2018 Sayı 30
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13254
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Item With a representative example the roles of reason and emotion in western and islamic legal systems(Uludağ Üniversitesi, 2017-02-20) Türkbağ, Ahmet UlviThe core of this study is to show the role of emotion and reason in two major legal systems, namely the Western and Islamic legal systems. Firstly, I will portray the two systems without any detail, in order to show emotion and reason balances in each of them. After that, I will choose a representative example to explain and state how they follow different roads of approach to reach an understanding of the balance between reason and emotion. As an assumption, it would be safe to say Western law is more widely known. Therefore, I will focus primarily on an illustration from Islamic Law using as my example a facet of Family law, a special kind of separation “lian or mulahana” which, I think, clearly represents the outlook of Islamic law on emotion.Item Yaşam-dünyasının sömürgeleştirilmesi olarak modernitenin krizi(Uludağ Üniversitesi, 2017-03-09) Torun, Tayfun; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0001-7169-5944Habermas’ın İletişimsel Eylem Teorisi modern kapitalist toplumda baskı ve tahakkümden özgürleşimin mümkün olduğu iddiasına dayanır. Bu teoride, toplum, “yaşam-dünyası” ve “sistem”in birleşiminden meydana gelen iki katmanlı bir yapı olarak kavranır. Yaşam-dünyası, bireyler arasında anlaşma yönelimli etkileşimlerin meydana geldiği alanın sınırlarını çizer. Dolayısıyla bu alan iletişimsel rasyonelliğe dayanan iletişim eyleminin alanıdır. Buna karşın amaçrasyonel eylem üzerinden koordine edilen sistem, ekonomi ve devlet (para ve güç ilişkileri) yapısal bileşenlerinden meydana gelir. Habermas’a göre, modern toplumların temel problemi, yaşam-dünyasının sistem tarafından sömürgeleştirilmesinin kaynaklanmaktadır. Anlaşma yönelimli etkileşimler üzerinden işleyen bir alanın, giderek artan ölçüde sistemik unsurların zorunluluklarına tabi kılınması modernitenin krizidir. Modernitenin krizi, bu bağlamda, üstesinden gelinebilecek tarihsel-olgusal bir durumdur. Sonuç olarak Habermas’ın teorisi özgürleşim problemini, yaşam-dünyasını sistem yapıları karşısında güvence altına alacak kurumsal yapıların geliştirilmesine bağlar. Dolayısıyla modernite projesi, modernitenin sonuna gelindiğini iddia eden postmodern teorilerin aksine, henüz tamamlanmamış ve kendi kaynaklarına dayanılarak yeniden yapılandırılabilecek bir projedir. Bu makale, modernitenin krizi olarak sömürgeleştirme tezinin “İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim” adlı metninde yer alan ilk versiyonunu açıklamayı ve Habermas’ın kariyerinin başından itibaren aynı tezi farklı bir perspektiften savunduğunu göstermeyi amaçlamaktadır.Item 1950-1960 arası Amerikalı uzman raporları bağlamında Türk eğitim sistemine çizilen yol haritası(Uludağ Üniversitesi, 2017-11-12) Marım, Yüksel; Sam, Rıza; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji Bölümü.; 0000-0001-7904-78451950-1960 döneminde Türkiye’ye gelen yabancı uzmanların raporları doğrultusunda şekillenen eğitim politikaları ve bu raporların intibak süreci ülkemiz eğitimi açısından sıkıntılı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Geleneksel temellere dayanan Türk eğitim sistemi bu düzenlemeleri hemen sindirememiştir. Kaldı ki bu düzenlemeler Amerikan ve Batı tarzı toplumların ihtiyaçları düşünülerek hazırlanmıştı ve Türk toplumu için yabancı kavramlardı. Eğitim anlayışı, “eti senin kemiği benim” prensibine dayanan geleneksel esaslı Türk eğitimi, etkileri günümüze kadar uzanan öğrenci merkezli, mikro eğitimi esas alan, yaptırım esasları öğretmen elinden alınmış yeni eğitim sistemine yabancı kalmıştır. 