Güncel Pediatri / The Journal of Current Pediatrics
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5058
2005'te Cilt 3 olması gereken dergi, makalelerin içeriğinde Cilt 2 olarak yazılmış ve ciltlerde bir atlama gerçekleşmiştir. Bu nedenle, dergi sayıları, DergiPark'taki sıralamaya göre değil makalelerin içindeki verilere göre oluşturulmuştur.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
Derginin 2021 yılından itibaren yayıncısı değiştiğinden 2021 sonrasındaki sayıları girilmemiştir.
News
https://dergipark.org.tr/tr/pub/pediatri
https://www.guncelpediatri.com/
Browse
Browsing by Department "Çocuk Hematoloji Bilim Dalı"
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Ağır adet kanaması olan ergenlerin kanama diyatezi açısından değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Evim, Melike Sezgin; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Bilim DalıAğır adet kanaması; 7 günü geçen ya da bir siklusta 80 ml’den fazla kanama olarak tanımlanır. Demir eksikliği anemisinin yanı sıra; sosyal ve fiziksel aktivitelere katılmada isteksizlik, okula devamsızlıklara neden olarak yaşam kalitesini azaltır. En sık neden henüz tam olgunlaşmamış hipotalamik-hipofizer aksa bağlı anovulatuar sikluslar olmakla birlikte, ikinci sık neden altta yatan bir kanama hastalığıdır.Item Altı aylık ALL tedavisinin 1-3 yaşlarındaki çocuklarda psikososyal gelişim ve duygu durumu üzerindeki etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-08) Kantarcıoğlu, Arzu; Sezgin, Melike Evim; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıGiriş: Bu araştırmanın amacı; akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanısı alan 1-3 yaşlarındaki çocukların, tedavi başlamadan önce ve tedavinin 6. ayında, psikososyal gelişim ve duygu durumu özelliklerinin karşılaştırılarak, tedavinin psikolojik gelişim üzerindeki etkilerini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya aynı yıl içinde, ALL tanısı alan 1-3 yaşlarındaki 12 çocuk (6 kız-6 erkek) katılmıştır. Çocukların annelerine, psikososyal gelişimi değerlendirmek amacıyla, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE) ve duygu durumunu değerlendirmek amacıyla, Bebek ve Çocuklarda Sosyal Duygusal Değerlendirme Ölçeği (BITSEA) tanı anında ve tedavinin 6. ayında uygulanmış ve çocukların oyun ve akranları ile geçirdikleri zaman ile fiziksel aktivite düzeyleri de karşılaştırılarak, psikolojik gelişim ve duygu durumu üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bulgular: Tedavinin 6. ayında çocukların ilk gelişlerine göre; oyun, akranlarla geçirilen zaman ve fiziksel aktivite düzeylerinde anlamlı bir azalma, sosyal beceri-öz bakım ile ince motor becerilerinde gerileme, sosyal duygusal problemlerinde artış ve beceri düzeylerinde düşüş bulunmuştur. Sonuç: Tedavinin 6. ayında, çocukların psikososyal gelişimlerinin gerilediği ve duygu durumlarının olumsuz etkilendiği bulunmuştur. Tedavinin beklenen fiziksel yan etkileri yanında özellikle nötropeni nedeniyle yaşanan sosyal izolasyon (oyun, akranlar ve fiziksel aktiviteyle geçirilen zamanda azalma) psikososyal gelişimi ve duygu durumunu olumsuz etkiliyor gibi gözükmektedir. Bu olumsuz etkilerin ileri yaşlarda ne kadar devam ettiğine ilişkin çalışmalara ihtiyaç duyulmakla beraber, tedavi boyunca çocukların sosyal uyaran ihtiyaçlarının karşılanması ve ebeveynlerin aşırı hijyene dayalı koruma ve kontrolünün önüne geçilmesi için bilgilendirilmelerin yapılması ve çocukların ihtiyaçları doğrultusunda gelişimi destekleyici özel eğitim programları uygulayan kurumlara yönlendirilmeleri önemli