Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25
Browse
Browsing by Department "Biyokimya Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Item BCL-2 proteininin apoptoz yolakları üzerine etkisinin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Çolakoğulları, Mukaddes; Ulukaya, Engin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıApoptoz, programlanmış hücre ölümü, organizmada fizyolojik süreçlerin yanı sıra çeşitli patolojilerin ortaya çıkışındaki mekanizmalarda da rol oynamaktadır. Apoptoz sürecindeki dengenin bozulması, hastalıkların ortaya çıkışını tetiklemektedir. Bu sürecin engellenmesinde Bcl-2 proteininin artan ekpresyonu önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada anti-apoptotik etkinliği bilinen Bcl-2 proteininin, Ultraviole (UV) irradyasyonu, α-keto isokaproik asit (KİKA) veya Staurosporine (SSP) ile indüklenen hücre ölümü sürecinde olası koruyucu etkinliğinin Bcl-2 proteinini aşırı eksprese eden Rat 1 fibroblastlar aracılığı ile incelenmesi hedeflenmiştir. Bu çalışmanın verilerine göre, UV-B irradyasyonu ile indüklenen Rat 1 fibroblastlarının ölümünde, Bcl-2 proteinin varlığı hücre ölümünden kısmen korumaktadır. UV-B’ye bağlı olan hücresel stres nedeniyle c-Jun N-terminal kinaz (JNK) enzimleri bifazik fosforilasyon ile aktive olmaktadır. Bcl-2’nin aşırı varlığı JNK’nin ikinci fosforilasyon dalgasında gecikmeye neden olmaktadır. D-JNK inhibitörünün kullanılması hücre yaşamı oranını arttırdığı gibi Bcl-2’nin kırılmasını da engellemiştir. Bu veriler, JNK ve Bcl-2 arasında dinamik bir etkileşim olduğuna işaret etmektedir. JNK enzimi, UV-B irradyasyonu sonucunda tetiklenen hücre ölümünde Bcl-2 fonksiyonunu düzenleyen üst yolakta yer alıyor görünmektedir. Ayrıca Bcl-2 proteini KİKA ve SSP ile indüklenen hücre ölümüne karşı Rat 1 fibroblastlarda kısmen koruyucu etki göstermiştir ve pan-kaspaz inhibitörü olan QVD’nin kullanımı hücre yaşam süresini uzatmıştır. Sonuçta bu çalışmadan elde ettiğimiz veriler, Bcl-2 proteininin UV irradyasyonu, KİKA ve SSP ile indüklenen Rat 1 fibroblast hücre ölümünde koruyucu etkili olduğunu desteklemektedir.Item Civcivlerde bakır noksanlığının hiperkolesterolemi ve arteriosklerozis oluşumuna etkisi üzerinde araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1991) Tanrıverdi, Meltem; Mert, Nihat; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBakır noksanlığının hiperlipidemi,hiperkolesterolemi ve arterıosklerozis üzerine etkilerini incelemek amacıyla yapılan bu çalışmada materyal olarak İzobrown x Lohmann cinsi günlük 150 civciv 5 ay süreyle incelendi. Deneme ve kontrol olmak üzere iki farklı gruba ayrılan hayvanlar temelde aynı yem maddelerinden oluşan özel bir rasyonla beslendiler.Deneme grubu rasyonunun mineral karışımı bakır içermezken,kontrol grubuna 5 mg/kg bakır ilavesi yapıldı.Yem maddelerinden gelebilecek bakırın kullanılmasını e¬gellemek için deneme grubuna 2 mg/kg molibden ilave edildi.İçme suyu olarak da deneme grubuna bidistile su,kontrol grubuna normal çeşme suyu verildi. Araştırmada civcivlerin plazmalarındaki bakır düzeyleri ile kolesterol,lipid miktarları ve aortalarındaki arteriosklerozisle ilgili histopatolojik bulgular arasındaki ilişkiler,bakırın büyüme,canlı ağırlık kazancı ve eritrosit sayısı üzerine etkisi incelendi. Civcivlerin plazma bakır düzeyleri Atomik Absorbsiyon Spektrofotometre kullanılarak belirlendi.Başlangıçta % 4 mcg olan plazma bakırı 4. ve 5. ayın sonunda sırasıyla deneme grubunda % 7.74-9.55 mcg,kontrol grubunda % 15.80-16.65 mcg olarak saptandı.Bu aylar içinde gruplar arası bakır miktarları farklılığı p O.01 düzeyinde Önemli bulundu. Plazma total lipid düzeyi 5. ayın sonunda kontrol grubunda 944 ıgg, deneme grubunda Z 1115 rçg olarak saptandı.İki grubun plazma lipid miktarları arasında p0.05 düzeyinde istatistiksel önem bulunmuştur. Plazma kolesterol düzeyi yine 5. ayın sonunda kontrol grubunda % 107 mg, deneme grubunda % 147.68 mg ’dır. Gruplar arası farklılık p 0.05 düzeyinde öneme sahiptir. Bakır noksanlığının arterioskleroz oluşumu üzerine et¬kisini incelemek amacı ile her ay düzenli olarak kesilen hayvanlardan alınan aorta örnekleri incelendi. Makroskobik olarak bir değişiklik gözlenmedi. Mikroskobik incelemede ise deneme grubuna ait orta kesitlerinde gözlenen histopatolojik değişiklikler araştırma süresine paralel olarak artış gösterdi, ortaların subintimaldokusundaki elastik membranlarda soluk boyanma,hyalinizasyon saptandı.Daha sonra membranlarm hyalinizasyon sonu boşaldığı,subintimal dokuda hidrobik dejenerasyon ve çalışmanın sonlarında alınan aorta kesitlerinde endo tel hücrelerinde granüler tipte yağlanma intima ve media tabakalarında yağ damlacıkları saptandı.Kontrol grubu hayvanlarına ait aorta kesitlerinde ise herhangi bir değişiklik gözlenmedi. Eritrosit sayıları da gruplara göre farklılık göstermiştir.Bakır düzeyi normal olan grupta eritrositmm olarak bulunmuştur. Gruplar arasındaki farklılık istatistiksel olarak p O.Ol düzeyinde öneme sahiptir. Büyüme ve canlı ağırlık artışı ile bakır düzeyi arasındaki bağlantıyı incelemek için her ay düzenli bir şekilde rastgele seçilip tartılan iki grup hayvan arasında canlı ağırlik farklılıkları gözlendi. Kontrol grubu hayvanları 5. ay sonunda 1424.5+ 90.5 g canlı ağırlığa ulaşırken, deneme grubu hayvanlarının ağırlığı 1238 73.6 g olarak saptandı. Araların¬daki farklılık istatistiksel olarak pO.Ol düzeyinde önemli bulundu. Civcivlerde deneysel olarak şekillendirilen bakır noksanlığının hiperlipidemi,hiperkolesterolemi oluşturduğu,arteriosklerozisi desteklediği,büyümeyi geciktirdiği ve eritrosit sayısında gözlenen azalma ile anemi nedeni olabileceği sonucuna varılmıştırItem Dansçı ayıların rehabilitasyonları sırasında kan parametrelerindeki değişiklikler(Uludağ Üniversitesi, 1995) Güneş, Nazmiye; Mert, Nihat; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim Dalıİstanbul ve yöresinde yaz sezonlarında ticari amaca yönelik olarak bakıcıları tarafından eğitilip, yetiştirilen dansçı ayıların biyomedikal durumlarını incelemek, sunulan çalışmanın ana hedefidir. Bu amaçla İstanbul'da yakalanıp U.