2021 Cilt 20 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27536
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item Phaidon’da hastalık ve şifa: Platon’un hastalığı ve sokratik terapi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-16) Hafız, MuharremSokrates’in ölmeden önce dostlarıyla geçirdiği son anlarının anlatıldığı Phaidon’un dramatik finali, onun son sözlerinin zindanda yankılanmasıyla birlikte etkisini daha da arttırır: “Asklepios’a bir horoz borcumuz var; ödeyin bunu, sakın ihmal etmeyin.” Antik Yunan’da şifa tanrısı olarak bilinen Asklepios’a bir adak olarak anlaşılan bu söz çoğunlukla Sokrates’in, yaşamı hastalık, ölümü de şifa olarak gördüğü şeklinde yorumlanmıştır. Bu makalede diyaloğun iç bütünlüğü dikkate alınarak bu görüşün sıhhati tartışılacak, Sokrates’in diyalogta bulunanların hastalıklarına nasıl ve ne şekilde çare aradığı hususu, kendisini de diyaloğa hasta olarak yerleştiren Platon’un Asklepios ile olan ilişkisi üzerinden irdelenecektir.Item Klasik Batı Müziği bağlamında müzikal göstergebilimde temel birim sorunsalı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-17) İlim, FıratAnlam bilimi açısından temel birim sorunsalı temelde bir dilbilim sorunsalı olmasına rağmen, yirminci yüzyılda diğer birçok alan gibi müzik estetiği ve müzikal göstergebilim alanları için de bir tartışma konusu olagelmiştir. Ferdinand de Saussure ve Charles Peirce öncülüğünde gelişen göstergebilim, dil modelini sosyal bilimlerin psikoloji, antropoloji, felsefe, edebiyat bilimi, anlatı bilim gibi alanlarına ve resim, sinema, tiyatro ve müzik gibi sanat alanlarına uygulanmıştır. Ancak bir gösterge sistemi olarak dilde, gösterenin temel biriminin fonem/sesbirim olduğu, gösterilenin temel biriminin ise monemöne sürülebilecekken ,görece daha yeni bir alan olan müzikal göstergebilim söz konusu olduğunda böylesi bir birimin varlığı halen tartışmalı bir konudur. Müzikal göstergebilim alanında şimdiye kadar yapılan öncü çalışmalar bu sorunsalı çeşitli bakımlardan ele almış, ancak tartışma Klasik Batı Müziği ekseninde sürdürülmesine rağmen temel birim sorunsalı için tatmin edici bir uzlaşı sağlanamamıştır. Bu çalışmada müzikal göstergebilimde temel birim sorunsalı temel göstergebilim kuramları açısından sorgulanacak ve müzikal göstergebilimde olası bir temel birimin varlığına dair bir tartışma yürütülecektir. Bu bağlamda öncelikle F. de Saussure, C. Peirce ve R. Barthes gibi göstergebilim alanının öncülerinin göstergebilim kuramlarınakısaca değinilecek ve bu kuramların olası bir uygulamasının müzikal göstergebilime sağlayabileceği katkılar J. Molino, M. Baroni, J. J. Nattiez ve N. Ruwet gibi müzikal göstergebilim alanında çalışan uzmanların görüşlerine başvurularak soruşturulacaktır. Tartışmayı takiben, N. Ruwet’nin“tepeden dibe doğru” ya da “dipten tepeye doğru” olarak adlandırdığı iki ayrı yolla, söz konusu sorunsala yönelik alternatif bir fenomenolojik uygulama önerilecektir. Öte yandan, eldeki mevcut kısıtlı literatür, tartışmayı Klasik Batı Müziği ekseninde sürdürmüş olduğundan, çalışmanın evrensel kümesinin Klasik Batı Müziği olarak kısıtlanması tercih edilmiştir.Item Solidarity and community: Thinking today with Jan Patočka(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-20) Şan, EmreIt is difficult to speak about Patočka’s political philosophy because he didn’t analyze at the conceptual level issues such as democratic functioning, social justice or state theory. However, Patočka’s originality consists in analyzing from a phenomenological point of view such notions as community, war, history, polemos and solidarity. According to him, political life is not