1950–1960 yılları arasında Türkiye’ye davet edilen Amerikalı uzmanların, verdikleri raporlarda üzerinde önemle vurguladıkları ortak hususları, dönemin Türk eğitim sistemine yönelik düşüncelerini, tespit ettikleri sorunları, bu sorunlara yönelik önerilerini, önerilerinin Türk eğitim sistemine etkisi ve uygulanabilirliğini belirleyebilmek için Watson Dickerman, John J.Rufi, Kate Vixon Wofford, Lester Beals, Ellswort Tompkins, Roben J.Maaske, M.Costat ve Elizabeth S.Gorvine gibi sekiz uzman raporu bu makalede tartışma konusu yapılmıştır.Item Çağdaş ahlaki doğaüstücülük ve Russ Shafer-Landau(Uludağ Üniversitesi, 2017-11-22) Yöney, FerhatG. E. Moore’un 1903 yılında yayınlanan Principia Ethica adlı çalışmasında savunduğu ahlaki doğaüstücülük, karşılaştığı epistemik ve metafizik eleştirilerle 1960’lı yıllardan başlayarak gözden düşmüştür. 2000’li yıllardan başlayarak yeniden gündeme gelen ahlaki doğaüstücülüğün en önemli savunucularından biri 2003 yılındaki Moral Realism A Defence adlı çalışmasıyla Russ ShaferLandau’dur. Bu çalışma, öncelikle Moore’un görüşlerine kısaca değinip sonrasında Shafer-Landau’nun ahlaki doğaüstücülüğü nasıl savunduğunu ortaya koymaktadır. Son olarak ise Shafer-Landau’nun görüşlerini değerlendirmektedir.Item Aristoteles’te müzikal terimlerin anlamı ve kullanımı(Uludağ Üniversitesi, 2018) İlim, FıratBu çalışmanın amacı, Aristoteles’in kullandığı temel müzikal terimlerin günümüz terminolojisi ile karşılaştırılarak açıklanmasıdır. Burada, müzik, Aristoteles’in sanat anlayışı içerisindeki yeriyle birlikte alınmaktan ziyade, teknik bir konu olarak işlenecektir. İzleyeceğimiz yöntem, öncelikle, Greklerden elimize ulaşan müzikolojik veriler ışığında teknik terminolojiyi netleştirmek; daha sonra Aristoteles’in metinlerinden yola çıkarak ve Platon’un söz konusu terimleri kullanımları ile karşılaştırmalar yaparak, konu ile ilgili terimlerin kullanımının işaret ettiği müzik anlayışını öğelerine ayıracak bir metin analizi yapmak olacaktır. Temel metinlerimiz Poetika ve Politika olmak üzere, gerekli noktalarda Retorik ve Metafizik’teki ve kullanımları da hesaba katacağız.Item Hayvan haklarına yönelik temel görüşler ve yanılgıları(Uludağ Üniversitesi, 2018-01-10) Aşar, HalukBu makalede hayvan hakları savunucularının görüşlerini ele alıp birbirleri ile farklarını ortaya koymakla birlikte onların insan-merkezciliğe yönelttikleri temel eleştirilerine de değinilecektir. Burada hayvan hakları savunucularının insanmerkezci düşünce biçimine getirdiği en temel eleştiri etiğin sınırlarının genişletilmesi gerekliliğidir. Hayvan hakları savunucularından bazıları yalnızca duyarlı hayvanları bu sınıra dahil ederken ki bunlardan en önemlisi Peter Singer’dır başka bazıları ise öznel bir yaşama sahip olmayı, yani kendi dünyasına sahip olmayı bu sınıra dahil eder ki bu düşünürlerden en önemlisi de Tom Regan’dır. Ancak burada hayvan hakları savunucularının insan-merkezci düşünce biçimine getirdikleri eleştirilerin aynısını onlara da getirmek mümkün gözükmektedir. Bu bakımdan bu düşünürlerin eleştirdikleri düşünce biçiminden kurtulamadıklarını göstermek bu makalenin temel amacı olacaktır.Item Hakikatin neliği hususunda zihinsel bir düzenleme faaliyeti olarak düşüncenin ekonomisi ilkesi ve Ernst Mach(Uludağ Üniversitesi, 2018-01-10) Saygılı, SerdarErnst Mach, bilimi, görünüşler dünyasının doğru bilgisinin elde edilmesinde rasyonel bir düzenleme aracı olarak kabul etmiştir. Ayrıca bilimin, gerçek bilginin yegâne kaynağı olduğunu belirtmiştir. Ona göre, görünüşler dünyasının zihinsel idealizasyonu kuramlar tarafından sağlanmaktadır. Kuramlar, duyular yolu ile ulaşılan olgular ve olaylar dünyasının mümkün zihinsel tasarımlarından