gözükmektedir.Item Artmış vitamin B12 düzeyi(Uludağ Üniversitesi, 2014-08-12) Evim, Melike Sezgin; Tüten, Rahime; Baytan, Birol; Yakarışık, Selin; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Bilim DalıVitamin B12 vücutta bütün hücreler için gereklidir. Vitamin B12 düzeyinin düşüklüğü kadar yüksekliği de anlamlıdır. Özellikle hematolojik hastalıklarda, solid tümörlerde, otoimmün hastalıklarda, renal hastalıklarda ve enfeksiyon hastalıklarında yüksek serum kobalamin düzeyleri saptanmıştır ve bu yükseklik bazı hastalıklarda prognozla ilişkili bulunmuştur. Serum vitamin B12 yüksekliği dikkate alınmalı ve bu konuda daha fazla çalışma yapılmalıdır.Item Bursa’da pediatrik talasemi, hemofili ve lösemili olgu annelerinin aşırı koruyucu ebeveyn tutumları ve duygu durumlarının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2018) Katrancıoğlu, Arzu Çırpan; Evim, Melike Sezgin; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Bilim DalıGİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, talasemi, hemofili ve lösemi tanısı almış çocukların annelerinin aşırı koruyucu ebeveyn tutumları ile duygu-durumlarının incelenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya toplam 74 çocuğun annesi katılmıştır. 52 çocuğun annesi çalışma grubunu (talasemi, hemofili ve lösemi tanısı almış çocukların anneleri) ve 22 çocuğun annesi ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Çalışmanın verileri Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve PARİ ile elde edilmiştir. BULGULAR: Elde edilen sonuçlara göre, çalışma grubunda aşırı koruyucu ebeveyn tutumları kontrol grubuna göre anlamlı olarak fazladır. Çalışma grubu kendi içinde karşılaştırıldığında hemofili olguların annelerinin lösemili olanlara göre anlamlı olarak aşırı koruyucu tutumları olduğu gözlenmiştir. Çalışma grubunun depresyon, anksiyete, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostalite puanları, kontrol grubuna göre anlamlı olarak fazladır. Aynı zamanda aşırı koruyucu ebeveyn tutumları ile anksiyete arasında olumlu bir ilişki vardır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Aşırı koruyucu ebeveyn tutumları, çocukların ileriki yaşamlarında gelişimsel geriliklere ve birçok psikopatolojiye neden olabildiğinden, kronik ya da ciddi bir rahatsızlığı bulunan çocuklar ve ebeveynleri ile bu tutumlara yönelik psikolojik görüşmeler ve müdahaleler yapılması gerekebilir.Item Çocukluk çağında kalıtsal tromboz(Uludağ Üniversitesi, 2004) Güneş, Adalet Meral; Baytan, Birol; Günay, Ünsal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıUzun yıllar boyunca sadece erişkinleri ilgilendiren bir hastalık grubu olarak bilinen “trombotik olaylar” son yıllarda pediatrik hematoloji ve genel pediatri pratiğinde sık tartışılan hastalık grupları içinde yerini almıştır. Kuşkusuz bunun en önemli nedeni son yıllarda tanımlanan, tromboz riskini arttırdığı gösterilen konjenital faktörlerdir (1). Son yıllarda yapılan çalışmalarla trombotik olayların çocuklarda da oldukça önemli bir mortalite ve morbidite nedeni oldu- ğu anlaşılmıştır. Genel populasyonda erişkinler için bildirilen yıllık tromboemboli insidansı yılda 1000 kişi için 1 hastadır (2). Amerika Birleşik Devletleri (ABD) rakamlarına göre yılda 50 000 hasta trombozdan ölmektedir. Andrew ve ark. (3) çocukluk yaş grubu tromboz insidansını yenidoğan bebekler için her 100 000 hastane başvurusunda 240, daha büyük çocuklar için ise 53 olarak bildirmektedir. Aynı rakamlar erişkin dönemi için 78’dir. MancoJohnson grubunun (2) verdiği rakam ise 12/100 000’dir. Ülkemizde Hacettepe Çocuk Hastane’sinde