Sosyal Bilimler Enstitüsü / Institute of Social Sciences
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/15
Browse
Browsing by Department "Arkeoloji Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 72
- Results Per Page
- Sort Options
Item 2006-2013 Myndos kazılarında ele geçen amphoralar ve amphora mühürleri(Uludağ Üniversitesi, 2015-07-02) Gülsefa, Gonca; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı2006-2013 Myndos Kazılarında Ele Geçen Amphoralar ve Amphora Mühür Buluntuları Karia kentlerinden biri olan Myndos Antik yazarlarında sıkça bahsettiği Ege denizi ile Akdeniz'in kesişme noktasında bulunan, konum itibariyle önemli bir yapıya sahip kentlerden birisidir. Araştırmalar sonucunda Dressel 2-4 amphoraları ve Kos amphoralarının üretim yerlerinden biri olduğu düşünülmektedir. Buluntuların yoğunluğu burada yerel bir atölyenin varlığına işaret etmektedir. Yunanlı Hatip ve Dil bilimci olan Athenaeus " Deipnosophistae " adlı eserinde Myndos Antik kentinin şarapından bahsetmektedir. Bununla doğru orantılı olarak kent ürettiği şarabı muhafaza etmek ve bunları pazarlamak için kaplara olan ihtiyacı direkt olarak yerel üretimi ortaya çıkartmıştır. 2006-2013 yılları arasında yapılan çalışmalar sonucunda ele geçen 157 adet amphora parçası değerlendirilmiştir. Bunlardan 40 adeti ise üzerinde mühür bulunan parçaları oluşturmaktadır. Bu parçaların ışığında kentte hangi tip amphoraların kullanıldığı ve kentin amphora üretimindeki yeri belirlenmek istenmiştir. Söz konusu olan alanlarda ele geçirilen ve kökenleri belirlenerek gruplandırılan amphora buluntuları ve mühürlü kulpların, yerleşim alanlarında hangi dönemden itibaren ne oranda kullanım gördükleri, üretilen ve tüketilen, ticareti yapılan malların ve bu alanların sosyo-ekonomik durumları tespit edilmeye çalışılmıştır. Buluntular içerisinde Klasik, Hellenistik ve Erken Roma-Geç Bizans, dönemlerinde sevilerek kullanılan İ.Ö 6. yüzyıllardan İ.S 7. yüzyıla kadar olan dönemi kapsayan tipler yer almaktadır.Item Aktopraklık Höyük İlk Kalkolitik Çağ-Dal örgü mimari tabakası çanak çömleği(Uludağ Üniversitesi, 2016-07-11) Ala, Serap; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Prehistorya Bilim DalıAktopraklık Höyük Kuzeybatı Anadolu'da yaklaşık M.Ö 7. binyılın ortalarından M.Ö 6. binyılın ortalarına kadar olan sürecin tüm öğeleriyle kesintisiz olarak izlenebildiği bir yerleşimdir. Tez çalışmamızda Aktopraklık'ın dal örgü mimari tabakasına ait çanak çömlek malzemesinin malzeme-teknik ve tipolojik olarak tasnifi ve tanımlaması gerçekleştirilmiştir. Detaylı olarak incelenen çanak çömlek malzemesi ile Kuzeybatı Anadolu, Göller Bölgesi, Batı Anadolu ve Trakya'dan çağdaş yerleşimlerin çanak çömlek toplulukları karşılaştırılmıştır. Yaklaşık olarak M.Ö 5800-5500 yılları arasına tarihlenen dal örgü mimari tabakası çanak çömleğinin malzeme ve biçim özelliklerinin hem bölge içinde hem de yakın bölgelerdeki yerleşimlerle karşılaştırılarak bölgeler arasındaki benzerlik ve farklılıkların belirlenmesine çalışılmıştır. Yaklaşık bin yıllık uzun bir süreci yansıtan Aktopraklık yerleşiminde yaklaşık M.Ö 6000-5800 yılları arasında görülen kerpiçten dörtgen yapılardan sonra yaklaşık M.Ö 5800-5500 yılları arasında yapı tekniği oldukça farklı olan dal örgü yapılar görülmektedir. Yine dal örgü mimari tabakasında bir önceki tabaka çanak çömleğinin karakteristik mal grubu olan impressolu malların tamamen ortadan kalktığı görülmektedir. Hem yapı geleneği hem de çanak çömlek topluluğu üzerinde görülen bu değişim tez çalışmamız kapsamında değerlendirilmeye çalışılmıştır.Item Anadolu’da Apollon kehanet merkezleri ve objeleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-06-20) Hardal, Efdal; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-5920-6172Apollon tapınaklarının ve kehanet merkezlerinin kökeni, gelişimi ve yayılımı bütüncül bir yaklaşım olmaksızın incelenemez. Kehanete ve kâhinlere dair olan esasların bölgesel bir bakış açısı ile değerlendirilmeleri Arkeoloji Bilim Dalı’nın temel gereksinimidir. Çünkü materyallerin ve yapıların bulundukları çevresel etkenlerle birlikte ele alınmaları gerekir. Anadolu’da bulunan Apollon kehanet merkezleri, aynı bölgede etkileşim içerisinde olduğu Yunanistan ana karası ve Ege Adaları’nda bulunan kehanet merkezleri ile birlikte bir arada düşünülmelidir. Bu amaçla TÜBİTAK’a 2214-A Yurt Dışı Doktora Sırası Araştırma Burs Programı kapsamında “Yunanistan Ana Karası ve Ege Adalarında Bulunan Birincil Kehanet Merkezleri ve Objelerinin Yerinde Arkeolojik ve İkonografik Açıdan İncelenmesi” başlıklı proje başvurusunda bulunulmuş ve kazanılmıştır. Proje kapsamında 12 ay süreyle Yunanistan’da ikamet edilmiş ve ihtiyaç duyulan tüm yerinde gözlemler ve kütüphane çalışmaları gerçekleştirilmiştir .Doktora tezine konu çalışmaların neticesinde varılan sonuç; Anadolu, Ege Adaları ve Yunanistan ana karasındaki Apollon kehanet merkezlerinin ortak bir kökene işaret ettiğidir. Ana Tanrıça kültüne dayanan bu kökenin merkezi Anadolu olmalıdır. Ayrıca Apollon kehanet ocağı kültünün var olduğu her Apollon tapınağının aynı zamanda bir kehanet merkezi olduğu kanaatine varılmıştır. Bunun sebebi omphalos, skeptron ve meşe ağacı kültünün temelinde yer alan Zeus kültüdür.Item Anadolu'da bulunan geç antik çağ mezar tipleri ve dini mimari ile olan ilişkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-20) Bilir, Güzin; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalıİlkçağ ve Orta Çağ arasındaki geçişin sağlandığı ara dönem olarak tanımlanan Geç Antik Çağ, 20. yüzyıldan itibaren tarih literatüründe yerini almıştır. Geç Antik Çağ, Roma İmparatorluğu'nda dinî ve siyasî olarak önemli değişimlerin yaşandığı yıllara tekabül etmektedir. Sınırları batıda İspanya, doğuda ise Hazar Denizi'ne kadar genişleyen imparatorluk bu çağda ikiye ayrılmış, yeni bir din olan Hristiyanlık resmî din ilan edilmiştir. Böylece Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrılan imparatorlukta politeizmden monoteizme geçiş yaşanmıştır. Anadolu toprakları, Doğu Roma İmparatorluğu'nun büyük bir kısmını oluşturması ve imparatorluğun başkentini de içinde barındırmasından dolayı Geç Antik Çağ'da imparatorluğun merkezî coğrafyası konumunda olmuştur. 1. ve 2. yüzyıllarda ortaya çıkan ve zaman içerisinde Anadolu topraklarında cemaatleşerek yayılım gösteren Hristiyanlıkta, 3 yüzyıl boyunca misyonerlik hareketleriyle tüm imparatorluğa yayılmıştır. 4. yüzyıldaki Hristiyanlığın resmi din ilan edilmesiyle, pagan dinden tek tanrılı inanca geçen toplum, eski alışkanlıklarından hemen kopamamış, devam eden ortalama 3 yüzyıl boyunca eski alışkanlıklarını Hristiyanlaştırarak sürdürmüştür. Ölümün kutsallaştığı bu yeni din anlayışı, insanlarının ölüm anlayışını etkilemiştir. Bu etkiler, ölü gömme ve cenaze hazırlıklarında çok fazla görülmemesine rağmen mezarlık tercihlerinde bu anlayışının var olduğu aşikardır.Item Anadolu’daki Roma kolonizasyon sikkeleri ve ikonografisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-27) Öztürk, Batın; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-6631-418XAnadolu, geçmişten günümüze birçok medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapmıştır. Özellikle antik çağlarda bunu görebilmek çok daha mümkündür. Yunanlılar ve öncesi, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve günümüz medeniyetleri bu bölgede yer almıştır. Özellikle MÖ 133’te III. Attalos, krallığını Roma’ya bıraktıktan sonra Romalılar Anadolu’yu daha çok tanımaya başlamıştır ve bu tarihten sonra Anadolu’da irili ufaklı kentler kurmaya başlamışlar, ayrıca koloni hareketleri ile beraber koloni kentleri kurmuşlardır. Tezimizin de ana konusu olan Roma kolonizasyon kentlerinin ticari, siyasi, dini ve benzer konuların sikkelere yansımasını inceleyerek belirli bir sonuca varılmak istenmiştir. Bu sebeple çalışma konusu seçilmiştir. Bu kolonize kentlerin bastırmış olduğu sikkeler üzerinde yer alan ikonografiler ele alınarak bütün