meydana gelmiştir. Bu zihinsel tasarımların en üst düzeydeki doğruluk kabullerini ise bilimsel yasalar oluşturmaktadır. Bu bilimsel yasalar, sınırsız doğruluk değeri olan mutlak betimlemeler değillerdir. Bununla birlikte Mach, görünüşler dünyasının bilgisinin elde edilmesinde insanın biyolojik yapısından dolayı ekonomik davrandığını belirtmiştir. Bunu düşüncenin ekonomisi veya düşüncenin tasarrufu ilkesi olarak ifade etmiştir. Düşüncenin ekonomisi ilkesini ise görünüşler dünyasının en az düşünce sarfiyatı ile en fazla genellilikleri elde etme çabası olarak açıklamıştır. Dolayısıyla Mach, bilim ve felsefe üzerine geliştirdiği fikirleri ile çağının sınırlarını aşarak etkisi günümüze kadar ulaşan öncü bir filozoftur.Item Husserl ve Dilthey’da bilinç ve anlam sorunu(Uludağ Üniversitesi, 2018-01-21) İsbir, ErdalHusserl’in transandantal fenomenolojisi ve Dilthey’ın metodolojik hermeneutiği, bu çalışmada, iki temel sorun bakımından karşılaştırılmaktadır: bilinç ve anlam. Bu iki sorun çerçevesinde, Husserl’in hermeneutik ve Dilthey’ın fenomenolojik çıkmazlara sahip olduğu gösterilmek istenmektedir. Bu bakımdan şu sorulara yanıt aranmaktadır. Transandantal fenomenolojinin hermeneutik çıkmazı ile metodolojik hermeneutiğin fenomenolojik çıkmazı nedir? Hem Husserl’in hem de Dilthey’ın epistemolojik çabalarının gelip dayandıkları sınır neresidir? Bu çabalar, dil ile dünya arasındaki ilişki sorununa tatmin edici bir yanıt verebilmişler midir? İki temel başlığa sahip olan çalışmada, ilkin Husserl’in bilinç ve anlam konusunda, tarihsellik ve tekillik kategorilerinden yoksun olduğu ve anlamın başka bir özne tarafından anlaşılmasının hermeneutik koşullarını açıklayamadığı iddiası temellendirilmek istenmektedir. İkinci olarak Dilthey’ın aynı konularda, bilincin şimdide iş gören yönelimselliğinden yoksun olduğu ve anlamın ifadede görünür olmasının fenomenolojik koşullarını açıklayamadığı gösterilmek istenmektedir. Nihayetinde her iki düşünürün bu çıkmazlarının Gadamer ve Heidegger tarafından aşıldığı iddia edilmekte ve bu bakımdan her iki düşünürün de gündeminde olan kriz düşüncesinin, aslında bilimlerin yöntemine değil yaşamın kendisine ilişkin olduğuna işret edilmektedir.Item Arthur Schopenhauer'a göre dünyayı sanatla anlamak(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-07) Eren, Işık; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0003-0439-4935Schopenhuer'a göre "dünya", isteme, ideler ve tek tek şeylerin tümüdür. İnsan bilme ve isteme imkânlarını nasıl kullandığına bağlı olarak bu üç görünüşünde dünyanın farklı yanlarını obje edinebilir. Dünyanın çeşitli tarzlarda bilmeye konu olan yanlarının bilgileri de birbirlerinden farklılık gösterir. Bu farklı bilme yolları ise insana farklı imkânlar sağlar. Dünyanın isteme, ide ve tekler olarak bir bütün olduğunun bilgisi sadece sanat yoluyla insanlara gösterilebilir. Sanat, şeylere yeter-neden ilkesinden bağımsız bakma yoludur. Bu özelliği ile de o, deneyin ve bilimin metodunun tersi olan bir yol izler. Sanatın gerçekliğe ve dünyaya yaklaşımındaki bu metodun farklılığı, nesnesinin varlıksal farkından kaynaklanır. Onun nesnesi hiçbir bilgi dalının nesnesi olmayan “temel isteme”nin doğrudan objeleşmesi olan “ide”dir. Müzik dışındaki alanlarda her sanat eseri, kendi tarzında, “ide”yi gösterir, müzik ise alıcısıyla “temel isteme”yi melodide buluşturur. Temel istemenin bir objeleşmesi olan insan, kendi varlık temelini oluşturan “ide” ve “isteme”yle sadece sanat yoluyla karşılaşabilir. İnsanların yaşamdan anladıklarını, bir takım değerlendirmelerini, değer olarak gördüklerinin geçiciliği ve değişkenliğini, inançları ve bilgilerini sınama imkânı veren sanatın bilgisidir. Hayatı ortaya koyarak, onun yapısına cevap getiren her