Ü. Veteriner Fakültesi Vahşi Yaşam Araştırma Merkezinde (VYAM) rehabilitasyon programına alman 12 erkek, 6 dişi toplam 18 adet ayının yakalandıktan hemen sonra ve rehabilitasyon programı sonrasında usulüne uygun olarak anestezi altında V.iliaci'den kan örnekleri alındı. Serumları çıkarıldı. Numunelerde metabolit, mineral ve enzim olarak 3 bölümde toplam 25 çeşit biyokimyasal parametre analiz edildi. Her numunede metabolitlerden; glukoz, üre, ürik asit, kreatinin, total kolesterol, trigliserid, total protein, albumin, globulin, total bilirubin, direkt bilirubin, indirekt bilirubin düzeyleri, mineral olarak; sodyum, potasyum, klor, kalsiyum, fosfor, magnezyum incelenirken, Aspartat Aminotranferaz (AST), Alanın Aminotransferaz (ALT), Alkalen Fosfataz (ALP), Gamma Glutamil Transpeptidaz (GGT), Laktat Dehidrojenaz (LDH), Kreatin Kinaz (CK), Amilaz enzimlerinin de aktiviteleri otoanalizor ile rehabilitasyon öncesi ve sonrası olmak üzere 2'şer defa ölçüldü. Elde edilen değerler rehabilitasyon öncesinde yukarıdaki sıraya uygun olarak; 108.40 mg/dl, 19.30 mg/dl, 0.83 mg/dl, 1.0 mg/dl, 344.0 mg/dl, 395.0 mg/dl, 6.84 g/dl, 4.04 g/dl, 2.80 g/dl, 0.25 g/dl, 0.14 mg/dl, 0.18 mg/dl, 137.71 m£q/l, 4.49 mEq/l, 102.41 ınEq/l, 9.26 mg/dl, 6.88 mg/dl, 2.21 mg/dl, 65.77 U/l, 22.94 U/l, 35.50 U/l, 14.0 U/l, 508.22 U/l, 125.94 U/l, 44.61 U/l rehabilitasyon sonrasında yine sırasıyla; 118.72 mg/dl, 23.05 mg/dl, 0.77 mg/dl, 1.30 mg/dl, 322.88 mg/dl, 252.66 mg/dl, 7.05 g/dl, 3.83 g/dl, 3. 18 g/dl, 0.24 mg/dl, 0. 14 mg/dl, 0. 14 mg/dl, 135.88 mEq/l, 4.15 mEq/l, 102.61 mEq/l, 9.28 mg/dl, 5.47 mg/dl, 2.22 mg/dl, 76.12 U/l, 35.33 UA, 43.16 U/l, 11.94 U/l, 589.83 UA, 109.53 U/l, 27.70 U/l olarak saptandı. Tüm bu sonuçlar genel amaca yönelik olarakrehabilitasyon programı öncesi ve sonrası değişimler şeklinde yorumlandı. Ayrıca cinsiyet açısından erkek ve dişi olarak 2 grup altında, yaş bakımından yetişkin, genç, yavru olarak 3 farklı gruba ayrılıp aynı şekilde değerlendirmeye tabi tutuldu. İstatistiksel olarak varyans analizi ve Mann-Whitney U testi ile gruplar arasındaki farklılıkların önem dereceleri hesaplandı. Buna göre rehabilitasyon öncesi ve sonrası yapılan tüm ölçümlerde kreatinin, LDH (p<0.05), AST, ALT (p<0.01), globulin (p<0.001) değerleri ortalamalarının rehabilitasyon sonrası arttığı, indirekt bilirubin (p<0.05), trigliscrid (p<0.00 1 )dcğcr!eriuin ise azaldığı saptandı. Rehabilitasyon programının cinsiyetle ilişkisini ortaya çıkarmak için yine aynı testler uygulandı. Rehabilitasyon öncesi erkeklerle dişilerin kendi arasında üre, GGT (p<0.05), kreatinin, total bilirubin (p<0.01) değerleri ortalamaları dişilerde yüksek iken ALP, CK (p<0.05) değerleri ortalamalarının erkeklerde yüksek olduğu belirlendi. Rehabilitasyon sonrası aynı grupların kendi aralarında yapılan istatistik incelemede dişilerde sodyum (p<0.05), üre, kreatinin, GGT (p<0.01), magnezyum (p<0.001) değerleri ortalamaları, erkeklerde kalsiyum, fosfor, ALP, CK (p<0.05), LDH (p<0.01) değerleri ortalamaları yüksek bulundu. Bundan başka erkek-erkek ve dişi-dişi gruplarının programdan etkilenme durumları da bu istatistiksel yöntemlerle araştırıldı. Erkek-erkek grupları arasında glukoz, kreatinin, globulin, AST, ALT (p<0.05) değerleri ortalamalarının rehabilitasyon sonrası arttığı saptanırken, potasyum (p<0.05), trigliserid (p<0.001) değerleri ortalamalarının azaldığı, dişi-dişi grupları arasında da üre, kreatinin (p<0.05), ALT (p<0.01) değerleri ortalamalarının rehabilitasyon sonrası arttığı, fosfor, albumin, amilaz (p<0.05), trigliserid (p<0.01) değerlerinin azaldığı belirlendi. Doğal olarak yaşla birlikte bazı biyokimyasal değerler değiştiğinden bu çalışmada da 1 8 ayı yetişkin, genç ve yavru olarak gruptandı. Rehabilitasyon öncesi ve somasında elde edilen kan parametreleri hem yetişkin-genç-yavru olarak kendi aralarında hem de program öncesi ve somasında yetişkin-yetişkin, genç-genç, yavru-yavru şeklinde gruplar arasında yorumlandı. Bu istatistiksel yorumlar sonucunda rehabilitasyon öncesi yetişkin- genç-yavru gruplarının kendi içinde kreatinin, albumin (p<0.01, yavruların değeri genç veyetişkinlerden düşük), ALP (p<0.05, yavruların değeri genç ve yetişkinlerden yüksek), AST, LDH (p<0.001, yavruların değeri diğerlerinden yüksek), yine rehabilitasyon sonrası aynı grup içinde potasyum, fosfor, CK (p<0.05, yavruların değeri diğerlerinden düşük), ürik asit, direkt bilirubin (p<0.05, yetişkinlerin değeri diğerlerinden yüksek),globulin, total bilirubin (p<0.05, yavruların değeri diğerlerinden düşük), klor (p<0.01, yetişkinlerin değeri yavru ve gençlerden yüksek), magnezyum (p<0.01, yavruların değeri diğerlerinden düşük), üre, total protein, albumin, in direkt bilirubin ve ALT (p<0.001, yavruların değeri diğerlerinden düşük) değerlerinde önem belirlendi. Bunların yanı sıra program öncesi ve sonrası yetişkin-yetişkin gruplarında trigliserid, fosfor (p<0.05) değerleri rehabilitasyon