tiplerin Roma kolonizasyon politikaları içerisinde ne sebeple tercih edildiği ve kullanıldığı, hangi kentin hangi imparator tarafından kolonize edildiği ve hangi sebeplerden dolayı kolonize edildiği detaylı bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, geniş çaplı bir sikke katalogu yapılarak bir katalog oluşturulmuş ve bu sikkelerdeki kentlerin öneminden bahsedilmiştir. Son olarak da birtakım öneriler verilip, sorunlara çözümler üretilmek istenmiştir.Item The ancient South Marmara harbors(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-18) Gündüz, Serkan; Şahin, Mustafa; Seifert, Martina; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim DalıAnadolu, bin yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok kültürü, birçok dili bünyesinde barındırmış, prehistorik dönemlerden günümüze insanlara yurt olmuş toprak parçasıdır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren Batılı arkeologların ilgisini çeken bu topraklar, XX. yüzyılın ortaları ile Sualtı Arkeologlarının ilgisini çekmeye başlamıştır. Özellikle sualtı araştırmaları Anadolu’nun güney ve batı kıyılarında yoğunlaşmıştır. Marmara Denizi’nde Marmara Adası etrafında, Küçükçekmece Gölü’nde sualtı araştırmaları yapılırken, Güney Marmara kıyılarında sadece 2008 yılında Kyzikos (Erdek)’te sualtı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Marmara Denizi, özellikle günümüzden 7100 yıl önce Ege ve Karadeniz ile birleşmesinden sonra önemini arttırmıştır. Bu tarihten sonra, Karadeniz’in kuzeyindeki medeniyetler ile Akdeniz medeniyetleri arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Neolitik dönemden itibaren çevresinde yaşam izleri tespit edilen Marmara Denizi, özellikle kolonizasyon hareketlerinden sonra bir çok kente ev sahipliği yapmıştır. Çanakkale Boğazı üzerinden Marmara Denizi’ne giren Akdeniz medeniyetleri Marmara Denizi kıyılarında koloni kentleri kurmuşlardır. Marmara Denizi’nin güney kıyıları uzun yıllar araştırmacıların dikkatini çekmeyi beklemiştir. Anadolu topraklarının diğer bölümleri ile karşılaştırıldığında, Güney Marmara kıyılarının ne kadar boşlandığı daha net anlaşılmaktadır. Bu sebep ile, bu çalışmanın alanı olarak Güney Marmara bölgesinin antik limanları seçilmiştir. Güney Marmara kıyılarında dört farklı ilin (Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova) sınırları mevcuttur. Bakanlık her çalışma döneminde bir il için çalışma izni vermektedir. Bir dönemde bir ilin kıyı şeridinin araştırılması imkansız olduğu için çalışmamız yalnızca Bursa il sınırları içerisindeki antik limanlar ile sınırlandırılmıştır. Marmara Denizi’ndeki 135 kilometrelik Bursa kıyılarının yanı sıra İznik ve Uluabat göllerinin kıyıları da taranmıştır. Çalışmalarımıza başlamadan önce tüm antik kaynaklar, geç dönem seyyahları ve modern araştırmacılardan bölge ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Strabon, Herodotos, PseudoSkylaks, Apollonius Rhodius, Xenephon, Yaşlı Plinius, Dio Chysostum, Claudius Ptolemy, Stephanos Byzantinos, Pomponius Mela ve Gaius Plinius Caecilius Secundus gibi bölge hakkında bilgi veren antik yazarlar incelenmiştir. Ayrıca, Seyyid Muradi, İbn Battuta, Polonya’lı Simeon, Evliya Çelebi, Jean Thevenot, Richard Pockocke ve Charles Texier gibi seyyahların bölge limanları ve liman kentleri üzerlerine yazdığı bilgiler toplanmış ve araştırmalar esnasında yol gösterici olarak göz önünde tutulmuştur. Tüm bu kaynaklarda, özellikle kıyı kentleri ve liman yapıları üzerinde durulmuştur. Özellikle deniz ticaretinin başladığı dönemlerden itibaren, antik limanlar kent bölünmesi içinde en önemli noktalar konumuna gelmişlerdir. Ticaretin kentte başladığı ilk yer olmaları nedeni ile yaşamın direkt içinde olmuşlardır. Limanlar, gemilerin barınmalarına, yük alıp boşaltmalarına, yolcu indirip bindirmelerine yarayan doğal veya yapay sığınaklardır. Kente gelen tüccarların ilk ve son gördükleri yer limanlardır. Fakat, bu kadar önemli bir konumda olmalarına rağmen, araştırmacılar tarafından hak ettiği önemi yıllar boyunca görmemişlerdir. Bugüne kadar Anadolu kıyılarında limanlar üzerine yapılan çalışmaların sayısı bunu göstermektedir. Çalışma konumuz olan Bursa ili kıyılarında bugüne kadar yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. İnsan elinden çıkmış olan bilinen en eski su taşıtı M.Ö. 6000 yıllarına tarihlenirken, bilinen en eski liman yapısı M.Ö. 3000’lere tarihlenmektedir. İnsanoğlunun artan ihtiyaçları doğrultusunda kullandıkları su taşıtlarının ebatlarının büyümesi neticesinde yerleşimlerde deniz taşıtlarını koruyacak güvenli alanlara ihtiyaç doğmuştur. Gemilerin karaya çekilemeyecek boyuta gelmelerinden ve sualtında inşa fırsatı veren hidrolik çimentonun kullanılması ile liman yapıları karşımıza çıkmaya başlamıştır. Limanlar, kentlerin kuruldukları yerlere göre farklı şekillerde inşa edilmişlerdir. Bulundukları yere göre ve işlevlerine göre limanları iki ayrı başlık altında gruplamak mümkündür. Bulundukları yere göre, Deniz Limanları ve Tatlı Su Limanları olarak adlandırılmışlardır. Deniz Limanları ise yine kendi içinde, kıyı şeridinin farklılık göstermesi nedeni ile doğal veya yapay limanlar olarak ikiye ayrılırlar. Göl, nehir gibi tatlı suların kıyı şeritlerinin düz olması nedeniyle bilinen tüm tatlı su limanları yapaydır. Bir limanın yapay veya doğal liman olmasını belirleyen faktör liman havzasının inşa şeklidir. Doğal limanlar, koylarda inşa edildiği için liman olarak koyun su havzası kullanılmıştır. Yapay limanlarda ise, su havzası dalgakıran veya mendirekler yardımı ile yapılmaktadır. Ayrıca antik limanlar fonksiyonlarına göre askeri limanlar, ticari limanlar ve özel limanlar olarak üç başlık altında toplamak mümkündür. Dünya üzerindeki liman araştırmaları XX. yüzyılın başlarında başlamıştır. Anadolu kıyılarında ilk araştırmalar ise 1960’dan sonra başlamaktadır. Anadolu kıyılarında bugüne kadar Phaselis, Limantepe, Myndos, Kyzikos ve Küçükçekmece göllerinde gerçekleştirilmiştir. Fakat son 20 yıl içerisinde üniversitelerde yüksek lisans ve doktora seviyelerinde liman araştırmalarının yapılması gelecek için umut vaat edicidir. Bursa kıyıları, Anadolu toprakları gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Antik kaynaklardan bildiğimiz kadarı ile bölgede oturan en eski medeniye Bebrklerdir. Bölgede genel olarak yaşayan halk Trak kökenli halklardır. Mysialılar, Frigyalılar ve Bithynialılar arasında bölgede bir hakimiyet savaşı söz konusudur. Kimi zaman Bursa kıyı şeridi Mysialıların kontrolüne geçerken, kimi zaman Bithynialılar kontrolünde olmuştur. Kimi antik kaynağa göre Kios (Gemlik) Mysia kenti iken, kimine göre Phygia, kimine göre ise Bithynia topraklarındadır. Persler M.Ö. 547 yılında Lidya Krallığı’nı yok edince bölgeye hakim olmuşlardır. Perslerin tüm Anadolu’da uzun yıllar hakimiyetlerinden söz etmek mümkündür. Fakat, M.Ö. V. yüzyılın ortasından sonra Bursa kıyıları da dahil olmak üzere, Marmara Denizi’nin güney kıyılarında Yunanlıların hakim olduğu bilinmektedir. Büyük İskender’in M.Ö. 333 yılında Anadolu’ya girmesi ile Perslerin Anadolu’daki hakimiyetleri yok olmuştur. İskender, Bithynia üzerine saldırı yapsa da, burası ile fazla ilgilenmeyerek Anadolu içlerine yürüyüşüne devam etmiştir. M.Ö. 202 yılına kadar Bursa ilindeki Kios, Myrleia gibi önemli yerleşimler bu dönemde kent devletleri statüsünde gözükmektedir. M.Ö. 202 yılında Prusias tarafından yeniden inşa edilen şehirler Bithynia Krallığı hakimiyetine girmişlerdir. M.Ö. 75/74 yılında Bithynia toprakları miras yolu ile Roma İmparatorluğu’na devredilmiştir. Bu dönemde Mithradates ile Pompeius arasında bölge için önemli mücadeleler olmuştur. Bursa kıyılarında kısa bir süre Mithradates’in egemenliği söz konusu olsa da, M.