eser kendi tarzını kullanır. Hangi tarz kullanılırsa kullanılsın sanatlar görmenin dilini kullanırlar.Item Foucault’nun felsefesinde bir “sözel ilişki etiği”: Parrhesia(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-09) Tosun, Cengiz Mesut; Berk, MehmetParrhesia, Michel Foucault’nun yaşamının son birkaç yılında yaptığı çalışmalarda sıkça karşılaştığımız bir sözcüktür. Euripides’in tragedyalarından başlayarak tüm Antikçağ boyunca bu sözcüğün anlam bakımından karşıladığı tematik farklılıklarını irdeleyen Foucault’nun parrhesia çalışmaları, Bilme İradesi eseri ile Hazların Kullanımı ve Kendilik Kaygısı eserlerinin arasında bir geçiş soruşturması olarak karşımıza çıkmaktadır. Parrhesia, Antikçağ ahlakında öznenin kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu etik ilişkinin en temel “kendilik pratikleri”nden biridir. Çalışmamızda, Foucault’nun “sözel ilişki etiği” olarak tanımladığı bu pratiğin genel hatlarını serimledikten sonra, öznenin kendisiyle kurduğu “kendilik ilişkisi” ile irtibatını, askesis ile ilişkisini ve bu sözel etik pratiğin Foucault’nun son döneminde yaptığı Antikçağ soruşturmasındaki yerini tartışıyoruz.Item Eleştiri düşüncesi: Kant’ın eleştiri felsefesi’ne giriş(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-10) Caird, Edvard; Bal, MetinBu felsefi metin Immanuel Kant’ın eleştiri düşüncesi üzerinedir. Yazar metin boyunca Immanuel Kant’ın başyapıtı olan Saf Aklın Eleştirisi üzerine yoğunlaşır. Kant kendi çağını, herşeyin boyun eğmek zorunda olduğu eleştiri çağı olarak tanımlar. Kant’ın eleştirel çalışması sadece nesneyi değil öznenin zihinsel yapısını da aydınlatır. Kant kendi eleştirisini dogmatizm ve kuşkuculuğa yönlendirir. Bu metnin cevaplamaya çalıştığı sorular şunlardır: Kant’ın sözlerindeki eleştiri ile kastedilen şey nedir ve eleştiriyi özellikle kendi çağının özelliği olarak görmesinde Kant hangi gerekçeye sahiptir?Item Foucault ve ulusalcılık(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-10) Karademir, AretMichel Foucault’nun iktidar analizi ile Benedict Anderson, Ernest Gellner ve Eric Hobsbawm gibi isimlerden oluşan ulusalcılık çalışmalarının modernist okulu, ilk bakışta fark edilenden daha fazla ortak noktaya sahiptir. Hem Foucault hem de modernist okul modern iktidarın üretken bir yapıya sahip olduğunu savunur. Foucault için iktidar, insan doğasını, cinselliği, bilgiyi, bireyselliği ve gerçekliği baskılayan değil; onları üreten bir yapıya sahiptir. Benzer bir şekilde, modernist okul için ulus, ulusal dil ve ulusal kültür, ulus-devletin yapı taşlarına değil; onun ürünlerine tekabül eder. Ne var ki hem modernist okul hem de Foucault’cu analiz sorunludur. Bunun nedeni, modernist okulun ulus inşasını cinselliği; Foucault’nun ise disipline edilmiş cinsel özne kurgusunu ulusu hesaba katmadan analiz etmeye çalışmasıdır. Bu yazının amacı, ulus inşası ile cinsel özne kurgusunun birbirinden bağımsız analiz edilemeyeceğini ve Foucault’cu iktidar analizi ile modernist okulun ulus incelemesinin ötekinin işbirliği olmadan eksik kalmaya mahkûm olduğunu göstermektir.Item Yüzdeki gizem: Karşılaşmalar, emosyonlar ve ifadeler(Uludağ Üniversitesi, 2018-02-22) Balanuye, ÇetinYüzler duygulanışları ne ölçüde ifade eder? Yüzlerdeki ifadeler duyguları ne ölçüde doğru temsil eder? Yüze bakarak bir bedende ne olup bittiğini saptamak ne ölçüde olanaklıdır? Bu ve benzeri sorular özellikle son elli yılda felsefe, psikoloji ve nöroloji gibi farklı disiplinleri bir arada düşünmeye zorluyor. Felsefe konuya 'uzak bir genellikten' yaklaşıyor gibi görünmekle birlikte, konunun ayrıntılarına 'spesifik bir yakınlıktan' yaklaşan diğer iki disiplinle anlamlı bir tartışma sürdürme olanağına sahip. Bu çalışma sözü edilen olanağı Spinozacı bir perspektiften