Gürgey ve ark. (4) tarafından yapılan çalışmada, çocuklarda hastaneye başvuru sırasında tromboz oranı 78/100 000 olarak bildirilmekte ve yurdumuz için önemli bir sorun olarak vurgulanmaktadır. Çalışmalarda trombotik atak geçiren çocuklarda trombozun tekrarlama olasılığı %7- 18.5, tromboza bağlı ölüm oranı %2.2 olarak belirtilmiştir (5,6).Item Çocukluk çağında lenfadenomegaliler(Uludağ Üniversitesi, 2006) Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Günay, Ünsal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıLenfatik yollar boyunca yer alırlar. Fasulye şeklinde olup morfolojik olarak korteks, parakortikal alan ve medulla bölgelerine ayrılır. Afferent lenfatikler subkapsüler sinüsten girer, hilustan efferent lenfatik yollar çıkar. Lenfositler parakortekste bulunan yüksek endotelyal venülden lenf bezine girip çıkarlar. Kortekste iki tip follikül vardır. Birincil folliküllerde olgun B lenfositleri istirahat halindedir. İkincil folliküller doğumda yoktur, yineleyen antijenik uyarılar sonucu immün yanıt burada gelişir. Parakorteks korteks ve medulla arasında yer alır ve T lenfositlerinden ve antijen sunan ara hücrelerden zengindir. Medullada olgun T ve B lenfositleri ve makrofajlar bulunur. Yenidoğan döneminde belli belirsiz olan lenf nodlarının boyutları yaşa, nodun lokalizasyonuna ve bireyin immunolojik yapısına göre değişmektedir. Lenf bezleri 8-12 yaş civarında maksimum "total lenf nodu kitlesi"ne ulaşır ve adolesan dönemden sonra lenf nodu atrofisi başlar. Çocukluk çağında supraklavikuler bölgede 0.3 cm, aksiller bölgede 0.5 cm, servikal bölgede 1 cm, inguinal bölgede ise 1.5 cm büyüklüğe kadar olan lenf nodları genellikle patolojik olarak kabul edilmez.Item Febril nötropenide C-reaktif protein ve prokalsitoninin yeri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Özdemir, Özlem; Baytan, Birol; Demirkaya, Metin; Çelebi, Solmaz; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıAmaç: Febril nötropeni kanser hastalarında en önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Bu nedenle tanının erken konması ve uygun antibiyoterapinin başlanması oldukça önemlidir. Bu çalışmada febril nötropenik hastalarda C-reaktif protein (CRP) ve prokalsitonin arasında sepsisin şiddeti ve tanımlanmasında bir farklılık olup olmadığını göstermek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Ünitesinde febril nötropeni tanısıyla izlenen 30 olgu (35 atak) dahil edildi. Serum CRP ve prokalsitonin değerleri 0-5. günlerde alındı. Kültür üremesi, uzamış ateş, mukozitin varlığı ve mutlak nötrofil sayısı (MNS) ile karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Akut lösemi tanısı alan 16 (%54) ve solid tümörlü olan 14 (%46) olgu incelendi. CRP ve prokalsitonin değerleri karşılaştırıldığında her iki parametrenin de pik değerine 1. günde ulaştığı ve benzer zamanlarda azaldığı görüldü, ancak aralarında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı (r=0,2, p>0,05). Mukoziti ve kültür üremesi olan hastalarda parametreler açısından anlamlı bir fark yoktu. Ancak CRP, MNS<100/mm3 olanlarda 3, 4 ve 5. günlerde istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Benzer şekilde CRP, uzamış ateşi olanlarda 1,2,3 ve 4. günlerde anlamlı derecede daha yüksekti. Sonuç: Bu çalışma febril nötropenide enfeksiyonun erken tanınması ve şiddetinin belirlenmesi açısından prokalsitoninin CRP’ye bir üstünlüğünün olmadığını göstermektedir. Prokalsitonin lökopenik olmayan hastalarda çok iyi bir enfeksiyon belirteci olmasına karşın nötropenik hastalarda tanısal değerini belirlemek için daha geniş kapsamlı prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Item Hemofagositik lenfohistiyositozisile tedavi edilen olgularının retrospektif olarak değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-10) Temuroğlu, Aytül; Evim, Melike Sezgin; Sevinir, Betül; Baytan, Birol; Güler, Salih; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim DalıHemofagositik lenfohistiyositoz (HLH) monosit/makrofaj sistemindeki kontrolsüz proliferasyon sonucu oluşan nadir görülen enflamatuar bir sendromdur. Ailesel (primer) ve sekonder olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktadır. Ülkemizde akraba evliliği oranı %29.2 ile yüksek olduğu için HLH sıklığı da artmaktadır. Sekonder HLH her yaşta görülebilmekle beraber gerçek insidansı bilinmemektedir. Maligniteler, enfeksiyonlar ve inflamatuar süreçlere eşlik edebilir. Major klinik bulgular persistan yüksek ateş, sitopeni, splenomegali ve/veya hepatomegalidir. İlk bulgu genellikle ateştir. Tedavide amaç anormal inflamasyonu durdurmaktır ve altta yatan nedeni tedavi etmektir. Kliniğimizde 2010 ile 2019 yılları arasında tanı konulup tedavi edilen 15 hastayı retrospektif olarak değerlendirdik. İstatistiksel analiz kruskal- wallis testi ile yapıldı. BULGULAR: Kliniğimizde tanı alıp tedavi edilen 15 hastanın ortanca tanı yaşı 18 aydı(1ay- 17 yaş). Olguların kız erkek oranı 6/9 idi. Ateş bütün hastalarda görüldü, hepatosplenomegali %80 oranında vardı. Ortalama ferritin değeri 33.927±51.461µ/l (964-201.074)idi. Hasta grubumuzda akraba evliliği oranı %53 (n=8) olup yüksekti ve enfeksiyona sekonder gelişen hastaların tümünde etken EBV idi. Olguların %33’ü (n=5) primer, %67’si(n=10) sekonderdi. Sekonder olguların %40’ında(n=4) etyolojide malignite, %50’sinde (n=5) enfeksiyon ve %10’unda (n=1) metabolik hastalık vardı. Ülkemiz koşullarında persistan yüksek ateş,hepatosplenomegali ve ferritin yüksekliği ile gelen olgularda HLH düşünülmesi erken tanı açısından önemlidir. HLH tablosu ile gelen olgularda primer nedenler yanı sıra etyolojide malignite de unutulmamalıdır.Item Hemofilide problem davranışlar ve aşırı koruyucu annelik tutumları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-18) Evim, Melike Sezgin; Kantarcıoğlu, Arzu Çırpan; Çocuk Hematoloji Bilim Dalı; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıHemofili, çocuğun psiko-sosyal gelişimini ve annelerin duygu durumu ile çocuğa karşı tutumlarını olumsuz etkilemesi beklenen kronik hastalıklardandır. Bu çalışmanın amacı, ağır hemofili tanısıyla izlenen ergen ve annesinin psikolojik problemlerini incelemek ve annenin duygu durumu ile aşırı koruyucu tutumlarının ergenin davranışları üzerindeki etkisini incelemektir. Çalışma grubu 19 ağır hemofili A ve B hastası olan erkek ergen (11-16 yaş arası) ve annelerinden oluşmaktadır. 22 gönüllü sağlık personeli anne ve oğulları (11-16 yaş arası) çalışmaya kontrol grubu olarak alınmıştır. Veriler hem anne hem de ergenlerden tek oturumda psikometrik araçlarla toplanmıştır. Hemofili ile anksiyete, depresyon ve karşıt olma-karşıt gelme davranışları arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. Annenin aşırı koruyucu tutumları ile ergenlerin anksiyete, depresyon, karşıt olma-karşıt gelme davranışları ve annenin depresyon puanları arasında pozitif bir korelasyon bulunmuştur. Her iki grubun toplam puanları karşılaştırıldığında, annelerin depresyon puanları ve aşırı koruyucu tutumları çalışma grubunda anlamlı olarak fazladır. Ergenlerin ise karşıt olma karşıt gelme, depresyon ve anksiyete puanları çalışma grubunda anlamlı olarak fazla bulunmuştur Hemofili tanısı almış ergen