Ö. 63 yılından sonra ise Roma İmparatorluğu hakimiyetindedir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra Bursa ili kıyılarındaki yerleşimlerde Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetine girmişlerdir. Uzun yıllar Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu hakimiyetinde kalan kıyı şeridi yerleşimleri, M.S. 1320’den sonra Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine girmişlerdir. Kolonizasyon hareketleri sonrası Marmara Denizi’nde ticari bir hareketlilik söz konusu olmuştur. Çanakkale Boğazı üzerinden Marmara Denizi’ne giren halklar yeni koloni kentleri kurmuşlardır. Bu kurulan kentler ve siyasi olaylar hakkındaki bilgiler deniz ticaret rotalarını çizmemize yardımcı olmuştur. Antik dönemde denizciler istedikleri zaman sefer yapamıyorlardı. M.S. IV. yüzyılın sonlarında yaşamış olan antik yazar Vagetius denizcilerin sefer takvimi hakkında bilgi vermektedir. Vagetius’a göre Antik Dönem denizciliği için meteoroloji ve hakim rüzgarlar oldukça önemlidir. Gemilerin sefer yapmalarına uygun belirli tarihler mevcuttur. Denizin şiddeti ve durumu tüm yıl sefer yapılmasına imkan sağlamamaktadır. 27 Mayıs’tan 14 Eylül’e kadar sefer yapmak güvenli iken, bu tarihten itibaren yaklaşık 11 Kasım tarihlerine kadar sefer için hava şartları ve denizler şüpheli ve tehlikelidir. 11 Kasım’dan 10 Mart’a kadar ise denizlerin tamamen sefere uygun olmadığından bahsetmektedir. Denizciler, uygun hava şartları için sefer mevsimini beklemek zorundaydılar. M.S. XVII. yüzyılda da Vagetius’un verdiği tarihler sefer için geçerliliğini korumaktadır. 1775-1776 yılındaki Seyir Defteri’nde Osmanlı gemilerinin Nisan – Kasım ayları arasında sefer yaptığı anlaşılmaktadır. Vagetius’un bahsettiği tarihlerden günümüze yaklaşık 1500 yıl geçmesine ve gelişen gemi teknolojilerine rağmen, Marmara Denizi’nde Mudanya – İstanbul seferini yapan gemiler hava şartları nedeni ile en çok Kasım - Mart aylarında iptal edilmektedir. M.S. IV. yüzyıl ile M.Ö. VII. yüzyıl arasında coğrafyada ve iklim kuşaklarında çok fazla değişiklik olmadığına göre, Vagetius’un vermiş olduğu dönemlerin VII. yüzyıldan itibaren geçerli olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Antik kaynaklara göre, kurulan ilk koloni kentleri Marmara Denizi’nin güney kıyılarında kurulmuştur. M.Ö. 756 yılında Kyzikos, M.Ö. 709 yılında Parion, M.Ö. 712 yılında Astacus, Marmara Denizi’ndeki koloni kentlerinin ilk öncüleridir. Kios’un kuruluşu ise M.Ö. 627 yılına tarihlenmektedir. Marmara Denizi’nin kuzey kıyılarında yer alan, Chalkedon M.Ö. 685’te, Selymbria M.Ö. 668’den önce, Byzantium M.Ö. 668’te, Perinthos M.Ö. 602’de, Thracia Chersonesus (Gelibolu) M.Ö. 561’de kolonileştirilmişlerdir. Marmara Denizi’ndeki kolonizasyon hareketlerine baktığımızda Çanakkale Boğazı’ndan Marmara Denizi’ne girildikten sonra en erken koloni kentlerinin Marmara’nın güney kıyılarında kurulduğu görülmüştür. Bu da güney kıyılarında bir ticaretin olduğunu kabul etmemize nedendir. M.Ö. V. yüzyılda dönemin önemli deniz gücü Atina liderliğinde, Perslere karşı ortak mücadele etmek amacı ile Delos Birliği kurulmuştur. Birliğin ilk işi Çanakkale Boğazı’nı ve Marmara kıyılarını Perslerden temizlemek olmuştur. M.Ö. V. Yüzyıldaki deniz ticareti ile ilgili elimizdeki en önemli arkeolojik verilerin başında Atina Vergi Listeleri gelmektedir. Bu listelerde Attika-Delos Deniz Birliği’ne vergi veren kentler ve vergi oranları gözükmektedir. Buna göre Marmara Denizi kıyısında vergi veren birçok kentin adı ile karşılaşmaktayız. Bu kentlerden bazılarının vergi oranları da gözükmektedir. Bu listelere göre, Marmara Denizi’nin güney kıyılarında kurulmuş olan Parion 1 talent, Procennesos 3 talent, Kyzikos 9 talent, Kios 1000 drahmi, Astacus 1 talent 300 drahmi vergi verir iken, kuzey kıyılarındaki Perinthos 10 talent, Selymbria 6 talent, Byzantium 15 talent, Chalcedon 7 talent vergi vermektedir. Vergi oranlarının şehirlerin ekonomik durumu ile doğru orantılı olduğu düşünülürse, M.Ö. V. yüzyılda kuzey kıyılardaki kentlerin güney kıyılarındaki kentlerden daha zengin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gelişmiş ekonomi bize dönemin deniz ticaret rotalarını da vermektedir. Marmara Denizi’nin ticaret rotaları M.Ö. VIII. yüzyıl içerisinde güney kıyılarında daha aktif iken, M.Ö. V. yüzyıl ile birlikte ana ticaret rotası kuzey kıyılarına kaymıştır. Bu dönemde, Marmara Denizi’nin hakimiyeti tamamen Perslerin elinde gözükmektedir. Bu dönem Persler ile Yunanlıların büyük mücadeleleri vardır. Marmara Denizi’nin bir Pers gölü haline gelmesi nedeni ile Pers satraplığına bağlı tüm kıyılarda özgürce bir dolaşımdan söz etmek olasıdır. M.Ö.V. yüzyılın ortasından sonra Marmara Denizi de dahil olmak üzere Ege Denizi kıyılarında Attika Delos Deniz Birliği’nin etkisi gözükmektedir. Fakat Anadolu’daki Pers varlığı Marmara Denizi’ndeki ticaret yollarını güney kıyılarından uzak tutmuş olmalıdır. M.Ö. IV. yüzyılın sonlarında özellikle Kios’un bastırdığı altın sikkeleri kentin ekonomisinin iyiliğine işaret etmektedir. Bu da, Bursa ili topraklarındaki kentlerinde bu dönemde ticaret yolları üzerinde bulunduğunu göstermektedir. Roma Dönemi’nde tüm Marmara Denizi kıyıları Roma İmparatorluğu güvencesi altına alınmıştır. Kuzeyde Perinthos, bölgenin en önemli limanı ve Via Egnatia yolunun başlangıç noktasıdır. Ayrıca kent, Roma ordularının geçiş istasyonu ve toplanma noktası olarak oldukça önemli bir konumda bulunmaktadır. Roma dönemi kentlerine ve bölgedeki siyasi olaylara göz attığımızda Marmara’nın güney kıyıları çok daha problemlidir. Özellikle Mitridates VI’nın Bithynia kıyılarında Romalılara üstünlük kurması ve Nikaia (İznik), Mryleia (Mudanya) ve Kios (Gemlik) gibi kıyı kentlerini ele geçirmesi nedeni ile bu bölge Romalılar için ticarete elverişsiz duruma gelmiştir. M.Ö. 74 yılında Bithynia topaklarının vasiyet yolu ile Roma İmparatorluğuna bağlanmış ve M.Ö. I. yüzyılın ikinci yarısında Apameia, “Colonia Iulia Concordia Apamea” ismi ile bir Roma kolonisi olmuştur. Güney kıyıları da güvenlik altına alındıktan sonra tüm Marmara Denizi kıyıları ticarete elverişli duruma gelmiş olmalıdır. Perinthos’ta bulunan ve M.S. III. Yüzyıla tarihlenen bir yazıt Roma döneminde Perinthos ile Apameia’nın iyi ilişkiler içinde olduğunu, hatta Perinthos’ta “Apameia’yı Sevenler Cemiyeti” olduğunu göstermektedir. Bu dönemde bütün Marmara Denizi sınırları içerisinde bir ticaretin olduğu görülmektedir. Ayrıca Romalıların Marmara Denizi’nin iki yanında birer koloni kurması ve bu kolonilerin irtibatta olmaları bir tesadüf olmamalıdır. Perinthos’un Via Egnatia ile Roma ve Trakya kentlerine bağlandığı gibi, Colonia Iulia Concordia Apameia’nın da Anadolu içleri ile Prusa üzerinden bağlantısı vardır. Tüm bu veriler ışığında, M.Ö. 6000’lerde insanoğlu Marmara Denizi’ni besin sağlama amacı ile kullanmaya başlamıştır. M.Ö. VIII. yüzyıl ile birlikte Marmara Denizi deniz ticaretinde ismini duyurmuştur. Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemleri boyunca siyasi etkiler nedeni ile farklı deniz rotaları oluşmuştur. Her dönemde, değişen deniz rotaları kentlerin gelişmelerini etkilemiştir. Marmara Denizi deniz rotası üzerindeki kentler, gelişmeye sürekli devam etmiştir. Perinthos Antik Kenti ile Via Egnatia örneğinde olduğu gibi, limanlar bir yol ağı ile iç bölgelere ulaşıma sahip olmalıdırlar. Bu nedenle bölgede yol ağları üzerine de bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Liman kentleri ile iç bölgeleri bağlayan yollar tespit edilmeye çalışılmıştır. Antik kaynaklardan bildiğimiz Prusa – Apameia bağlantısına ait arkeolojik bir veri ile karşılaşılmamıştır. Fakat yazıtlar ışığında Nicaea’dan Kios’a ulaşan bir yolun varlığı bilinmektedir. Bursa ili kıyıları kıyı yapısı, kayaç ve toprak yapısı ile antik kentlerin konumları karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırma sonucunda kıyı şeridi, kayaç ve toprak yapısı ile antik kentlerin konumları arasında bir bağlantı bulunamamıştır. Tarım toprakları haritası incelendiğinde ise, tüm önemli antik kentlerin (Myrleia, Kios, Daskyleion ad Mare) günümüzde zeytin dikim alanlarında kurulduğu ve verimli topraklara sahip olduğu anlaşılmıştır. Plakia Antik Kenti’nin konumu bazı antik kaynaklar tarafından verilse de, yeri hakkında soru işaretleri mevcuttur. Kent hakkında bilinenler, Rhyndakos Nehri’nin batısında, Pelasg kolonisi ve kıyı yerleşmesi olmasıdır. Yaptığımız araştırmalar esnasında, Kurşunlu/Karacabey’de sualtında oldukça tahrip edilmiş dalgakıran yapısı ile karşılaşılmıştır. Araştırma sahamızın başladığı alandan itibaren Rhyndakos Nehri’ne kadar tespit edilen tek liman kalıntısı burasıdır. Liman’ın üst kısmında bulunan manastır ve mimari parçalar bölgenin tarihini çok daha eskiye götürmektedir. Tespit ettiğimiz limanın, erken dönemlerde Plakia halkı tarafından kullanılan bir liman, Geç Antik Çağ’da ise Manastır Limanı olarak görev yaptığı düşünülmektedir. Burasının kesin olarak Plakia Antik Kenti’ne ait bir liman demek için en azından yazıtlar ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bölgede başka bir liman kalıntısı bulunmamasından dolayı burasını Plakia Antik Kenti’nin limanı olarak tanımlamak uygun görülmüştür. Liman, iki dalgakıran yardımı oluşturulmuş, yapay deniz limanıdır. Dalgakıranlar iri düzensiz taşların yığılması ile meydana getirilmiştir. Daskyleion ad Mare ile Eşkel Limanı eşleştirilmesi XX. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Bu nedenle, kentin limanını aramaya yönelik çalışmalar yapılmıştır. Eski fotoğraflardan kentin limanı tespit edilmiş, modern yapılaşmanın dalgakıran ve liman üzerindeki tahribatı belgelenmiştir. Kentin bir tek limanı olduğu ve bunun da koyun içinde inşa edildiği anlaşılmıştır. Dalgakıranı iri, düzensiz taşların yığması ile meydana getirilmiştir. Ketendere’nin gerek konumu, gerekse buluntuları nedeni ile bir kent olarak algılanmaması gerektiği anlaşılmıştır. Ketendere deresinin batı kısmında iri düzensiz taşların yığılması ile meydana getirilmiş bir dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Antik limanlar ve tatlı su kaynaklarının bağlantısı göz önüne alınarak burasının çok küçük deniz taşıtları için kullanıldığı ve Caesarea Germanica kentine ait olması gerektiği görüşü bildirilmiştir. Kapanca Limanı’nda yapılan çalışmalarda 2 adet dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Bu dalgakıranların, iri düzensiz taşların yığılması işe meydana getirildiği anlaşılmıştır. Yüzyıllardır yeri tartışma konusu olan Caesarea Germanica Antik Kenti ile Kapanca Limanı’nın ortak yönleri gösterilerek, burasının Caesarea Germanica olması gerektiği ifade edilmiştir. Trilye kıyılarında yapılan araştırmalar neticesinde ne yazık ki antik döneme tarihleyebileceğimiz hiç bir liman yapısı ile karşılaşılmamıştır. Trilye kıyı şeridindeki modern yapılaşma ve liman tahribatın en büyük sorumlularıdır. Trilye’de yapılmış olan çalışmalar incelendiğinde, burasının bir yerleşim yerinden çok bir kült olanı olarak algılanması gerektiği anlaşılmıştır. Mudanya sınırlarında yaptığımız araştırmalar daha önceden yeri tespit edilmiş olan akropol çevresinde yoğunlaştırılmıştır. Roma Dönemi’nden itibaren Bursa için çok önemli bir liman şehri olan Mudanya’da kıyı şeridinde antik döneme tarihlenebilecek herhangi bir liman kalıntısı tespit edilememiştir. Eşkel, Trilye gibi Mudanya kıyı şeridinin de yoğun olarak doldurulduğu ve yapılaşmaya gidildiği anlaşılmıştır. 1860’lı yıllarda kıyı şeridinde sözü edilen dalgakıran yapılarının bu yapılaşma nedeni yok olduğu tespit edilmiştir. Mudanya – Gemlik arasındaki araştırmalar neticesinde Sırakayalar Mevkii’nde liman yapısı tespit edilmiştir. Dalgakıranlar iri düzensiz taşların dizilmesi ile meydana gelmiştir. Limanın fonksiyonunu anlamak için çevrede yaptığımız araştırmalarda limanın yamaçlarındaki tepe üzerinde yol yapımı ve taş ocağı nedeni ile yoğun tahribatın olduğu gözlenmiştir. Hangi kente ait olduğunu tespit etmek için yaptığımız araştırmalarda, ismi bilinen fakat yeri hakkında soru işaretleri olan Bryllion Antik Kenti ile ortak noktaları tespit edilmiştir. Bu limanın yaklaşık olarak üç kilometre iç kısmında bulunan Gündoğdu’da bulunan antik kent ile bağlantısının olduğu anlaşılmıştır. Bazı bilimadamlarının Paladari olarak isimlendirdiği kentin erken dönemleri hakkında hiçbir bilgi yoktur. Antik yazarlardan bölgede olması muhtemel kentler araştırılmış ve eşlenen tek yerleşim ile filolojik eşleştirilme yapılmaya çalışılmıştır. Tüm veriler göz önünde tutulduğunda Gündoğdu’daki antik kentin Bryllion, limanın arkasındaki tepe üzerinde de Bryllion’un epineonu olan Tereia’nın bulunması gerektiği düşünülmüştür. Bu nedenle kayıp kent Bryllion ile Gündoğdu yakınındaki Çiftekayalar’ın aynı yer olduğu ifade edilmiştir. Özellikle M.S. X. yüzyıldan sonra bölge için önemli bir gemi üretim merkezi olarak bilinen Gemlik’te yapılan araştırmalar neticesinde antik döneme tarihlenebilecek herhangi bir liman veya tersane yapısı ile karşılaşılmamıştır. Kıyı şeridinin tamamen dolduğu ve yeniden yapılaşmanın olduğu anlaşılmıştır. İznik Gölü’nde yapılan araştırmalar esnasında dört farklı noktada iskele kazıkları tespit edilmiştir. Bu kazıkların yerleri ile, bölgede yerleri tahmin edilen antik kentler karşılaştırıldığında birebir örtüşme söz konusudur. Ahşapların tatlı sularda binyıllar boyunca bozulmadan kalabildiği bilinmektedir. Bodrum, Myndos, Antalya, Plakia, Eşkel, Gemlik örneklerinden de bildiğimiz gibi limanların olduğu yerler binyıllar boyunca aynı işlevde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu durum göllerde de söz konusu olmalıdır. İznik kenti çevresinde yaptığımız araştırmalarda dalgakıran benzeri bir yapı ile karşılaşılmamıştır. Kentin göl kısmında yoğun dolgu bulunmaktadır. Göl Kapı önünde tespit edilen kazıklar muhtemelen antik kentin iskelesini işaret ediyor olmalıdır. Yüzyıllar boyunca aynı mevki, eskiyen ahşapların yenilenmesi ile kullanılmış olmalıdır. Uluabat Gölü’nde yaptığımız çalışmaların sonuçları İznik Gölü’nde yaptığımız çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir. Her iki gölde de dalgakıran veya mendirek yapısına rastlanmamıştır. Gölyazı (Apollonia ad Rhydakos)’ta yaptığımız çalışmalar neticesinde insitu şeklinde bulunan bağlama taşı limanın tam yerini bize göstermektedir. Bağlama taşı gölden yaklaşık 16 metre içeride bulunmaktadır. Aradan geçen yol ile, olması muhtemel kalıntılar tahrip edilmiştir. Antik kaynaklardan Miletopolitis Gölü kıyısında kurulduğunu bildiğimiz Miletopolis kenti günümüzde tamamen karasal bir alandadır. En yakın göl Uluabat Gölü olup, arasındaki mesafe kuş uçuşu 20 kilometredir. Strabon’un bahsettiği gölü bulmak için çevre topografyası ve coğrafyası üzerine yapılan araştırmalar ile kuruyan gölün sınırları tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğü’nün yaptırdığı kazılar neticesinde ortaya çıkan yapılar ve topografya ışığında limanın nerede olması gerektiği açıklanmıştır. Rhyndakos Nehri’nin Uluabat Gölü ve Marmara Denizi arasında kalan kısımdaki çalışmalarda herhangi bir liman yapısı bulunamamıştır. Buradaki çalışmalarda orta boyda balıkçı teknelerinin bile günümüzde bu nehirde yolculuk ettiği ve kıyıda herhangi bir liman yapısına gereksinim duymadan demirleyebildiği anlaşılmıştır. Bu alandaki çalışmalara, herhangi bir buluntu olmaması nedeni ile ayrı bir başlık açılmamıştır. Kıyı şeridindeki ve göllerdeki çalışmalar göstermiştir ki, Bursa il sınırlarında tespit edilen tüm deniz limanlarında dalgakıranlar iri, düzensiz taşlar yardımı inşa edilmiştir. Tatlı sularda ise, herhangi bir dalgakıran yapısı ile karşılaşılmamaktadır. Tatlı sularda liman için ekstra yapılaşma gerekmemektedir. 135 kilometrelik kıyı şeridinde üç adet dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Eşkel, Trilye, Mudanya, ve Gemlik gibi halen yaşamın sürdüğü yerleşim yerlerinde limanların tahrip ve yok edildiği anlaşılmıştır. Kıyı şeridinin düz olması nedeni ile doğal liman hiç yoktur. Tespit edilen limanların hepsi yapay deniz limanıdır. M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren deniz ticaretinde aktif olan Marmara Denizi kıyılarındaki limanları tarihlemek için yeterli veri mevcut değildir. Dalgakıranların yapım şeklinden tarihleme yapılamamaktadır. Fakat buluntular ışığında; Plakia Antik Kenti M.