vecibelerle desteklenmesi de kamu hizmetlerinin büyük bir bölümünü vakıflar üstlenmişti. Bunlardan özellikle AVARIZ VAKIFLARI fakirlerin tedavisi ile uğraşırken Orta Sandığı ve Teavün sandığı adı altında loncaların oluşturdukları ve lonca başkanları tarafından yönetilen örgütler sosyo-ekonomik sorunların çözümünde önemli rol oynamakta idiler.Item Tarımın ekonomideki yeri ve Türkiye'de tarımsal kredi politikası(Uludağ Üniversitesi, 1982) Şahin, Hüseyin; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiGelişme süreci içinde tarımın ekonomideki nispi öneminin giderek azaldığı, buna karşılık sanayi ve hizmetler kesimlerinin öneminin arttığı tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde saptanmış bir olgudur. Bu olgunun bir sosyo·ekonomik yasa olduğunu ileri sürmek abartma olmayacaktır. Söz konusu olgunun ortaya çıkmasında birçok ekonomik, sosyal ve kurumsal faktörlerin rolü vardır. Ekonomi gelişirken, bu faktörler tarım kesiminin büyüme hızının sanayi ve hizmetler kesimleri büyüme hızından daha düşük kalmasına yol açmaktadır. En başta, milli gelirin bileşimi değişmekte, daha yüksek büyüme hızı gösteren ekonomik faaliyet kollarının milli gelirdeki payı artarken düşük oranda gelişenlerinki azalmaktadır. Nisbi önemi giderek azalan kesimlerin üretim faktörleri talebi de daralmaktadır.Tarım kesiminin ekonomideki nispi öneminin azalması, tarımın evrensel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıntıya girmeden bunları tarımsal ürünlerin talep ve arz şartları çerçevesinde inceleyebiliriz.Item Gelişen bir ekonomide üretim teknikleri seçim kriterleri(Uludağ Üniversitesi, 1982) Runowicz, Adam; Babayiğit, İbrahim; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiYazar gelişen bir ekonomide üretim teknikleri seçim teorisinin, uzun tartışmalardan sonra "Strateji çizilebilecek" bir duruma ulaştığını belirtmektedir. Üretim tekniklerinin seçiminde, geçmiş bütün teorik düşüncelerin stratejik bir hedef kabul ettiği, uzun dönem büyüme oranı maksimizasyonun, pek verimli olduğu ispat edilmemiştir. Çok gelişmiş bir ekonomide, ekonomik büyüme bütün ekonominin gelişmesini sağladığı halde, gelişmekte olan bir ekonomide ekonomik büyüme ekonomik gelişmeyi "Sağlamayabilir. Bundan dolayı strateji büyüme oranının değil gelişme oranının maksimizasyonu olmalıdır . Bu görüş üretim teknikleri seçimi sorununa tamamen yeni bir bakış açısı getirmektedir. Bu düşünceler, ilke olarak gelişen ekonomilerle sınırlandırıldığı halde, bunların öneri ve sonuçların, az veya çok, ekonomik gelişme programlarının yürürlükte olduğu herhangi bir ekonomide de uygulanabilir. Soruna yeni yaklaşımda, şimdiye kadar ana stratejik hedef olarak geçerli olan büyüme oranı maksimizasyonu değil, yapısal değişiklikler yani bütün ekonominin gelişmesi , üretim tekniklerinin seçiminde önemli olmaktadır. Teknik ilerleme ve tekniklerin seçimi sorunlarının, hala ihtilaflı olmalarından dolayı, bu konularla ilgili çalışmalara önce bu iki kategori arasında bir ayrım yaparak başlanması, bir gelenek haline gelmeye başlamıştır. Bu konu üzerinde çalışan iki düşünce okulundan söz edilebilir. Bunlardan ilki, tekniklerin seçimini, aynı ürün eğrisi boyunca hareket olarak tanımlayan oldukça dar bir yaklaşımla ele almaktadır. Bu okula göre, teknik ilerleme eğrinin altındaki bir noktaya, yani başka 'bir eğriye doğru harekettir. İkinci okul, teknik ilerlemenin aynı eğri boyunca hareket olduğunu kabul eder.Item Tüketicinin korunması hareketi ve bazı