sonrasında azalırken total protein, globulin, AST, ALT, LDH (p<0.05) değerleri ortalamalarının rehabilitasyon sonrası arttığı, genç-genç grupları arasında üre, AST, GGT (p<0.05), globulin (p<0.01), ALT (p<0.001) değerleri ortalamalarının rehabilitasyon sonrası arttığı, trigliserid (p<0.001), albumin, fosfor, amilaz (p<0.05) değerlerinin ise azaldığı yine yavru-yavru grupları arasında üre, potasyum, GGT (p<0.05) rehabilitasyon sonrası azalırken, kreatinin (p<0.05) değerleri ortalamasında artış olduğu saptandı. Tüm bu çeşitli geniş ve istatistiksel olarak detaylı yorumlanmış bulgular dansçı ayıların halk elinde (rehabilitasyon öncesi) fena bakım ve beslemeye tabi tutulup, yaşadığını gösterirken, aynı ayıların rehabilitasyon programı adı altında 285 günlük iyi bakım, besleme ile doğal fizyolojik ve biyokimyasal durumlarına ulaştığını, uygulanan rehabilitasyon programının yerinde olduğunu göstermektedir. Bu öncül çalışına ile hem ayılarda detaylı kan parametreleri Türkiye'de ilk defa sunulmuş, hem de ayıların doğal ortama bırakılmasında fızyopsikolojik durumlarının yanı sıra kan biyokimyasal değerlerinin de önemli olabileceği ortaya konulmuştur.Item Esmer ve Holştayn ırkı erkek danalarda leptin düzeyi ile testesteron, glukoz düzeyleri, besi performansı ve reprodüktif gelişme arasındaki ilişkiler(Uludağ Üniversitesi, 2005) Doğrutekin, Deniz; Çetin, Meltem; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıÇalışma 6 aylık yaşta, 7 adet Esmer ve 7 adet Holştayn ırkı erkek besi danasında gerçekleştirildi. Aynı bakım ve besleme şartları altında bulundurulan danalarda serumleptin konsantrasyonu ile testosteron, plazma glukoz konsantrasyonları, besi performansı ve reprodüktif gelişim arasındaki ilişkilerin incelenmesi amacıyla leptin ve testosteron konsantrasyonları RIA (Radioimmunassay) yöntemi ile, glukoz konsantrasyonu spektrofotometrik yöntemle ölçüldü. Danalar çalışma başlangıcında ve 12 aylık olana kadar her ay tartılarak ağırlıkları belirlendi, canlı ağırlık kazançları ve yemden yararlanma oranları hesaplandı, cidago yükseklikleri ve skrotum çevresi ölçüldü.Esmer danaların leptin konsantrasyonlarında 6.,7. ve 8. aylar ile 12. ay arasında p<0.05, testosteron konsantrasyonlarında 6. ay ile 11 ve 12. aylar arasında p<0.01, glukoz konsantrasyonlarında 6. ay ile 9, 10, 11, 12. aylar arasında, ayrıca 7. ay ile 10. ay arasında p<0.001 düzeyinde farklar belirlendi. Canlı ağırlık kazançlarında 7. ay ile 11. ay arasında p<0.05 önem belirlenirken yemden yararlanma oranlarında bir farklılık saptanmadı. Cidago yükseklikleri ve skrotum çevresi ölçüleri hemen hemen tüm aylarda p<0.001 düzeyinde farklıydı. Leptin konsantrasyonları ile cidago yüksekliği ve skrotum çevresi ölçüleri arasında istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde negatif bir korelasyon bulundu. Holştayn danalarda leptin konsantrasyonlarında aylar arasında farklılık saptanmazken, testosteron konsantrasyonlarında 7. ve 8. aylar ile 10. ay arasında p<0.05, glukoz konsantrasyonlarında 6.ay ile 8, 9, 10, 11, 12. aylar arasında, ayrıca 7. ay ile 9, 10, 11, 12.aylar arasında p<0.001 düzeyinde farklılık belirlendi. Canlı ağırlık kazançlarında 6. ay ile 12. aylarda, yemden yararlanma oranlarında 6. ay ile 8. ve 12. aylarda p<0.05 düzeyinde farklılık gözlendi. Cidago yükseklikleri ve skrotum çevresi ölçüleri hemen hemen tüm aylarda p<0.001 düzeyinde farklıydı.Esmer ve Holştayn danaların 12. aydaki leptin ve 9. aydaki testosteron konsantrasyonları arasında p<0.05; 7., 11. ve 12. aylardaki cidago yükseklikleri arasında p<0.01; 8., 9. ve 10. aylardaki cidago yükseklikleri arasında ise p<0.05 düzeyinde fark belirlendi. ki ırkın 8. ay canlı ağırlık kazançları ve yemden yararlanma oranları sırasıylap<0.05 ve p<0.01 düzeyinde önemliydi.Sonuç olarak çalışmada leptin ile incelenen parametreler arasında önemli bir korelasyon belirlenememiştir. Bununla birlikte Holştayn danalarda elde edilen veriler leptinin büyüme ve reprodüktif gelişme ile ilişkili olabileceği kanısını uyandırmıştır.Item Hiperlipidemik olgularda plazma antitrombin III, protein C ve plazminojen aktiviteleri(Uludağ Üniversitesi, 1998) Cangül, Hakan; Tokullugil, H. Asuman; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBu çalışma, hiperlipideminin ateroskleroz gelişimindeki primer rolünün yamsıra, sekonder olarak koagülasyona eğilimi arttırarak da aterogeneze katkıda bulunup bulunmadığını araştırmak amacıyla planlandı. Fibrinojen, trombinin etkisiyle fibrin ipliklerini oluşturarak pıhtılaşmada merkezi rol oynayan bir glikoproteindir. Antitrombin III, trombin ve aktif pıhtılaşma faktörleriyle (faktör IXa, Xa, XIa, XIIa) inaktif kompleksler oluşturan doğal bir antikoagülandır. Protein C de faktör Va ve Villa' yi inhibe ederek antikoagülan etki gösterir. Plazminojen ise, pıhtı eritilmesini sağlayan fibrinolitik sistemin başlıca elemanıdır. Çalışma üçü farklı tip hiperlipidemik (hipertrigliseridemik, hiperkolesterolemik, karışık tip hiperlipidemik) ve biri kontrol grubu olmak üzere dört grupta gerçekleştirildi. Her grupta 15 erkek ve 15 kadından oluşan 30 olgu vardı. Tüm gruplarda serum ürik asit, glukoz, üre, kreatinin, trigliserid, total kolesterol miktar belirtimi enzimatik yöntemlerle yapıldı. Lipoprotein elektroforezi fraksiyonları, sellüloz asetat kullanılarak belirlendi. Apo Al ve B, nefelometrik olarak, Lp (a) ise, ELISA yöntemiyle ölçüldü. Plazmada fibrinojen düzeyi Clauss yöntemiyle, antitrombin III, protein C ve plazminojen aktiviteleri ise, kromojenik substrat