Ö. IV. yüzyıl; Daskyleion ad Mare M.Ö. IV. yüzyıl; Caesarea Germanica M.S. I. yüzyıl; Apameia/Myrleia M.Ö. IV. yüzyıl; Bryllion ve Kios M.Ö. V. yüzyıl’a tarihlendirilmektedirler. Plakia – Daskyleion ad Mare arasındaki mesafe 33 kilometre; Daskyleion ad Mare – Caesarea Germanica arası 5 km; Caesarea Germanica – Apamia/Myrleia arası 14 km; Apameia/Myrleia – Bryllion arası 9 km ve Bryllion – arası 17 kilometredir. Aralarındaki mesafeler bakımından bir ortaklık gözükmemektedir. Bu nedenle, bölgede liman kentleri kurulurken aralarındaki mesafeden çok coğrafya şartlarına dikkat edilmiştir.Item Antik Çağ'da kadınların dinsel ritüelleri -Thesmophoria örnek incelemesi-(Uludağ Üniversitesi, 2012) Emir, Başak; Şahin, Musfata; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Klasik Arkeoloji Bilim DalıAntik Çağ kadınları evlerine hapsedildikleri ve hiçbir yasal hakka sahip olmadıkları bir düzenin içerisinde yer almaktadırlar. Ancak yine bu düzenin oluşturduğu din yaşantısında sosyal statülerinin aksine oldukça ön planda bulunmaktadırlar. Hatta bazı tapımları sadece kadınlar gerçekleştirebilmektedir. Buna verilecek en güzel örnek Tanrıça Demeter adına gerçekleştirilen ritüellerdir.Toprak ve bereket tanrıçası Demeter, adını "toprak ana" anlamına gelen Ge-meter'den alır. Kronos ile Rhea'nın kızı olup ikinci tanrı kuşağındandır ve kardeşi, baş tanrı Zeus ile beraberliğinden kızı Persephone doğar. Demeter, yapısal bağlamda neolitik çağın Doğa, Doğurganlık (Yaratıcılık) ve Bereket Tanrıçalarının bir uzantısıdır.Demeter'in kızı Persephone-Kore ise Hades tarafından kaçırılıp, Hades'in sunduğu meyveyi yedikten sonra ölüler ülkesinin tanrıçası olmuştur. Persephone-Proserpina olarak da adlandırılan bu tanrıçanın asıl ismi Kore'dir ve Hades Persephone ismini O'nu yeraltına kaçırdıktan sonra vermiştir.Kültü için özellikle Yunanistan'ın buğday üreten bölgelerinde yaygın olarak düzenlenen ?gizem? dolu tapımlar Demeter ve kızı Persephone'nin mitolojik hikâyelerine öykünmektedir. Demeter'in Kore'den ayrı kaldığı ve kızının yeraltı dünyasında geçirdiği dönemlerin yansıması doğada kış olarak algılanırken, Persephone'nin tanrıçanın yanına dönmesiyle birlikte başlayan dönemle birlikte baharın gelişi ve toprakların bereketlenmesi olarak algılanmaktadır.Demeter tapımı ile ilgili olarak öne çıkan ve antik çağda bereket için düzenlenen bir dinsel tören olan Thesmophoria şenlikleri de tanrıça Demeter ve kızı Persephone'nin mitolojik örgüsü içinde şekillenen ritüeller ile düzenlenmiştir. Bayramın genel özellikleri, kurban etme (domuz), oruç tutma ve arınma ritüelleri üzerinde temellendirilmiştir.Item Antik dönemde kedi ikonografisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-29) Usal, Gizem; Mert, İ. Hakan; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0009-0005-7809-2413Binlerce yıldır bilfiil insan hayatında yer alan kediye gerek dini anlam yüklenip kutsallık atfedilmiş; gerek görmezden gelinmiş, hatta şeytanlaştırılıp yok edilmiştir. İnsanların henüz uygarlaşmaya başladığı ve yerleşik hayata yeni geçildiği dönemlerden itibaren bir şekilde insanın dikkat çekmiş ve yanında yerini almıştır. Buna bağlı olarak neolitik dönemden itibaren, Antik dönem uygarlıkları da dâhil olmak üzere bu süreçte betimlenen kedi figürleri saptanmaya çalışılmıştır. Araştırma nitel bir araştırma olup, çalışmada kullanılan veri ve bulgular yalnızca literatür taraması ve çevrimiçi müze kataloglarındaki figürün, heykel, seramik, mozaik, mezar steli, sikkelere dayalıdır. Bu eserler içerik analizi tekniği kullanılarak değerlendirilmiştir. Eserler birbiriyle kıyaslandığında, özellikle Antik Mısır’ın betimlemelerde öncü olduğu ve buradan diğer coğrafyalara dağıldığı görülmüştür. Ancak Antik Mısır’a ait çok sayıda kedi ile ilgili eserler olduğundan, örnekler sınırlı tutulmuştur. Ayrıca elde edilen bulgular sosyal hayat, dini inançlar ve tarihi kayıtlarla ilişkilendirilmiş; kedinin insan hayatı içerisinde önemi ve sembolik olarak atfedilen anlamlarıyla ilişkilendirilmiştir.Item Antik dönemde sosyal etkinliklerde kullanılan müzik enstrümanlarının mozaikler üzerindeki tasvirleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-25) Gerim, Fatma; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Klasik Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-0980-1301Prehistorik dönemlerden izlerine rastladığımız müzik aletlerinin kalıntıları ve sanat eserleri üzerindeki tasvirler müziğin insanın hayatında konuşma kadar eski bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Bilim insanları müziğin ilk ortaya çıkışı ile ilgili birçok teori ortaya atmışlardır. Yazılı belge olmadığından ilk çıkışı ile alakalı bilgilerimiz sınırlıdır ve ortak tek bir görüş yoktur. Araştırma ve kanıtlara göre ilk olarak avlanma gibi faydacı amaçlarla kullanılmaya başlandığı düşünülen bu aletler daha sonra inanç sisteminin içerisinde sosyalleşen ve sınıflaşmaya başlayan toplumun ritüellerinin vazgeçilmezi olmuştur. Dinamik yapısı sayesinde toplumda katalizör görevi ile müzik bu sosyal yapıdan etkilenerek gelişmiş, değişmiş ve bir sanat dalına dönüşmüştür. Araştırmamızda insanların sosyal yaşamında ilk başlardan itibaren var olan ve var olmaya devam eden müzik enstrümanlarının ritüel, festival, eğitim, evlilik, spor, savaş gibi orgaize olarak birlikte yapılan sosyal faaliyetlerdeki rolü mozaikler üzerindeki tasvirlerden incelenektir. Dini bağlamda ortaya çıkan müzik enstrümanlarının ortak duyguları yaratma gücü sayesinde dinleyicilerde derin duygular uyandırarak toplumun kabul gördüğü değerleri aktarmak ve pekiştirmek, kült coşkusu, dua, sağlık, tanrılara hediye ve iletişim kurma, nazar ve nefretten korunma, eğitim, bolluk, gibi işlevleri bulunmaktaydı. Arkaik çağda symposionlarda herkesin lyra çalıp kendi şarkı ve şiirini söylediği müzik Klasik Çağlarda değişen tarz ve beceriler ile dini amacı yanında siyasi yönü de eklenerek propaganda aracına dönüşmüştür. Uzmanlık isteyen tarzlar sonucunda toplum symposiondan büyük tiyatrolar ve kamusal alanlara gitmeye başlamış, müzik performansları ile kült arasındaki bağ zayıflamış, kutsallık işlevinin yerini artık statü ve ün almıştır. Artık toplumun etik değerlerini iletmeyen müziğin popüler bir eğlence aracı olarak işlevi daha da artmış, çeşitlenmiş ve ideal insanlığın ifadesi olmuştur.Item Antik kaynaklar ve arkeolojik kanıtlar ışığında Antik Yunan ve Roma'da ruh hastalıkları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-23) Mercan, Tuğba; Gündüz, Serkan; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim DalıAntik Yunan ve Roma medeniyetlerinde ruhsal hastalıkların (rahatsızlık, bozukluk, sendromlar) antik kaynaklar (felsefi, tıbbi, edebi metinler, inançlar, mitolojik hikayeler) ışığında ve arkeolojik (yazıtlar, figürinler, seramik vazolar) olarak incelenmesi bu "tez" çalışmasının amacıdır. Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinde biyolojik kökenli hastalıklar ile ilgili birçok çalışma yapılmış olmasına karşın, insanlığın bir parçası olan ruhsal hastalıklar üzerine arkeolojik olarak yeterli düzeyde bir araştırma yapılmamıştır. Bunun sebebinin antik dönemden günümüze doğrudan tutulmuş bir kaynağın ulaşmamış olması ve ruhsal hastalıkların soyut nitelikte olmasıdır. İncelen konu kökende insan kaynaklıdır. Bu sebeple insan zihin yapısını anlamak için Arkeoloji, Tıp, Psikoloji, Mitoloji, Din gibi bilimlerinde ortak sınırlarına girmek gerekliliktir. Bu tez hazırlanırken antik kaynaklar detaylı olarak incelenmiş, arkeolojik kanıtlar araştırılmış ve modern kaynaklardan yararlanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre tez 3 ana bölümden oluşturulmuştur. İlk bölümde ruhsal hastalıkların kökeni ve inançlar ile ilişkisi incelenmiştir. Mitolojik hikayelere bakılmış ve günümüz Psikoloji kriterleri ışığında teşhis koyulmuştur. İkinci bölümde Arkeolojik malzeme olarak seçilen örnekler incelenmiş ve konu ile malzeme ilişkisi kurulmaya çalışılmıştır. Son bölümde ise ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılan yöntemlerden bahsedilmiştir. Bu çalışma Antik dönemlerde yaşamış insanları ve toplumları daha iyi anlayabilmemiz adına konuya psikolojik açıdan yaklaşması ve malzeme olarak örnekler sunması açısından yeni bakış açısı katmaktadır.Item Antik limanlar ışığında Myndos Limanı ve liman yapıları(Uludağ Üniversitesi, 2008) Gündüz, Serkan; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Klasik Arkeoloji Bilim DalıAntik Myndos kenti Karia Bölgesinin önemli kıyı yerleşimlerinden birisidir. Kentin limanı, yarımadanın en batı ucundadır ve arazi yapısının avantajlarından faydalanılarak inşa edilmiştir. Kentin, ilk olarak İ.