only characterized by antagonism, but also by solidarity. The traditional concept of social solidarity refers to the mutual responsibility that is established between members of a social group on a common ground. Being in solidarity with others requires becoming part of a whole in which the differences between the parties become invisible. In other words, the concept of social solidarity seems to lead us towards an understanding of community that rests upon a common and solid foundation, or a final purpose. Patočka criticizes this kind of political and social foundationalizm. Political solidarity is a unity of individuals each responding to a particular situation of injustice, oppression, social vulnerability. Those who join in a solidarity of the shaken do not obtain a common ground which shapes society. The solidarity of the shaken is the solidarity of those who have lost their trust in all forms of ideological, economic and spritual mobilization of society because of a decisive event. Thinking about political solidarity allows us to think about the emancipatory possibility of social action and the obstacles to the realization of these possibilities.Item Dil üzerinden hukuk ve ideoloji ilişkisinin bir değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-24) Birlik, Pınar TürkmenDil, saydam ve şeffaf bir araç olmayıp, gerçeğin kuruluşunda bulunan toplumsal bir pratiktir. Dolayısıyla toplumsal düşünce ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkiler, dil ve ideoloji arasındaki ilişkiler zemininde tartışmaya açılır. Toplumsal düşünce ve gerçekliğimizin dil aracılığıyla somutlaştığı alanlardan biri de hukuktur. Bu bakımdan hukuk da sahip olduğu anlamsal yapı ve uygulamada kullandığı metodlar dolayısıyla dil üzerinden ideoloji tartışmasına taşınabilir. Bu düşünce doğrultusunda öncelikle dilin ideoloji ile olan ilişkisini ortaya koyabilmek için, yapısalcı ve post yapısalcı kuramların üzerinde durdukları söylem ve metin kavramlarına bakmaya çalışacağız. Burada, anlamların sabitlenmesi ve yorum olanaklarının incelenmesi ile dilin etkilerinin göz önünde tutulmadan tanımlanabilecek yalın bir gerçeklik alanı olmadığına işaret etmeye çalışacağız. Bu noktadaki asıl ilgimiz, anlam ve yorum üzerinden açımlanan dil ve ideoloji tartışmalarındaki ortak düşünceye yönelik olacaktır. Nitekim burada asıl amacımız, anlamların çoğunlukla otorite ya da güç odaklarının lehine harekete geçirildiğini, anlamın belirlenmesindeki mücadelenin çoğunlukla bu otoritenin ya da güç odaklarının lehine sonuçlanmakta olduğunu ortaya koymak olacaktır. Ardından, hukuk dilinin içindeki anlamlar ve yorum olanaklarına yönelerek, bu olanakların otorite ya da güç odaklarıyla olan muhtemel ilişkisini incelemeye geçeceğiz. Bu ilişkiler silsilesini ise hem hukukun oluşturulmasında anlamsal çerçevenin bilinçli kurulumuna hem de bu çerçeve içerisinde yorumun olanak tanıdığı mümkün bir anlamın otorite lehine nasıl harekete geçirilebildiğini gösteren somut bir örnek üzerinden bağlamına oturtmaya çalışacağız. Sonuç kısmında ise, genel bir değerlendirme kapsamında, ‘hukuk, dil, ideoloji’ üçlemesinde dilin sunacağı imkan ve güçlükler üzerinde durulacaktır. Bu doğrultuda da, hukuk sistemindeki anlamsal yapının otoritenin ya da güç odaklarının lehine harekete geçirilmesini önleyecek unsurların neler olabileceği tartışılacak ve onun otoritenin lehine sonuçlanmış bir mücadelenin sonucu olarak değil, dilsel bir uzlaşımın ürünü olarak ortaya çıkması gerekliliği vurgulanacaktır.Item Schopenhauer’da ahlak ve özgürlük ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-27) Tüzen, M. AhmetVarlığın özünün isteme olduğunu düşünen