kullanılarak spektrofotometrik olarak saptandı.Fibrinogen düzeyi, hiçbir deney grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark göstermedi. Plazminojen aktivitesi (%), kontrol grubuna (99.8+12) göre, hipertrigliseridemik grupta (103+16.1) ve kanşık tip hiperlipidemi grubunda (106+11.9) daha yüksek bulunurken, hiperkolesterolemik grupta (98.4±12.2) kontrol grubuna oldukça yakın bir değer elde edildi. Protein C aktivitesi (%), tüm deney gruplarında kontrol grubuna (100+14.8) göre daha yüksekti ve en yüksek değer, kanşık tip hiperlipidemi grubunda (121+12.6) saptandı. Antitrombin III aktivitesi (%), tüm hiperlipidemik gruplarda normolipidemik gruba göre daha düşüktü. Kontrol grubu ortalama değeri 100+12.5 iken, en düşük değer (90.2+16.8) kanşık tip hiperlipidemi grubunda bulundu. Çalışmanın sonunda hiperlipideminin koagülasyon sistemi üzerinde etkili olduğu düşünüldü. Deney gruplannda görülen protein C aktivitesi yüksekliğinin, hiperlipideminin indüklediği hiperkoagülasyon durumuna kompansatuar olarak geliştiği sonucuna vanldı. Antikoagülan aktivitede majör rol oynayan antitrombin IH'ün deney gruplannda düşük bulunması, bu gruplarda koagülan aktivitenin daha da artmış olabileceğini düşündürdü. Buradan hiperlipidemilerde antitrombin III aktivitesi düşüklüğünün, ateroskleroz riskini arttıran bir faktör olabileceği kanısına vanldı. Bu açıdan çalışmamızda ateroskleroz gelişiminde en fazla risk altında bulunan olgu grubunun kanşık tip hiperlipidemi grubu olduğu sonucuna vanldı. Elde edilen bilgiler ışığında; ateroskleroz riski taşıyan hiperlipidemik olgulann izlenmesinde antikoagülan parametrelerin de değerlendirilmesi ve gerekli görülen olgularda erken dönemde antikoagülan tedaviye başlanması, yararlı olabilir kanısına varıldı.Item İskemi modifiye albumin düzeylerinde biyolojik değişkenliklerin saptanması, referans değişim değeri ve Türk toplumundaki referans değerlerinin hesaplanması(Uludağ Üniversitesi, 2014) Tuncer, Gül Özlem; Özarda, Yeşim; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBiyolojik varyasyon (BV) birey içi (CVI) ve bireyler arası (CVG) varyasyondan oluşmaktadır. Bu BV bileşenleri analitik kalite özelliklerini ve hedeflerini belirlemek, seri analit ölçümlerindeki değişiklikleri incelemek ve referans aralıkların (RA) klinik açıdan yararlılığını değerlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Popülasyona dayalı RA, CVI > CVG durumunda geçerli olmakta, CVI < CVG bulunması, hastalıkların belirlenmesinde bireye dayalı RA'nı daha duyarlı hale getirmektedir. Bireysellik indeksi (II), RA'ların klinik yararlılığının değerlendirilmesinde objektif bir kriter olarak sunulmaktadır. Bireye dayalı RA ve CVI kullanılarak ardışık ölçüm sonuçları arasındaki anlamlı farklılıkları ifade eden Referans Değişim Değeri (RCV) belirlenebilmektedir. Son yıllarda miyokardiyal iskemi belirteçleri potansiyel bir ilgi alanı olmaktadır. Bu belirteçler arasında İskemi Modifiye Albumin (İMA) FDA onayı almış ilk kardiyak iskemi belirteci olarak dikkat çekmektedir. Bu çalışmada sabah 12-14 saatlik açlık sonrası, İMA BV bileşenlerinin belirlenmesi amacıyla 24-50 yaş aralığındaki 21 (11 kadın, 10 erkek) sağlıklı gönüllüden ayın 0.,1., 2., 7.,14., 21. ve 28. günlerinde toplam 7; RA'ın belirlenmesi için 24-52 yaş aralığındaki 260 (130 kadın, 130 erkek) sağlıklı bireyden bir adet kan örneği alınmıştır. İMA kolorimetrik yöntemle ve Albumin- Kobalt Bağlanma (ACB) testiyle ölçülmüştür. ACB testi için analitik varyasyon (CVA) değerleri ve analitik kalite özellikleri (doğruluktan sapma ve ölçüm belirsizliği) belirlenmiştir. Her iki cinsiyet ve tüm grup için CVI, CVG, II, RCV ve RA değerleri hesaplanmıştır. İMA CVI ve CVG sonuçlarıyla belirlenen II değeri (1.5), hesapladığımız RA'larını klinik açıdan yararlı hale getirmektedir. Çalışmamıza ait BV bileşenleri ve RCV'nin, hesaplanan RA'lar ile beraber klinik kullanıma sunulabilir, konuyla ilgili yapılmış diğer çalışma verileriyle karşılaştırılabilir ve mümkünse birleştirilebilir olduğu kanısındayız.Item Kanser kök hücrelerinde PFKFB izoenzimlerinin rolü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-23) Gürpınar, Yunus; Güzel, Saime; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7698-0872Kanser kök hücre (KKH)’ler, tümör oluşumunu başlattığı ve mevcut tümör dokusunun oldukça küçük bir bölümünü oluşturduğu düşünülen, yenilenme kabiliyeti yüksek hücrelerdir. Normal kök hücrelerle benzer yüzey belirteçleri ve pluripotentlik markörlerine sahip olan ve bu özellikleri sayesinde tümör dokusunun kalanından ayrılabilen bu hücre topluluğu; radyoterapi ve kemoterapiye karşı yüksek direnç göstermekte, tedavi sürecinde yok edilemediklerinde tümörün yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. KKH enerji metabolizması üzerine yapılan çalışmalar, birtakım belirteçlere göre profillendirilmiş KKH’ler hakkında bilgi verse de profilleme işleminin belirli bir standardı olmadığından, henüz kesin bir sonuca varmak mümkün olmamıştır. Glikoliz spesifik hız sınırlayıcı basamak olan PFK-1 enziminin aktivatörü olan fruktoz 2,6 bisfosfat’ın yapım ve yıkımı, 6-fosfofrukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz izoenzimleri (PFKFB1-4) tarafından gerçekleştirilmektedir. Tümör hücrelerinde; tümör tipine göre değişen seviyelerde eksprese edilen bu izoenzimlerin; KKH ile tümör kitlesini oluşturan farklılaşmış hücrelerdeki ekspresyonlarının farklı seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmada, meme kanseri hücre hattı MCF-7 ve pankreatik duktal