araştırma amacındadır.Item Popper ve Kuhn arasında: Imre Lakatos ve bilimsel metodoloji için yeni bir öneri(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-05) Özsoy, SedaBilim olan ile bilim olmayan arasındaki ayrımın nasıl yapılacağı sorununa ilişkin tartışmalar, 20. yüzyılın bilim felsefecileri için öncelikli bir konuma sahip olmuştur. Bu noktada bilim felsefesi litaretaründe ayrıcalıklı bir yeri bulunan Lakatos, bilim tarihini iyi bilmenin gerekliliğini vurgulayarak yola çıkmış ve bilimi diğer etkinliklerden ayırt etmemizi sağlayacak bir felsefi analiz işine girişmiştir. Bu bağlamda düşünürün, Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi adlı eseri, bilimsel rasyonalite gibi temel konuların anlaşılması açısından incelenmeye değerdir. Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi’nde Lakatos, Popper’ın ortaya attığı yanlışlamacılık fikrini, “dogmatik yanlışlamacılık”, “metodolojik yanlışlamacılık” ve “sofistike yanlışlamacılık” olmak üzere üçe ayırmış ve Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda geliştirdiği tarih tasarımıyla bir hesaplaşma gerçekleştirerek tarihsel olaylar silsilesi içinde bilimsel rasyonalitenin nasıl geliştiğini açığa çıkarmaya çalışmıştır. Lakatos’un öngördüğü bilimsel araştırma programının mantığına göre farklı kuramlar bir araştırma programı çerçevesinde birbirine bağlanmakta, bütün araştırmalar ortak bir “çekirdek” ekseninde birleşmektedir. Bu çalışmada, her ne kadar yöntem konusunda bütünüyle tamamlanmış bir eseri söz konusu olmasa da Lakatos’un bilimsel metodoloji için sunduğu yeni önerisi irdelenecektir. Çünkü Lakatos, bu konunun ifrat ve tefrite düşmeden nasıl değerlendirileceğinin en çarpıcı örneklerinden birini sunmaktadır.Item Hoşgörünün liberal yorumu: John Stuart Mill(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-13) Aydoğan, EmineFelsefe tarihinde Yararcı teorinin temsilcisi olarak sahneye çıkan John Stuart Mill çeşitlilik ve bireysel özerklik fikriyle de liberalizmin önemli bir ismi haline gelir. Mill, gerek yararcılıkta gerekse liberalizmde klasik bir temsilci olarak değerlendirilemez. Çünkü o yararcılığı, toplumsal ve entelektüel anlamda zenginleştirirken liberalizmi’de bu yönde, yararcılığıyla tutarlı bir şekilde klasik liberalizmden modern liberalizm çizgisine taşır. Mill’in gerek yararcılığı gerekse liberalizmi için temel bir unsur olarak görülen hoşgörü kavramı burada dikkat edilmesi gereken önemli bir düğüm noktası olarak görülebilir. Hoşgörü kavramı özgürlük, çeşitlilik gibi kavramlardan daha geniş kapsamlı ve onların varlığını garanti altına alan bir kavramdır. Bu kavram siyasi düşünceye Locke ile girmiş olsa da modern düşüncede bu kavrama son şeklini vermiş olan Mill’dir. Mill, hoşgörüyü sadece din özgürlüğü bağlamında değil birçok açıdan değerlendirme fırsatı sunar. Liberalizminde referansı olan otonom birey ideali Mill ile gerçekleşme imkânı bulur. Mill’in bu bireysel özerkliği temin edecek ilkesi ise hoşgörüdür.Item Yeni truva atı: Sophokles’in Kral Oidipous tragedyasında dilin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-13) Aygün, ÖmerBu makalenin amacı, Sophokles’in Kral Oidipous tragedyasının ilk kez İÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında sahnelendiği sırada nasıl algılandığını araştırmaktır. Bunun için Aristoteles’in İÖ 4. yüzyılda bu tragedya hakkındaki yargıları askıya alınıp Homeros metinlerindeki Oidipous figürü ile Sophokles’in tragedyasındaki Oidipous figürü karşılaştırılmakta ve bu karşılaştırmanın ışığında Sophokles’in Kral Oidipous tragedyasıyla İÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında Atina’nın toplumsal ve entelektüel ortamında hangi tartışmaya katıldığı ve orada nasıl bir tutum takınmış olabileceği