Schopenhauer, ahlak ve özgürlüğü, insan ve varlık arasında bağlantı kurarak ele alır. Bu bağlamda sonsuz çeşitlilikte kendini dışa vuran, başı-sonu olmayan, evrensel ve bilinçsiz bir güç olan isteme, deneyim dünyasında hiyerarşik bir ontolojiyi ortaya çıkarır. İçinde yaşanılan bu dünya, istemenin tasarımının asgari ifadesinden, istemenin tasarımının en etkili ifadesi olan insana kadar uzanan bir bütünü ifade eder. Bu bütün içerisinde formlar aynı kalırken onları örneklendiren bireyler sürekli ölüp gider; bu nedenle deneyim dünyası acı ve yıkımla karakterize olur. Varlığı bu şekilde çatışma ve savaş içerisinde değerlendiren Schopenhauer’a göre bütün olumsuzlukların kaynağında isteme bulunur. İstemenin tatmin edilemeyen amaçsız yönelim ve çabası bütün bir hayatın kendisinde olduğu gibi insan yaşamında da acıya sebep olur. Schopenhauer’ın ahlak ve özgürlük kavrayışı bu pesimist yaklaşımından çıkar. Bu çalışmada, istemenin ontolojik analizinden hareketle Schopenhauer’ın ahlak ve özgürlüğü nasıl temellendirdiği değerlendirilecektir. Aynı zamanda bu temellendirmenin analizi, ahlak ve özgürlük arasında kurulan bağlantıyı açığa çıkarmayı hedeflemektedir.Item İlk bakışta felsefe bölümlerimizin ve “Felsefe bilim alanı” ile ilişkili öğretim üyelerimizin profili(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-12) Çiçekdağı, CanerEmpirik bir yanı da olan bu çalışmada Türkiye’deki Üniversitelerdeki tüm felsefe bölümleri ile felsefe programı ve/veya felsefe bilim alanıyla ilişkisi bağlamındaki öğretim üyeleri ele alınmıştır. “YÖK Akademik”, “YÖK Atlas” internet siteleri ve Üniversitelerin kurumsal internet sitelerinde yer alan verilerebelli bir zaman aralığında erişilerek değerlendirilmesi yöntemiyle bir takım sayısal sonuçlara ulaşılmıştır. Bununla amaçlanan Türkiye’deki üniversitelerde şu an bir felsefe programında ve/veya felsefe bilim alanında olan öğretim üyelerinin aldıkları eğitim derecelerindeki alanlarının felsefeyle olan ilişkisini açığa çıkarmaktır. Bu çalışmanın erişim tarihi içinde YÖK’ün kurumsal internet sitesindeki “üniversitelerimiz” başlığı altındaki verilerine göre devlet ve vakıf olmak üzere ülkemizde halen toplam 207 üniversite bulunmaktadır. Bu 207 üniversite içinde yine devlet ve vakıf olmak üzere toplam 69 üniversitede felsefe bölümü vardır. Felsefe bölümlerinin 62’si devlet üniversitelerinde olup bunların 56’sı öğrenci almaktayken 6’sı almamaktadır ve 7 felsefe bölümüde vakıf üniversitelerindedir. YÖK’ün ve Üniversitelerin verilerine göre 69 felsefe bölümünün“Profesör”, “Doçent” ve “Doktor Öğretim Üyesi” kadrosunda toplam 452 öğretim üyesi bulunmaktadır. Bahsettiğimiz kaynaklardan ulaşılabildiği kadarıyla bu öğretim üyelerinin lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerinin, yani eğitim geçmişlerinin ne kadar felsefeyle ilgili olduğu belirlenmiştir. Felsefe bölümü öğretim üyelerinin lisans-yüksek lisans doktora derecelerini aldıkları eğitim alanları kişi sayısına göre en çok olandan en aza doğru sıralandığında ilk sırada felsefe, ikinci sırada ilahiyat, üçüncü sırada felsefe grubu eğitimi ve dördüncü sırada sosyoloji yer almaktadır. 