adenokarsinom hücre hatları PANC-1 ve Mia PaCa-2’de; PFKFB izoenzimlerinin hücre popülasyonundaki KKH miktarı ile oranları belirlendi ve PFKFB baskılanmasının, KKH popülasyonu değişimi üzerindeki etkileri incelendi. Elde edilen bulgulara göre, PANC-1 ve Mia PaCa-2 hücre hatlarında KKH popülasyonu yüksek hücre gruplarında PFKFB1 ve PFKFB4 izoenzimi ekspresyonunun arttığı ve PFKFB4 baskılanması sonucu PANC-1 hücre hattında KKH popülasyonunun azaldığı görüldü. Baskılamanın, bütün hücre hatlarında onkojenik potansiyel üzerinde negatif yönde etkiye neden olmadığı tespit edildi. Elde edilen verilere göre; PFKFB4 izoenziminin, KKH'lerin idenfikasyonunda yol gösterici olabileceği ve ilerideki çalışmalar için moleküler bir ilaç hedefi olabileceği düşünülmektedir.Item Koç spermasının fiziko-biyokimyasal analizi ve dondurma işleminin sperma üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1994) Günşen, Uğur; Mert, Nihat; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBu araştırmada, dondurma işleminin sperma metabolizması üzerine olan etkilerini incelemek amacıyla, 10 adet Merinos ırkı koçtan sun 'i vajen yardımıyla alınan spermaların fiziksel ve biyokimyasal analizleri yapıldı. Fiziksel muayenede spermatolojik özellik olarak hacim, renk, pH ve spermatozoa yoğunluğu kriterleri göz önüne alındı. Araştırmada ortalama olarak hacim 1,62 cm3, renk koyu krem, krem, pH değeri 6,6 ve spermatozoa yoğunluğu 2,53 x 106/mm3 şeklinde belirlendi. Fiziksel muayeneden sonra spermalar, Hettich EBA III santrifüjü kullanılarak 5000 rpm.de 15 dakika santrifüje edilerek seminal plazmaları ayrıldı. Elde edilen seminal plazmalar kontrol grubu olarak nitelendirildi ve biyokimyasal analizler yapıldı. Burada metabolitler grubunu oluşturan fruktoz, kolesterol, trigliserid, üre, total protein ve albumin düzeyleri kinetik spektrofotometre kullanılarak, membran lipidleri bölümünde yer alan fosfatidilkolin ve fosfatidiletanolamin düzeyleri TLC, ekstraksiyon işlemi ve kinetik spektrofotometre kullanımının yer aldığı üç basamakta gerçekleştirildi. Enzimler grubunu oluşturan LDH, ALT, AST, ALP ve ACP düzeyleri otoanalizör kullanılarak, mineraller bölümünde yer alan fosfor, kalsiyum ve magnezyum düzeyleri kinetik spektrofotometre kullanılarak, sodyum ve potasyum düzeyleri ise fleym fotometrik olarak belirlendi. Direkt dondurma grubunda, spermalar herhangi bir işleme tabi tutulmadan -1-direkt olarak, 1/3 sulandırılarak dondurma grubunda İse spermalar tüm sulandırıcıda % 5 oranında gliserol bulunacak şekilde glikoz fosfat sulandırıcısı ile 1/3 oranında sulandırılarak - 196 "C de sıvı azot buharında donduruldular. 20 günlük bekleme süresi sonunda dondurulmuş spermalar 80 °C de 5 sn.de eritilerek kontrol grubunda belirtilen şekilde analize edildiler. Bu analizler sonucunda, elde edilen sonuçların varyans analizlerinde kontrol grubu - direkt dondurma grubu ve kontrol grubu - 1/3 sulandırılarak dondurma grupları arasında olmak üzere fruktoz, kolesterol, üre, total protein, albumin, fosfatidilkolin, fosfatidiletanolamin, LDH, ALT, AST, ALP, ACP, kalsiyum, sodyum ve potasyum düzeylerinde p < 0,001 güven eşiğinde istatistiksel önem belirlendi. Trigliserid ve fosfor düzeylerinde kontrol grubu - 1/3 sulandırılarak dondurma grupları arasında p < 0,001, magnezyum düzeylerinde ise p < 0,01 güven eşiğinde önem saptandı. Dondurma gruplarının kendi aralarında ise kolesterol, trigliserid, total protein, albumin, LDH, ALT, ALP, fosfor ve sodyum değerleri bakımından p < 0,001 güven eşiğinde istatistiksel önem bulundu.Item Koyunların kanında çinko seviyeleri ile karbonik anhidraz aktiviteleri arasındaki ilişkilerin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1988) Antaplı, Mübeccel; Çamaş, Hayati; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBursa ve yöresinde yaygın olan çinko yetmezliğini araştırmak için yapılan bu çalışmada 3. 5-4. 5 yaşlı toplam 230 Merinos koyunu araştırma materyali olarak kullanıldı. Gruplar 134 tanesi düşük çinko düzeyli, 96 tanesi ise normal çinko düzeyli olarak iki gruptan oluşmuştur. Araştırmadaki temel amaç çinko yetmezliği olan koyunların kanlarındaki çinko miktarları ile karbonik anhidraz enzimi aktiviteleri arasındaki ilişkileri açıklamaktır. Plazma çinko düzeyleri ug/100 ml, karbonik anhidraz aktivitesi ünite/ml olarak belirlendi. Ayrıca eritrosit sayısı 10 6 /mm3 ve 10 4 /mm3 eritrosite karşılık gelen karbonik anhidraz aktivitesi de hesaplandı (karbonik anhidraz aktivitesi/eritrosit sayısı). Çinko düzeylerine göre gruplandırılan koyunlarda tüm değerler karşılaştırıldı. Atomik absorpsiyon spektrof otometrede dilüsyon metoduyla belirlenen çinko miktarları incelendiğinde; çinko düzeyi normal olan grupta ortalama değer 108. 56 ± 2. 05, düşük grupta ise 58. 3 ± O. 96 olarak saptandı. Gruplar arasındaki fark %46. 3 idi ve bu değerler istatistiksel olarak P < O. 01 düzeyinde önemli bulundu. Eritrosit sayıları gruplara göre farklılık göstermiş tir. Çinko düzeyi normal grupta 8.58 + 0.09 x 10 4 /mm3, düşük grupta 12.3 + 0.2 x 10 6 /mm olarak bulundu. Bu değerler arasındaki fark %43.5 idi ve istatistiksel olarak P < 0.01 düzeyinde önemliydi. Kanda sadece eritrositlerde bulunan karbonik anhidraz enzimi aktivitesi Wilbur-Anderson ünitesi olarak Maren (60) tarafından geliştirilen özel reaksiyon tüpü yardımı ile saptandı. Çinko düzeylerine göre karbonik anhidraz aktivitesi değerleri düşük ve normal gruplarda sırasıyla 3251.49 ± 121.3, 3778.12 ± 153.13 idi. Gruplar arasındaki fark, düşük grupta %13.94 daha azdı ve istatistiksel olarak tüm değerler P < O. 01 düzeyinde önemli bulundu. Karbonik anhidraz aktivitesinin eritrosit sayısına göre yorumlanması için karbonik anhidraz aktivitesinin (ünite/ml) eritrosit sayısına (milyon) oranı hesaplandı. Çinko düzeyi düşük grupta bu değer 273. 