ve annelerinde problem davranışların azaltılması için bazı önerilerde bulunulmuştur. İlk olarak anne, hastalık, tedavi ve aşırı koruyucu tutumları ile bilgilendirilmeli, sorumluluklarını paylaşmalıdır. Aile ve hasta çocuk, hemofili risklerini göz önünde bulundurarak, yapılabileceklere odaklanmalıdır.Item İlk bulgusu cilt tutulumu olan konjenital lösemi(Uludağ Üniversitesi, 2011-02-13) Evim, Melike Sezgin; Demiral, Meliha; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıGiriş: Konjenital lösemi, çocukluk çağı lösemilerinin %1’inden azını oluşturur. Prognozu kötüdür. En sık miyeloid form görülür. Olguların %25-30’unda lösemik cilt tutulumu bulunur. ‘Blueberry muffin’ denilen bu lezyonlar; mavi-mor renkli, sıklıkla çok sayıda ve yaygın nodüler lezyonlardır. Olgu Sunumu: Doğduğundan beri yaygın mavi-mor renkli nodüler lezyonları olan, sepsis düşünülerek yenidoğan ünitesinde 35 gün izlenen hasta, immün yetmezlik ön tanısı ile merkezimize yönlendirilmiştir. Fizik bakısında; soluk görünümde, tüm vücudunda yaygın, mavi-mor renkli cilt altı nodüler lezyonları ve hepatosplenomegali saptandı. Lökosit sayısı 363 000/mm3 idi. Periferik kanının morfolojik ve akım sitometrisi ile değerlendirilmesi ile Akut Monositer Lösemi (AML-M5) tanısı aldı. Tartışma: “Blueberry muffin” cilt lezyonları ile gelen hastalarda mutlaka konjenital lösemi ayırt edilmelidir.Item Neonatal alloimmün trombositopeni(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-06) Evim, Melike Sezgin; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıNeonatal Alloimmün Trombositopeni (NAT) yenidoğan döneminde ağır trombositopeniye neden olan nadir bir hastalıktır. Anne ve bebek arasındaki trombosit antijen uyumsuzluğu sonucunda annede fetal trombositlere karşı gelişen antikorlar, fetusa geçerek intrauterin dönemden itibaren trombositopeniye yol açabilir. Klinik bulgular hafif ya da ağır olabilir. Olguların yaklaşık yarısı ilk gebelikte görülür. İzleyen gebeliklerde görülme sıklığı artar. Olay antikorların uzaklaşması ile kendini sınırlar. Ancak, gebelik süresince anne ve fetusun dikkatli ve yakından izlenmesi ve endikasyonu olduğu takdirde tedavinin hemen düzenlenmesi gerekir. Artmış mortalite ve morbiditesi nedeniyle erken tanınması, tedavi edilmesi ve ailenin sonraki gebeliklerdeki riskler hakkında bilgilendirilmesi önemlidir.Item Oral mukozitin önlenmesi ve tedavisi: Güncel yaklaşımlar(Uludağ Üniversitesi, 2006) Çubukçu, Çiğdem Elbek; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Diş Polikliniği; Çocuk Hematoloji Bilim DalıOral mukozit, kanser tedavisinde veya kök hücre ve kemik iliği nakli yapılan hastalarda, sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Doğası, süresi ve şiddeti tam olarak belirlenemeyen bir fonksiyon bozukluğu olup uygulanan tedaviye ve hastaya göre değişkenlik gösterir. Oral mukozit oluşturma potansiyeli yüksek kemoterapötikler, alkilleyici ajanlar, antrasiklinler, antimetabolitler ve vinka alkaloidleridir. Kemoterapötik madde, DNA replikasyonunu ve mukoza hücresinin proliferasyonunu doğrudan inhibe ederek ve bazal epitelin yenilenme kapasitesinde düşüşe neden olarak stomatotoksik etki gösterir. Bu olayların, mukoza atrofisi, kollagen yıkımı ve sonuçta ülserasyonla sonuçlandığı düşünülmektedir. Kanser tedavisi sırasında, ağız-diş bakımına gerekli özenin gösterilmemesi, oral mukosit gelişimini tetikleyici en önemli faktördür. Oral mukozitin şiddeti; ağız kuruluğu, yüzeyi düzensiz dişler, plak ve diş taşı birikimi, kötü dolgular ve protezler gibi lokal irritanlarla artmaktadır. Malinitenin tipi, kullanılan