69 felsefe bölümü ve 452 kadrolu felsefe bölümü öğretim üyesi olduğuna göre felsefe bölümü başına düşmesi gereken ortalama kadrolu öğretim üyesi sayısı 6,5 çıkmaktadır. En çok kadrolu öğretim üyesine sahip felsefe bölümü 19 kişiyle İstanbul Üniversitesi’dir. Öte yandan üniversitelerin felsefe programı dışındaki çeşitli programlarında veya farklı bölümlerinde bulunan felsefe bilim alanındaki öğretim üyesi sayısı toplam 116’dır. Bir fikir vermesi açısından felsefe bilim alanında olup felsefe dışındaki bir programda/bölümde kadrosu bulunan bu 116 öğretim üyesi de ayrıca değerlendirilmiştir. Felsefe alanındaki öğretim üyelerinin en fazla bulundukları felsefe dışı bölümler ve buralardaki öğretim üyelerinin sayısına bakıldığında en fazla yığılmanın 34 kişiyle sosyoloji bölümlerinde olduğu belirlenmiştir.Item İbn Haldun’un döneminde epistemik mantık(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-27) Yıldırım, Mustafaİbn Haldun, meşhur Mukaddime’nin yazarı, önemli bir İslam âlimi, sosyolojinin kurucusu olan bir düşünürdür. İbn Haldun’un pek çok alana oldukça önemli katkılar sunduğu tartışılmaz bir gerçektir. Mukaddime, İbn Haldun’un 7 ciltlik dünya tarihi olan Kitabü’l-İber’in giriş kısmını oluşturur. İbn Haldun, söz konusu eseriyle, insanlık tarihine, bilime, felsefeye ve zamanının Kuzey Afrika ve Endülüs İslam Kültürü ve Siyaseti tarihine ilişkin ansiklopedik bir bakışı armağan eder. Mukaddime, böylesi devasa bir projenin eskizinin çizildiği kısımdır ve bu kısım sonraları müstakil bir eser olarak yayımlanmaya başlar ve günümüzde de bu durum hala geçerlidir. İbn Haldun, Mukaddime’de bilgi ve mantık gibi konuları da ele alır ki bu çalışmanın amacı da Mukaddime’de mantıkla ve özellikle de epistemik mantıkla ilgili olarak hangi görüşlerin yer aldığını belirlemektir. Bu çalışmada, aynı zamanda, İbn Haldun’un epistemik mantıkla ilişkilendirilebilecek düşüncelerine dikkati çekmek ve yine epistemik mantıkla ilgili olarak İbn Haldun’un içerisinde yaşadığı dönem olan Orta Çağ’da hem İslam Dünyası’nda, hem de Batı’da öne sürülen görüşleri göstermeye çalışmak amaçlanmaktadır. Epistemik mantık, bilgi, inanç ve bunlarla ilgili başka kavramlara mantıksal olarak yaklaşan bir epistemoloji alt dalıdır ve ilk kez Jaakko Hintikka tarafından şekillendirilmiş olsa da, kökleri oldukça eskilere dayanmaktadır. İşte, bu çalışmada epistemik mantığın İbn Haldun’un Mukaddimesi’ndeki ve Orta Çağ’daki izlerini sürmeye çalışacağız.Item Fizikselcilik karşıtı bilgi argümanının bir savunusu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-29) Kıymaz, TufanFrank Jackson’ın bilgi argümanı, bilinçli zihin durumlarımızın birinci kişi gözünden elde edilen öznel bilgisinin beyin durumlarının nesnel bilgisine indirgenemeyeceği iddiasından bilinçli zihin durumlarının fiziksel olmadığı sonucuna varır. Günümüz zihin felsefesi literatüründe bu argümana yöneltilen birçok itiraz bulunabilir. Bu çalışmada, bilgi argümanının içerdiği iddia ve varsayımları ortaya koyduktan sonra, argümanın her adımına getirilen başlıca itirazları ayrı ayrı ele alıyor ve bilgi argümanını bu itirazlar karşısında savunuyorum. Buradaki amacım, argümanın sağlamlığını kanıtlamak değil, fakat Jackson’a yöneltilen itirazların sorunlarını ve zayıf yönlerini ortaya koyarak bilgi argümanının sağlamlığına ve dolayısıyla fizikselciliğin yanlış olduğuna inanmanın hala makul bir felsefi pozisyon olduğunu göstermektir.Item The enlightenment and Şanlı-Urfa (Edessa): A different ground for social coherence and solidarity(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-02) Türkbağ, Ahmet UlviThe core aim of this study is to show the clues of harmonious life in the project of the Enlightenment and in Urfa’s example. There are not comparable which each other totally but in only one point they have interesting similarities. It might be a harmonious life in which everybody respects the differences of each other, but not only in the way that the Enlightenment project claimed. In order to reach this aim, the study can be divided into two levels. The first level is a comparatively abstract and philosophical level. This level tries to show key concepts and milestones of the