98 ± 10. 9, yüksek grupta 441.6 + 17.37 ve aktivite azalması %46.11 olarak saptandı. Değerler P<0.01 düzeyinde önemli idi. Gruplardan elde edilen değerler arasında yapılan korrelasyon analizlerinde çinko ile eritrosit sayısı arasında r=-0.76, çinko ile karbonik anhidraz aktivitesi arasında r=0.27, çinko ile karbonik. anhidraz aktivitesi/eritrosit sayısı arasında r=0.73 değerleri bulundu ve P < 0.01 düzeyinde önemli idi. Bu sonuçlara göre karbonik anhidraz enzimi aktivitesibelirlenerek plazma çinko değerleri hakkında fikir edinilebileceği kanısına varılmıştır.Item Pankreas epitel hücrelerinin onkojenik transformasyonunda PFKFB2'nin rolü(Uludağ Üniversitesi, 2018-10-18) Özcan, Selahattin Can; Yalçın, Abdullah; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıPankreas duktal adenokarsinomu (PDA), tedavi seçeneklerinin sınırlı kaldığı ölümcül kanser türlerinin başında gelmektedir. PDA'ların yaklaşık %90'ında KRAS onkogeninin aktive edici mutasyonları görülmektedir. Bu durum KRAS'ın PDA oluşumundaki önemini ortaya koymaktadır. Mutant K-Ras'ın fonksiyonel aracılığını yapan gen ürünlerinin ortaya koyulması hem PDA biyolojisinin daha iyi anlaşılmasını, hem de bu ölümcül kanserin tedavisine yönelik alternatif moleküler hedeflerin belirlenmesini sağlayabilir. 6-fosfofrukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz (PFKFB) ailesine ait çift fonksiyonlu enzimler dört farklı gen tarafından (PFKFB1, PFKFB2, PFKFB3 ve PFKFB4) kodlanmakta ve hücre içi fruktoz-2,6-bisfosfat (Fru-2,6-BP) molekülünün yapım ve yıkımını sağlamaktadırlar. Fru-2,6-BP, glikolitik geçitin hız sınırlayıcı enzimlerinden olan 6-fosfofrukto-1-kinaz (PFK1)'ın bilinen en kuvvetli allosterik aktivatörüdür. Birçok tümör hücresinde birlikte eksprese edilen PFKFB proteinleri (PFKFB2, PFKFB3 ve PFKFB4) arasında PFKFB2, kanser hücre biyolojisinde en az çalışılan izoformdur. Bu çalışmada ilk defa PFKFB2'nin farklı kanser hücre hatlarında ekspresyonu karşılaştırılarak hücre nükleusuna lokalizasyonu ve PFKFB2 mRNA varyantlarının farklı oranlarda nükleusa lokalize olduğu tespit edildi. Pankreatik duktal epitel hücrelerinin mutant KRAS ekspresyonu ile gerçekleşen onkojenik transformasyonunda ve mutant KRAS bulundurduğu bilinen pankreatik duktal adenokarsinoma hücrelerinde PFKFB2'nin glikolitik fenotipe ve onkojenik özellikler üzerine etkisi incelendi. Elde edilen bulgulara göre pankreas kanserlerinde PFKFB2'nin onkojenik özellikleri ve glikolizi desteklediği görüldü. Sonuç olarak, PFKFB2 pankreatik hücre adenokarsinomalarının glikolitik fenotiplerinde ve onkojenik özelliklerinde önemlidir ve PFKFB2 pankreatik adenokarsinoma tedavisinde moleküler bir ilaç hedefi olarak değerlendirilebilir.Item Poliamin biyosentezi ve glikoliz yolaklarının inhibisyonunun pankreatik adenokarsinoma tedavisindeki etkinliğinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-10) Bozkurt, Aybike Sarıoğlu; Güneş, Nazmiye; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Biyokimya Ana Bilim Dalı; 0000-0002-8287-6617Pankreas kanserlerinde 5-yıllık sağ kalım oranı yaklaşık %6-8 dolaylarında olup yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Pankreas kanserlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan pankreatik duktal adenokarsinom (PDAK)'ların %90'ından fazlasında KRAS geninin aktive edici mutasyonlarına rastlanmaktadır. KRAS aktivasyonu PDAK hücrelerinin özgün metabolik bağımlılıklar geliştirmesine neden olur. Yapılan çalışmalar KRAS'ın glikoliz ve poliamin biyosentezi yolaklarının aktivitesini arttırdığını göstermektedir. Bu tez çalışmasında; KRAS mutasyonuna sahip olan ve metabolik olarak agresif oldukları bilinen PDAK hücre modellerinde glikolitik regülatör 6-fosforukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz-3 (PFKFB3) ve poliamin biyosentez yolağı hız sınırlayıcı enzimi ornitin dekarboksilaz (ODC1)'ın genetik ve farmakolojik yöntemler kullanılarak tekli ve kombine inhibisyonlarının hücrelerin in vitro metabolik, proliferatif ve onkojenik potansiyelleri üzerindeki etkisi araştırıldı. Çalışmada hücre modelleri olarak PANC1 ve MIA PaCa-2; genetik baskılama yöntemi olarak siRNA ve farmakolojik hedefleme olarak PFKFB3 için AZ PFKFB3 26 (AZP3-26) ve ODC1 için diflurometilornitin (DFMO) kullanıldı. qPCR, Western blot, F2,6BP ve metabolik analizler PDAK hücrelerinde PFKFB3 ve ODC1'nin birbirlerinin aktivitelerini düzenleyebildiğini gösterdi. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin siRNA ve özgün kimyasal inhibitörlerle birlikte baskılanması PDAK hücrelerinin proliferasyonunu tekli baskılamalara göre daha yüksek oranda azalttı. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin AZP3-26 ve DFMO ile inhibisyonu tekli kullanımlara göre her iki hücre hattının yumuşak agarda büyüme ve koloni oluşturma kapasitelerini önemli oranda düşürdü. Ayrıca PANC1 hücrelerinde, AZP3-26 ve DFMO'un birlikte kullanımı, tekli kullanımlara göre, hücrelerin Matrijel invazyon kapasitesini daha anlamlı olarak azalttı. Bu tez çalışması kapsamında elde edilen veriler; metabolik agresifliği ve plastisitesi ile öne çıkan PDAK tümörlerinde PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin baskılanmasının in vitro olarak tekli inhibisyonlara göre daha kuvvetli anti-onkojenik etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.Item Şiddetli egzersiz öncesi akut sigara içiminin oksidatif hasar üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2002-02-14) Erdinç, Adnan; Gür, Esma Sürmen; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıŞiddetli egzersizle oksidatif hasar ilişkisini inceleyen farklı çalışmalar olmasına rağmen bunun akut sigara içiminden nasıl etkileneceği konusunda bir çalışmaya rastlanamamıştır. Bu çalışmada şiddetli egzersiz öncesi akut sigara içiminin, oksidatif hasar üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 1 8-34 yaşlan arasında sağlıklı, 20 erkek gönüllü olarak katılmıştır. Denekler, Grup 1 (n=10): Sigara içmeyen grup, Grup 2 (n=10): Sigara içen grup ve Grup 3 (n=10): Akut sigara içen grup olarak düzenlenmiştir. Deneklere bir aerobik egzersiz protokolü uygulanarak her denekten egzersiz öncesi ve egzersiz sonrası kan ve idrar örnekleri alınmıştır. Sigara içenlerin istirahat laktik asit (LA) düzeyleri içmeyenlere göre yüksektir. Egzersiz tüm gruplarda LA düzeylerini arttırmaktadır. Egzersizden sonra malondialdehit (MDA) düzeyleri tüm gruplarda artmaktadır ama bu artış hemokonsantrasyona karşı düzeltilince yalnızca akut sigara içimini takiben egzersiz yapanlarda devam etmektedir. Egzersiz öncesi (EÖ) süperoksit dismutaz (SOD) aktivitelerine bakıldığında sigara içenler ile içmeyenler arasında istatistiksel anlamlı bir fark bulunmamıştır. Egzersizden sonra SOD aktivitesi tüm gruplarda azalmakta, akut sigara içiminin ayrıca bir etkisi görülmemektedir. Sigara içenler ile içmeyenler arasında istirahat glutatyon peroksidaz (GPx) aktiviteleri bakımından istatistiksel anlamlı bir fark bulunmamıştır. Egzersizden sonra GPx aktivitesi sadece ikinci grupta azalmaktadır. Akut sigara içimi GPx aktivitesini etkilememektedir. GPx ile ilgili daha fazla yorum yapılabilmesi için ileri çalışmalar gerekmektedir. Sigara içenlerin istirahat serüloplazmin (SER) düzeyleri içmeyenlere göre yüksektir. Egzersizin ve akut sigara içiminin SER düzeylerine anlamlı bir etkisi olmamaktadır.Item Süt ineklerinde laktasyonun çeşitli evrelerinde ve kuru dönemde kandaki bazı biyokimyasal parametrelerdeki değişimler(Uludağ Üniversitesi, 2000) Polat, Ümit; Çetin, Meltem; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıSütçü inek yetiştiriciliği yapan çiftliklerde gerek klinik ve gerekse subklinik seyirli metabolik hastalıklardan dolayı, başta süt verimi olmak üzere önemli kayıplar meydana gelmektedir. Bu çalışmada, kura dönem ve laktasyonun çeşitli evrelerindeki ineklerin metabolik profillerinde meydana gelen değişikliklerin belirlenmesi amaçlandı. Materyal olarak Karacabey Doğancı Çiftliğinde bulunan 80 adet sağlıklı, 4 yaşlı Holstein ırkı sütçü inek kullanıldı. İneklerin 20'si kura dönemde, geri kalanı laktasyon dönemindeydi. Laktasyon döneminin 48-51., 147-161. ve 180. ve sonraki günleri sırasıyla L, n. ve III. evre olarak değerlendirildi. Her laktasyon evresinde 20 inek bulunmaktaydı. Kura dönem ve laktasyonun üç evresinde kan örnekleri V. subcutanea abdominis'den, asepsi ve antisepsi kurallarına uyularak, EDTA'lı ve antikoagulantsız olmak üzere 2 ayrı tüpe alındı. EDTA'lı kanda glukoz analizi gerçekleştirildi. Antikoagulantsız tüplere alınan kanların serumları ayrıldı. Serum numunelerinde inorganik fosfor (İP) tayini yapıldı ve tüm numuneler diğer analizlerin gerçekleştirileceği güne kadar derin dondurucuda -20 °C'de saklandı. Serum örneklerinde total lipit, total kolesterol, total protein, ürik asit, üre, sodyum (Na),potasyum (K) ve kalsiyum (Ca) düzeyleri ve alkalen fosfataz (ALP) enzimi aktivitesi ölçüldü. Kuru dönem ve laktasyonun L, II. ve III. evrelerindeki ineklerde glukoz, total lipit, total kolesterol, total protein, ürik asit, üre, sodyum, potasyum, kalsiyum, inorganik fosfor konsantrasyonları ve alkalen fosfataz aktiviteleri sırasıyla 69.90, 51.35, 48.35 ve 45.45 mg/dl, 511.0, 561.50, 522.30 ve 373.95 mg/dl, 112.45, 215.0, 238.75 ve 222.75 mg/dl, 6.20, 7.63, 6.69 ve 6.14 g/dl, 1.94, 2.47, 2.34 ve 2.75 mg/dl, 21.05, 26.90, 27.70 ve 25.15 mg/dl, 137.15, 143.65, 148.65 ve 149.10 mEq/l, 5.88, 4.81, 4.80 ve 4.91 mEq/l, 9.50, 9.69, 10.36 ve 9.88 mg/dl, 6.16, 6.53, 6.14 ve 5.89 mg/dl ve 34.60, 36.65, 41.65 ve 42.70 U/l olarak saptandı. Tüm gruplara ait biyokimyasal kan parametrelerine uygulanan varyans analizi sonuçlarına göre üre, ALP ve inorganik fosfor değerleri istatistiksel olarak önemli bir farklılık göstermedi. Glukoz, total lipit, total kolesterol, total protein, ürik asit, sodyum, potasyum ve kalsiyum değerlerinde ise p<0.001 düzeyinde önemli farklılık saptandı. İstatistiksel önemin hangi gruplar arasında olduğunu belirlemek amacıyla Tukey-Kramer Multiple Comparisons Test uygulandı. Glukoz, total kolesterol, potasyum konsantrasyonlarında kuru dönem ile laktasyonun I., II., III. evreleri arasında p<0.001, total lipit konsantrasyonlarında laktasyonun III. evresi ile kuru dönem, laktasyonun I., II. evreleri arasında p<0.001, total protein değerlerinde kuru dönem ile laktasyonun I. evresi ve laktasyonun I. ile III. evresi arasında p<0.001, laktasyonun I. ile II. evresi arasında p^O.Ol, ürik asit konsantrasyonlarında kurudönem ile laktasyonun I., III. evreleri arasında p<0.001, sodyum konsantrasyonlannda kura dönem ile laktasyonun II., III. evreleri arasında p<0.001, kalsiyum konsantrasyonlannda kuru dönem ile laktasyonun II. evresi arasında p<0.001, laktasyonun I. ile II. evreleri arasında p<0.01düzeyinde önemli farklılık saptandı. Bu