kemoterapötik ilaç (doz ve uygulama döngüsü dahil), kemik iliği baskılanmasının varlığı ve ciddiyeti ile ışınlama alanının lokasyonu diğer faktörlerdir. Oral mukozit lezyonları, enşamasyonlu ve kanamalı ülserasyonlar şeklindedirler ve ağrılıdırlar. Ülserler, keratinize olmayan yanak, ventral lingua ve ağız tabanı gibi bölgelerde gözlenmekle birlikte; dorsum lingua gibi keratinize bölgeler de görülebilirler. Şiform papillerde bariz bir kayıp söz konusudur. Mitotik oranın ve epidermal büyüme faktör reseptörlerinin daha fazla oluşunun, çocuklarda ve 20 yaşın altındaki bireylerde, oral mukozit gelişme riskini artırdığı ifade edilmektedir. Ancak, bu hastalarda lezyonların daha çabuk iyileştiği de unutulmamalıdır. Oral mukozit için çeşitli derecelendirme sistemleri mevcut olmakla birlikte; Dünya Sağlık Örgütü'nce önerilen, sıklıkla kullanılmaktadır. Oral mukozit, başlangıç enşamatuar/vasküler fazı (Faz I), epitelyal faz (Faz II), ülseratif/bakteriyolojik faz (Faz III) ve iyileşme fazı (Faz IV) olmak üzere dört fazlı bir fonksiyon bozukluğudur. Kemoterapi başladıktan birkaç gün sonra veya konvansiyonel radyoterapinin ardışık protokollerinin (yaklaşık 2 Gy/gün) uygulandığı hastalarda tedavi başladıktan 1-2 hafta sonra, genellikle asemptomatik kırmızılık ve eritem şeklinde başlar (Faz I). Daha sonra, hafif ağrılı beyaz yamalı lezyonlardan (Faz II) akut ağrılı, geniş, bulaşıcı lezyonlara dönüşür. Kemoterapi uygulandıktan 6-12. günlerde gözlenen ülseratif/bakteriyolojik faz (Faz III), oral mukozitin en karmaşık ve semptomatik dönemi olarak kabul edilir. Lokalize erozyon alanlarından fibrinöz bir pseudomembran gelişir ve bakteri kolonizasyonu oluşur. Enfeksiyon, oral mukozit patofizyolojisinde önemli bir role sahiptir. Gram-pozitif ve Gram-negatif bakteriler, yapısal bütünlüğü bozulmuş mukoza üzerinde çoğalarak sekonder enfeksiyona neden olurlar ve submukoza yoluyla sistemik dokulara da yayılabilirler. Kandida ve herpes simplex de ana enfeksiyon kaynaklarıdırlar. Ülseratif/bakteriyolojik faz, genellikle 12-16. günlere kadar devam eder. Epitelin yeniden oluşumu, tedaviye başlandıktan 3-5 gün sonra gerçekleşmekle birlikte; mukoza hasarı, tedavi sona erdirildikten 2-4 hafta sonrasına kadar kalıcı olabilmektedir (Faz IV).Item Talasemi majorlüvakalarda endokrin komplikasyonların değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2008) Baytan, Birol; Sağlam, Halil; Erdöl, Şahin; Beyazıt, Aysun Nedime; Özgür, Taner; Güneş, Adalet Meral; Günay, Ünsal; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıAmaç: Kan transfüzyonları beta talasemi major hastalarının dokularında demir birikimine yol açarak, endokrin sistem organları da dahil olmak üzere birçok organda çeşitli derecelerde fonksiyon kayıpları oluşturur. Bu çalışmanın amacı; hastanemiz Çocuk Hematoloji Polikliniğinde beta talasemi major tanı- sıyla izlenen hastalardaki endokrinolojik komplikasyonları saptamaktır. Gereç ve Yöntem: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalında Ocak 1976-Ağustos 2008 tarihleri arasında beta talasemi major tanı- sıyla takip edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiş ve tiroid bezi palpasyonu ile puberte değerlendirmesini de içeren ayrıntılı fizik muayeneleri yapılmıştır. Konsultasyon istenen hastalar Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalında değerlendirilmiştir. Bulgular: Toplam 44 hastanın 20’si (%45,5) kız, 24’ü (%54,5) erkek olup hastaların ortalama kronolojik yaşı 13,54±7,32 (2,75-35,2) yıl olarak hesaplanmıştır. “Osteoporoz” ve “büyüme hormonu eksikliği dışındaki büyüme geriliği olguları” hariç