yeni gelişmeler(Uludağ Üniversitesi, 1982) Mucuk, İsmetTüketicinin korunması (consumerism) hareketi, 1960'ların başlarından beri gelişerek hemen tüm gelişmiş ülkelerde gitgide yaygınlaşan bir olgu olarak kendini göstermektedir. Temelde, tüketicilerin işletmeler karşısında nisbi zayıflığı gidermeyi amaçlayan bu hareket aslında bütünüyle yeni bir gelişme değildir. Söz konusu evrensel, sorunu çözümlemeye yönelik girişimlere eski dönemlerde çeşitli ülkelerde rastlanmıştır. Ancak son yirmi yıldaki gelişmelerde, konunun ele alınış biçimi ve boyutları ile çözümü yolunda sarf edilen yoğun çabalar, önceki girişimlerden önemli ölçüde farklılıklar göstermektedir. ülkemizde, bir "tüketicinin korunması hareketi" nden söz edilemezse de bu konu 1970 yılından beri üzerinde durulmaya başlanan ve devletçe özel bir yasa ile düzenlenmesi için son yıllarda çaba sarf edilen bir konu olma niteliğini taşımaktadır. Nitekim bu yolda sonuçsuz kalan bazı girişimlerden sonra, Kasım 1980 de Hükümete sunulan Ticaret Bakanlığının hazırladığı yeni bir tüketiciyi koruma yasa tasarısı halen gündemdedir.Item Un essai d'interprétation sur les causes de l'instauration d'un pouvoir bureaucratique en Egypte(Uludağ Üniversitesi, 1982) Kotil, Ahmet; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiL'Egypte occupe une place distinctive à l'intérieur des pays post-coloniaux. A l'époque coloniale, il était estraeterisé par une intégration assez poussée au marché mondial par le biais d 'un modèle agro-exportateur, corrélativement par un développement capitaliste non-non négligeable et la formation d'une classe bourgeoise suffisamment forte pour pouvoir participer au système politique colonial, donne également pour une démocratie pour 'elite socio-économique indigene, certes limitée par la présence de la puissance coloniale et de la Couronne; la paysannerie sans terre des fellahs et les pauvres des villes restant à l'écart des mécanismes de participation. Cela signifie que l'Egypte se démarquer de la plupart des pays d'Afrique noire ou de certains pays d'Asie qui, comrne lui, avaient accédé à un pot•voir bureaucratique dominant !Les espaces économique et politique en même temps à la fin de l 'ère coloniale; il possédait une société civile bourgeoise relativement forte. Les sociétés post-coloniales de même type que l'Egypte, c'est-à-dire ayant une bourgeoisie assez forte mais relativement faible pour pouvoir subordonner l'appareil d'État hérité du colonialisme, un appareil d'Etat plus étoffé que ne l'est la base économique indigene, se caractérisent généralement par un système politique dans lequel une oligarchie bureaucratico-militaire jouait un rôle prépondérant dans la médiation des intérêts divergents au sein du bloc au pouvoir, sans pour autant éliminer les bases économiques des classes (en général la grande bourgeoisie et les grands propriétaires terriens) qui formaient ce bloc. En Egypte, les classes dominantes locales étaient certes relativement faibles pour pouvoir contrôler l'appareil d'État colonial,mais durant toute la période coloniale, surtout apres la premiere guerre mondiale, elles avaient accès à cet appareil par I 'intermédiaire du Palais et de l'aristocratie regroupée autour de ce demier; du Parlement, du Wafd qui y était le parti dominant et de certains cercles grands-bourgeois, comme la Banque Misr. la Fédération Égyptienne de ı 'Industrie et I es personnalités issues de ces groupes.Item Türk kooperatifçiliğinde son gelişmeler(Uludağ Üniversitesi, 1982) Mülayim, Ziya GökalpKonuşmama, kooperatif deyince ne kastediyor, onu belirtmekte başlayacağım. Zira, ülkemizde kooperatif deyimi her zaman aynı anlamda kullanılmaktadır. Kooperatif, fertleri, tek başlarına yapamayacakları veya birlikte yapmalarında yarar bulunan işleri en iyi şekilde ve maliyet fiatlama yapmak üzere dayanışma suretiyle ekonomik güçlerini bir araya getirmeleridir. Kooperatif, spekülatif kapitalist sektöre karşı fertleri birleştirerek ekonomik yönden onların savunmasını olmakla beraber, ortakların özel mülklerini ve işletme bütünlüklerini kastetmekte, aksine onları müşterek bir ekonomik amaç onu birleştirmek suretiyle, onların iktisadi bağımsızlıklarını ve hürriyetlerini arttırmaktadır. Böylece kooperatifin genel bir tanımından sonra gelelim Türk kooperatifçiliğindeki son gelişmelere. Bu gelişmeleri şöyle bir yöntem ile incelemek istiyorum. Önce, Türk kooperatifçiliğinin bugünkü duruma nasıl geldiğini belirtecek ve genel bir değerlendirmesini yapacağız. Sonra, Türk kooperatifçiliğinin temel sorunlarını; bu sorunların çözümündeki son gelişmeleri inceleyecek ve önerilerimizi vereceğiz.Item İşletmelerde yöneticilerin eğitimi ve geliştirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1982) Barutçugil, İsmet Sabit; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiBilindiği gibi işletmelerde yönetici olarak görev alan kişiler, planlama, örgütleme, yöneltme, düzenleştirme ve denetim gibi temel yönetim fonksiyonlarını yerine getirerek işletme amaçlarının gerçekleşmesine çaba gösterir, işletmenin tüm elemanlarını bu amaçlar doğrultusunda yönlendirir ve onlara önderlik ederler. Yöneticiler, işletmelerde üretim için gerekli tüm faktörlerinin etkin bir biçimde sağlanmasından ve kullanılmasından sorumlu kişilerdir. Bu görev ve sorumluluklarının gereği olarak yöneticiler sürekli biçimde ve çok sayıda kararlar almak, bunların uygulamasını izlemek ve sonuçları değerlendirmek zorundadırlar. Bu açıklamalar , yönetimin son derece karmaşık ve çok yönlü bir olay olduğunu ve bu görevi yerine getirecek kişilerin kendilerine özgü, farklı ve üstün bazı niteliklere sahip bulunmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Gerçekten, bir yöneticinin görevini başarılı bir biçimde yerine getirebilmesi için işletmenin faaliyet alanı ile ilgili olarak akademik eğitimle veya sonradan deneyimle kazanılmış yeterli düzeyde bilimsel ve teknik bilgiye sahip bulunması ve insan yönetimi için gerekli yetenekleri ve kişisel özellikleri taşıması gerekir. İşletme yöneticilerinin görevlerini yerine getirirken öncelikleri belirleme, uygulamayı yönlendirme ve başarıyı değerlendirme için gerek duyulan analiz, karar-alma ve denetim bilgilerine sahip bulunmaları zorunludur. Ayrıca kişileri seçme, yetiştirme arzulanan amaçlar doğrultusunda örgütleme, değerlendirme, onlara danışmanlık ve önderlik etme yeteneği de bir yöneticide aranan niteliklerdir. Bir yöneticinin, bir taraftan ki isel girişkenliği ve yaratıcılığı özendirme ve diğer taraftan da grup çalışması için gereken işbirliğini sağlama becerisine sahip bulunması beklenir. Yönetici, çalışmaların nitelik ve kalitesi ile ilgilenilmeli, örgütsel çabaların önemli ve öncelikli alanlarda yoğunlaştırabilirim ve maliyetleri denetim altında tutabilmelidir. Tüm bunların yanısıra , başarılı bir yöneticinin sürdürülen örgütsel çabaları, letmenin amaç, politika ve kaynakları ile uyumlu kılabilme yeteneğine sahip bulunması gerekir.