çalışmada kuru dönem ve laktasyonun L, n. ve III. evresinde bulunan ineklerde bazı biyokimyasal kan parametrelerine ait değerler sunuldu. Elde edilen sonuçlar kuru dönem ve çeşitli laktasyon evrelerinin ineklerde incelenen çoğu parametreyi etkilediğini gösterdi. Gebelik, kuru dönem ve laktasyon gibi çeşitli fizyolojik durumlar ineklerde metabolik değişikliklere sebep olmaktadır. Yüksek verimli ve sağlıklı inekler yetiştirmek için hayvanların fizyolojik durumları ve metabolik profilleri göz önünde tutulmalıdır. Bu çalışmanın sonuçları ileride yapılacak araştırmalarda referans olarak kullanılabilecektir.Item Transforme edici büyüme faktörü β-1 tarafından indüklenen epitel-mezenkimal dönüşümde 6-fosfofrukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz enzimlerinin rolü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-26) Altunok, Tuğba Hazal; Yalçın, Abdullah; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıTransforme edici büyüme faktörü-β (TGFβ) tümör hücrelerindeki malign özelliklerin edinimi için gerekli olan güçlü bir epitelyal mezenkimal dönüşüm (EMT) aktivatörüdür. Son çalışmalar, tümör hücrelerinde EMT'nin metabolik yeniden programlanma ile ilişkili olduğunu ve TGFβ'nın birden fazla primer hücre hattında glikolizi uyardığını göstermiştir; ancak, TGFβ'nın glukoz metabolizması üzerindeki etkisi hakkında çok az şey bilinmektedir. 6-fosfofrukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bifosfatazlar (PFKFBs) ailesine ait enzimler, glikolizdeki fosfofruktokinaz-1 (PFK-1) enziminin kuvvetli bir aktivatörü olan fruktoz-2,6-bifosfat (F2,6BP)'ın yapım ve yıkımından sorumludurlar. Bu çalışma ile ilk kez, TGFβ'nın, PFKFB3 ekspresyonunu indükleyerek pankreatik kanser hücre hattı Panc1'de glikolizi artırdığı ve PFKFB3'ün TGFβ aracılı Panc1 hücrelerinin invazyonu için gerekli olduğu gözlendi. Ayrıca, TGFβ'nın Snail üzerindeki artırıcı etkisinin PFKFB3'ün baskılanması ile büyük ölçüde azaldığı görüldü. Elde edilen bulgularla, Panc1 hücrelerinde PFKFB3'ün, TGFβ ile Snail'in indüklenmesi, invazif ve glikolitik bir fenotip edinilmesinde rol oynadığının anlaşılması sağlandı. Panc1 hücrelerinin aksine, TGFβ ile indüklenen EMT'nin, akciğer tümörü hücre hattı A549'da glikolizi azaltıcı yönde etki ettiği belirlendi. Ayrıca, TGFβ ile ekspresyonu artan PFKFB4'ün glikolizdeki yavaşlamaya bir etkisinin olmadığı; fakat, TGFβ ile A549 hücre hattında gözlenen mezenkimal fenotipin PFKFB4'ün baskılanmasıyla kısmen azaldığı belirlenmiş oldu. Sonuç olarak elde edilen veriler, PFKFB izoenzimlerinin TGFβ-ilişkili hücresel proseslerde önemli olabileceğine işaret etmekte olup; farklı hücrelerde TGFβ ile etkileşime giren farklı PFKFB izoenzimlerinin özgün metabolik fenotiplere neden olabileceğini göstermektedir.Item Yumurtacı tavuklarda plazma alkali fosfataz tipleri ile verim arasındaki ilişkiler(Uludağ Üniversitesi, 1997) Gündüz, Handan; Mert, Nihat; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıTavuklarda üstün yumurta verimi elde etme konusunda araştırmalar oldukça fazladır. İlk önceleri dış bakı ile üstün verime sahip tavukları seçip seleksiyonda kullanma yoluna gidilirken, modem tavukçulukta genetik özellikler biyokimyasal yöntemlerle geliştirilmiştir. Biyokimyasal polimorfizm çalışmaları bu konuda büyük önem taşımaktadır. Tavuklarda alkali fosfataz(ALP) enziminin gerek düzeyi ve gerekse farklı elektroforetik tiplerinin verimle bağlantısını araştırmak için yapılan bu çalışmada, günlük Hyline ırkı yumurtacı civcivler kullanıldı. Canlı ağırlık artışları Nisan ayından itibaren, önceleri büyük sürüden seçilen civcivlerde, Temmuz ayından sonra ise araştırma materyali olan tavuklardan sağlandı. 103 tane civciv 6 aylık olunca kanat venasından (vena cutenea ulnaris) usulüne uygun olarak kan örnekleri alındı. Tüm tavukların plazma ALP aktivitesi saptanıp ortalama sürü aktivitesinden yüksek olan 50 tavuk ALP yüksek, düşük olan 53 tavuk ise ALP düşük grup diye adlandırıldı. Grupların aylık canlı ağırlık kazancı, yumurta ağırlıkları, % yumurta verimleri ve nişasta elektroforezi ile ALP fenotipleri saptandı. ALP yüksek grubun ALP aktiviteleri ortalaması 406.33 mü /mî, düşük grubunki 309.34 mlJ /mi iken 103 tavuğun ortalama değeri 356.43 mU / mi olarak hesaplandı. ALP düzeyi ile canlı ağırlık arasında korelasyon bulunamadı. Grupların yumurtaağırlıkları arasında yine istatistiksel önem saptanamadı. Ancak ALP yüksek grubun % yumurta verimini ALP düşük grup ve tüm kümes ile karşılaştırıldığında istatistiksel önem saptandı. Yumurtlamada pik değerin elde edildiği Eylül ayında ALP yüksek grubun yumurta verimi ALP düşük ve kümes ortalamasından (sırasıyla % 94.70, % 90.69, % 91.65 ) p< 0.001 düzeyde önemle fazla idi. Temmuz ayı hariç diğer aylarda da istatistiksel önem saptandı. ALP fenotipleri nişasta elektroforezi kullanarak bulundu. Hızlı göç eden tip Fast (F), yavaş göç eden ise Slow (S) tiplerinin gruplardaki rastlanılma oranları hesaplandı. Tüm sürüde 60 adet F (% 58.25), 43 adet S (% 41.75) bulunurken ALP yüksek grupta % 64 F ve %36 S, ALP düşük grupta % 52.83 F ve % 47.17 S frekansı görüldü. F ve S fenotipleri ile canlı ağırlık ve ALP aktiviteleri arasında korelasyon bulunamadı. Sonuç olarak yüksek yumurta verimine sahip sürü elde etmek için ALP aktivitelerinin önemli bir kriter olduğu, ALP fenotipleri ile verim arasında ilişki kurulamayacağı, yetiştiricilere yaklaşık % 3-7 oranında daha fazla yumurta verimi sağlayacak ALP düzeyi yüksek tavukların seleksiyonunun yapılması gerektiği söylenebilir.