Enlightenment. It gives, at the end of this level, some deficiencies or the differences between the ideals and historical facts of the Enlightenment era. The second level is more concrete and detailed because of focusing on Urfa’s example. It introduces a new perspective analyzing historico-sociological features of Urfa. After that it lists some of the key points of Urfa’s uniqueness. This study concludes with the debate about the special features of Urfa.Item Leibniz metafiziğinin mirası: “Bir-çokluk” gerilimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-12) Şahin, Eylem Yenisoy; Bursa Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0001-8362-7682Leibniz monad kavramı çerçevesinde ortaya koyduğu varlık anlayışının yanı sıra özgün kavram örgüsü ile hem Alman idealizmini (özelikle gelişen substance anlayışı ile) hem de çağdaş çokluk ontolojilerini önceler. Onun felsefesi tarif ettiği “monad” gibi “geleceğe gebe”dir. Bu makalede öncelikle Leibniz’in “Varlık”ı anlama çabası içinde dile getirdiği problemdeki, ardından cevap arayışındaki özgünlük işaretlenmeye çalışılacaktır. Sonsuz Bir olarak gördüğü Tanrı ve çokluk formundaki sonsuz-sonlu (her ikisi de) tekillikler yani monadlar arasında kurduğu ilişkinin açtığı ufuk değerlendirmeye çalışılacaktır. Leibniz bir yönüyle Bir’in filozofudur ama kanımızca asıl önemi tekillikleri çokluk formunda kavramasıdır. Ona göre töz (substance) Bir değildir sonsuz çokluktadır ve “monadlar”dır. Monad dışarı ile ilişkisiz, başına gelecek her şeyi kendi kavramında içeren tekilliktir. Bu yönüyle çokluktur, sonsuzdur, kendisinin, kendi başına gelecek her şeyin nedenidir. Buraya kadar bir çokluk filozofu gibi izlediğimiz Leibniz, diğer taraftan Varlık’ı Tanrı’da “Bir”in zeminine yerleştirir. Ona göre bireylerin tekilliği tüm evreni temsillerindeki “fark” ile başka deyişle bakış açılarındaki ayrımla kurulur. Çokluk formundaki tekilliklerin kuruluşu bir temsil farkına indirgenir. Tekil çoklukların “Bir” dolayımı ile kurulduğu bu temsilde bir yandan “eşbiçimlilik” ya da “formal özdeşlik” sorunu belirir, diğer yandan “olay”ın olumsallığı tehlikeye düşmektedir. Bu makalede önce Leibniz metafiziği Bir-çokluk tartışması açısından yeter düzeyde analiz edilecek, sonra bir çokluk filozofu olan Badiou’nün eleştirileri gündeme alınacak ve son olarak özellikle yeni olanın açığa çıkışını işaretleyen “olay” kavramı bakımından Leibniz metafiziğinin konumu belirlenmeye çalışılacaktır. Netice olarak amacımız, geçerliliğini yitirmesine rağmen, Leibniz’in monad anlayışının çokluk filozoflarında açmış olduğu ufku ve miras bıraktığı sorunsalı belirgin kılmaktır.Item Mutlak ön kabullerin bilimi olarak metafizik: R. G. Collingwood(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-25) Uygun, BahtiyarR. G. Collingwood, metafiziği reddetmenin moda olduğu Çağdaş Felsefede, Aristoteles’e dönerek metafiziği yeniden yorumlamanın imkânını soruşturur. Bu soruşturma bağlamında metafizik, her türlü bilimsel ve entelektüel etkinliğin temelini oluşturan mutlak ön kabullerin bilimidir. Mutlak ön kabul, bir dönemin paradigmasıdır. Mutlak ön kabul, doğruluğu sorgulanamayan fakat doğruluk ölçütünün mantıksal yeterliliğidir. Collingwood’a göre mutlak ön kabuller tarihseldir ve onu analiz edecek olan metafiziğin de tarihsel olması gerekir. Tarihsel bir etkinlik olarak metafiziğin yöntemi de soru-yanıt mantığıdır. Metafizik, soru-yanıt mantığıyla mutlak ön kabulleri analiz eden evrensel bir bilimdir. Öte yandan metafizik, disiplinler-arası ilişkinin kurulmasında merkezi öneme sahiptir. Bu ilişki her alanın kendi mutlak ön kabulleri arasında kurulacağından metafizik etkinlik temeldir.