2018 Sayı 30
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13254
Browse
Browsing by Department "Felsefe Bölümü"
Now showing 1 - 3 of 3
- Results Per Page
- Sort Options
Item Arthur Schopenhauer'a göre dünyayı sanatla anlamak(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-07) Eren, Işık; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe Bölümü; 0000-0003-0439-4935Schopenhuer'a göre "dünya", isteme, ideler ve tek tek şeylerin tümüdür. İnsan bilme ve isteme imkânlarını nasıl kullandığına bağlı olarak bu üç görünüşünde dünyanın farklı yanlarını obje edinebilir. Dünyanın çeşitli tarzlarda bilmeye konu olan yanlarının bilgileri de birbirlerinden farklılık gösterir. Bu farklı bilme yolları ise insana farklı imkânlar sağlar. Dünyanın isteme, ide ve tekler olarak bir bütün olduğunun bilgisi sadece sanat yoluyla insanlara gösterilebilir. Sanat, şeylere yeter-neden ilkesinden bağımsız bakma yoludur. Bu özelliği ile de o, deneyin ve bilimin metodunun tersi olan bir yol izler. Sanatın gerçekliğe ve dünyaya yaklaşımındaki bu metodun farklılığı, nesnesinin varlıksal farkından kaynaklanır. Onun nesnesi hiçbir bilgi dalının nesnesi olmayan “temel isteme”nin doğrudan objeleşmesi olan “ide”dir. Müzik dışındaki alanlarda her sanat eseri, kendi tarzında, “ide”yi gösterir, müzik ise alıcısıyla “temel isteme”yi melodide buluşturur. Temel istemenin bir objeleşmesi olan insan, kendi varlık temelini oluşturan “ide” ve “isteme”yle sadece sanat yoluyla karşılaşabilir. İnsanların yaşamdan anladıklarını, bir takım değerlendirmelerini, değer olarak gördüklerinin geçiciliği ve değişkenliğini, inançları ve bilgilerini sınama imkânı veren sanatın bilgisidir. Hayatı ortaya koyarak, onun yapısına cevap getiren her eser kendi tarzını kullanır. Hangi tarz kullanılırsa kullanılsın sanatlar görmenin dilini kullanırlar.Item An inquiry on relation among discourse, truth and power in Michel Foucault(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-15) Becermen, Metin; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe Bölümü; 0000-0002-7585-265XFoucault calls his work “a critical history of the thought.” However, the critical history of the thought is the time, when any truth games appear, but not the time, when the truth is obtained or hindered. This history is directly linked to the power and to how the power operates. Foucault, who also deals with the power matter in line with the relation between discourse, truth and power, inquires function of the power in any enclosed institutions formed depending on development conditions of the capitalism such as hospitals, jails, etc. His main problem is to deal with the power by acting with any power relationship and to make a power solution accordingly. In this context, Foucault also adopts the states as a matter depending on analysis of modern institutions. He thinks that there is a resistance opportunity in wherever the power is available. Resistance means in some ways setting forth a different discourse and developing a game other than the power game. Therefore, Foucault, who thinks that, when the power is at stake, one should go out of the existing game and leave the state our of the game, makes a critical room for philosophy at this point.Item Yaşam-dünyasının sömürgeleştirilmesi olarak modernitenin krizi(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-09) Torun, Tayfun; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe Bölümü; 0000-0001-7169-5944Habermas’ın İletişimsel Eylem Teorisi modern kapitalist toplumda baskı ve tahakkümden özgürleşimin mümkün olduğu iddiasına dayanır. Bu teoride, toplum, “yaşam-dünyası” ve “sistem”in birleşiminden meydana gelen iki katmanlı bir yapı olarak kavranır. Yaşam-dünyası, bireyler arasında anlaşma yönelimli etkileşimlerin meydana geldiği alanın sınırlarını çizer. Dolayısıyla bu alan iletişimsel rasyonelliğe dayanan iletişim eyleminin alanıdır. Buna karşın amaçrasyonel eylem üzerinden koordine edilen sistem, ekonomi ve devlet (para ve güç ilişkileri) yapısal bileşenlerinden meydana gelir. Habermas’a göre, modern toplumların temel problemi, yaşam-dünyasının sistem tarafından sömürgeleştirilmesinin kaynaklanmaktadır. Anlaşma yönelimli etkileşimler üzerinden işleyen bir alanın, giderek artan ölçüde sistemik unsurların zorunluluklarına tabi kılınması modernitenin krizidir. Modernitenin krizi, bu bağlamda, üstesinden gelinebilecek tarihsel-olgusal bir durumdur. Sonuç olarak Habermas’ın teorisi özgürleşim problemini, yaşam-dünyasını sistem yapıları karşısında güvence altına alacak kurumsal yapıların geliştirilmesine bağlar. Dolayısıyla modernite projesi, modernitenin sonuna gelindiğini iddia eden postmodern teorilerin aksine, henüz tamamlanmamış ve kendi kaynaklarına dayanılarak yeniden yapılandırılabilecek bir projedir. Bu makale, modernitenin krizi olarak sömürgeleştirme tezinin “İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim” adlı metninde yer alan ilk versiyonunu açıklamayı ve Habermas’ın kariyerinin başından itibaren aynı tezi farklı bir perspektiften savunduğunu göstermeyi amaçlamaktadır.