tutulduğunda toplam 12 (%27,2) olguda, dahil edildiğinde ise 40 (%90,9) olguda bir ya da birden fazla endokrin patoloji mevcuttu. Kırkdört olgunun 27’sinde (%61,3) osteoporoz, 17’sinde (%38,6) büyüme geriliği, 11’inde (%25) osteopeni, 6’sında (%13,6) hipogonadizm, 3’ünde (%6,8) hipotiroidizm, 2’sinde (%4,5) hipoparatirodizm, 1’inde (%2,3) büyüme hormonu eksikliği ve 1’inde (2,3) tip I diabetes mellitus mevcuttu. Olguların ortalama ferritin düzeyi 1976,15±1494,75 ng/ml, aylık ortalama transfüzyon sayısı ise 1,46±0,34 olarak saptandı. Ferritin düzeyi ve aylık transfüzyon ihtiyacı ile endokrin komplikasyonlar arasında istatistiksel açıdan anlamlı birliktelik yoktu. Farklı şelasyon tedavisi alan gruplardaki endokrin patolojiler farklılık göstermedi. Çalışmada 0-9 yaş gurubu ile 10-19 yaş gurubu arasında büyüme geriliği açısından anlamlı fark bulunmuştur (%8,3’e karşılık %30,6; p=0,049). Sonuç: Talasemi majorlu hastalar endokrinolojik fonksiyon bozukluğu açısından risk altındadırlar ve kemik sağlıkları ciddi derecede bozulmuştur. On yaşından küçükler özellikle büyüme geriliği ve osteoporoz açısından, 10 yaş ve üzerinde olanlar ise hipogonadizm, büyüme geriliği ve osteoporoz başta olmak üzere tüm endokrinolojik komplikasyonlar yönünden yakın izlenmelidirler.Item Trombositozu olan çocuğa yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2017) Evim, Melike Sezgin; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Çocuk Hematoloji Bilim DalıTrombosit sayısının 450.000 mm3 üzerinde olması trombositoz olarak kabul edilir. Nedenlerine göre sekonder ya da primer olarak gruplandırılır. Çocukluk çağında genellikle trombositozun nedeni sekonder nedenlerdir ve neden olan hastalığın kontrol altına alınması ile trombositoz geriler. Sekonder trombositoz kendini sınırlayan bir durumdur. Nadiren ve özellikle altta yatan bir risk faktörü var ise tromboemboliye neden olur. Myeloproliferatif hastalıklar içinde gruplandırılan primer trombositozlar çocukluk çağında çok nadirdir. Primer trombositozda tromboembolik olaylar en önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Primer trombositozlu hastaların bir kısmı kanama bulguları ile gelebilir.Item Vitamin K ve hemostaz(Uludağ Üniversitesi, 2010-09-13) Demirtaş, Fatih; Evim, Melike Sezgin; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıVitamin K, kanda bulunan normal pıhtılaşma faktörlerinin sentezi için gerekli bir faktördür. Yenidoğanlarda vitamin K eksikliğine yatkınlık vardır, çünkü çok az bir miktar K vitamini plasentadan geçer. Doğumdan sonraki ilk birkaç gün bağırsak florası henüz bakteri içermediği için vitamin K üretilemez. Bu vitamin K eksikliği kanama ile karakterize yenidoğanın hemorajik hastalığına yol açar. Doğumdan sonra kanama riskini azaltmak için tüm yenidoğanlara intramusküler vitamin K uygulanması önerilmektedir.Item Yaygın damar içi pıhtılaşması(Uludağ Üniversitesi, 2004) Bör, Özcan; Günay, Ünsal; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıYaygın damar içi pıhtılaşması (YDP); Sepsis, şok, şiddetli dehidratasyon gibi çeşitli olayların seyri sırasında koagülasyon mekanizmasının sistemik olarak aktive edilmesi sonucu damar içinde yaygın fibrin depolanması, hemostatik elemanların parçalanması ve tüketimi ile karakterize bir sendromdur. Bu sendrom ‘’Disssemine İntravasküler Koagulasyon (DİK)’’ olarak da isimlendirilmektedir. Pıhtılaşma sisteminin aktive edilmesi sonucunda koagülasyon faktörleri ile trombositler harcanır, proteaz inhibitörleri azalır. Bunun sonucunda tromboz ile kanamanın birlikte görüldüğü klinik durum ortaya çıkar.