Ö. 7. yüzyıldan önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Kent, özellikle Klasik dönemde başkent Halikarnasos’a batıdan gelebilecek saldırılara karşı ilk savunma noktası olması bakımından stratejik bir nokta olmuştur. Limanın çevresinde yalnızca giriş kısmında, mendireğin hemen başladığı alanda inşa edilen yapı kazılmıştır. Diğer yapılar hala toprak ve sualtında gizemini korumaktadır. Myndos’un çevresinde üç adet koy olmasına rağmen sadece en büyük koy liman olarak kullanılmıştır. Bu liman hem askeri hem de ticari işlev yüklenmiştir. Bir deniz limanı olan Myndos limanı yaptığımız gruplandırmaya göre doğal limanlar grubunda yer almaktadır. Limanın çevresindeki yapıları incelediğimizde, giriş kısmında bulunan mendirek yapısı kesin olarak isimlendirilmiştir. Yapılış amacı, limanı saldırılara ve dış etkilere karşı korumaktır. Limanın orta kısmında şu an sualtında kalmış olan diğer bir yapı iskele olarak ve Tavşan Adası ile anakara arasındaki sur duvarlarının döneminde dalgakıran olarak kullanıldığı düşünülmüştür. Giriş kısmında mendireğin hemen arkasında yer alan yapının ise bir ayazma olduğunu ele geçen buluntular ışığında söylemek mümkün olmaktadır. Limanın en iç kısmında bulunan yapıyı ise yapılan çalışmalar sonucunda Pir-i Reis’in bahsettiği tatlı su kaynağı ile bağdaştırmak olası gözükmektedir. Tavşan adasının iç kısmında bulunan yapılar sarnıç veya ticari yapılar olabilirler. Yerlerini belirlemeyi başardığımız diğer yapılar hakkında kullanım amaçlarını gösterecek herhangi bir veriye ulaşamadık.Item Apollonia ad Rhyndacum antik kenti açık hava kutsal alanı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-18) Koç, İlayda; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; 0009-0002-8540-2393Tez çalışması kapsamında incelenen kutsal alan ve ele geçen buluntular Apollonia a. R. antik kenti içerisinde, göl kenarında bir yamaç üzerinde bulunmuştur. Çalışma konusuolan açık hava kutsal alanını geniş bir çerçeveden incelemek ve anlamak için öncelikle kutsal alanlar ve kült kavramı üzerinde durulmuştur. Sonrasında alanın tüm bölümleri ve yapısı detaylıca aktarılmıştır. Bunun aktarımıyla farklı merkezlerde bulunan kutsal alanların Apollonia ile benzer örnekleri daha isabetli şekilde değerlendirilmiştir. Diğer kutsal alanlarla yapılan bu değerlendirme ile Apollonia a. R. kutsal alanının hangi tanrı veya tanrıçaya adanmış olabileceğine daha isabetli cevap aranabilmiştir. Bu doğrultuda hem antik kent hem de kutsal alan ile alakalı kuruluş tarihi, buluntuların dönemleri ve tipleri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında Apollonia a. R. açık hava kutsal alanında buluntu olarak seramik, deniz kabuğu, figürin, sikke ve değirmen taşları incelenmiştir. Özellikle seramik buluntular kendi içerisinde gruplandırılarak özel formda ve bezemede olanlar sınıflandırılmıştır. Kutsal alanın en önemli buluntularından olan deniz kabukları ve seramik buluntular alanın tarihlendirmesi açısından çalışmaya yardımcı olabileceği için bu buluntular ayrıca ele alınmışlardır. Çeşitli bulguların değerlendirilmesi sonucunda kutsal alan ile alakalı tapınım döneminin MÖ 3. yüzyıl civarında başladığı tahmin edilmiştir. Ayrıca çağdaş örneklerincelendiğinde kutsal alanın bir tanrıça kültüyle ilişkilendirildiği ortaya çıkmıştır. Geç dönem buluntularının incelenmesi ile de alanın sonraki dönemlerde kutsal mekân işlevini kaybettiği ve işlik olarak MS 13. yüzyıla kadar kullanım gördüğü anlaşılmıştır.Item Apollonia ad Rhyndacum heykeltıraşlık eserleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-08) Bozkurt, Ezgi; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-7068-1177Tez çalışması kapsamında incelenen heykeltıraşlık eserler, antik dönemde Bithynia bölgesi sınırları içerisinde yer alan Apollonia ad Rhyndacum antik kentinde ve çevresinde bulunmuştur. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Bursa Müzeler Müdürlüğü Başkanlığında Uludağ Üniversitesi adına Prof. Dr. Mustafa Şahin'in bilimsel danışmanlığında 2015- 2018 yılları arasında sondaj ve kurtarma kazıları yapılmıştır. Tez kapsamında sondaj ve kurtarma kazıları dışında Bursa Arkeoloji Müzesine daha önce intikal etmiş olan Apollonia a. R. kökenli heykeltıraşlık eserler de değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında Apollonia a. R. Nekropolü, Kız Adası ve Nişli Alanda (Kutsal Alan) yapılan kazılar dışında müzeye intikal etmiş toplam 18 adet heykeltıraşlık eseri incelenmiştir. Farklı tipolojiye ve ikonografiye sahip olan eserler pişmiş toprak, mermer, bronz, kemik gibi çeşitli malzemelerden üretilmiştir. Değişik materyallerden üretilmiş olan plastik buluntular özellikle karakterlere göre alt grup ve tiplere ayrılarak ele alınmışlardır. Çalışma konusunu oluşturan heykeltıraşlık eserlere daha geniş bir açıdan bakabilmek adına farklı merkezlerde bulunan benzer örnekler incelenmiştir. İnceleme sonucunda Apollonia a. R. kentinin heykeltıraşlık eserlerin üretildikleri dönem, stil özellikleri ve ikonografik gelişimleri belirlenmeye çalışılmıştır. Değerlendiren eserler MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısından MS 3. yüzyıla kadar geniş bir tarih aralığı içerisinde üretilmiş oldukları sonucu ortaya çıkmıştırItem Apollonia ad Rhyndacum kent surları(Uludağ Üniversitesi, 2015-07-02) Kardoruk, Nihal; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı"Apollonia ad Rhyndacum Kent Surları" adı altında kaleme alınan bu tezde, modern adı Gölyazı ve Zambaktepe olan, iki ada üzerinde bulunan Antik Dönem kent surları incelenmiştir. Bilimsel kazılar ile mimari geçmişi desteklenmeyen kent, Batı Anadolu'da Bithynia/Mysia sınırları içerisinde yer alan en önemli ikinci kent olarak geçmektedir. Modern yerleşim altında kaybolmaya başlayan Antik kalıntılar, 2006 yılı ve sonrasında yapılan yüzey araştırmaları ile hak ettiği önemi kazanmaya başlamıştır. İki adayı çepeçevre saran surlar; ilk ada olan Zambaktepe'de bir giriş kapısı ile başlar. Giriş kapısından başka herhangi bir sur kalıntısına rastlanmayan tepe üzerinde, surların stadionu da çevreleyerek devam ettiği düşünülür. İkinci ada olan Gölyazı'da ise, çift kapılı savunma ile başlayan surlarda, savunmanın kırıldığı adanın dönüş yerlerinde 4 büyük kule yer alır. Bu kuleler arasında yer alan sur duvarlarının çoğu modern yerleşimde evlerin temel duvarları olarak kullanılmış, modern yapı ile bütünleşmeyen duvarlar ise günümüze ulaşmayı başaramamıştır. Surların yapımında kullanılan yoğun devşirme malzeme, kentte yer alan ve sur yapımından önce kullanılmış olan mimari örüntü hakkında bilgiler sunmuştur. Büyük çoğunluğu lokalizasyonu yapılan yapılardan gelen devşirme malzemeler, katalog çalışmasında tek tek tanımlamaları ve sur duvarları üzerindeki yerleri belirlenerek, kentte daha önceki yapılarda kullanılmış olan malzeme, teknik ve lokalisazyonu bilinmeyen yapıların, ada üzerindeki konumlarını belirlemek gibi konuların çözümüne yardımcı olmuştur. Sonuç olarak; mimari çalışmaların bilimsel kazılarla desteklenmediği Apollonia ad Rhyndacum Antik kentinde yapılan bu tez çalışması ile ulaşılabilen sonuçlar, kentin mimari tarihine ışık tutmuştur.Item Apollonia ad Rhyndacum nekropolü(Uludağ Üniversitesi, 2015) Tomay, Beste; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim DalıAntik Dönemde Mysia ile Bithynia Bölgeleri arasında yer alan Apollonia ad Rhyndacum Antik kenti, günümüzde Bursa Uluabat Gölünün kıyısında yer almaktadır. Tezde ele alınan nekropol alanı ise Gölyazı' nın kuzeyinde modern anayolun iki yanına kurulmuştur. Söz konusu alanda khamosorion, anıt mezar ve harçlı moloz taş örgü mezar tipleri görülmektedir. Nekropolde en fazla tespit edilen tip khamosorionlardır. Bunlar ana kayanın şekillendirilmesiyle oluşturulmuştur. Anıt mezarların yapımında ise ana kayası kireçtaşı olan bloklar kullanılmıştır ve yoğun tahribatlarından dolayı tipolojileri hakkında kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bu bloklar, nekropol alanı sınırları içerisinde tespit edilen taş kesme alanından taşınmış olması muhtemeldir. Kentte bir kazı çalışması yapılmamış olmasından ve kaçak kazılardan dolayı kentin ölü gömme adetlerine ilişkin bilgiler şuan için karanlıktır. Nekropol alanı dışında tespit edilen Bizans Dönemi lahit parçalarının ise nereden geldiği bilinmemektedir. Sonuç olarak bu çalışma ile nekropol alanındaki mezarların Hellenistik Dönemden Bizans Dönemine kadar kullanım görmüş olduğu, nekropolün sınırlarının tahmin edilenden daha geniş olduğu öngörülmüştür.Item Apollonia ad rhyndacum nekropolü kerpiç mezarları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-27) Ercan, Osman; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim DalıTez çalışmasında, Apollonia ad Rhyndacum antik kentinin nekropol alanında yürütülen kurtarma kazılarıyla açığa çıkarılan mezarlar içerisinden, yapı malzemesi olarak kerpiç kullanılan 16 örnek konu alınmıştır. Gün ışığına çıkarılan kerpiç mezarların Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi’nde bilinmemesi oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca bu tür mezarlara ilişkin yapım teknikleri, tipoloji ve köken araştırmasını konu alan bir çalışmanın yapılmaması bizi bu alana yöneltmiştir. Öncelikle mezarların kazı raporları ve yerinde incelenmesiyle teknik analizleri yapılmış, sonrasında gerekli olan harita, çizim ve görsel içeriği oluşturulmuştur. Kütüphane ve online veri tabanlarında, karşılaştığımız farklı mezar formlarına ve üst örtü biçimlerine yönelik literatür taraması yapılmıştır. Araştırma sonucu elde edilen veriler doğrultusunda, benzer örnekler ile birlikte değerlendirilmesiyle mezar tipolojisi belirlenmiştir. Ayrıca köken araştırması yapılarak yayılım alanlarının saptanması sağlanmış, mezarlardaki kerpiç kullanım alanları, hammadde temini, yapısal özellikleri ve yapım teknikleri belirlenmiştir. Son olarak ayrı ayrı ele aldığımız mezar formları ve üst örtü biçimleri incelenerek, tespit edilen yeni mezar tiplerine yönelik isimlendirme önerisinde bulunulmuştur. Mezar yapılarını ve üst örtülerini ayrı ayrı değerlendirdiğimizde, mezarlar üzerinde etkili olan belirgin formlar, “Kerpiç Sanduka, Kerpiç Çatkı/ Kiremit Çatma, Cappuccina” mezar olarak belirlenmiştir. “Kerpiç Sanduka” mezarların çıkış noktası Güney Doğu Anadolu olmak üzere Karkamış, Korucutepe, Hanaytepe, Girnevaz, Alişar, Tepecik ve Oylum Höyük’te açığa çıkarılan örneklerle birlikte Geç Kalkolitik Dönem ve sonrasında Anadolu coğrafyasına yayıldığı bilinmektedir. Sonraki süreçte Erken Tunç Çağı’ndan başayarak Kuzey Suriye’de yer alan Tel Ahmar, Hamam et-Turkman, Orta ve Geç Tunç Çağı’nda ise Mısır’da bulunan Tell el-Retaba ve Tell el-Dab’a gibi yerleşmelerde görülmektedir. Mezarlar üzerinde etkili olan diğer belirgin formun kökeni İtalya olarak saptanmıştır. “Cappuccina” olarak adlandırılan mezarların en yaygın dönemi Roma İmparatorluk Dönemi olsa da Avrupa'daki erken örnekleri MÖ 6.-7. yüzyıla kadar gitmektedir. Basit toprak mezar niteliği taşımaları, özellikle bu tür mezarların fakir sosyal sınıflar tarafından kullanıldığına işaret etmektedir. Roma İmparatorluk Dönemi’nde giderek yaygınlaşan Cappuccina mezarların, İtalya üzerinden Anadolu coğrafyası dâhil olmak üzere birçok Roma eyaletine yayıldığı ve bölge halkları tarafından özümsenerek kullanıldığı anlaşılmaktadır. Anadolu’da Klasik Dönem sonrası giderek yaygınlaşan mezar formu genellikle kullanılan malzemeye göre “Kiremit Çatma, Kiremit Çatkı, Plaka Çatkı, Kerpiç Çatkı” olarak bilinmektedir. Açığa çıkardığımız birçok örneğin “Kompozit Mezar” kimliği taşıması farklı ölü gömme geleneklerine ait mezar tiplerinin, taşındığı bölgedeki diğer yaygın mezar formlarıyla birlikte yorumlanarak yeni ve farklı bir anlayışla uygulanabildiğini açıkça göstermektedir. Ayrıca çıkış noktasını ve yayılım alanlarını henüz tespit edemediğimiz bir başka üst örtü biçimi tespit edilmiştir. Bu anlayışa göre sanduka içerisindeki kremasyon bölümü beşik çatı biçiminde değil, doğrudan karşı uzun kenar üzerine uzatılan kerpiç plakalarla mertek çatı biçiminde kapatılmaktadır. Bu sayede mezar zemini ile üst örtüsü arasında üçgen şeklinde bir alan oluşturulmuştur. Form ve kullanılan malzeme göz önünde bulundurularak üst örtü tipi “kerpiç plakalı mertek” mezar olarak isimlendirilmiştir. Sonuç olarak Apollonia Nekropolü’nde kerpiç endüstrisine dayalı altı farklı tipte mezar tespit edilmiş; yapım teknikleri, formları ve üst örtü biçimlerine göre isimlendirme önerileri belirlenmiştir. Mezarlarda isimlendirme, önce tip, sonra üzerinin kapatılma şekli göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Açığa çıkarılan mezarlar içerisinde, yalnızca kerpiç malzeme kullanılarak hazırlanan mezarlarda birincil kremasyon uygulanmış ve kronolojik olarak ele alındığında genellikle MÖ 1.-MS 1. yüzyıl aralığında gömü yapıldığı anlaşılmıştır. Basit toprak mezarlarda üst örtü kerpiç malzeme ile beşik çatı biçiminde oluşturulmaktadır. Sanduka mezarlarda ise beşik çatı, mertek çatı, taş kapak veya iki formun birlikte kullanıldığı örnekler karşımıza çıkmaktadır. Yapı malzemesi olarak kerpiç kullanılan örnekleri incelediğimizde kullanım alanlarına ve işlevlerine göre yapım tekniklerinin ve uygulama biçimlerinin değiştiği gözlenmiştir. Mezar yapılarında, üst örtü sistemlerinde ve çevre düzenlemesinde kullanılan kil harç ve kerpiç malzemenin temin ve biçimlendirme yöntemlerinin tespit edilmesine yönelik çalışma yapılmıştır. Bölgede yaptığımız tarama sonucu biri nekropol sınırları içerisinde, diğeri ise Uluabat gölünün kuzeydoğu kıyısında olmak üzere yoğun miktarda rezerve sahip iki kil yatağı saptanmıştır. Kerpiç endüstrisi incelendiğinde kullanılması muhtemel 4 teknik tespit edilmiştir. Kerpiç yapım yöntemleri başlığı altında değerlendirilen yöntemler, pisse tekniği, dövme tekniği, yığma tekniği ve blok tekniği olarak belirlenmiştir. Hazırlanım aşamalarında ise genellikle katkı maddesi olarak kil, su, saman, kum, çakıl, ot, dal gibi malzemeler kullanılmıştır. Son olarak açığa çıkardığımız mezarlar üzerinden, nekropol alanı kerpiç kullanımı bölümünde kerpiç malzemenin uygulama alanları tespit edilmiştir.Item Apollonia ad Rhyndacum sikkeleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-18) Akrın, Mustafa; Şahin, Derya; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı ; 0000-0003-1745-5071Apollonia ad Rhyndacum kenti günümüzde Bursa ili, Nilüfer İlçesi’nin Gölyazı Mahallesi sınırları içerisinde bulunmaktadır. Çalışmanın konusunu Apollonia ad Rhyndacum kentinde yürütülen kazı çalışmalarında bulunan, Bursa Arkeoloji Müzesi’nde korunmakta olan ve geçmiş dönemlerde yayımlanmış kataloglardan alınarak derlenmiş143 adet Apollonia ad Rhyndacum sikkesi oluşturmaktadır. Bunların 13’ü Helenistik,116’sı Roma, 11’i ise Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’ne tarihlendirilmiş olan sikkelerdir. Kalan 3’ü ise ilk olarak hesaplama aracı olarak kullanılan ancak daha sonra hatıra parası olarak kabul gören Nürnberg Tokenleri’nden oluşmaktadır. Kentte en erken döneme ait sikkeler MÖ 4. yüzyıla tarihlenmekte olan Makedon sikkeleridir. Apolloniaad Rhyndacum lejantı taşımakta olan 108 adet sikke bulunmaktadır. Bu