sorgulanmaktadır. Çalışmada varılan sonuç, Homeros’taki Oidipous anlatısının tersine, Kral Oidipous tragedyasında Sophokles’in olay örgüsünü kehanetlerin üzerine kurarak dildeki bulanıklıklardan yararlandığı ve bu yolla insan aklının ve dilinin sınırlılığını izleyicilerine temsil etmeye çalıştığıdır.Item Hannah Arendt’te totalitarizmin neliği(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-15) Yazıcı, TuğbaBu çalışmada, totalitarizm denilince ilk akla gelen önemli siyasi düşünürlerden birisi Hannah Arendt’in (1906-1975) totalitarizm üzerine düşüncelerinden hareketle, totalitarizmin ne olduğu ve ne olmadığı irdelenecektir. Tiranlık, diktatörlük veya otoriter yönetim gibi kavramların totalitarizm kavramıyla sıkça ve pervasızca karıştırıldığı ve hatta totalitarizme muadil olarak kullanıldığı bugünlerde totalitarizmin aslında ne olduğu üzerine kafa yormak oldukça önemli görünmektedir. Dahası, bu kavramın gerçekte ne olduğu bilinmeksizin güncel siyasal problemler tam olarak anlaşılamamaktadır. Böyle bir ihtiyaçtan yola çıkan bu çalışma totalitarizmin ne olmadığı problemini, Arendt’in Totalitarizmin Kaynakları adlı eserinde büyük bir ihtiyatla vurgulamış olduğu, totaliter yönetimin ayırt edici unsurları üzerinden düşündürmeyi ve dolayısıyla totalitarizme dair bir farkındalık kazandırmayı amaçlamaktadır.Item An inquiry on relation among discourse, truth and power in Michel Foucault(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-15) Becermen, Metin; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0002-7585-265XFoucault calls his work “a critical history of the thought.” However, the critical history of the thought is the time, when any truth games appear, but not the time, when the truth is obtained or hindered. This history is directly linked to the power and to how the power operates. Foucault, who also deals with the power matter in line with the relation between discourse, truth and power, inquires function of the power in any enclosed institutions formed depending on development conditions of the capitalism such as hospitals, jails, etc. His main problem is to deal with the power by acting with any power relationship and to make a power solution accordingly. In this context, Foucault also adopts the states as a matter depending on analysis of modern institutions. He thinks that there is a resistance opportunity in wherever the power is available. Resistance means in some ways setting forth a different discourse and developing a game other than the power game. Therefore, Foucault, who thinks that, when the power is at stake, one should go out of the existing game and leave the state our of the game, makes a critical room for philosophy at this point.Item Saf aklın eleştirisi’nde nedensellik antinomisi ve özgürlük problemi(Uludağ Üniversitesi, 2018-03-20) Öztürk, ÜmitBir bütün olarak Kant fikriyatının hedefi, aklın tanımaya (erkennen) yönelik saf kullanımı ile aynı yetinin eylemde bulunma îtibâriyle düşünmeye (denken) yönelik saf kullanımının birlik içerisinde nasıl mümkün olduğunu temellendirmekten oluşur. Aklın ilk türdeki kullanımı teorik, ikinci türdeki kullanımı pratik olarak adlandırılırken; ilk kullanımın nesneleri bilinenler, ikincisininki ise düşünülenler diye nitelendirilir. Kant sistemi gereği mezkûr yetinin iki farklı türdeki kullanımının, hem transendental bir yanılsamaya (Schein) düşmeden hem de transendental bir birlik içerisinde gerçekleşmesini sağlayan meşru bir zemîni bulunmalıdır. Bu çalışmada, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde bahsedilen zemînin kurucu unsurlarından biri olarak geçen nedensellik antinomisi ve bağlı olarak özgürlük probleminin nasıl çözüldüğü “Sinn” ve “Bedeutung” mefhumları eksenide tartışılacaktır.