sikkeler üzerinde47 adet Apollon ve 16 adet kentin yerel nehir tanrısı Rhyndakos en çok tasvir edilmiş olan tanrılardır. Bunların dışında Zeus, Demeter, Hermes, Artemis, Poseidon, Asklepios, Aphrodite, Dionysos, Pan ve Fortuna gibi tanrı ve tanrıçalara ait sikkelerin de yer aldığı kent sikkeleri görülmektedir. Bu durum da bize kentin birden çok tanrı inancına sahip olduğu göstermektedir. Apollon betimli kent sikkelerine bakıldığında sikke üzerinde sıklıkla tapınak içerisinde ve tek başına olarak Apollon Sauroktonos tipi heykel tasviri yer almaktadır. Bu nedenle Kız Ada’ya lokalize edilen Apollon Tapınağı’ndaki kült heykelinin bu tip bir görünümde olduğu düşünülmektedir. Aphrodite, Fortuna ve Poseidon ise, deniz ticaretinin güvenilirliğini sağlamak amacıyla saygı görmüş olmalıdır. Poseidon tasvirli sikkelerin tarihlendirmelerine bakıldığında, deniz ticareti dışında kentte yaşanan depremler ile de ilişkilendirilebilmektedir. Kente ait olmayan ancak kentteki kazı çalışmaları sırasında bulunan sikkelerin kronolojisine bakıldığında uzun dönem aralıklarının görülmesi, kentin kesintisiz olarak yerleşim gördüğü ve ticarette aktif olduğu çıkarımını yapmayı mümkün kılmaktadır.Item Arkeoloji müzelerinde eğitim çalışmaları Apollonia AD Rhyndacum antik kenti Nekropol Müzesi örneği(Bursa Uludağ Üniversitesi) Günay, Meryem; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-9248-241919. yüzyıl ile koruma, muhafaza etme, sergileme faaliyetlerinin yanında eğitim faaliyetlerini de bünyesine alan müzeler, toplumla iletişim kurma noktasında en çok eğitim yönünü kullanıp geliştirmiştir. Müzeler çağdaş eğitim anlayışla, her yaş grubuna hitap eden birer örgün eğitim mekânları haline gelmiştir. Öyledir ki bugün “Müze Pedagojisi”, “Müze Eğitimcisi” kavramları eğitim sistemimizde ve müzecilik disiplininde yerleşmiş haldedir. Uygarlık tarihinin birer aynası olarak değerlendirilen Arkeoloji Müzeleri de yürütülen eğitim çalışmalarından en fazla payı alması gereken müzelerdir. Arkeoloji bilimin insana ulaĢması, Arkeolojinin toplumsallaĢması, Arkeoloji Müzelerinde yapılan eğitim çalıĢmalarıyla mümkündür. Bu eğitim çalışmalarını, Arkeoloji alan bilgisine sahip olduğu kadar eğitim alanında da deneyimli kiĢilerin yapması uygundur. 20. Yüzyıl ile birlikte Avrupa Arkeoloji Müzelerinde eğitim kadroları oluşturmuşken ülkemizde ise sadece son yıllarda Arkeoloji müzelerinde eğitim faaliyetlerinde artış olduğu görülmektedir. Bu nedenle çalışmada, öncelikle arkeoloji öğrencilerine yönelik bir Arkeoloji müzesi için eğitim programı paketi hazırlanmıştır Kurumsal veya bireysel olarak Arkeoloji Müzelerinde yürütülen eğitim faaliyetleri içerisinde Nekropol Müze örneğine rastlanmamaktadır. Bir Nekropol Müzesi içerdiği soyut kavramlardan dolayı eğitim çalışmalarında hedef kitleyi sınırlanmaktadır. Ölüm ve öbür dünya inancı gibi kavramlarını içermesinden dolayı bir eğitim uygulaması tercih edilmemiştir. Bu kısıtlamaların müzenin eğitim programı oluĢturmasına engel olmadığını göstermek için çalıĢmanın bir nekropol müzesi örneği içermesine karar verilmiştir. iş Bu çalışma, Apollonia a.R. Kenti Nekropol Müzesini ele alarak bir eğitim programı hazırlama sürecini ve bir Nekropol müzesi eğitim paketi örneğini içermektedir. Eğitim paketi her yaş grubu için farklı hedef kazanımlara yönelik planlardan ve etkinliklerden oluşmaktadır. Etkinliklerin hangi yaş grupları için nasıl yapılacağının açıklandığı ve kullanılacak materyallerin hazırlandığı bir çalışma olmuştur. Ayrıca eğitim faaliyetleri hedef kazanımlara yönelik müze atölye çalıĢmaları ile de zenginleĢtirilmiĢtir. Çalışmada eğitim paketinin dışında, arkeoloji müzesinde eğitim programı hazırlanırken; müzede eğitimin önemine, müze eğitimini gerçekleştiren kişinin sahip olması gereken özelliklere ve kullanılması tercih edilen eğitim yöntem ve tekniklere de değinilmiştir. Çalışmanın diğer bir bölümünde ise yurtiçinde ve yurtdışında arkeoloji müzelerinde yapılan eğitim faaliyetlerinden örnekler verilmiştir. Bu araştırma; Müzelerin eğitim mekânı olarak kullanılmasına bir örnek teşkil etmektedir. Arkeoloji biliminin eğitim yoluyla halka aktarılması Arkeolojinin toplumla bütünleşmesine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca bir Nekropol müzesi eğitim paketini içermesi alanda bir ilk olma özelliğini taşıdığından önem arz etmektedir.Item Arkeolojik ve epigrafik bulgular ışığında Nikaia'da Romalılaşma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-20) Bayram, Aytaç; Şahin, Mustafa; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı“Arkeolojik ve Epigrafik Bulgular Işığında Nikaia’da Romalılaşma” isimli tez çalışmasının konusunu Nikaia kentinin Romalılaşma sürecinin, antik kaynaklar ve arkeolojik buluntular ele alınarak yorumlanması oluşturmaktadır. Bu çalışma içerisinde Nikaia kentinin Romalılaşmasını yorumlamak adına, Nikaia Roma döneminde sosyal gelişmelere dair ipuçları veren mezar yapıları, mimari yapılar, sikkeler, yazıtlar ve antik kaynaklar rehberliğinde, Romalılaşmaya işaret edebilecek Roma isimlerinin kullanımı, imparator kültü ve Latin dilinin kullanımı gibi öğelerin incelenmesi yer almaktadır. Çalışmanın amacı tüm arkeolojik buluntular ve antik kaynaklar incelendikten sonra, Romalılaştırma ve Romalılaşma kavramlarını, Küçük Asya’da Romalılaşmanın nasıl gerçekleştiğini, Nikaia halkının Romalılaşma sürecini nasıl gerçekleştiğini, bölge halkının Roma kültürünü ne kadar benimsediğini ve Nikaia’nın Roma İmparatorluğu döneminde ne gibi sosyo-kültürel değişimler yaşadığını anlamaktır.Item Arkeolojik ve epigrafik buluntular ışığında Priene’deki kültler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-05) Çetinkaya, Göknur; Mert, İbrahim Hakan; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Arkeoloji Ana Bilim Dalı; Arkeoloji Bilim Dalı; 0000-0002-9811-5556Hellenistik Dönem’den Roma İmparatorluk Dönemi sonuna kadar Priene Antik Kenti’nde varlığı kanıtlanan kültler, kutsal alan ve yapılar, kült personeli, ritüel, bayram ve adaklar ile kültü yüksek ihtimal dâhilinde olan ya da sadece saygı duyulan tanrı ve tanrıçalar tezin konusunu oluşturur. Bu çalışmada mimariden heykele, sikkeden yazıta çok çeşitli arkeolojik, nümizmatik ve epigrafik buluntular benzer örnekler ışığında değerlendirilmiştir. Ionia bölgesinin önemli ve en iyi korunmuş kentlerinden birisi olan Priene’deki mevcut tanrılar ve kültler ilk kez bir bütünlük içerisinde incelenmiş, tanrıların kökenleri, tapınım görme sebepleri, kültlerin kutsal alan ve yapılarla ilişkileri, ritüeller, kült personeli, bu görevlilerin seçimi, görev ve sorumlulukları aydınlatılmaya çalışılmıştır. Tanrı kültlerinin yanı sıra kahraman, kral ve imparator kültüne dair bulgular da değerlendirilmiştir. Bu konuda kentte yapılan kazılarda bulunan arkeolojik, epigrafik ve nümizmatik buluntular incelenmiştir. Priene’de kutsal alanlarda ve kent içerisinde farklı noktalarda açığa çıkarılan buluntuların kentteki dağılımından olası bir sonuca varılmaya çalışılmıştır. Tez çalışmasının ilk bölümünde Priene kentinin coğrafi konumu ve sınırları, tarihsel gelişimi ve araştırma tarihçesi hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde Hellenistik ve Roma İmparatorluk Dönemleri’nde Priene’de varlığı kanıtlanan kültler arkeolojik, epigrafik ve nümizmatik buluntular başlıkları altında ele alınıp değerlendirilmiştir. Bu ikinci bölümde ilk alt başlıkta Tanrıçalar, ikincisinde Tanrılar, üçüncüsünde Mısırlı Tanrılar Kültü, dördüncüsünde Herakles Kültü, beşincisinde Büyük İskender Kültü, altıncısında Roma İmparator Kültü ve son alt başlıkta Ev Kültü buluntular ışığında anlatılmıştır. Tezin ekler kısmında kültlerle ilgili kentte bulunan yazıtlar katolog halinde düzenlenmiştir. Priene’de bulunan yazıtlar ve çeşitli arkeolojik ve nümizmatik malzeme, Hellenistik ve Roma Dönemi’nde kentin Ionia bölgesindeki diğer birçok kentle benzer inanış ve uygulamalara sahip olduğunu ama bunun yanısıra ünik özellikleri de bulunduğunu belgeler.